Toz tanelerinin karanlıkla birleştiği, hülyalarla bezeli kısa bakışları bir an olsun ayrılmamıştı donuk suratlı adamdan. Duvara konuşmakla eş değerdi. Mizacı, yapısı ve düsturu rezil bir boşvermişlik içindeydi. Farketmiyordu kelimeleri nasıl seçtiği. Onu sabahtan akşama yağlasa sevindiremez, yedi sülalesine küfürler savursa sinirlendiremez gibiydi. Kontrolünü yitirmeyi bir an olsun dahi ihtimal dahiline almıyordu. Rahattı. Bu nedenle Dina da rahatladı. En azından artık elini açık oynayabilirdi.
Konuşmalarını düşündüğü her şeyi adeta kanıksatan cümlelerle sürdürüyordu. Onu sinirlendirmeyi geç, kaşını dahi oynatamamıştı. Bu Dina'nın sürekli el yükseltmek zorunda olduğu bir açık arttırma gibiydi. Blöfleri işe yaramıyor, günün sonunda mutlaka gerçekçilikten uzaklaşmak zorunda hissediyordu kendisini. Zira ne kadar dayılanırsa dayılansın, ortada görünür bir kast vardı. Üstte olan bu duvarvari heyula idi. Ve bu adamın faydasından çok zararı dokunmuştu bile. Hükmetmek. Başka bir şey söylemiyordu. Kalbinin sesi gibi netti aklındaki fikir. Denemediğini nereden çıkarmıştı? Aptal sürüngene hükmetmeyi deniyordu zaten. Denemediği tek bir yol kalmıştı. O yol ise aptallık krallığındaki pembe yakutlarla işlenmiş görkemli tacı kafasına bizzat geçirmekti. Bu taç bir huni de olabilirdi. Gyugnal sözlerini devam ettirdikçe dudaklarını ısırmaya başlamış ve nedensizce o tacı daha da arzular olmuştu. En tepedeki olmak... Dina için bu aptal olmakla eş değer olabilir miydi? O tacı takarsa, en tepede olabilir miydi? Gyugnal ders vermeyi reddeder şekilde, sanki aklındaki şeyi denemesini istercesine buyur ediyordu. Karanlık için değil, grotesk suratların cirit attığı çığlıkların yankı yankı doluştuğu o köhne zihnine. Bir kaç saniye sürerdi Dina için bunu yapmak.
"Chuldarah! Vybukh'tan uzaklaş. Bir kez daha tekrarlamayacağım. Geri bas."
Hükmetmek ile kastettiği, herhangi bir iblis ise; bunu deneyecekti. Ne kadar etkili olabileceği konusunda o da bilgisizdi. Ya Gyugnal'a koca bir komedi sunacak, ya da şaşırtıcı bir galibiyetle ayrılacaktı. Bu konu muğlaktı. Ancak planı konusunda tutumu netti. Geri adım atmayacaktı. Gyugnal'a 'ne olmadığını' göstermek istiyordu.
İleri doğru adımladı. Yüzündeki gülümsemeyi bozmamıştı lakin heyulavari garabet anlamıştır diye umuyordu, içindeki birikmiş öfkeyi. En azından denememiş olmayacaktı. Aptallığı tercih etmeyi bu kadar normalleştirirse, korkacağı bir şey olmazdı. Zira günü geldiği zaman ölümden korktuğu için yanlış bir karar almak istemezdi. Tam tersi, ölümü ve acıyı kucaklayabilmeliydi. Değersiz bir dünyada arzuları için alması gereken küçük risklerdi bunlar. Yürüdüğü esnada odaklanmayı deneyecekti. Vybukh ile bağ kurduğu ilk ana gidecekti. O kırmızı halenin bedenine sokulduğu anı düşünecekti. Chuldarah karşısında zavallı iblisinin hiç bir şansı olmadığını biliyordu. Lakin burada pes ederse, heyula haklı çıkardı. Adımlarını hızlandırdı. İstikameti heyula adam idi.
