Kararan Karanlığın Karartıları (1. Kısım) | Gadiel

User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

03 Oct 2024, 17:09

“Hah! Demiştim işte size!”

“Beni bilirsiniz, izledim ve cevabı aldım!”

“Ben de bu kadarını beklemiyordum!”

“Demek ki boşa ümitlenmişiz… Ne yazık!”


Sözlerin bittiği anda duraksamaksızın başlayan konuşmalarla, yüzlere düşen memnuniyetsizlik ifadelerini net bir şekilde görebiliyorsun. Sadece beyaz saçlı adam, ancak ezelden beri haklı olan birinin yüz ifadesini taşıyıp, sana acıyan bakışlarla bakarken, heybetli adamın kısık gözleri üzerinden çekilip yeşilliğe kayıyor. Derin bir hayal kırıklığının izleri yeşilliğe yayılmaya başladığı anda seni buraya getiren mor saçlı kadının iç çekişiyle bakışlarını ona doğru çeviriyorsun. Yüzündeki derin hüznün izleriyle birlikte bakışlarına yerleşen tereddüt haliyle kadın sana kaçamak bir bakış atıyor ve sonrasında bakışlarını heybetli adama çeviriyor.

“Sadece bir şans-”

Heybetli adamın dağları titreten bakışıyla birlikte mor saçlı kadın kelimelerin yutkunurken, ruhun heybetli adamla göz göze gelmemek adına bedeninden kaçmaya çalışıyor. Sonsuz bir gazap ile sonsuz bir yalnızlık arasında gelip giden düşüncelerin kafanda şekillenmekte zorlanırken heybetli adam bakışlarını beyaz saçlı adama çeviriyor, onun haklılığını teyit etmek ister gibi.


“İşte sorun da bu! Her biri kendini bir şey sanıyor! Ne olduğunu bile bilmedikleri şeyleri başarabileceklerini! Hele bir de süslü sözlerle kendilerini methetmiyorlar mı, işte o an aklım yerinden çıkacak gibi oluyor!”

“Beni bilirsiniz, biraz sakin ol, aşırı tepki veriyorsun.”

“Sizi bilmem ama ben bunlara daha fazla tahammül etmek istemiyorum! Bir şeyler olacaksa, bırakın olduğu gibi kalsın!”

“Lütfen ama… Tamam, sonuçlar arzuladığımız gibi olmayabilir ama netice de Gadiel de bir insan…”

“Zaten sorunumuz da bu değil mi?”

“Hayır… Bunu yapabileceklerini biliyoruz! Sonuçta hiçbiri tesadüfen bu isimleri almadılar ya!”

“Beni bilirsiniz, tesadüflere inanmam. Ama gördüklerim, beni tesadüflere inanmaya itiyor.”

“Ya bırakın ya! Alın gördünüz işte, daha neyi konuşuyoruz ki?”

Beyaz saçlı adam önündeki elmayı hızlıca avuçladıktan sonra, sanki tüm hıncını ondan çıkartmak ister gibi büyük bir ısırık aldığında, onun nezdinde önemsiz bir detaydan ibaret oluşunu görüyorsun sadece. Bakışların her bir yüze denk geldiğinde, hepsinin de umutsuzca bakışlarını senden kaçırdıklarını görüyorsun. Ruhun, tek çözümün sonsuz bir kaçış olduğu inancıyla halen daha bedenini zorlamaya devam ederken, yeşilin ve mavinin tonları giderek silinmeye başlıyor gözlerinde. Her bir şeye sahip olduğun bir anda, her şeyi kaybediyormuş gibi yok olmaya başlıyor suratlar… Bir kez daha sana baktıklarını, ancak seni görmediklerini fark ediyorsun… Çaresizce bakışlarını mor saçlı kadına çevirdiğinde, onun da sana bakmaktan imtina ettiğini fark ediyorsun… Sanki burada hiçbir zaman istenmiyor gibi…


Tüm dünyan bir kez daha karanlığa bulanıyor…

Bir kez daha karanlık her şeyi sarmalıyor…

Bir kez daha sonsuz bir boşluğun içine sıkışıyor bedenin…

Varlık ve yokluğun ortasında…

Ne vücudun ne de ruhun…

Geriye kalan tek bir şeyle…

Karanlığın ortasında…

Sadece isminle…

“İnsanların en büyük yanılgısı da bu Gadiel… İmkansızı bile gerçek yapabileceklerine inanırlar… Mucizeler onlar için basit bir gösteriden ibarettir… İnsan denen canlı her şeyi yapabileceğine inanır… Oysa bunu en iyi bilenin sen olması gerekir… Eğer bu ismi taşıyorsan, hiçbir şeyi tek başına yapamayacağını… Sözlerim karanlığına ışık olur mu bilmem? Lakin bu ismi taşıyorsan, bil ki yolun çevrenden geçer… Bil ki yolun, yoldaşlarınla örülür…”



“Çünkü ismin Gadiel…”



“Çünkü isminin anlamı…”








Ve sadece sessiz bir karanlık geriye kalan…
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Gadiel
Aclanian Aludir
Aclanian Aludir
Posts: 198
Joined: 05 Jun 2023, 02:04

04 Oct 2024, 09:34

Sözleri, bir kasırga gibi çöktü ruhuma; öylesine keskin, öylesine soğuk. Bakışlarının o sinsi kibri kelimelerine de sinmişti, her harf dudaklarından düşerken ruhumda yankılandı, silinmesi imkansız bir iz bırakarak. Zamanın derinliklerinden gelen bir hayal kırıklığı, adeta damarlarıma işleyen bir ağırlık gibiydi. Neyi eksik yapmıştım? Hangi adımım onları bu kadar yaralamıştı? Ama asıl soru, kimdi onlar? Ne hakla bana bu kadar tepeden bakabiliyorlardı? Ben de bir insandım sonuçta, içlerinden biri böyle dememiş miydi? Ama neden insan olmak onlara göre başlı başına bir yenilgiydi? Belki de, çağlar boyunca umut bağladıkları her insan onları bir kez daha karanlığa gömmüştü.

Bu yol… Hangi yoldu bu? Kapattığım gözlerimin ardında bulmayı umduğum şey bu değildi. Benim yolum, onların karanlık patikasına mı bağlanıyordu? Ve neden onları hayal kırıklığına uğrattığımı hissediyordum? Belki de onların kırılmış hayalleri, kaderimin bir parçasıydı—tıpkı gece ile gündüzün birbirine dolanıp sonsuzlukta kaybolduğu gibi.

Gadiel… Karanlık adımı bana fısıldadığında, kim olduğumu bilmiyordum. Varlığım, boşlukta kaybolmuş bir yankıydı; bir gölge, kendi suretini bile bilmeyen. Amaçsızca adım atarken, karanlığın içine dalıp kaybolduğum her an, ona biraz daha ait oldum. Bazen onunla aynı nefesi paylaşırdım, bazense karanlık, içimdeki sessiz düşmana dönüşürdü. Kaç kez söyledim bunu; tek güvenim kalbimdi. Her şeyin ötesinde, ne karanlığa ne de ışığa bel bağladım. Kalbimin fısıltılarını dinledim, onun ritmine kapıldım, her adımımda onun izini sürdüm. Çünkü bilirdim, yalnızca kalbim bana kim olduğumu gösterebilirdi—bu sonsuz karanlığın içinde bile.

Gözlerim onların arasında gezindi, her kelimeyle daha da ağırlaştı bakışlarım. Sessizce dinledim, içimdeki fırtınayı saklayarak. Bazen kalbimi bir korku sardı, sanki göğsümde yankılanan sessiz bir çığlık gibi. Bazen ise belirsizlik ve endişe... Fakat çoğu zaman kalbim bile ne düşüneceğini bilemiyordu; olan bitenler, hislerimin ötesinde bir bilmeceydi. O beyaz saçlı adam, bakışlarında benden tiksinişin izlerini taşıyan, ve bana bir zamanlar güvenmiş, ama şimdi o güveni küllere dönen sarışın kadın… Diğerleri… O heybetli adam bile, hep soğuk ve tarafsız görünen, beyaz saçlıya katılırken, kim olduğumu ya da ne yaptığımı bilmeden yargılanmış bir günahkâr gibiydim. Oysa hayatım boyunca kimseyi hayal kırıklığına uğratmamıştım. Ama şimdi, bu bilinmeyen kalabalığın karşısında, nedenini bile anlamadığım bir mahcubiyetin ağırlığı omuzlarımı çökertiyordu.

Belki de bu yüzden sustum. Aşağılayıcı bakışlar üzerime saplanırken, her söz ruhumu delip geçerken, sessizliğimi bozmamaya yeminliydim. Çünkü kelimelerim onların dünyasında yankı bulmayacaktı.

Başlangıçta elimi tutan, beni bu yola sürükleyen o mor saçlı kadındı... Onun, içindeki umutsuzlukla beni korumaya çalıştığı anlar, karanlıkta yolumu aydınlatan tek ışık gibiydi. Onun çaresiz çırpınışları, fırtınalı bir denizde tutunabileceğim son dal olmuştu. Tüm bu karmaşanın içinde, en çok ona karşı mahcup hissediyordum. O, bana güvenmiş, yüreğini ortaya koymuştu. Ama şimdi, sanki her adımımda o güveni kırmış, o dala tutunamayacak kadar zayıflamıştım.

Güvenim gibi, yavaş yavaş bu dünyaya ait olan her şeyde gözlerimin önünden silinmeye başladı.

