İlk sözlerine başlamanla birlikte, kadın tüm dikkatini özensizce üzerinde toplamış gibi görünüyor. Kendini, kadının elinde tuttuğu şarap kadehinden daha değerli hissetmezken, o şarap kadehinden daha kırılgan olduğunu da algılayabiliyorsun kadının bakışlarından. Ancak bu kırılganlık, sahip olduğun karakterinle veya tamamen seninle ilgili olmayan bir durumdan ileri geliyor gibi duruyor. Kadın her bir bakışı altında, varlığındaki çatlamayı ve bunların yarattığı kırılganlıkları sezebiliyorsun. Buna rağmen, kadının kırılganlığını bile önemsemediğini çarpık gülümsemesinden rahatlıkla anlayabiliyorsun. Nitekim, kendi ölü olarak ilan ettiğin cümlelerden sonra kadının dudaklarına yerleşen çarpık gülümseme, en hain planın gerçeğe dönüşünü müjdeler gibi muzip bir hal alıyor. Kadın bakışları keskinleşip, parlamaya başlarken bunu dudaklarına götürdüğü şarabıyla sindirmeye çalışıyor, tamamen yapmak için yapıyor gibi görünerek.
Sözlerin devam ettiğinde, kadın elindeki kadehten aldığı yudumlarla, hayatından kaybettiği değersiz saniyelere verdiği önemi göstererek dinliyor sözlerini. Ancak kadının hiçbir kelimeni, duraksamanı ve vurgulamanı kaçırmadığını bakışlarından anlayabiliyorsun. Kaldı ki, tüm bu konuşmanın içine çekilmiş olduğunu da düşündüğünde, kadının tavırları ne olursa olsun sözlerinin bir şeyler ifade ettiğini fark edebiliyorsun. Bu durum, konuşman için sana da bir motivasyon oluştururken, konuşmanı bu kez piyon olma hususuyla sonlandırıyorsun. Bu anda kadının bir kez daha muzipçe gülmesi, yaptığın benzetmenin oldukça hoşuna gittiğini göstergesi oluyor. Bir an için kadının kendi kendine bunu zihninde tekrar ettiğini ve buna güldüğünü bile düşünmeye başlıyorsun. Bununla birlikte kadehinde şarabı bir anda çevirip yere dökmeye başladığında, kadın ağzına götürmekte olduğu kadehini havada asılı bırakıyor ve gözlerini akıp giden şaraba çeviriyor. Tüm sözlerin sonlandığında, kadın yere dökülmüş şaraba duyduğu üzüntüyle öylece kalıyor, eli havada bir şekilde.
Karşındaki kadın yaklaşık yarım dakika boyunca, yere döktüğün şaraba bakmakla yetiniyor. Yüzüne yerleştirdiği boş ifade, bu kez aklından geçenleri okumanı imkansız kılarken, ansızın hafifçe aldığı bir nefesle yarıda kalan eylemini tamamlayan kadın, hiçbir şey olmamışçasına kadehinden bir yudum alıyor. Aceleci olmayan hareketlerle şarabını yutkunmasıyla birlikte kadehini usulca ve zarar vermekten korkarcasına sehpanın üzerinde bıraktıktan sonra, kadın bakışlarını sana çeviriyor önemsiz bir detay oluşunu vurgulamak isteyen bir üslupla.
Sessiz bir dalga odanın içine yayılmaya başladığında, kadın bakışlarını yanında bulunan sehpaya çevirdiğinde, sehpanın üzerinde şarap dolu bir kadehin daha var olmuş olmasıyla mutlu oluyor. Yere dökülen şarabı arayan gözlerin, zeminin temizliği ve hinliği ile sana sırıtır gibi görünmeye başladığında, kadın oturduğu koltuğa iyice yaslanıp bakışlarını usulca üzerinde gezdiriyor. Her bir zerrenden seni koparmak ister gibi sinsice attığı bakışlarının ardından sözlerini bir kez daha kulaklarına eriştiriyor.
