Theo; Gördüğün “an” faslından aklında kalanlara tekrar odaklanmaya başlıyorsun ve gözlerini kapatıp düşünmeye başlıyorsun. Çok uzak geçmişteki net bir hatıranın zihninde yankılanması gibi hastane odasında yaşadıkların tekrar can bulmaya başlıyor. “Böylesine bir ahmaklığı da ancak senden beklerdim! Başka ne düşünebilirim ki?” cümlesiyle başlayan anılar tekrar gün yüzüne çıkarken, bu kez etrafındaki insanlara daha fazla odaklanmaya çalışıyorsun. Bir anının böylesine bir çabanın nasıl meyve vereceği sorusu kafanda çınlamaya başlarken anıların çoktan çıplak kaldığın fasla geçiyor. İnsanların bir kez daha üstüne üşüşmesi ve senin de mahremini gizleme gayretin birleştiği anda o malum kafa atma sahnesi bir kez daha gerçekleşiyor. Alnı yarılan adam kanlar içinde yere serilirken ikiye ayrılan insanların konuşmalarına kendini veriyorsunuz. Yerdeki adam acı içinde bir şeyler söylese de, bunu tam olarak anlayamıyorsun. Fakat adamın ağzından “Theo” şeklinde çıkan anlamsız bir kelime, ilginç bir şekilde diğerlerinin aksine son derece net bir şekilde kulağına çalınıyor. Akabinde ise, etrafında konuşan başka insanların da soluk konuşmaları da anlamsızlığın ötesine geçemezken, her bir konuşan kişiden sadece “Theo” kelimesi net bir şekilde kulağına geliyor.
“An” bu şekilde sonlanmış ve gözlerini karanlıkta açmış olsa da, esasen her şeyin bu noktada sonlanmadığını da ilk olarak burada fark ediyorsun. Kafası yarılan adamı odadan çıkarmalarının ardından üstünü odadaki bir çarşafla kapatan kişilerin de odadan çıkmasından sonra, kendinle ve sessizlikle baş başa kalıyorsun. Son derece sıkıcı ve gergin geçen bu anlarda, sanki neden insanların sadece “Theo” kelimesini zikrettiklerini düşünüyorsun. Daha önce hiç duymadığın, anlamını dahi çıkartmanın imkansız olduğu bir kelimenin bu derece var olmuş olması, kafanı ciddi bir şekilde meşgul ediyor. Ne var ki, yorgunluğun her geçen saniye katbekat artıyor ve “an” içerisinde bir uykuya dalışa şahitlik ediyorsun.
“An” içerisindeki varlığının uykuya dalmasıyla, bir anda onun rüyalarında gözlerini açıyorsun. Karanlık bir ortamın içinde açtığın gözlerin, aslında iblis ile karşılaştığın yere benziyor. Fakat bu kez, karanlık ilginç bir şekilde boğucu ve kasvetli gelmiyor. Sanki doğup büyüdüğün topraklar gibi seni kucaklayan karanlık, bir anda adım attığın yerlerde siliniyor gibi görünüyor. Bu esnada, ufka yakın gözlerine uzak bir noktada tıpkı senin gibi duran başkaca bir varlığın olduğunu ve onun da tıpkı senin gibi etrafını aydınlattığını görüyorsun. Adımlarının bir anda istemsizce ona doğru çekildiğini fark ettiğin anda, her attığın adımla ardından karanlığı yok eden bir parlaklık bıraktığını fark ediyorsun.
Yüzlerce adımı birkaç saniye içinde ve birkaç saniyeyi onlarca saat sürecinde tamamladığın sırada, kendini parlaklığın yanında buluyorsun. Sabit bir şekilde ve bir insan tasviri gibi duran beyaz parlaklığın siluetini görmem mümkün olmuyor. Fakat içten içe kendini bu varlığa yakın hissediyorsun. Parıltılar içinde olan ve ne yüzünü ne de başka bir uzvunu görebildiğin insan sanki senin gelişini içten bir tebessümle selamlıyor ve bu kişinin şefkatli ve naif bir ses tonuyla konuşmaya başladığını duyuyorsun.
“Varlığının ötesine geçmiş olmana üzülmeli miyim yoksa sevinmeli miyim bilemiyorum. Lakin bu kaybolmuşluğunun bir sonu gelmesi gerekiyor, öyle değil mi?”
Ses tonundan da cinsiyetini bile anlayamadığın insan, eliyle seni tam yanına doğru buyur ediyor ve sanki ufuktaki bir aydınlığı gözler gibi bakışlarını sabit bir noktada tutmaya devam ederken konuşmasını sürdürüyor.
“Yazgın bir ismi hak ediyor, ancak buna ulaşamıyor gibisin. Oysa yazgın da isminle belli durumda.”