Sonsuz yeşilliğin ortasında, yüzler, bakışlar, her şey… Bir kez daha o gözlerden uzaklaştım. Her adımda, burada hiç istenmediğimi, varlığımın ağırlığını hissettim. Yabancıydım; bu topraklara, bu insanlara, bu kadere…

Yavaşça karardı dünya, renkler birer birer silindi. Geriye kalan tek şey, uzaklarda yankılanan bir fısıltının son ezgileriyle ismimdi—sanki varlığımı bu dünyada tutan tek bağ, o silik sesin çağrısıydı.

Zamanın dokunmadığı o karanlığın içinde, ruhum bir gölgeye dönüşmüş gibi hissediyordum. Sonsuz bir gecenin içinde sıkışıp kalmıştım; ne bir gün doğumu vardı, ne de bir umut ışığı. Kendi varlığımın yankısı bile bana ulaşmıyordu artık. Yalnızlık, derin bir kuyunun dibindeki su gibiydi; vardı ama ulaşılamazdı. Her düşüncem, her anım bu kuyuda boğuluyordu, ne kadar çırpınırsam çırpınayım suyun yüzeyine çıkamıyordum sanki.

Düşüncelerim bir zamanlar özgür kuşlardı, gökyüzünde süzülen hayallere kanat çırpan. Şimdi ise kafesin demirlerine çarpıp yere düşen yaralı kuşlardan farksızlardı. Kendi zihnimin labirentinde kaybolmuştum; her döndüğüm köşe bir öncekiyle aynıydı. Çıkış yoktu, ışık yoktu, sadece bu dipsiz karanlık vardı. Yalnızlık o kadar derindi ki, ruhumdan taşa dönüşmüş gibi hissediyordum. Sesler kaybolmuş, renkler solmuş ve ben bu sonsuz gecede yitip gitmiştim.

Kendi nefesim bile yankı yapıyordu bu boşlukta. O kadar büyük, o kadar sessizdi ki, sanki varlığım bir illüzyonmuş gibi hissettiriyordu. Hayatın ritmi durmuş, zamanın elleri beni unutmuştu. Hiçliğin içinde boğulurken, var olup olmadığımı bile bilmiyordum artık. Karanlık, ruhumun tek arkadaşı, tek sırdaşı haline gelmişti. Ama bu arkadaşlık bile sahteydi, çünkü o bile beni hissetmiyordu.

O an biraz daha anladım o fısıltının ezgilerini, Gadiel’in yolunun neyden geçtiğini; ama belki de artık bunun için çok geçti.

Karanlık, çoktan örtmüştü her yerimi.
Image
KARAKTER
KÜNYE
İsim: Gadiel (Gad’iil)
Cinsiyet: Erkek
Yaş: 25
Boy: 1.72
Kilo: 70
Sınıflar: Sezici - Dengeli - Elementalist
İtibar: 7
Mevcut GP/AGP/İGP: AGP 10 / İGP 5
Mevcut Para: 3.000 Aclania Pulası

PROFİL
Güç: 7
Dayanıklılık: 7
Çeviklik: 7
İrade: 16
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 10
Hakimiyet: 8
Mevcudiyet: 4

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
İBLİS
KÜNYE
İsim: Nuemsa (Hırçın Çocuk)
Cinsiyet: Kadın
Boy: 172
Kilo: 26
Tür: Peri
Yatkın Olduğu Teknik Sınıfı: İllüzyon
Yatkın Olduğu Element: Işık – Doğa (Elemental)
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 7
Güç: 4
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 4
Arun: 13
Duren: 13
İrade: 5

YETENEKLER
Çaresiz Haykırış

TEKNİKLER
Kutsal Boynuz (A seviye)
Kör edici Işık (C seviye)
Peri Dokunuşu (D seviye)
Öfkeli Peri (C seviye)
Doğanın Yargısı (A-rank / Karakteristik teknik)

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

04 Oct 2024, 17:36

Günlerin geceyi kovaladığı bir meczupluğun içerisinde, günün de gecenin de bir anlamının olmadığı vakitti sadece… Demiştim ya, bilirler onca kızılın arasında bile karanlığın en büyük sığınak olduğunu… Demiştim ya, arzusunun karanlıktan var olduğunu ve karanlıkta sonlanacağını… Demiştim ya, hepsi bir yana, kudretini görüyorum damarlarında akan! Demiştim ya, gördüklerimin hepsinden farklı, gördüklerimin hepsinden uzak… Demiştim ya, bilemem ne yöne gitmek istediğini, gördüklerimin sınırı kaderin sunduklarından ibaret… Demiştim ya, bu yüzden, her kimin yanında olursa, bilirim her birini kudretiyle yeşerteceğini… Demiştim ya, ve bu yeşermenin de esas olan karanlıktan geçeceğini! Demiştim ya, kimse inanmaz, bir insanın yüzlerce iblisin arasından geçip gittiğine… Demiştim ya, ancak görüyorum, her bir öfkeyi, her bir kudreti, her bir kızılı ve her bir karanlığı…



Ve gerçek, benim gördüklerimle dile gelenlerden ibaret… Kırılan ruhunun kapladığı karanlığın yayılmasına engel olabilecek var mı? Ne söylendi bilinmez, gözlerimden bile ırak… Ancak şimdi görüyorum her bir nefesini, her bir kalp atışını, her bir bakışını…



Görenler der ki, bu O değil, hiç olmadı! Oysa O, O’nun en saf varlığı… Bir anın bir asır olduğu o kısa zaman aralığında, bir asrın bir ana bedel olduğunu gören gözlerimi yalanlamak ne mümkün!



Adı aynı hala, anlamına erişemese de… Gözlerini diktiği yükseklerde arıyor sadece dengini… Neyi istediği ve ne yapmak istediği ortada! Belki öğrenemedi her istediğini, lakin biliyor nereye bakması gerektiğini… Bu kez hatırlamasa bile, gün gelecek öğrenecek tüm gerçeği… Gün gelecek, gözlerimden ırak varlığı, gözlerimin içinde…



Gel Gadiel… Artık bana daha yakınsın!





...

Gözlerini açtığın anda, varlığının solduğu karanlığın girdabından sıyrılan gözlerinle bakıyorsun gerçeğe. Bedeninde hissettiğin sıcaklığın yaşıyor olmandan ötesi olduğunu anlayabiliyorsun. Sağ elinde tuttuğu kanlı et parçasına baktığında, hala kan pompalamayan çalışan bir kalbin parçasını tuttuğunu görebiliyorsun. Yere fışkıran kanın çıktığı damarı… Elinde tuttuğun kalbin, alelade birine ait olamayacağını anladığında, gözlerin bedenine bulanmış yapışkan kızılla büyüyor. Bedenine yayılan tüm o sıcaklığın yayıldığı kaynağın, kopkoyu kızıl kan olduğunu… Bakışların Nuemsa’yı görmeyi umut ederek ardına döndüğünde, kalbinin olduğu nokta deşilmiş, bacakları parçalanmış ve kafasının sağ üst kısmının olmadığını görüyorsun büyük bir dehşetle! Ve dev bir iblisin çöküşüyle yerin titremesine maruz kalıyorsun! Dev iblis, tüm cansızlığı ile yere yıkıldığı anda etrafta kümelenmiş iblislerin kaçışı… Her birinin kıyamet vaktinde üzerlerine gelen ölümden kaçıyormuşçasına koşmaya başladıklarını… Ancak aradığını bulamıyor gözlerin… Ne Nuemsa ne de ondan geriye kalan bir his… Zihninin karanlığına gömüldüğünde, tüm karanlığın dev iblisin kanına bulanmış olduğunu fark ediyorsun… Seni bir bataklıkta hapsetmişçesine dibe çeken koyu kanın yoğunluğunu hissediyorsun bileklerinde… Karanlığının nasıl kızıla esir düştüğünü… Kızılın nasıl hüküm sürmeye başladığını… Sağ elinde tuttuğun kalpten yayılan kızılı… Ve sol elindeki boşluğu…
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Gadiel
Aclanian Aludir
Aclanian Aludir
Posts: 198
Joined: 05 Jun 2023, 02:04

07 Oct 2024, 00:01

Her şeyin başladığı o an, içimde bir şeyin koptuğunu hissettim. Gözlerim karanlığa açıldı, ama bu karanlık bildiğim hiçbir gölgeye benzemiyordu. Bir an sonra ise gözlerim kanla örtülmüş toprağa değdiğinde, dünya kendi ekseninde dönmeyi bırakmıştı sanki. O an, dünya kendi rengini kaybetti; sanki gökyüzü içime çöktü, ve ben nefes almaya çalıştıkça daha da boğuldum. Zaman, adını bilmediğim bir girdapta bükülmüş, ben de onun içinde kaybolmuştum adeta. Sağ elimde hissettiğim o soğuk, titreşen kalp—henüz yaşamın yankılarını taşıyan o kanlı kalp—içimdeki her şeyle çelişiyordu. O kırmızı yığının sıcaklığı, içimdeki buzdan bir denizle buluştuğunda, çatlamaya başlayan ruhumun sesini duyabiliyordum. Her atışı, içimde yankılanan çığlıklarla aynı ritmi taşıyordu. Artık ben kimdim? Bedenim hala burada, bu kabusun ortasında nefes alıyordu, ama ben yoktum. İçimdeki yankılar, adını unuttuğum bir acıyı taşıyordu. Bir zamanlar sıcak olan parmaklarım şimdi ölümün dokunuşuyla ağırlaşmıştı. O kalbin her atışı, içimde yankılanan bir inilti gibi geldi. Yaşamla ölüm arasında asılı kalmış gibiydim; ne tam burada, ne de tamamen kaybolmuş.

Nuemsa… neden burada değilsin?

