“Hiç mi duymuyorsun, görmüyorsun etrafındakileri? Peh, görmene veya duymana gerek var mı ki?”
Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Uçsuz bucaksız bir boşluğun içinde bulduğun bedeninin her şeyden ve herkesten uzak olduğunu hissediyorsun. Açılan gözlerin sanki binlerce yıl kapalı kalmış olmasına rağmen, zihnin tüm bu yıllar boyunca aralıksız çalışmış gibi yorgun hissediyorsun kendini. Ne var ki, bu yorgunluğun sebebini anlamak ve algılamak senin için bu anda pek de mümkün olmuyor. Karşında, belki de onlarca beden bulunsa bile, bunlardan hiçbirinin varlık bulduğun karanlığın bir parçası olmadığını düşünüyorsun. Her birinin gözlerinin içine baktığından emin olsan bile, hiçbirinin suratı olmuyor senin nezdinde. Tüm bu karanlıkta, tüm bu bedenlerle varlığının huzursuzlandığını hissediyorsun sadece. Ruhundaki boşluk, gereksiz bir ağırlıkla çalkalanıyor. İçinden gelen bir çığlık ise, ne olursa olsun, bu karanlığın sana ait olduğunu haykırıyor. Sonunda hiçlik veya yok oluş bile olsa…
Yüzlerce suratsız, sadece cismen var olmuş gibi duran insanlardan birkaçını gözüne kestiriyorsun. Ancak bu kestirdiklerinin içinde yok oluşun varlığını hissediyorsun. Bir anda zihnine yok oluşa dair korkular hücum ediyor, fakat içinden gelen çığlık hala susmak bilmiyor. Zihninin sessizliği, ruhunun çığlıklarıyla kapışıyor. Ancak çok iyi biliyorsun ki, bu kapışmanın galibi içindeki çığlıklar olacak. Buna kendin de ziyadesiyle inanıyorsun. Ucunda veya sonunda ne olacağını bilemesen bile, o karanlığı kimseyle paylaşmak istemiyorsun. Sana uzanan her bir eli kesmek, seni iteleyen her bir varlığı karanlığa boğmak… Birkaç saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay veya yıl sonra… Artık karanlığın sana ait olduğunu biliyorsun. Daha bu karanlığı bile kavrayamamışken, karanlıkta kimseyi istemediğini… Ancak tam bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
Yüzlerce suratsız, sadece cismen var olmuş gibi duran insanlardan birkaçını gözüne kestiriyorsun. Ancak bu kestirdiklerinin içinde yok oluşun varlığını hissediyorsun. Bir anda zihnine yok oluşa dair korkular hücum ediyor, fakat içinden gelen çığlık hala susmak bilmiyor. Zihninin sessizliği, ruhunun çığlıklarıyla kapışıyor. Ancak çok iyi biliyorsun ki, bu kapışmanın galibi içindeki çığlıklar olacak. Buna kendin de ziyadesiyle inanıyorsun. Ucunda veya sonunda ne olacağını bilemesen bile, o karanlığı kimseyle paylaşmak istemiyorsun. Sana uzanan her bir eli kesmek, seni iteleyen her bir varlığı karanlığa boğmak… Birkaç saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay veya yıl sonra… Artık karanlığın sana ait olduğunu biliyorsun. Daha bu karanlığı bile kavrayamamışken, karanlıkta kimseyi istemediğini… Ancak tam bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
“Abasdarhon!”





