Ağzında tuttuğun kılıcı hızla eline doğru düşürüp kavrarken, bir yandan da üzerine gelmekte olan iblisin iki kılıcından kurtulmak için soluna doğru sıçramayı planlıyorsun. Bu hamlendeki en büyük sıkıntı, savrulan bedenini durdurmanın sana anlık da olsa bir vakit kaybı yaratacak olması oluyor. Nitekim bedenini yere indirdiğin anda, iblisin kılıçlarıyla neredeyse burun buruna gelmiş olman, sıçrama hamleni hızla yapman gerektiğini anlatmaya yetiyor. Bacaklarına topladığın anlık bir güç ile yerinden sıçradığın anda, kılıçların muntazam bir kesikle ayırdığı saçlarının süzülüşüne bakıyor ve kılıçların suratında bıraktığı rüzgar esintisine maruz kalıyorsun. Üçüncü bir göz için görsel anlamda ziyadesiyle keyifli olacak bu görüntüye rağmen, ruhundaki dar boğazın giderek artmasıyla odağını tek kılıcıyla kalan iblise çevirebiliyorsun. Bu aşamada elindeki kılıçla Vybukh’un tekniğini uygulamaya karar kılsan bile, kılıcın büyüklüğünü göz önüne aldığında tekniği tam anlamıyla uygulayabilmen için birkaç saniyeden fazlasına ihtiyaç duyduğunu hissedebiliyorsun. Bu nedenle, sıçraman esnasında mümkün olduğunca enerjiyi kılıca yüklemenle birlikte, onu tam da tahmin ettiğin üzere sana daha da yaklaşmış olan tek kılıcı kalan iblise fırlatıyorsun!
Fırlattığın kılıcın akıbetini beklemeden yeni bir sıçrama hamlesi yapmak istediğin esnada, vücudunun halen havada olmasıyla bunun imkansız olduğunu anlayabiliyorsun. Ancak komutların bacaklarına çoktan ulaşmış olmasıyla birlikte bedenine odaklandığında, adeta havadaki görünmeyen bir basamaktan güç alarak zıplama hamlesini yapabilmiş olduğunu fark ediyorsun. Bir anda Qen ile ilgili genel geçer bilgiler aklının ucundan geçip giderken, Aludirlerin havada durma ve yürüme gibi aksiyonları yapabildiklerini anlattıkları o sıkıcı anlar kafanda can buluyor. O zamanlar belki burun kıvırarak, belki de esneyerek dinlediğin bu bilgilerin, şu an bu şekilde ortaya çıkması belki de seni hayata tutunduran şey olur. Zira sıçrama hamlenden hemen önce iki kılıçlı iblisin çoktan sana doğru dönmüş ve harekete geçmek için hazırlanmış olması, basit sıçrama hamlenle olası kötü senaryoların şimdilik önüne geçtiğini gösteriyor. Nitekim, bu sıçrayışına kuyruğunu da eklediğin esnada, hissettiğin ufak bir patlama sesiyle bakışların istemsizce kılıcı fırlattığın yöne dönüyor. Havadaki toz parçaları görüşünü epey sınırlandırmışken, oluşan patlamanın etkisinin pek de fazla olmadığını anlayabiliyorsun. Bununla birlikte kılıcın havadaki dönen parçalarıyla, bu patlamanın havada gerçekleştiğini de anlayabiliyorsun. Bu haliyle fırlattığın kılıcın iblis tarafından yerden yukarıya yapılan bir hamleyle karşılandığını ve bu esnada patlamanın gerçekleştiğini anlayabiliyorsun.