Her çağırışım, boşlukta yitip gitti; adını fısıldayan dudaklarım bile ona ulaşamıyordu artık. Oysaki bir zamanlar köklerimiz aynı toprağa dokunmuştu, şimdi ise yalnızca çorak bir umutsuzluk vardı. Onu ararken, aslında kendimi bulmaya çalışıyordum. Fakat her adımımda daha da derinleşen bu karanlık, beni sonsuz bir kuyunun içine çekiyordu. Her şey kayıp—her şey, kanın kırmızı örtüsü altında yok olmuş. Aradığım hiçbir şey yok; yalnızca sessizlik, yalnızca beni ele geçiren bu dipsiz boşluk. Sanki dünyanın damarları bile bana yabancı, Nuemsa’nın yankısını taşıyan hiçbir iz yok. Nuemsa’nın yokluğu, içimde bir boşluk yaratmadı—hayır, o boşluk zaten vardı. O, sadece onu derinleştirdi. Yavaşça açılan bir yara gibiydim; her saniye daha da genişleyen, daha da derine inen bir boşluk. Her nefesimde içime çöken bu yalnızlık, tüm dünyamı kapladı. Nuemsa’nın izini sürememek, onun köklerini hissetmemek, varoluşumun her parçasını silmeye başladı. O olmadan burada olmak… bu, bir yanılgıydı. Ama belki de ben zaten hiç var olmamıştım. Her şey bir ilüzyondu, ve şimdi gerçek yüzüme çarpıyordu.

Bu kâbus, yalnızca bir ölüm sahnesi değildi—bu, benim çöküşümün sessiz tanıklığıydı. Zihnimdeki karanlık, artık yalnızca bir gölge değildi. O karanlık, kanla dolan bir bataklık gibiydi, beni içine çekiyordu. Adım attıkça daha da dibe batıyordum. Çıkış yok. Kendimden bile kaçamam. Her şey o an durduğunda, sanki dünyanın damarları kesilmişti ve ben, kan kaybeden bir evrenin içinde yalnız başıma kalmıştım. İblisin düşüşü bile bu kan denizinde bir teselli getirmedi. Sanki her şey onunla birlikte yok olmuştu, ama o yok oluş benim kalbimi daha da ağırlaştırıyordu. Dehşet ruhumu saran bir çöl gibi genişliyordu. Ne kadar kaçsam, ne kadar uzağa gitsem de bu çölün ortasında savrulup duruyordum adeta. Kan, ağır bir zincir gibi boynuma dolanıyordu, her nefesimde biraz daha sıkılaşıyordu. Kurtuluş yok. Çaresizlik, damarlarımda dolaşan bir zehir gibi tüm bedenimi ele geçiriyor, her hücremde yankılanıyordu.

Sol elimde hissedemediğim o boşluk... İçimde yankılanan en derin acı orada saklıydı sanki. Sağ elimde hala titreşen o lanetli kalp, Nuemsa’nın kayboluşunun yansıması gibiydi. Sol elimde ise yalnızca koca bir hiçlik vardı. O boşluk, her şeyden daha ağırdı. Nuemsa’ya sahip çıkamamış olmanın cezası bu. Kendimi bile koruyamazken onu nasıl koruyabilirdim ki? Bu kalp benim insanlığımın son çığlığıydı sanki. Her damla kan, beni kendime hatırlatıyordu—onu kurtaramadığımı, onu koruyamadığımı. Boşluk büyüdü, beni yuttu. Elimde tutamadığım şeyin ağırlığı, kalbimde hissettiğimden daha fazlaydı. O kaybı hiçbir şey dolduramazdı; hiçbir ses, hiçbir nefes… Boşluk, içimdeki en gerçek şeydi. Nuemsa’yı koruyamamış olmak… onu kaybetmiş olmak, sadece fiziksel değil, ruhumun dokularında bir yara açmıştı. Her şey o boşlukta kaybolmuş gibiydi. O boşluk, yavaşça beni yutarken, onun ne kadar sonsuz olduğunu fark ettim. Ve bu sonsuzlukta ben yoktum, yalnızca bir izdim, silinmeye yüz tutmuş bir yankı.

Kan göğsümden taşıyordu. Etrafımda yayılıyor, zemini kaplıyor, beni yutuyordu. Kan, yalnızca iblisin değil, aynı zamanda içimde büyüyen o suçluluğun yankısı gibiydi. Boğuluyordum. Kendimden kaçmak istesem bile, bu kan bana geçmişi unutturmuyordu. Nuemsa’nın ellerimin arasından kayıp gitmesine izin vermiştim. Şimdi elimde kalan tek şey bu kanlı kalp, ve o karanlık boşluktu.

Çöküşüm artık kaçınılmazdı. İçimde bir şeyler parçalanıyordu; bu, bir kopuşun başlangıcıydı. Gözlerimin önünde akan kan, sadece dışımdaki dünyanın çürümesi değildi, bu benim içimde de yaşanıyordu. Her damla, her adım beni daha da derine çekiyordu. Zihnimde yankılanan suçluluk, beni bitiriyordu. Bu dünyada, bu kanlı zeminde artık ayakta kalmanın anlamı yoktu. İçimdeki her şey tükeniyordu. Suçluluk ve pişmanlık damarlarımdan taşarak ruhumu zehirliyor, beni parça parça yok ediyordu.

Bu kâbusun ortasında kaybolmuş, bir zamanlar kim olduğumu bilmeyen bir gölgeydim artık. Sol elimdeki boşluk, sağ elimdeki lanetli kalpten daha ağırdı. İkisi de bana gerçeği hatırlatıyordu—onu koruyamadım. İçimdeki insanlık şimdi yalnızca bir hatıra, yok olmaya yüz tutmuş bir fısıltıydı.

Nuemsa...

Geriye doğru sendeledim, ayaklarımın altındaki dünya, sanki beni taşımakta zorlanıyordu. Her adımda içimde bir şeyler daha da ağırlaştı; sanki bu toprağın üzerindeki yük artık sadece bedenim değildi, ruhumun ezilmişliği de toprağa akıyordu. İblislerin çığlıkları kulağıma birer yankı gibi vuruyordu, ama onlar bile uzak, silik birer fısıltıydı şimdi. Koşuşturan o gölgeler... Umurumda değillerdi. Hiçbir şey, hiçbir ses, hiçbir hareket, içimde yankılanan o sessizliğin ağırlığını hafifletmiyordu. Peki ya onlar? Korkuları bana mıydı, yoksa dev iblisin paramparça olmuş bedeni mi onları bu kadar dehşete düşürmüştü? Hiçbir anlamı yoktu artık.

Nuemsa…

Adını her fısıldadığımda, içimdeki boşluk daha da derinleşti. İblisin yere yığılması, gözlerimde bir hayal gibiydi—gerçek mi, yoksa yalnızca zihnimin çarpıttığı bir görüntü mü, bilemiyordum. Onun yere serili hali bile bana bir zafer hissi getirmedi.

Yerde yatan bedeni parçalarına ayıran kanlı hat, sadece dış dünyada değil, içimde de yankılanıyordu. O yığılı bedenin gölgesinde, adımlarımın anlamı kayboldu. Her adımda içimde yankılanan tek gerçek, Nuemsa'nın boşluğuydu.

O parçalanmış bedene doğru ilerledim, ama asıl parçalanan ben miydim?

Nuemsa…
Her adım, karanlık bir çığlık gibi,
Yürüdüğüm yol yok, içimdeki boşluk var,
Sana ulaşamamak var.

Ve şimdi,
Sadece acı bir feryat kaldı,
O adını taşıyan,
Sessiz bir yankı gibi içimde…

Image

Son bir adım daha... Kızıl, ruhumu ele geçirip beni tamamen yutmaya hazır. Her şeyin bittiği o uçurumun kenarındayım. Bir adım daha atsam, kendimden geriye hiçbir şey kalmayacak. Yerde yatan, o parçalanmış beden... Nuemsa mıydı? Yoksa gözlerim, aklımı alaya mı alıyordu? Elimde tuttuğum bu kalp, ona mı aitti? Ve ona zarar veren gerçekten ben miydim? Sorular, cevapsız yankılarla zihnimin derinliklerinde dönüp durdu. Sanki gerçeklik parçalanmıştı ve ben o kırıkların arasında kaybolmuştum. Her şey flu, her şey çarpık... Dizlerim artık dayanamaz halde çöktü toprağa. Yüreğimdeki yük beni yere serdi. Yavaşça, son bir kez baktım… kanın, etin, kaybın ortasında solan dünyaya.

İnsanlığımın son nefesi artık avuçlarımın arasındaydı. Tüm dünya kızıla bulanmak üzereydi, sadece bir an, sadece bir nefes kadar zaman kalmıştı. Ya o nefesi tuttum, içimdeki son kırıntıya tutunarak… Ya da o nefesi verdim, kızıla karışarak her şeyden vazgeçtim.

Eğer o gittiyse, gerçekten yoktu anlamı hiçbir şeyin. Dünyanın düzeni, varlığım, her şey yersiz ve boş geliyordu. Nuemsa... Eğer artık burada değilse, geriye kalan sadece bir kâbustu. O olmadan, hiçbir şey gerçek değildi. Hiçbir ışık, hiçbir ses, hiçbir his anlam taşımıyordu. Sanki hayatın özü, onun yokluğuyla birlikte akıp gitmişti.

Tüm dünya sonsuz bir kızıla boğulabilirdi. Her şey kaybolabilirdi—toprak, gökyüzü, umut. İblislerin kanı, benim karanlığımda kaybolan bir nehir gibi akabilirdi. Hiçbiri umurumda değildi. Geriye kalan tek şey, yutulmak üzere olduğum delilikti.

Son bir nefes… Deliliğe doğru bir adım daha. Artık hiçbir şeyi kontrol edemiyordum; ne zihnimi, ne bedenimi, ne de içimde kopan fırtınayı. O nefesi verdim mi? Yoksa hala tutmaya mı çalışıyorum? Bu, sonsuz bir çöküşün eşiğinde verdiğim son karardı.