"Yeter. Gücünü göster artık. Ayağa kalkmanı emrediyorum. İkisini de geberteceğiz. Ciğerlerini sökeceğiz. Şimdi, burada." Bu sefer daha netti. Ziyadesiyle istiyordu çünkü. Bok suratlı herif ve çirkin iblisinin ciğerini sökemese bile okkalı bir tokat atmak istiyordu. En azından aldığı nefesin ederi bunu karşılasın istiyordu. Bu sefer verdiği emri inanarak veriyordu, başka bir farkı yoktu.
"Yak ve Yık, Vybukh."
Adımlarını hızlandırdı. Gyugnal ile arasındaki fiziksel fark barizdi. İçinde bulunduğu beden, kendisini savunmak için fazla cılızdı. Hızlı yahut güçlü müydü emin değildi. Zira bunun pek bir önemi yoktu. Karşısındaki duvar ve izbandut iblis onun sınırlarını aşardı. Bunun önemi yoktu. İçinden geldiği gibi davranacaktı. İçinde bir güç varmış gibi hareket ediyordu. Hiç bir şey hissetmiyordu. Damarlarında akan kanın sesini duyamıyordu, öyleyse içinde dalgalanan gücü hissedememesi de doğaldı. En doğal refleksine güveniyordu. İblis ile bağ kurduğu ilk andaki gibi. Her şey palavra da olabilirdi, Gyugnal Qen dediği zırvayı kıçından atmış da olabilirdi. Lakin iç güdüleri tam tersini söylüyordu. Vybukh için deneyebileceği son şey buydu zira. Vücudunu daha güçlü yapabilirse, ne ala. Chuldarah'ı kontrol edemezse yahut Vybukh tepki vermezse yani hiç bir şey istediği gibi gitmezse Gyugnal'a hızlıca sokulacak ve saldırmaya çalışacaktı. Sağ bacağı üzerine vücut ağırlığını vermeye çalışırken sol elini bir pençe gibi açacak, sanki suratına sallıyormuşcasına kavisle savuracaktı. Lakin bu işlemi yarıda kesecek ve sağ bacağına verdiği ağırlığı zıplamak için kullanmadan sol bacağı ile Gyugnal'ın kasıklarına tüm şiddetiyle tekme savuracaktı. İçindeki en vahşi içgüdü buydu. Elinde kalan son şey buydu. Daha da çirkinleşebilirdi. Kaybedecek hiç bir şeyi yoktu.
Dağın en tepesinde olma niyeti hiç bir zaman olmamıştı. Dina, o dağın eteğine dinamit döşemek istiyordu. Bu onun için ilkel bir hayatta kalma güdüsüydü.
Konuşmalarını düşündüğü her şeyi adeta kanıksatan cümlelerle sürdürüyordu. Onu sinirlendirmeyi geç, kaşını dahi oynatamamıştı. Bu Dina'nın sürekli el yükseltmek zorunda olduğu bir açık arttırma gibiydi. Blöfleri işe yaramıyor, günün sonunda mutlaka gerçekçilikten uzaklaşmak zorunda hissediyordu kendisini. Zira ne kadar dayılanırsa dayılansın, ortada görünür bir kast vardı. Üstte olan bu duvarvari heyula idi. Ve bu adamın faydasından çok zararı dokunmuştu bile. Hükmetmek. Başka bir şey söylemiyordu. Kalbinin sesi gibi netti aklındaki fikir. Denemediğini nereden çıkarmıştı? Aptal sürüngene hükmetmeyi deniyordu zaten. Denemediği tek bir yol kalmıştı. O yol ise aptallık krallığındaki pembe yakutlarla işlenmiş görkemli tacı kafasına bizzat geçirmekti. Bu taç bir huni de olabilirdi. Gyugnal sözlerini devam ettirdikçe dudaklarını ısırmaya başlamış ve nedensizce o tacı daha da arzular olmuştu. En tepedeki olmak... Dina için bu aptal olmakla eş değer olabilir miydi? O tacı takarsa, en tepede olabilir miydi? Gyugnal ders vermeyi reddeder şekilde, sanki aklındaki şeyi denemesini istercesine buyur ediyordu. Karanlık için değil, grotesk suratların cirit attığı çığlıkların yankı yankı doluştuğu o köhne zihnine. Bir kaç saniye sürerdi Dina için bunu yapmak.
"Chuldarah! Vybukh'tan uzaklaş. Bir kez daha tekrarlamayacağım. Geri bas."