Bedenin havadan yere inip, ani bir saldırıya karşı koyabileceğin bir mesafede durduğu anda, kendini iki kılıcı olan iblisin 10 metre kadar ilerisinde olduğunu ve tek kılıçlı iblisin de aşağı yukarı aynı mesafelerde sol tarafına düştüğünü görebiliyorsun. Aralanan toz bulutlarıyla birlikte, tek kılıçlı iblis görüş açına tam olarak girdiği anda, bedeninin sağ göğüs kısmının üstüyle omuz kısmında deforme bir görüntünün oluştuğunu ve buradan cılız bir şekilde metalik renkteki kanın aktığını görüyorsun. Bu görüntüye rağmen iblisin duruşunda herhangi bir değişiklik olmaması, oluşan yaralanmaya rağmen saldırının pek de etkili olmadığını sana anlatmaya yetiyor. Tam bu esnada bir anda Mozumar’ın“Fevkalade!”diyen sesi kulağına ilişirken, bakışlarını dövüşün başından beri konumunu koruyan Mozumar’a çeviriyorsun. Göz göze geldiğin Mozumar’ın dalgalanan aurasının bir şeylerin habercisi olduğunu kavramanla birlikte, vücudun olabildiğince gergin bir hal alıyor. Mozumar ise bakışlarını gözlerinin içine kadar dikmiş bir şekilde dururken“Bir komutan sadece askerlerinin nasıl savaştığını izlemez veya onlara nasıl savaşacaklarını anlatmaz… Onlara, savaşacakları en uygun pozisyonları da belirler!”diyor. Bu sözlerinin ardından Mozumar’ın gözleri cehennemi andıran bir kızıllıkla parlarken Mozumar“Vadedilmiş Topraklar!”diyor!
Mozumar’ın ağzından çıkan cümlelerle birlikte, bir anda ardından gelen koca bir kızıllık, adeta kemiklerini bile eriten bir ısıyla üzerine gelmeye başlıyor! Kızıllık Mozumar’dan aldığı tüm kudretiyle yayılmaya başlarken, önüne geçen her şeyi tam anlamıyla yok ettiğini ve ardında dipsiz bir karanlık bırakmaya başladığını fark edebiliyorsun. Sadece göz açıp kapayıncaya kadar kızıllığın içinde kendini kaybettiğinde, bastığın toprağın bile eriyip gidebileceğini düşünüyorsun. Ne var ki, kızıllık üzerinden hızla geçip gittiğinde, kendini tamamen karanlığın içinde buluyorsun! Her ne kadar karanlığa alışkın biri olsan bile, bu kez içinde bulunduğun karanlıkta ne bir dalgalanma görüyorsun ne de başka bir varlığa ait iz… Gözlerin, yerlerinden fırlarcasına dönerek seni hayatta tutacak en ufak bir ayrıntıyı dahi yakalamak ister gibi hareketlenirken, karanlığın içinde beliren iki parlak beden ile savaştığın iblisleri görüyorsun. İki iblis, aynı fiziksel yapılarını korusalar bile, bu kez çok daha ağır bir aurayla üzerinde baskı kurmaya başlarken, her iki iblis de aranızda 15 metre kadar mesafe kala oldukları yerde duruyor. Tam bu esnada ise, Mozumar’ın karanlıkta yankılanan ve kaynağını kestirmenin mümkün olmadığı sesiyle“Artık gerçek savaş meydanındasın insan… Ve artık… Sen de… Fethedilebilirsin!”diyor. Mozumar’ın bu sesi, iki iblis için adeta bir savaş çağrısı gibi oluyor ve auralarının birkaç kat daha arttığını hissedebiliyorsun. Kendi yaşadığın deneyimleri göz önüne aldığında ise, tüm bu aura artışının sonuçlarının ne olabileceğini de aşağı yukarı kestirebiliyorsun.
Fırlattığın kılıcın akıbetini beklemeden yeni bir sıçrama hamlesi yapmak istediğin esnada, vücudunun halen havada olmasıyla bunun imkansız olduğunu anlayabiliyorsun. Ancak komutların bacaklarına çoktan ulaşmış olmasıyla birlikte bedenine odaklandığında, adeta havadaki görünmeyen bir basamaktan güç alarak zıplama hamlesini yapabilmiş olduğunu fark ediyorsun. Bir anda Qen ile ilgili genel geçer bilgiler aklının ucundan geçip giderken, Aludirlerin havada durma ve yürüme gibi aksiyonları yapabildiklerini anlattıkları o sıkıcı anlar kafanda can buluyor. O zamanlar belki burun kıvırarak, belki de esneyerek dinlediğin bu bilgilerin, şu an bu şekilde ortaya çıkması belki de seni hayata tutunduran şey olur. Zira sıçrama hamlenden hemen önce iki kılıçlı iblisin çoktan sana doğru dönmüş ve harekete geçmek için hazırlanmış olması, basit sıçrama hamlenle olası kötü senaryoların şimdilik önüne geçtiğini gösteriyor. Nitekim, bu sıçrayışına kuyruğunu da eklediğin esnada, hissettiğin ufak bir patlama sesiyle bakışların istemsizce kılıcı fırlattığın yöne dönüyor. Havadaki toz parçaları görüşünü epey sınırlandırmışken, oluşan patlamanın etkisinin pek de fazla olmadığını anlayabiliyorsun. Bununla birlikte kılıcın havadaki dönen parçalarıyla, bu patlamanın havada gerçekleştiğini de anlayabiliyorsun. Bu haliyle fırlattığın kılıcın iblis tarafından yerden yukarıya yapılan bir hamleyle karşılandığını ve bu esnada patlamanın gerçekleştiğini anlayabiliyorsun.