...
...
...

Image
Image
KARAKTER
KÜNYE
İsim: Gadiel (Gad’iil)
Cinsiyet: Erkek
Yaş: 25
Boy: 1.72
Kilo: 70
Sınıflar: Sezici - Dengeli - Elementalist
İtibar: 7
Mevcut GP/AGP/İGP: AGP 10 / İGP 5
Mevcut Para: 3.000 Aclania Pulası

PROFİL
Güç: 7
Dayanıklılık: 7
Çeviklik: 7
İrade: 16
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 10
Hakimiyet: 8
Mevcudiyet: 4

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
İBLİS
KÜNYE
İsim: Nuemsa (Hırçın Çocuk)
Cinsiyet: Kadın
Boy: 172
Kilo: 26
Tür: Peri
Yatkın Olduğu Teknik Sınıfı: İllüzyon
Yatkın Olduğu Element: Işık – Doğa (Elemental)
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 7
Güç: 4
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 4
Arun: 13
Duren: 13
İrade: 5

YETENEKLER
Çaresiz Haykırış

TEKNİKLER
Kutsal Boynuz (A seviye)
Kör edici Işık (C seviye)
Peri Dokunuşu (D seviye)
Öfkeli Peri (C seviye)
Doğanın Yargısı (A-rank / Karakteristik teknik)

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

07 Oct 2024, 16:50

Ruhunun sıkışıklığı arasında açtığın gözlerin, her bir nefesinle sonsuz karanlığa teslim olurken, kızılın alası doğuyor her bir adımınla. Yerde yatan parçalanmış iblise attığın her bir adımı inkar etmeye çalışan zihnine rağmen, savruk adımlarını seni dengede tutmakta zorlanıyor. Düzensiz adımlarınla savrulan bedenin ise, tüm bu kargaşanın ortasına düşmüş bir avare gibi salınıyor sadece. Alnından süzülen kanları silmeye bile dermanı olmayan kolların, boşlukta savruluyor hissizce. Her bir adımınla inkar ettiğin gerçek, her bir adımınla daha da kasvetli bir tona bürünüyor. Bu kasvet, varlığını bulduğun karanlıktan bile öte bir haldeyken, ruhundaki ince sızı bile artık sana zarar vermemek için bir köşeye siniyor. Bu zamana kadar, ait olmadığı bir kabın içindeymiş gibi savrulan ruhun, artık sessizce içine akıttığın gözyaşlarıyla sulanıyor. Ve dizlerin çöktüğünde, yaşayan bir varlık olmaktan öteye geçiyorsun…

Gördüğün gözlerini inkar ediyorsun…

Elindeki sıcaklığı…

Ruhuna zerk edilmiş bilinmezliği…

Zihninin içindeki düşünceleri…

Karanlığı…

Kızılı…

Varlığını…

Adını…

Gadiel’i

Bir haykırıştan öte, sessizliğin en saf haliyle araladığın dudaklarından dökülmeyen binlerce kelime, her bir hecesiyle sarmalıyor bedenini. Nuemsa’dan geriye kalan bir parça cesetten ötesinin olmadığını gördüğünde, en büyük anlamsızlığın doğduğunu görüyorsun gözlerinde. Bedeninde harlanan bir ateş, binlerce varlığı tek dokunuşla yakmaya yetecek olsa bile, bir parça tüyüne bile tesir etmiyor. Haykırışlarının sessizlikle olan düeti, karanlığın içindeki kızılı en enginlere taşıyor. Ciğerlerinin yırtılmaya başladığını, ısırdığın dilinden akan kanlarla dolduğunu, kaslarının kasılmaktan gerildiğini ve bıraksan bir anda kopacaklarını hissetmeye başlıyorsun. Yine de içine akan kızılın hiçbir şekilde durmadığını… Her bir kalp atışında -ki kalbinin attığına bile şüphe ediyorsun- sanki damarlarına pompalanması gereken kızılın karanlığına dolduğunu hissedebiliyorsun. Ne bir anlam bulmaya çalışıyorsun kızıla, ne de onu reddedecek bir derman buluyorsun ruhunda. Gözlerinin önünde parçalanmış Nuemsa’nın solan varlığı ile kendini kızıla teslim ediyorsun, gerisinin ne olacağını düşünmeden. Başı neydi ki, sonu ne olsun?






“Oysa dünya, görünenin ötesini görebilmekten ibarettir. Kimisi bunu zekasıyla yapar, kimisi ise ruhuyla… Zekasıyla bunu başaranlar, her daim insanlar arasında kudreti elinde bulunduranlar olur. Ancak zekanın her zaman bir limiti vardır… İnsanın zekasıyla açıklayamadığı şeyleri zekasıyla yenmesi beklenebilir mi? Ama yine de, zekasıyla görünenin ötesini görenler, kendilerini her daim üstün kılmışlardır. Fakat ruhuyla bunu becerenler, her daim aralarda bir yerde sinmiş ve oynattığı parmaklarıyla dönen dünyayı izlemektedir. Çünkü ruh, insanı varlık dünyasının ötesine taşıyandır… Çünkü ruh, insanın algılayamayacağı şeyleri, ince bir bakışıyla görebilendir…”



“Hayır, bunu anlamak dışarıdan bakılınca mümkün olmaz… Bazen, insan kendisi bile anlamaz! Bu yüzden, o ruhun kimde olduğunu bilmek mümkün değildir. Bizler, sadece o ruhlar ile en azından dost olarak karşılaşmayı dileyebiliriz. Yoksa, o ruhların karşısında hiçbir şansımız olmaz.”



“Hayır, yenilmez diyemem onlara… Ama bir insan eliyle yenilmezler! Onların rakipleri ya kendileri olur ya kendi gibi olanlar… Kendi gibi olanları da alt etmeleri muhtemeldir, kudretleri tokuştuğunda kimin ötesini görebildiğini anlayabilirler. Asıl tehlikeli olan, kendilerine rakip olmalarıdır… Esas, kendi gördüklerini görememeleri… Kendi bildiklerini bilememeleri… Kendi yok ettiklerini kabullenmeleri…”



“Anlatacağım hikayede bundan fazlası değil… Duymuyor musun beni Gadiel? Gözlerin görmüyor, biliyorum! Benim seni gördüğüm gibi göremezsin beni… Ama sesim de mi ulaşmıyor kulaklarına? Ruhunun kızıllığı ile tıkadın mı kulaklarını da? Öyle olsun… Kızıllığında boğulabilirsin Gadiel… O kendini kaybettiğinde büründüğü parlak ışıklarınla, seni zapt etmeye çalışan Nuemsa gibi, parçalayıp bir kenara atabilirsin kalbini! Önüne geçen devin kalbini şuursuzca ve umursamazca delip geçtiğin gibi, kalbini çıkarıp koyabilirsin bir kenara! Ancak ruhunu da mı teslim ettiğin kızılına? Sesimin ruhuna değişini de mi hissetmiyorsun? En büyük günaha boğulmuşken bu sözlerimle, ruhunu da mı bırakıyorsun, insanlığını bıraktığın gibi?”



“Görmedin mi Gadiel onları? Her biri senin varlığını teyit etmek için gelenleri… Kimisi sizden yana, kimisi değil! Yanında olanlar ikna etmek isterken diğerlerini, onları da mı mahcup edeceksin? Sahi ya, onların önemi var mı senin için? Sana ettikleri kelamların bir önemi var mı? Sana denilenleri duymadın mı yoksa? Bu gözlerin gördüklerini göremiyorsun ama onları anlamıyor musun?”



“Boğul Gadiel kızıllığında! Eğer buysa arzun, bir kez daha kaybet kendini ve bitsin tüm bu drama! Eğer Gadiel bu kadarsa, söyle mil çeksinler bu gözlere! Oysa isminin kaderi bu değil Gadiel… Sen isminin kaderini yaşamayı da mı inkar ediyorsun? İsminin kaderini yaşamayı reddedenleri karşına alırken, onlardan biri mi oluyorsun? Söyle Gadiel! O kilitli kalmış dudaklarından bir kelime düşmez mi? Söyle Gadiel… Varlığın sadece bu kadar mı?”



“Bu bir son mu olacak Gadiel? Bu kadar yakınken, bu kadar mı ıraklaşacaksın kendinden… Kaybettiğin Nuemsa mı yoksa varlığın mı, düşün Gadiel… Nuemsa geri gelse, değişir mi gerçekten her şey? Pamuk ipliğine bağlı olan, Nuemsa mı yoksa sen misin? Yoksa ipliğin Nuemsa mı? Söyle Gadiel, sana ne dediklerini… Eğer kızıllıksa arzun, sonun… Unut Gadiel her şeyi! Nuemsa’yı… Varlığını… Düşüncelerini… Ruhunu… Ve ismini… Unut Gadiel… Bir göz kapama anı gibi unut her şeyi… Yok muradın bu değilse eğer, haykır ismini! Yok oluşa sürüklediğin bedenin, ruhunun, varlığını gerçekliğini haykır! Haykır ki, bu gözler esas olana bulansın!”
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Gadiel
Aclanian Aludir
Aclanian Aludir
Posts: 198
Joined: 05 Jun 2023, 02:04

08 Oct 2024, 00:38

"Sesler sustuğunda, vicdan konuşur."

Kalbim, kırık keman tellisinin derin iniltileriyle çalarken, dudaklarım sessizliğin gizemli perdesini aralamaktan acizdi. Nuemsa'nın bedeni, solgun bir gülün hüzünlü ifadesine bürünmüştü; gözlerim, bu felaket manzarası karşısında umudun son yapraklarını tek tek döküyordu. İçimde yanan ateş, bir yıldızın yıkılışını müjdeleyen bir kıvılcım gibi parlıyordu ama Nuemsa'nın ruhunu asla ulaşamaz gibiydi.