Bu sözleriyle birlikte parıltı çevresine hızla yayılmaya başlarken, tüm karanlığın giderek aydınlığa döndüğünü fark ediyorsun. Bu aydınlık göz kamaştıracak kadar artarken bedeninde yoğun bir sıcaklık hissetmeye başlıyorsun. Bu sıcaklık öylesine bir hal alıyor ki, sanki kendinden başka bir varlıkla sarmalanmış gibi hissediyorsun. Kısa bir süre sonra parlaklık tüm kudretini terk etmeye başlarken, bedeninin hafiflediğini ancak teninin üzerinde ince bir ışık katmanının kaldığını görüyorsun. Tam bu anda ise kulaklarında varlığı belirsiz tek bir ses duyuyorsun.
“Theo’yu selamlayın!”
Esther; Anılarına gömüldüğün anda, ilk olarak “an” içerisinde yaşadıkların gözlerinin önünden geçip gidiyor. Birkaç saniye içerisinde, birkaç saniyelik görüntüleri birkaç saat kadar zihninde var etmenin ardından, bu kez iblis ile karşılaşmana ve onun söylediklerine odaklanmaya çalışıyorsun. Bilincin ve zihnin sadece anılarından ibaret bir hal alıyor hızla ve bir tek kafandaki düşünceler kalıyor sana. Ancak düşüncelerine yayılan cevapsız sorular, anılarındaki karanlıktan daha ağır bir şekilde üstüne çöküyor. Zihinsel bir çöküşün bu denli ızdırap verici olmasına hayret duyman gerekirken, bunu yapabilecek gücünün bile olmadığını fark ediyorsun. Fakat iblise dair anıların yüzündeki tebessümü doğruyor ve bu tebessüm sanki tüm karanlığı bir anda yok ediyor. Bu yok oluşu farazi bir şekilde olmuyor, tam anlamıyla bir yok oluşa şahit oluyorsun. Bir perdenin kalkması gibi, bir gizemin çözülmesi gibi ve bir hiçliğin var olması gibi…
Gözünü yakan bir parlaklıkla müjdelenmenin ardından görüşünü tekrar kazandığında, kendini “an” içerisindeki çoraklıktan kurtulan ve çiçeklerle şenlenen topraklarda buluyorsun. Adımlarınla yeşeren eşsiz çiçeklerin ahenkli var oluşları, zihnindeki tüm karmaşayı hiç etmek ister gibi duruyor. Çiçeklerin tek ve senin nezdinde anlamsız bir kelime ile haykırdıkları kulaklarında çınlıyor. Fakat esas dikkatini çeken, başka bir var oluşunun varlığıyla çiçekleri şenlendirmesi oluyor. Gözlerin, ufkun yakınında gözlerinin ise uzağındaki parıltıdan başka bir şey göremiyor.
Sanki çiçekler adımlarını yönlendirir gibi seni bu parıltıya doğru sürüklerken yüzlerce adımı birkaç saniye içinde ve birkaç saniyeyi onlarca saat sürecinde tamamladığını hissediyorsun. Kendini parlaklığın yanında bulduğunda, tüm çiçeklerin sessizliğe gömüldüğünü fark ediyorsun. Sadece ikiniz için var olmuş gibi duran topraklarda sabit bir şekilde ve bir insan tasviri gibi duran beyaz parlaklığın siluetini görmem mümkün olmuyor. Fakat içten içe kendini bu varlığa yakın hissediyorsun. Parıltılar içinde olan ve ne yüzünü ne de başka bir uzvunu görebildiğin insan sanki senin gelişini içten bir tebessümle selamlıyor ve bu kişinin şefkatli ve naif bir ses tonuyla konuşmaya başladığını duyuyorsun.
“Varlığının ötesine geçmiş olmana üzülmeli miyim yoksa sevinmeli miyim bilemiyorum. Lakin bu kaybolmuşluğunun bir sonu gelmesi gerekiyor, öyle değil mi?”
Ses tonundan da cinsiyetini bile anlayamadığın insan, eliyle seni tam yanına doğru buyur ediyor ve sanki ufuktaki bir aydınlığı gözler gibi bakışlarını sabit bir noktada tutmaya devam ederken konuşmasını sürdürüyor.
“Yazgın bir ismi hak ediyor, ancak buna ulaşamıyor gibisin. Oysa yazgın da isminle belli durumda.”
Bu sözleriyle birlikte parıltı çevresine hızla yayılmaya başlarken, tüm çiçeklerin onlarca metreye kadar yüklemeye başladığını fark ediyorsun. Güzelliklerini ve gösterişlerini tüm kainata sunma arzusunda hareket eden çiçeklerin, tıpkı parıltının yayılması gibi etrafa saçılmasıyla bedeninde yoğun bir sıcaklık hissetmeye başlıyorsun. Bu sıcaklık öylesine bir hal alıyor ki, sanki kendinden başka bir varlıkla sarmalanmış gibi hissediyorsun. Kısa bir süre sonra parlaklık tüm kudretini terk etmeye başlarken, bedeninin hafiflediğini ancak teninin üzerinde ince bir ışık katmanının kaldığını görüyorsun. Tam bu anda ise kulaklarında varlığı belirsiz tek bir ses duyuyorsun.