Kadın sözlerini kadehinden aldığı bir yudumla aralarken, sanki bu yudumun kaderin bir lütfu gibi gözlerine seriyor. Şarabın keskin tadı damağına dolmaya başlarken, dilindeki mayhoşlukla keyiflenmeye başlıyorsun. Boğazından usulca geçen şarap mideni derin bir sıcaklıkla kavurmaya başlarken, zihnine inen dinginlikle huzura yelken açıyorsun. Kadın kadehini hafifçe sehpaya bırakırken, kadehin sehpaya konulduğunda yarattığı ses ile gözlerini açıyorsun bir kez daha.
Oturduğun koltuk, gördüğün duvarlar ve beyaz saçlı kadın… Giderek gözlerinin önünde saydamlaşmaya başlarken, karanlığın içindeki aydınlık bir parıltıya dönüşmeye başlıyor usulca. Her şeyin başa sarışı gibi, karanlığın içerisinde bir kez daha kendini bulmaya başlıyorken, sanki tüm benliğinden ayrılmanın yarattığı ızdırapla kavrulmaya başlıyorsun. Ruhun, bedeninden ayrılmak için her yeri yangın yerine çevirirken, parıltı ufak bir noktaya dönüşüyor bir kez daha… O sonsuz karanlığın içerisinde, bir kez daha bir başına kalmışken kulaklarına ilişen son bir söz ile yok oluyor parıltı. Yıllarca tutulan bir kinin sinsice yayılmasını andıran ses tonuyla kadın cümlelerini sarf ederken, karanlık en ağır tonuyla boğmaya başlıyor ruhunu.
Sözlerin devam ettiğinde, kadın elindeki kadehten aldığı yudumlarla, hayatından kaybettiği değersiz saniyelere verdiği önemi göstererek dinliyor sözlerini. Ancak kadının hiçbir kelimeni, duraksamanı ve vurgulamanı kaçırmadığını bakışlarından anlayabiliyorsun. Kaldı ki, tüm bu konuşmanın içine çekilmiş olduğunu da düşündüğünde, kadının tavırları ne olursa olsun sözlerinin bir şeyler ifade ettiğini fark edebiliyorsun. Bu durum, konuşman için sana da bir motivasyon oluştururken, konuşmanı bu kez piyon olma hususuyla sonlandırıyorsun. Bu anda kadının bir kez daha muzipçe gülmesi, yaptığın benzetmenin oldukça hoşuna gittiğini göstergesi oluyor. Bir an için kadının kendi kendine bunu zihninde tekrar ettiğini ve buna güldüğünü bile düşünmeye başlıyorsun. Bununla birlikte kadehinde şarabı bir anda çevirip yere dökmeye başladığında, kadın ağzına götürmekte olduğu kadehini havada asılı bırakıyor ve gözlerini akıp giden şaraba çeviriyor. Tüm sözlerin sonlandığında, kadın yere dökülmüş şaraba duyduğu üzüntüyle öylece kalıyor, eli havada bir şekilde.
Karşındaki kadın yaklaşık yarım dakika boyunca, yere döktüğün şaraba bakmakla yetiniyor. Yüzüne yerleştirdiği boş ifade, bu kez aklından geçenleri okumanı imkansız kılarken, ansızın hafifçe aldığı bir nefesle yarıda kalan eylemini tamamlayan kadın, hiçbir şey olmamışçasına kadehinden bir yudum alıyor. Aceleci olmayan hareketlerle şarabını yutkunmasıyla birlikte kadehini usulca ve zarar vermekten korkarcasına sehpanın üzerinde bıraktıktan sonra, kadın bakışlarını sana çeviriyor önemsiz bir detay oluşunu vurgulamak isteyen bir üslupla.
“Bir piyon değilsin… Bir piyon olmanı beklemedim… Lakin bu kaderini aydınlatan bir düşünce de değil.”