Karanlığın sonsuz okyanusunda dudaklarımdan dökülemeyen çığlıklarım kaybolurken, içimdeki fırtına giderek büyüyordu. Ciğerlerim, kül olan hayallerimin simsiyah tortusunu soluyordu; dilim, kanlı bir şiir yazarken acıdan dağılmıştı. Kaslarım, çaresizliğin zincirleriyle sıkıca bağlanmıştı, fakat bu ıstırap, içimdeki karanlığın derinliklerine ışık tutamazdı. Kızıl, damarlarımdan akan bir nehir değil, ölümün ahengindeki bir şarkı gibiydi. Ne anlam arıyordum bu kan kırmızılığında, ne de bir sığınak.

Gözlerim, Nuemsa'nın solgun yüzünde kaybolmuştu, o da benimle birlikte bu karanlığa gömülüyordu. Ne bir başlangıç vardı bu öyküde, ne de bir son. Sadece sonsuz bir yalnızlık ve içimde yanmayı sürdüren bu sönmeyen ateş kalmıştı..


"Vicdan konuştuğunda ise, geriye sadece günahların ızdırabı kalır."

Keder, ruhumun bahçesinde yetişen bir dikenliydi. Her diken batışı, bir hatıranın canlanması demekti. İhanetin zehri, kalbimi zehirlerken, vicdanımın fısıltıları bir orkestra şefi gibi beni yönetiyordu. Zaman, bir kum saati gibi hızla akıp giderken, anılarım da kum taneleri gibi yok oluyordu. Kaybolan her an, ruhumda bir boşluk yaratıyordu. Düşlerim, kırık kanatlı bir kuş gibi özgürlüğe uçamadan yere düşüyordu. Vicdanımın ağırlığı altında ezilirken, geçmişin karanlık mağarasında kaybolmuştum. Gözlerim, birer fener gibi içimi aydınlatmaya çalışsa da, karanlık daha baskındı. Zaman, benden koparılan bir parça gibi sonsuza dek kaybolmuştu. İçimdeki hüzün, bir ağıt gibi yankılanırken, geçmişin esiri olduğumu hissediyordum. Zincire vurulmuş, boynuna tasma takılmış dilsiz bir köle gibi.


"Eğer kurtaracak bir el yoksa, insanı günahlarının ızdırabı tüketir."

Gözlerimden süzülen damlalar, bedenimi saran kızılın ince dokusu gibi, derin bir okyanusta kaybolmuş gibi hissettiriyordu. Her bir damla, yalnızlığımın en derin çığlığıydı; yüreğimin derinliklerinden fısıldayan bir sessizliği taşıyor, karanlığın en dip köşelerine ışık düşürmeyi reddediyordu. Kızıl, kaybolmuşluğumu ve yokluğunu simgeliyor, ruhumun gölgelerinde yankılanan bir acının rengi haline geliyordu.

Bu dünyada tek başıma, kalbimdeki bu kanlı izlerle yürüyordum; yanı başımda, gidecek bir yön ya da tutunacak bir el yoktu. Her damla, ebedi bir yalnızlığın izini sürüyor, kaybolmuş bir ruhun derinliklerinde yankılanıyordu. Kızıl, sonsuz bir hüsranın, bir zamanlar var olan ama şimdi yok olan her şeyin rengiydi. Ebedi bir yalnızlık, ebedi bir yokluktu bu; zamanın durduğu, hatıraların silindiği bir evrende, yalnızca kendim için yaratılmış bir boşluktum.


"Günahların ızdırabı insanı yalnızlaştırır ve insan gerçekten yalnızsa, ondan geriye kalan tek şey deliliktir."

Image

Kızıl, derinliklerine çekti beni; eğer delilik buysa, ona teslim oldum. Gözlerimi kapadım, daha önce birçok kez yaptığım gibi. Fakat bu kez karanlığın kendisi yoktu; yalnızca sonsuzluğa uzanan, engin bir kızıl deniz ve onun dibine gömülmüş olan ben vardım. Yavaşça, ama bir daha geri dönmemek üzere, insaniyetin tüm izleri silinmeye başladı içimde. Ruhum, ardımda bıraktığım her şeyle birlikte bu kızıl denize karışırken, dünya üzerindeki her şeyin üzerine bir lanet gibi delilik çökmeye başladı.

Bir nefesle başlattım her şeyi.

Ve bir nefesle sonlandırmaya karar kıldım.

"Ama insanın ismi, kaderidir aynı zamanda. İsmi Gadiel olanın sonu, yalnızlıktan gelir miydi?"

Nefesimle filizlenen her şey, bir fısıltının loş gölgesinde titremeye başladı. O tanıdık ses, ruhumun kıyısına vuran dalgalar gibi, içimi bir kez daha sarmaladı. Kızıl bir sis, algılarımı kuşatmış; sözcükler, bu gizemli örtünün ardında kaybolup gitmişti. Sebebini bilmeden, o sesi dinleme arzusuyla dolup taşmak istedim. O kelimelerin yalnızca kırıntıları değil, ruhuma derinlemesine dokunmasını istedim. Harekete geçmekten aciz ellerim, sanki o sisi dağıtma gayesiyle, kızıl denizin en derinliklerinde çırpınmaya başladı.

Sonra ayaklarım, ardından gözlerim, yavaşça yüzeye doğru bir yolculuğa çıktım. Yüzeye yaklaştıkça, fısıltı bir sese dönüştü; tanıdık ses, geçmişin gölgelerinden süzülerek daha da aşina bir hale geldi. Anılar, geçmişin hüzünlü melodiyle birlikte birer birer üzerime akın etti. Wuther... Ne zamandır sessizdi bu tanıdık melodi? Ne zamandan beridir sözlerini bana ulaşması için uzaklardan gönderiyordu?

Bilmiyordum... Ama yüzeye yaklaştıkça duyduğum ses, yalnızca ona ait değildi. Yüzeye biraz daha yakınlaştığımda, beni tekrardan dibe çekmek isteyen vicdanımın çığlıkları da kulağımı dolduruyordu. "Sen öldürdün!" diyordu bana, "Tüm bunların sorumlusu sensin!" diye haykırıyordu.

Kızıl denizin tam ortasında, yaşam ile ölüm arasında ince bir çizgide duruyordum; bir kez daha deliliğin pençesinde.

O an ruhum yalnızca Wuther'in sözleriyle can bulmuyordu. O sözlerin yanında, geçmişimin tüm yükleri ruhuma akın ediyordu; yaşanmışlıklarım, ruhumu besleyen bir gübre gibi, yeşermeye ve dirilmeye davet ediyordu. Wuther konuştukça, içimde sadece bir şeyler kıpırdamıyordu. Ruhum, bu aciz bedene kim olduğunu, hangi ismin yükünü taşıdığını hatırlatmaya çalışıyordu sanki; kızıl denize açtığı savaşta, varoluşunun özünü arıyordu.

Yüzey, artık elimi uzattığımda dokunabileceğim kadar yakındı; vicdanımın arsız sesleri öyle güçlenmişti ki, ellerimle kulaklarımı kapatmak zorunda kalmıştım... Buna rağmen, Wuther'in sesi hâlâ derinliklerden yükseliyordu.

Son sözlerini söylediğinde, yüzey ile aramda sadece bir nefes mesafe kalmıştı. O an, sesinin yankısını net bir şekilde duydum. İçimdeki ateşle, “Seni duyuyorum!” diye haykırmak istedim, ama dudaklarım hâlâ mühürlüydü, kelimeler dilimin ucunda donup kalmıştı.

Wuther susmuştu. Ancak vicdanımın sesi, hâlâ çığlık çığlığa beni o dipsiz kızılın derinliklerine çağırıyordu. Deliliğim, sadece bu dünyayı değil, Gadiel’i de yerle bir etme arzusuyla yanıp tutuşuyordu; sanki olması gereken bu gibi.

Gözlerimi kapattım; karanlığın kollarına uzanmak istedim, onun derinliklerine daldım, çünkü ben o karanlıkla doğmuştum. Ela, Nuemsa... Karanlığın bana verdikleriydi onlar. Gözlerimi kapattığımda, dünya binlerce yılın ardından ilk kez sessizleşti. Vicdanımın çığlıkları ve tüm gürültü, bir kenara çekilmiş gibi, sadece sessizlik yankılanıyordu. Karanlık, ruhumun derinliklerine yavaşça dolarken, o kıpkırmızı deniz sanki hafifçe silinmişti. Geriye kalan tek his, ilk doğduğumda hissettiğim o kadim karanlık oldu; bir dost gibi yanımdaydı, beni kuşatıyordu.

Ruhum karanlıkla yeterince yıkandığında gözlerimi açtım ve Nuemsa'nın bedeni gözlerime serildi. Savaşın feryadı, kaçışan iblislerin uğultuları bir kez daha kulağıma doldu. Onun geride bıraktığı her şeyi inciterek, elimdeki kalbi onun vücudundaki o boşluğa yerleştirdim. Kanlı ellerimle, ondan geriye kalan bedeni kucakladım; bu ağırlık, içimdeki en derin karanlığa kadar sızmıştı. Yavaşça doğruldum, bedenim hâlâ o kıp kızıl kanla kaplıydı. Dudaklarım, halen mühürlü kalmış gibi, tüm kelimeleri yutuyordu.

Yürümeye başladım, yönümü kaybetmeden, kalbimin ve ruhumun beni götürdüğü yere doğru adım attım. Bir adım, sonra bir adım daha… Aniden duraksadım; geride bir şey unuttuğumu hissettim. Omuzumun üzerinden geriye bir bakış attım. Gözlerim yavaşça göğe yükseldi, içimdeki derin boşluğu tararken, beni izleyen bir çift gözü aramak için.