“Esther’i selamlayın!”
Archon; “An” içerisindeki hatıralarınla karanlık zihnini aydınlatmaya çalışıyorsun bu anlarda. Orada tahtında oturan kişiye bir anlam yüklemeye ve etraftaki kişilerin de sözlerine bir mana aramayı sürdürüyorsun. Takatinin kesilmesine kadar devam eden bu süreçte edinebildiğin tek şey zikredilen kelimenin ismin olabileceği oluyor. En azından bu kelimeye ismin olarak bir vücut verme niyetinde oluyorsun. Ne var ki, tüm memnuniyetsiz suratlar kapıdan dışarıya çıkıyor ve tahtın bulunduğu odada bir başına kaldığını görüyorsun. “An” ötesi gibi olan bu görüntüler hızla zihnine hücum ediyor ve kapıların kapanmasıyla üzerine çöken karanlıkta var olmayı sürdürmeye çalışıyorsun. Ne var ki, sanki kapı sadece gidenler için değil senin için de kapanmış oluyor ve tüm gücünün çekilmeye başladığını hissediyorsun. Kaçtığın veya seni yalnız düşüren karanlığın bir kez daha hücuma kalkmasıyla, bir kez daha bilinmezliğe savrulacak olmanın verdiği acıyla gözlerini açık tutmaya çalışmaktan başka bir şey yapamıyorsun.
Gözlerini karanlığa karşı direnmesi için sonuna kadar kullanmaya çalışsan da, sonunda görüşün de karanlıkla bir bütün olma yolunda ilerliyor. Gözlerinin kapanmasının her şeyin sonu olacağına dair inancın her an daha da artıyor ve çözümsüzlüğün içinde kurtulmana dair tüm umutların kaybolmaya yüz tutuyor. Onca şatafata rağmen gözlerini dahi kullanamamanın verdiği acizlikle haykırmak istesen bile, gözlerini açık tutmaya çalışmanın tüm enerjini harcadığını fark ediyorsun. Sonunda ise kaçınılmaz olan oluyor ve görüşün tamamen kapanırken bir kez daha mağlup olmanın azabıyla kavrulmaya başlıyorsun.
Karanlık her bir zerrene nüfuz etmişken, bir anda açılan kapının gürültüsüyle bir kez daha vücut buluyorsun. Kapıdan içeriye giren aydınlık, zorla gözlerini açarken içinde bir insan siluetinin andırır gibi içeriye giriyor. Diğerlerinden farklı olarak, ne memnuniyetsizlik ne de tatminsizlik duygularını hissettiğin parıltının içerisindeki insanın uzuvlarını dahi görememek seni tedirgin etmiyor. Garip ve var olmaması gereken bir sıcaklığın seni sarmaladığını hissetmeye başlıyorsun. Huzuruna gelen parıltının ince bir tebessümle sana baktığını hissediyorsun. Parıltılar içinde olan ve ne yüzünü ne de başka bir uzvunu görebildiğin insanın şefkatli ve naif bir ses tonuyla konuşmaya başladığını duyuyorsun.
“Varlığının ötesine geçmiş olmana üzülmeli miyim yoksa sevinmeli miyim bilemiyorum. Lakin bu kaybolmuşluğunun bir sonu gelmesi gerekiyor, öyle değil mi?”
Ses tonundan da cinsiyetini bile anlayamadığın insan bir anda tahtının hemen dibinde bitiverirken sanki tüm varlığını sadece bakışlarına odaklayarak sana bakıyor ve konuşmasını sürdürüyor.
“Yazgın bir ismi hak ediyor, ancak buna ulaşamıyor gibisin. Oysa yazgın da isminle belli durumda.”
Bu sözleriyle birlikte parıltı çevresine hızla yayılmaya başlarken, tüm karanlığın giderek aydınlığa döndüğünü fark ediyorsun. Bu aydınlık göz kamaştıracak kadar artarken bedeninde yoğun bir sıcaklık hissetmeye başlıyorsun. Bu sıcaklık öylesine bir hal alıyor ki, sanki kendinden başka bir varlıkla sarmalanmış gibi hissediyorsun. Kısa bir süre sonra parlaklık tüm kudretini terk etmeye başlarken, bedeninin hafiflediğini ancak teninin üzerinde ince bir ışık katmanının kaldığını görüyorsun. Tam bu anda ise kulaklarında varlığı belirsiz tek bir ses duyuyorsun.
“Archon’u selamlayın!”
Off Topic
Asuriel dördüncü bildirilmemiş pasiflik uyarısını almıştır. Pasiflik kuralları gereği konudan çıkartılmış olup, konu bütünlüğü amacıyla NPC konumuna alınmıştır.