Sessiz bir dalga odanın içine yayılmaya başladığında, kadın bakışlarını yanında bulunan sehpaya çevirdiğinde, sehpanın üzerinde şarap dolu bir kadehin daha var olmuş olmasıyla mutlu oluyor. Yere dökülen şarabı arayan gözlerin, zeminin temizliği ve hinliği ile sana sırıtır gibi görünmeye başladığında, kadın oturduğu koltuğa iyice yaslanıp bakışlarını usulca üzerinde gezdiriyor. Her bir zerrenden seni koparmak ister gibi sinsice attığı bakışlarının ardından sözlerini bir kez daha kulaklarına eriştiriyor.
“Attığın her adım, kendi özgür iradenden ibaret. Ancak dünya, senin özgür iradenden bağımsızdır. Sen özgür iradenle sana sunulan şarabı dökersin, ancak kader sana daha dolu bir kadeh sunar… Bu kaderin güzel yüzüdür, sana bahşeder! Ve bir de kötü yüzü vardır, seni yok eder… İkisi arasında onlarcasını daha kapsar kader ve sen bunların içerisinde sana uyanı seçersin… Bir düzenin parçası olmak veya olmamak… Seçimlerinin sana ait gibi görünmesi veya görünmemesi… Yürüdüğün yol… Sonunun gelip gelmediği… Aklındaki soruların tümü… Ölüp ölmediğin… Veya bir piyondan ibaret olup olmadığın… Kader bunların hiçbiriyle ilgilenmez. Çünkü kader, sonsuz olasılıkların var olduğu bir boyutun sadece görünen yüzünden ibarettir. Senin anlayacağın tabirle kader, sonsuz yüzü olan ve yok edemeyeceğin bir canavardır… Kaderi reddedemezsin, çünkü kader aldığın her bir nefestir… Kaderi kabul edemezsin, çünkü kader reddettiğin her bir bakıştır… Kaderi öğrenemezsin, çünkü algılarının ötesindedir… Kaderi bilirsin, ancak bahşettiklerini idrak edebilirsen…”
Kadın sözlerini kadehinden aldığı bir yudumla aralarken, sanki bu yudumun kaderin bir lütfu gibi gözlerine seriyor. Şarabın keskin tadı damağına dolmaya başlarken, dilindeki mayhoşlukla keyiflenmeye başlıyorsun. Boğazından usulca geçen şarap mideni derin bir sıcaklıkla kavurmaya başlarken, zihnine inen dinginlikle huzura yelken açıyorsun. Kadın kadehini hafifçe sehpaya bırakırken, kadehin sehpaya konulduğunda yarattığı ses ile gözlerini açıyorsun bir kez daha.
“Ne bir ölüsün ne de bir piyon Dina… Sadece olmanı istediğim yerdesin! Ne seçilmiş kişisin ne de seçtiğim kişi… Sen sadece, kaderin bahşettikleriyle kutsanmış birisisin… İsmin, kaderin sana en büyük armağanı… Ne var ki, bir ismi kabul etmek ile o isme ait olmak farklıdır Dina… Sen sadece ismini kabullenmiş, ancak bunu idrak edememiş birisisin…”
Oturduğun koltuk, gördüğün duvarlar ve beyaz saçlı kadın… Giderek gözlerinin önünde saydamlaşmaya başlarken, karanlığın içindeki aydınlık bir parıltıya dönüşmeye başlıyor usulca. Her şeyin başa sarışı gibi, karanlığın içerisinde bir kez daha kendini bulmaya başlıyorken, sanki tüm benliğinden ayrılmanın yarattığı ızdırapla kavrulmaya başlıyorsun. Ruhun, bedeninden ayrılmak için her yeri yangın yerine çevirirken, parıltı ufak bir noktaya dönüşüyor bir kez daha… O sonsuz karanlığın içerisinde, bir kez daha bir başına kalmışken kulaklarına ilişen son bir söz ile yok oluyor parıltı. Yıllarca tutulan bir kinin sinsice yayılmasını andıran ses tonuyla kadın cümlelerini sarf ederken, karanlık en ağır tonuyla boğmaya başlıyor ruhunu.
“Nezaketsizlik olarak görme… Her söyleneni yapmayacağını söylediğin için, ismini idrak etmeyi sana bırakıyorum!”