Image


Kısa bir sessizlik, evrenin şarkısının yankılanması için bir an yarattı. O şarkıya katılmak için dudaklarım kısa bir an aralandı.

“BENİM ADIM GADİEL.”

Bu bir haykırış mıydı? Haykırışın ötesinde, bir liderin ağzından dökülen bir emir kadar keskin, tüm ışığı yutabilecek kadar karanlık ve tüm sesleri bastıracak kadar netti; ama bağırmaktan uzak, evrenin şarkısına eşlik eden bir fısıltı kadar narin gözüküyordu.

Arkamı döndüm.

Ruhumun çizdiği yolu takip etmeden önceki o adımı atmadan önce, dudaklarım bir kez daha aralandı.

"Teşekkür ederim, Wuther. "

Yürüdüm, bir cevap beklemeden, sadece ruhumu ve kalbimi dinleyerek... Sevdiğim kadının cansız bedenini ellerimde taşırken.
Image
KARAKTER
KÜNYE
İsim: Gadiel (Gad’iil)
Cinsiyet: Erkek
Yaş: 25
Boy: 1.72
Kilo: 70
Sınıflar: Sezici - Dengeli - Elementalist
İtibar: 7
Mevcut GP/AGP/İGP: AGP 10 / İGP 5
Mevcut Para: 3.000 Aclania Pulası

PROFİL
Güç: 7
Dayanıklılık: 7
Çeviklik: 7
İrade: 16
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 10
Hakimiyet: 8
Mevcudiyet: 4

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
İBLİS
KÜNYE
İsim: Nuemsa (Hırçın Çocuk)
Cinsiyet: Kadın
Boy: 172
Kilo: 26
Tür: Peri
Yatkın Olduğu Teknik Sınıfı: İllüzyon
Yatkın Olduğu Element: Işık – Doğa (Elemental)
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 7
Güç: 4
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 4
Arun: 13
Duren: 13
İrade: 5

YETENEKLER
Çaresiz Haykırış

TEKNİKLER
Kutsal Boynuz (A seviye)
Kör edici Işık (C seviye)
Peri Dokunuşu (D seviye)
Öfkeli Peri (C seviye)
Doğanın Yargısı (A-rank / Karakteristik teknik)

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

10 Oct 2024, 09:53

Attığın her adımla birlikte ruhunda sonsuzluğa sürüklenen savaş giderek daha kanlı bir hal almaya başlıyor. Kızılla karanlığın bu sonsuz savaşında, bir galibin olmayacağı apaçık ortadayken, tek mağlup olacak olan varlığın olduğunu kavrayabiliyorsun. Yine de, ruhun bu mağlubiyete karşı koymaktan uzak bir şekilde, sessiz ve ilgisiz bir seyirci gibi izliyor olan biteni. Varlığın, bu sonsuz ve artık amacını bile yitirmiş savaşın sonlanması için adımlarını atmaya devam ediyor sadece. Oysa tüm bu savaşın nedeninin varlığın olduğunu bilmek, belki de bu savaşı sonlandıramamanın en büyük nedeni oluyor. Ellerinde taşıdığın bedene bakmaktan imtina eden, ancak en ufak bir fırsatında gerçeği suratına çarpmak isteyen bakışların, koskoca bir geçmişi ardından bırakmaya hazır olsa bile, yaşadığın ızdıraptan seni kurtarmak istemiyor. Bedenine bulanan her bir kan zerresinde tattığın acı, her bir bakışınla daha büyük bir hale geliyor. Duyduğun sözler, nefes alıp vermene yeter nitelikte olsa bile, aldığın her nefesin sonucunu ellerinde taşıyor olmak, bunun gerekliliğini sorgulatıyor. Ancak birkaç adım sonrasında, bir karara varıyor zihnin… Ruhunun seyirci kaldığı savaşı harlayan ve belki de seni melun bir sona sürükleyecek o karar dudaklarında dökülüyor sessiz bir çığlıkla… Ve önüne serilmiş lanetli bir geleceğe teşekkürlerini sunuyorsun sadece…

Ardına çevirdiğin bakışlarını, amaçsız ve hedefsiz bir şekilde önüne çevirdiğin anda, gözlerin istemsizce bir kez daha takılıyor Nuemsa’nın cansız bedenine. Parçalanmış yerlerinden akan kanların sıcaklığını hala hissediyor olmak ruhunu engin alevlere atmaya yetse bile, onun bedeninden ayrı kalmanın müstakbel geleceklerin içerisinde en karanlık olan olduğunu bilebiliyorsun. Gözlerin bir kez daha takılıyor parçalanmış bacaklarına… Nuemsa’nın bundan sonra hiçbir zaman yürüyemeyeceği gerçeği çarpıyor suratına umutsuzluğun en saf haliyle… Onun, belki de o var olduğun yeşilliğin içerisinde şen bir şekilde koşup zıplamasına dair hiç var olmamış anılar hücum ediyor beynine… Her bir anı karesinde, onlarca bıçak saplanıyor kalbine. Ve her bir bıçağı tutan ellerin kendine ait olduğunu bilmek, kederlerin en acımasızına sürüklüyor zihnini… Bu kederden kurtulmak için bakışlarını çevirdiğinde, Nuemsa’nın deşilmiş kalbine takılıyor bu kez gözlerin… Sana ve belki de en çok merak ettiği insanlara karşı tüm hislerinin varlık bulduğu o eşsiz organın, artık orada olmadığını görmek beyninin içini kemiren iblislere bir davetiye çıkartıyor adeta… Nuemsa’yı yaşatan organın ellerinin arasından kayıp gittiği o anda, sanki tüm varlığını bıraktığın geliyor aklına… Artık beynini kemiren iblislerin bununla yetinmediklerini fark edebiliyorsun… Her birinin ince ince seni tüketmeye başladıklarını… Sonuçsuz bir kaçış olarak bakışlarını kaldırdığında, bu kez Nuemsa’nın kafasının sağ üst tarafının olmadığını fark ediyorsun bir kez daha… Sanki bunu ilk kez görmüşçesine bedeninden kanın çekilişini hissediyorsun. Nuemsa’nın varlığına anlam katan tüm o düşüncelerinin merkezinin, bizzat kendin tarafından yok edilişini… O anları anımsayamasan bile, o anların elemi doluyor ruhuna. Ve bu elem arttıkça, kızıllığın karanlığı boğmaya başladığını fark ediyorsun. Artık, Gadiel olduğunu bilsen bile, bu Gadiel’in bildiğinden farklı olduğunu… Bu Gadiel’in olmasını arzuladığından farklı olduğunu… Ve bu Gadiel’in sonunun, hiç istemediğin bir yere savrulduğunu…


Ve tek bir tebessüm takılıyor gözüne…

Bu ana kadar hiç fark etmediğin…

Gerçekliğini bilmediğin…

Ellerindeki kandan bile sıcak…

Bir hayat kadar gerçek…

Bir gerçek olamayacak kadar saf…

Onca vahşiliğin ardında gizlenmiş kadar naif…

Ve onca azaba rağmen mutluluk dolu…

Ellerindeki bedenin mevcut haline aykırı…

İçinde bulunduğun kıyametten ari…

Hep hayallerinde olduğu gibi…

Hep olmasını istediği gibi…

Tüm bu olanların aksine…

Hala bir umudun olduğunu gösteren…

Nuemsa’nın tebessümü…

Ruhun, içinde bulunduğu savaşın üstüne bembeyaz bir gelecek çizercesine sünger çekerken, bedeninin adeta en kutsal sularla yıkanmış gibi temizlendiğini hissediyorsun bir anda. Gördüğün tek bir tebessümle, kızılla karanlığın savaşı dinginleşirken, artık ellerinde hissettiğin sıcaklığın mutluluktan olduğunu… Gözlerin Nuemsa’nın cansız bedenindeki tebessüme takılı kalmışken, aynı tebessümün bir benzerinin yüzünde oluşmasına engel olamıyorsun. Katiline gülümsemiş Nuemsa’nın, mutlulukla ona sunduğun ölümü kucakladığını anlıyorsun. Zihnin bir neden sonuç ilişkisi kurmak yerine, sadece Nuemsa’nın mutluluğu ile dolmaya başlıyor. Onun artık cansız mutluluğunun tek mirasçısı olarak yaşamaya başlıyorsun mutluluğunu! Ve bu mutluluk, artık ne kızılı bırakıyor ortada ne de karanlığı! Zihnin, mutluluğun ışıltısıyla dolarken, bedeninden yükselen parlamalarla coşuyor mutluluğun… Her bir parlama, ruhunu mutlak zafere eriştirmiş gibi şen bir hale getirirken, hissedebiliyorsun Nuemsa’nın varlığını varlığında… Onun hala seninle olduğunu…

Bedeninden yayılan pembe parıldamanın tonu arttıkça, bakışların Nuemsa’nın tebessümüyle büyüyor. Buna rağmen, Nuemsa’nın bedeninin pembe parıldamalara dönüşünü izleyebiliyorsun o mutlu tebessümün altında. Parçalanmış bacakları parıltılarla silinip gidiyor usulca… Ve vücudu eriyor parıldayarak avuçlarında… Nuemsa’dan geriye sadece tebessümü kaldığında, sanki senin için duruyor parıldama… Son bir kez daha o tebessümü gör ve sonsuza kadar unutma diye… Zaman duruyor, dünya duruyor, kader duruyor… Nuemsa’nın tebessümü pembe parıldamalarla hiçliğe sürükleniyorken, bedenini saran parıldama artıyor… Tüm bu parıldama, ondan sana geriye kalan tek şey oluyor… Ve Nuemsa, parıldamalarıyla hala yanında olduğunu gösteriyor…

















“Beni geri getireceğini biliyordum Gadiel… Bunu ancak senin yapabileceğini…”
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Gadiel
Aclanian Aludir
Aclanian Aludir
Posts: 198
Joined: 05 Jun 2023, 02:04

11 Oct 2024, 11:05

Her şeyin karanlığa döndüğü o anda, adımlarım sanki boşluğun kıyısında yankılanıyordu. Sonsuzluğa açılan bu dipsiz uçurumda, varlığımın her köşesi yankılandı. Ruhum bir seyirci gibi, paramparça bir savaşın ortasında süzüldü. Bu savaş benimleydi; kaderimle, geçmişimle ve içimde büyüyen umutsuzlukla. Mağlubiyet, en sessiz fırtına gibi üzerime çökerken, ruhumun yalnızca bir izleyici olduğunu anlamak, içimi delip geçen bir gerçekti. Kendi varlığımı, kaçınılmaz bir felaketin şahitliğinde izliyordum.