Bedenin havadan yere inip, ani bir saldırıya karşı koyabileceğin bir mesafede durduğu anda, kendini iki kılıcı olan iblisin 10 metre kadar ilerisinde olduğunu ve tek kılıçlı iblisin de aşağı yukarı aynı mesafelerde sol tarafına düştüğünü görebiliyorsun. Aralanan toz bulutlarıyla birlikte, tek kılıçlı iblis görüş açına tam olarak girdiği anda, bedeninin sağ göğüs kısmının üstüyle omuz kısmında deforme bir görüntünün oluştuğunu ve buradan cılız bir şekilde metalik renkteki kanın aktığını görüyorsun. Bu görüntüye rağmen iblisin duruşunda herhangi bir değişiklik olmaması, oluşan yaralanmaya rağmen saldırının pek de etkili olmadığını sana anlatmaya yetiyor. Tam bu esnada bir anda Mozumar’ın“Fevkalade!”diyen sesi kulağına ilişirken, bakışlarını dövüşün başından beri konumunu koruyan Mozumar’a çeviriyorsun. Göz göze geldiğin Mozumar’ın dalgalanan aurasının bir şeylerin habercisi olduğunu kavramanla birlikte, vücudun olabildiğince gergin bir hal alıyor. Mozumar ise bakışlarını gözlerinin içine kadar dikmiş bir şekilde dururken“Bir komutan sadece askerlerinin nasıl savaştığını izlemez veya onlara nasıl savaşacaklarını anlatmaz… Onlara, savaşacakları en uygun pozisyonları da belirler!”diyor. Bu sözlerinin ardından Mozumar’ın gözleri cehennemi andıran bir kızıllıkla parlarken Mozumar“Vadedilmiş Topraklar!”diyor!
Mozumar’ın ağzından çıkan cümlelerle birlikte, bir anda ardından gelen koca bir kızıllık, adeta kemiklerini bile eriten bir ısıyla üzerine gelmeye başlıyor! Kızıllık Mozumar’dan aldığı tüm kudretiyle yayılmaya başlarken, önüne geçen her şeyi tam anlamıyla yok ettiğini ve ardında dipsiz bir karanlık bırakmaya başladığını fark edebiliyorsun. Sadece göz açıp kapayıncaya kadar kızıllığın içinde kendini kaybettiğinde, bastığın toprağın bile eriyip gidebileceğini düşünüyorsun. Ne var ki, kızıllık üzerinden hızla geçip gittiğinde, kendini tamamen karanlığın içinde buluyorsun! Her ne kadar karanlığa alışkın biri olsan bile, bu kez içinde bulunduğun karanlıkta ne bir dalgalanma görüyorsun ne de başka bir varlığa ait iz… Gözlerin, yerlerinden fırlarcasına dönerek seni hayatta tutacak en ufak bir ayrıntıyı dahi yakalamak ister gibi hareketlenirken, karanlığın içinde beliren iki parlak beden ile savaştığın iblisleri görüyorsun. İki iblis, aynı fiziksel yapılarını korusalar bile, bu kez çok daha ağır bir aurayla üzerinde baskı kurmaya başlarken, her iki iblis de aranızda 15 metre kadar mesafe kala oldukları yerde duruyor. Tam bu esnada ise, Mozumar’ın karanlıkta yankılanan ve kaynağını kestirmenin mümkün olmadığı sesiyle“Artık gerçek savaş meydanındasın insan… Ve artık… Sen de… Fethedilebilirsin!”diyor. Mozumar’ın bu sesi, iki iblis için adeta bir savaş çağrısı gibi oluyor ve auralarının birkaç kat daha arttığını hissedebiliyorsun. Kendi yaşadığın deneyimleri göz önüne aldığında ise, tüm bu aura artışının sonuçlarının ne olabileceğini de aşağı yukarı kestirebiliyorsun.