Hükmetmek ile kastettiği, herhangi bir iblis ise; bunu deneyecekti. Ne kadar etkili olabileceği konusunda o da bilgisizdi. Ya Gyugnal'a koca bir komedi sunacak, ya da şaşırtıcı bir galibiyetle ayrılacaktı. Bu konu muğlaktı. Ancak planı konusunda tutumu netti. Geri adım atmayacaktı. Gyugnal'a 'ne olmadığını' göstermek istiyordu.
İleri doğru adımladı. Yüzündeki gülümsemeyi bozmamıştı lakin heyulavari garabet anlamıştır diye umuyordu, içindeki birikmiş öfkeyi. En azından denememiş olmayacaktı. Aptallığı tercih etmeyi bu kadar normalleştirirse, korkacağı bir şey olmazdı. Zira günü geldiği zaman ölümden korktuğu için yanlış bir karar almak istemezdi. Tam tersi, ölümü ve acıyı kucaklayabilmeliydi. Değersiz bir dünyada arzuları için alması gereken küçük risklerdi bunlar. Yürüdüğü esnada odaklanmayı deneyecekti. Vybukh ile bağ kurduğu ilk ana gidecekti. O kırmızı halenin bedenine sokulduğu anı düşünecekti. Chuldarah karşısında zavallı iblisinin hiç bir şansı olmadığını biliyordu. Lakin burada pes ederse, heyula haklı çıkardı. Adımlarını hızlandırdı. İstikameti heyula adam idi.
"Yeter. Gücünü göster artık. Ayağa kalkmanı emrediyorum. İkisini de geberteceğiz. Ciğerlerini sökeceğiz. Şimdi, burada." Bu sefer daha netti. Ziyadesiyle istiyordu çünkü. Bok suratlı herif ve çirkin iblisinin ciğerini sökemese bile okkalı bir tokat atmak istiyordu. En azından aldığı nefesin ederi bunu karşılasın istiyordu. Bu sefer verdiği emri inanarak veriyordu, başka bir farkı yoktu.
"Yak ve Yık, Vybukh."
Adımlarını hızlandırdı. Gyugnal ile arasındaki fiziksel fark barizdi. İçinde bulunduğu beden, kendisini savunmak için fazla cılızdı. Hızlı yahut güçlü müydü emin değildi. Zira bunun pek bir önemi yoktu. Karşısındaki duvar ve izbandut iblis onun sınırlarını aşardı. Bunun önemi yoktu. İçinden geldiği gibi davranacaktı. İçinde bir güç varmış gibi hareket ediyordu. Hiç bir şey hissetmiyordu. Damarlarında akan kanın sesini duyamıyordu, öyleyse içinde dalgalanan gücü hissedememesi de doğaldı. En doğal refleksine güveniyordu. İblis ile bağ kurduğu ilk andaki gibi. Her şey palavra da olabilirdi, Gyugnal Qen dediği zırvayı kıçından atmış da olabilirdi. Lakin iç güdüleri tam tersini söylüyordu. Vybukh için deneyebileceği son şey buydu zira. Vücudunu daha güçlü yapabilirse, ne ala. Chuldarah'ı kontrol edemezse yahut Vybukh tepki vermezse yani hiç bir şey istediği gibi gitmezse Gyugnal'a hızlıca sokulacak ve saldırmaya çalışacaktı. Sağ bacağı üzerine vücut ağırlığını vermeye çalışırken sol elini bir pençe gibi açacak, sanki suratına sallıyormuşcasına kavisle savuracaktı. Lakin bu işlemi yarıda kesecek ve sağ bacağına verdiği ağırlığı zıplamak için kullanmadan sol bacağı ile Gyugnal'ın kasıklarına tüm şiddetiyle tekme savuracaktı. İçindeki en vahşi içgüdü buydu. Elinde kalan son şey buydu. Daha da çirkinleşebilirdi. Kaybedecek hiç bir şeyi yoktu.
Dağın en tepesinde olma niyeti hiç bir zaman olmamıştı. Dina, o dağın eteğine dinamit döşemek istiyordu. Bu onun için ilkel bir hayatta kalma güdüsüydü.