Nuemsa'nın parçalanmış bedeniyle yüzleştiğimde, tüm dünya tek bir anın içinde çöktü. O beden, geçmişin ağırlığıyla şekillenmiş bir heykel gibiydi, hatıraların her kırık parçası beni bıçak gibi kesiyordu. Her kan damlası, her boş bakış, içimde yankılanan kaybın çığlığına bir eklenti oluyordu. Zaman, sanki kanın akışıyla donmuş, gözlerimde derinleşen bir acıyla sonsuz bir döngüye saplanmıştı. Artık hiçbir an, hiçbir umut bana ait değildi. Gelecek, bir uçurum gibi önüme serildi ve ben bu uçuruma çekilirken, onun varlığıyla yok olmaya yüz tuttum.

Nuemsa'nın sonsuza dek kaybolacağı gerçeği zihnimde yankılandıkça, umutsuzluk beni daha derin bir boşluğa çekti. Onun bir daha yürüyemeyeceğini bilmek, bir daha o sıcak gülüşünü görmeyeceğimi kavramak, içimi yakıp kül etti. Koruyamamıştım onu. Onun hayatını ellerimde taşıyamadım; kor gibi yanan suçluluk, göğsüme kazındı. Her nefesimde bu yükü hissettim, her hatıramda onu kaybettiğimi yeniden yaşadım. Nuemsa'nın ölümünün her zerresi benim ellerimde yankı buldu, her şey benimle son buldu.

Ve o an... O bedensiz başı gördüğümde... Kendi bedenimden kan çekildi. Dehşet, daha önce hissettiğim hiçbir korkuya benzemiyordu. Zihnimde yankılanan bu görüntü, her defasında daha da derinleşiyor, içime işliyor ve ruhumu büküyordu. Şok dalgaları, unuttuğum sandığım her anıyı tekrar tekrar canlandırdı; bu döngüde sıkışıp kalmıştım, bir daha asla kaçamayacaktım.

Kaçmak istedim. Bu korkunç gerçekten, boğazımı sıkıca saran karanlıktan, varlığımı ezen bu kabustan kaçmak istedim. Ama nereye dönsem, iblisler ruhumun en karanlık köşelerine çakılmıştı. Kendi varlığımdan, kendi gölgemden bile kaçamıyordum. İçimde yankılanan bu yankılar, ruhumun karanlık sularında boğulup gitmemi sağlıyordu. Zihnim, kendine dönecek bir ışık arıyordu, ama her şey zifiri bir boşluk gibi içimde çırpınıyordu.

Sonra… Bir an, onu gördüm. Nuemsa’nın yüzünde bir tebessüm belirdi. O tebessüm, tüm vahşetin, tüm karanlığın ortasında bir umut ışığıydı. Naif bir sıcaklık, onun gülüşünde saklıydı. Bu gülümseyiş, beni karanlıktan çekip çıkaran tek gerçekti. Kızıla boyanmış dünyanın içinde, pembe bir ışık belirdi. Nuemsa’nın ölümünden doğan bu mutluluk, ruhumda yankılandı. Onun tebessümü, acının ötesinde bir huzuru getirdi. Bir anda, her şey silindi, ve ben kendimi kutsal sularla yıkanmış gibi hissettim. Yüreğimdeki savaş, bu tebessümle sona erdi.

Kendimi yeniden doğmuş gibi hissettim, karanlıktan çıkarılan bir ruh, kutsal sularla arınmış bir beden gibi. Nuemsa’nın o son gülümsemesi, bana ölümsüz bir armağan gibiydi. Onun bu son hatırası, kalbimde ebedi bir yankı buldu. Artık yalnız değildim. Onun mutluluğu, ruhuma işleyen bir huzur oldu. Onun varlığı, bir daha asla sönmeyecek bir ışık gibi içimde parlamaya başladı.

Bu tebessüm, bana kalan en kıymetli hatıraydı. Onu sonsuza dek kalbimde taşıyacağımın bir gösteri gibi ve her nefeste, onun mutluluğunu hatırlayarak, yeniden doğmuş bir ruh olarak bu dünyada yürümeye devam edeceğimin bir habercisiydi sanki.

Parıltılar, boşluğun içinde kaybolmuş ruhuma dökülen yıldız tohumları gibi sarmıştı bedenimi. Her biri ince bir nakış ustası misali, çürüyen her parçamı ilmek ilmek onarıyordu—kalbimi, ruhumu ve kana bulanmış, yaralı bedenimi bile... Bu ışık taneleri, Nuemsa’nın kaybolan varlığından kopup gelen son izlerdi; sönmüş hayat ateşimin külleri arasından bir kez daha kıvılcım olup doğdular. Ellerimde tuttuğum cansız bedeninin bu parıltılara dönüşerek, zamansızca yanımda olacağını bilmek, varlığını sonsuza dek içimde hissedeceğimi bilmek, beni yeniden yaşama bağlayan bir ilahi vaadi andırıyordu.

O cansız beden, yavaş yavaş evrenin pembe ışıklarına karışırken, son bir parıltı gözlerimin önünde asılı kaldı, tıpkı geçmişin ağır hatıraları gibi. Kalbimdeki duygular, bir nehir gibi taşarak yüzüme yansıdı—gözlerimden süzülen yaşlar, yüzümde beliren hüzünle karışmış bir tebessümle buluşuyordu.

Ve sonra o derin, içime işleyen sessizlik… Bir an için zaman durdu, evren sadece parıltılardan ibaret oldu; beni onlarla baş başa bırakan, sonsuz bir boşluğun kollarına saran... Sessizliğin içinde kaybolduğum o an, sanki varlığım da bu ışıklarla eriyip gitmişti. Ama sonra… Bir ses yükseldi, sanki evrenin kalbindeki bir çanın yankısı gibi kulaklarımda çınladı. O ses, ruhumun en derinlerine dokundu; beni boğan soluksuz bir mutluluk, her nefesime anlam katan bir yankı...

Nuemsa’nın sesi... Kayıp bir anı gibi, zamansızca geri dönmüştü. O an, her şeyin boşuna olmadığını, onu geri getirdiğimi söyleyen o sıcak, tanıdık ses… Ruhuma dokunan bu ses, yeniden doğmuş bir hayatın yankısı gibiydi, içimdeki tüm boşluğu doldurmuştu.

Bu sefer karanlığın derinliklerinde ona ulaşmak için gözlerimi kapatmadım. Karanlık artık dışımda değil, içimdeydi; ona varmak için gözlerimi kapatmam gerekmiyordu. Sanki tüm dünyayı isteğimle karanlığa boğabilecek bir güç içimde filizleniyordu. Pembe parıltılar tenime dokunurken, içimdeki karanlığı usulca dışarı saldım, tüm çevremi sarması için... Ya da en azından bunu denedim.

Sonra, dudaklarımdan süzülen kelimeler, gözyaşlarım gibi ağır ağır döküldü. Kollarım, o karanlığı ve Nuemsa’nın varlığını kucaklamak için öne doğru uzandı, tüm çaresizliğimle.“Nuemsa… Çok korktum, seni sonsuza dek kaybettiğimi sandım! Çok özür dilerim tüm yaşattıklarım için...” diye fısıldadım, acılarım ve korkularım bir kez daha kalbimde yankılanırken. Sanki o an, geçmişin yükü tekrardan üzerime çökmüştü, ama aynı zamanda onun varlığına yeniden sarılmanın umudu da oradaydı.
Image
KARAKTER
KÜNYE
İsim: Gadiel (Gad’iil)
Cinsiyet: Erkek
Yaş: 25
Boy: 1.72
Kilo: 70
Sınıflar: Sezici - Dengeli - Elementalist
İtibar: 7
Mevcut GP/AGP/İGP: AGP 10 / İGP 5
Mevcut Para: 3.000 Aclania Pulası

PROFİL
Güç: 7
Dayanıklılık: 7
Çeviklik: 7
İrade: 16
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 10
Hakimiyet: 8
Mevcudiyet: 4

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
İBLİS
KÜNYE
İsim: Nuemsa (Hırçın Çocuk)
Cinsiyet: Kadın
Boy: 172
Kilo: 26
Tür: Peri
Yatkın Olduğu Teknik Sınıfı: İllüzyon
Yatkın Olduğu Element: Işık – Doğa (Elemental)
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 7
Güç: 4
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 4
Arun: 13
Duren: 13
İrade: 5

YETENEKLER
Çaresiz Haykırış

TEKNİKLER
Kutsal Boynuz (A seviye)
Kör edici Işık (C seviye)
Peri Dokunuşu (D seviye)
Öfkeli Peri (C seviye)
Doğanın Yargısı (A-rank / Karakteristik teknik)

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

11 Oct 2024, 15:34

Ruhuna işlemiş karanlığı bu kez kendini arındırmak istercesine dışarıya salmaya başladığında, bedenini saran pembeliğe inat edercesine doğmaya başladığını görüyorsun karanlığın… Ayak uçlarından süzülerek varlık bulan karanlık, tıpkı bir gölge gibi uzamaya başlıyor boylu boyunca. Aldığın nefesten besleniyor gibi, gölgeler filizlenmeye başladığında ise iblis siluetlerinin doğmaya başladığını fark ediyorsun. Ve o anda, Josegna’nın at arabasında söylediği sözleri anımsamaya başlıyorsun.

“Hükümdarımız, gölgelere hükmedendir. Böylesine bir takdiri uygun görmüşse, muhakkak ki gölgeleri bizim yanımızda olacaktır.”

Vearis’in gölgeleri, çoktan savaşmaya hazır gibi etrafa dağılmaya başladığında, varlığından kaçan her bir iblisin artık ava dönüştüğünü anlayabiliyorsun. Zihninde bir kez daha varlık bulmuş olan Nuemsa’ya erişen sözlerin, yüzünü göremesen bile O’nda bir tebessüm yarattığını görebiliyorsun. Bedenini saran pembe parıltılar arttıkça, daha çok Nuemsa’yı hissediyor ve Nuemsa’yı hissettikçe daha çok parıldıyorsun… Ve tüm bu parıltıların eşliğinde, gözlerin çoktan bir tepenin üstünde hükümdarlığını süren iblise takılıyor… Tüm olan biteni, ait olduğu yerde izleyen Karrass, artık kaçınılmaz olanı göğüslemek ister gibi usulca yerinden kalkıyor… Aranızdaki yüzlerce metreye rağmen, o ilk andaki bakışlarının yerini alan hırsı, vücudunu saran dinginliği kavuran ateşi… Bir ejderhanın saf nefretini…


“Yaşattıkların olmasaydı, şu an burada olmamız da imkansız olacaktı Gadiel… Sadece ilerle! Kudretim ne derece damarlarına akar bilemem… Bir kez daha yanında savaşabilir miyim, bilemem! O yüzden, hala birlikteyken eksik kalan kısmı tamamlayalım!”
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Gadiel
Aclanian Aludir
Aclanian Aludir
Posts: 198
Joined: 05 Jun 2023, 02:04

15 Oct 2024, 12:08

Sessizce yükseldi umudun çığları, kalbimin derinliklerinden fışkıran bir çağlayan gibi, göğe uzandı. Gözlerimle değil, ruhumla gördüm o yükselişi; doğruluğun ve yanlışlığın silindiği, tüm sınırların eridiği bir âlemdi bu. Artık neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmiyordum—çünkü bu dünya, gerçeğin ötesinde bir düşten ibaretti.

Nuemsa... Her bir zerresini, her bir fısıltısını iliklerine kadar hissettiğim varlığı, kalbime sonsuz bir huzur serpiyordu. Zaman, sanki onun etrafında dururmuş gibi geldi bana; bir anda kayboldu o acımasız akış, kalbimde yankılanan o ince ama kudretli huzur ile. Onun varlığı, bir meltem gibi yavaşça içimde esip her bir boşluğumu doldurdu, yaralarımı sararken bana dünyaların ötesinde bir anlam getirdi.

Her anısı, her izi kalbimde çiçek açan bir bahçeye dönüştü; dallar, gökyüzünü delip geçen kudretli ağaçlara dönüştü. O bahçede, her yaprakta, her çiçekte Nuemsa'nın dokunuşunu hissediyordum. Sanki gökkuşağının ışıkları, onun nefes alışverişiyle göğü renklendirdi. O an anladım; onunla var olan her şey, gerçeğin ötesinde, sonsuzluğun dokusundan dokunmuştu.

Bu sessiz yükseliş, kalbimin derinliklerine kök salmış bir umut ağacının filizlenmesiydi. Ve o ağacın dalları, gökyüzüne uzanırken beni sonsuzluğun kollarına bıraktı.

Sonra, sesini duydum. O ses... İlk yankısı ruhumda çiçek açtı, gizli yaralarıma şifa oldu, yavaşça içimde yankılandı. Nuemsa’nın sesi, dünyanın tüm ağırlığını silip süpürdü; önce ruhumu iyileştirdi, sonra sözleriyle gözlerimi açtı. Ve o an, bu yeni dünyada gördüğüm ilk şey, Karras’tı. İnsan bedenine hapsolmuş bir ejderhanın içindeki devasa kudreti ve bitmek bilmeyen gururu gözlerimin önüne serildi.

Karras, her şeyden üstün olduğu yanılgısına kapılmış bir hükümdar gibi, gözlerini tekrar üzerime dikti—sanki kaderimi belirlemek onun ellerindeymiş gibi. Metrelerce uzakta olsa da, sanki nefesiyle tüm havayı dolduruyor, her anında gururunu ilan eden o küçük insan bedenine sıkışmış devasa varlık, kendini saklamaktan asla çekinmiyordu. Üzerime düşen gölgesi, varlığının ağırlığını hissettirdi, ve o sessiz meydan okumada, bir kez daha beni sınamaya niyetliydi. Karras'ın kibirli bakışları, ruhumda yankılanan Nuemsa’nın huzuruna tezat oluşturuyordu—sanki karanlıkla ışığın sonsuz mücadelesi bir kez daha başlamıştı.

Ama karanlık olan bendim.

Her bir adımımla bu karanlığa daha fazla yaymak istercesine ilerledim. Beni güvenle sarmalayan o karanlığın, tüm dünyayı güvenle sarmasını arzuladım.

“Gidelim Nueamsa, yaşanması gerekeni yaşamak için!”

İlerledim Karras’a doğru.

Vücudumda hissettiğim o gücü, kaynağından daha fazla çekebilmek için yoğunlaştım.

"Karras! Ordunla aramızdaki engelleri aştık. Bir zamanlar bu mücadeleye canlarını koyan tüm Aludirler'in ve insanların ruhu da bizimle burada, bu savaşın ortasında. Eğer kaderin senin için ördüğü yol buysa, eğer gururun seni buna sürüklüyorsa, o halde kaderin çarkları arasında çarpışalım! Ne olursa olsun, bu yolda sonuna kadar savaşacağız."

Tüm gücümü bir noktada topladım, içimde fokurdayan enerjinin ilk kıvılcımını hissettiğim o an, dünyanın geri kalanını unuttum. Gücün titreşimi, bedenimde bir yıldırım gibi dolaştı, sanki damarlarımda akan kan değil, saf bir iradeydi. Ve sonra, o güç dilime aktı, sözcükler, gecenin karanlığını yaran bir fısıltı gibi döküldü dudaklarımdan. Her kelime, karanlığı delen bir bıçak gibiydi, ruhumun en derin köşelerinden gelen bir yankı, evrenin sessizliğinde yankılanan bir tınıydı. O an, sadece ben ve kelimelerim vardı, göğe yükselen, doğayı iradesiyle bükmeye kararlı bir kudret gibi.

“DOĞANIN YARGISI!”

Zeminden fışkıran kökler, Karras ile aramda bir kalkan, bir mesafe yaratmak için kullanılacaktı. Bu defa, zehirden arındırılmışlardı, saf bir savunma niyetine bürüneceklerdi, ancak etkili kullanabilmek adına sayıları kısıtlı olacaktı. Dört kök... Şimdilik yeterli görünüyordu, içgüdülerim böyle fısıldıyordu. Bu kökler, birer kamçı ya da mızrak gibi şekillenecekti; uzaktan bakıldığında, ahtapotun kollarını andıran bir görüntü sergilileyeceklerdi—her birinin ucunda belirsiz bir tehdit yatacaktı.

Karras menzilime girdiği an, bu kollar, birbirini izleyen delici darbelerle ona doğru saldırmaya başlayacaktı. Fakat her saldırı, bir öncekinden farklı bir rota izleyecekti; köklerin hareketi öngörülemez olacaktı, kaosun kendisinden doğan bir ritimle, her darbede farklı bir açıdan Karras’ı bulacaklardı. Amaç basitti: Mesafeyi korumak ve Karras’ın kudretini tartmak. Bu, bir savaştan ziyade bir sınavdı; doğanın Karras'a bir testiydi aynı zamanda benim sabrımı ve stratejimi Karras’ın gururuna karşı ölçen bir denemeydi.
Image
KARAKTER
KÜNYE
İsim: Gadiel (Gad’iil)
Cinsiyet: Erkek
Yaş: 25
Boy: 1.72
Kilo: 70
Sınıflar: Sezici - Dengeli - Elementalist
İtibar: 7
Mevcut GP/AGP/İGP: AGP 10 / İGP 5
Mevcut Para: 3.000 Aclania Pulası

PROFİL
Güç: 7
Dayanıklılık: 7
Çeviklik: 7
İrade: 16
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 10
Hakimiyet: 8
Mevcudiyet: 4

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
İBLİS
KÜNYE
İsim: Nuemsa (Hırçın Çocuk)
Cinsiyet: Kadın
Boy: 172
Kilo: 26
Tür: Peri
Yatkın Olduğu Teknik Sınıfı: İllüzyon
Yatkın Olduğu Element: Işık – Doğa (Elemental)
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 7
Güç: 4
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 4
Arun: 13
Duren: 13
İrade: 5

YETENEKLER
Çaresiz Haykırış

TEKNİKLER
Kutsal Boynuz (A seviye)
Kör edici Işık (C seviye)
Peri Dokunuşu (D seviye)
Öfkeli Peri (C seviye)
Doğanın Yargısı (A-rank / Karakteristik teknik)

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
Locked

Return to “Alamara Şehri”