Kararan Karanlığın Karartıları (1. Kısım) | Dina

User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

29 Aug 2024, 14:42

“Kimisi bir nefeste…”


Karşında duran ve Mozumar olarak bilinen, nam-ı diğer Başıboş Kral’a karşı konuşmaya başlıyorsun. Cümlelerin ağzından, keskin bir zehirli oktan beter bir şekilde çıkıyor ve savurduğun her bir kelimeyle onlarca ok doğrudan hedefine, Mozumar’a saplanıyor! Ne var ki, karşındaki iblisten duyduğu hiçbir acıyı, öfkeyi veya mutsuzluğu sezemiyorsun. Bunun kendi yetilerinle ilgisi olmayan bir durum olduğunun bilincinde olduğunda, esasen sözlerine karşı Mozumar’ın tepkisiz kaldığını anlıyorsun. Ancak bundan öte, esas odağın zihnin, oradaki karanlık ve Vybukh oluyor. Gözlerinin önünde alevlerle yıkıma teslim olmuş bir şehrin kaderi, yok etmeye hazır bir iblis ordusu ve iblislerin arasında bile kudretiyle nam salmış bir iblis dururken, artık tüm bu görüntülerin silinmeye başladığını fark ediyorsun. Sanki ruhun, bedenini isterik bir terk edişle müjdesini saçmaya başlıyor karanlığına… Ve bu karanlık, onca aleve, yıkıma ve kudrete rağmen giderek daha da seni sarmalamaya başlıyor. Sanki her şeyin bir anda çözüldüğü ve her çözümün bir kara deliğe savrulması gibi… Birkaç nefes alışverişi sonrası ise, artık ne yer ne de gök kalıyor geriyor. Tıpkı ne karanlığın ne de aydınlığın olmadığı gibi… İsminden önce doğan karanlığın varlığını bahşedişinin ardından, bu kez karanlığın anlamlandıramadığın bir kudretle savrulduğunu seziyorsun sadece. Tıpkı arzularının gerçeğe döndüğü o kutlu ana erişircesine… Hükmün evrenin dört bir yanına ulaşmışçasına… Ve tek bir lokmada yutulup sindirilmeye bile ihtiyaç duyulmaz gibi… Yokluk ve varlıktan ari bir suretle…


“Kimisi bir bakışta…”


İçine savrulduğun düzlemde, ne bir isme ne de bir bedene muhtaç hissediyorsun kendini. Bir anda kendini, varlık bulan tüm düzlemlerin, evrenin ve varsa ruhların aleminin bile üstünde hissediyorsun. Karanlık, artık istemsiz bir bakışınla bile yırtılmaya başlarken, oluşan bu yeni manzarayı insan doğanla tasvir etmen mümkün olmuyor. Sanki hem her şey hem de bir hiçbir şeymişsin gibi… Her bir varlığı sezerken, her bir varlığın da kudretine boyun eğişini vahşi bir kahkaha ile izler gibi… Bir an için bile olsa, sahip olduğunun görünün evrilmesi olarak yorumladığın bu durum karşısında, bu ana kadar görüye dair tecrübelerin ile bunun bambaşka olduğunu anlayabiliyorsun. Yaşadığın bu anın hepsinden çok daha tatmin edici ve kudretli olduğunu hissedebiliyorsun. Tüm bunları anlatmaya sadece tek bir kelimenin yeteceğine, ancak o kelimeyi yazacak binlerce sayfaya ihtiyacın olduğunu idrak etmek, zaten parçalanmış realiten içerisinde seni büsbütün sersemletiyor. Tıpkı her şeye sahip, ancak hiçbir şeyin yok gibi…


“Her şeyi bilir sanır, hiçbir şeyi bilmezken…”


Vybukh’a attığın son bakışların, uykusundan önce dinlediği sahipsiz bir masaldan farksız hissettirirken, onun kaynayan vahşetinin ruhuna akışını hissedebiliyorsun. Bu akış, anlamsızlığın en büyük anlam olduğu varlığını şuursuzca kızıla çalmaya başladığında, bedeninin hareket etmeye başladığını fark ediyorsun. Kendine ait olmayan ancak kendi hükmündeymiş gibi hissettiren bedeninin her bir adımını, yeri titreten bir kudretle selamlıyorsun. Her bir adımın, yeni bir yıkım ve yeni bir doğuşu müjdelerken, kudretini tüm bunları bahşeden ve bunların üstünde olan gibi hissediyorsun. Adımlarının altında parçalanmış onlarca cesede, her bir adımının bir bahşediş olduğunu… Ve bir anda, adete tüm parçalanmış bedenlerden yükselen şanlı bir melodi ile müjdeleniyor ruhun. Kızıla boyanan tablonun tek eksik parçası tamamlanmış gibi…


“Ve insan, kurtulduğu insanlığından daha üstün bir mertebeye terfi eder…”


Mozumar ile arandaki mesafe, sahip olduğun kudretle birlikte önemsizlikten başka bir şeyi ifade etmezken, her şeyi görebilen gözlerin sadece zırhında açık bir nokta aramaya başlıyor. Mozumar’ın zırhı, en ufak dokusuna kadar gözlerinin önüne serilirken, neredeyse bu dokular arasında bile en ufak bir boşluk olmadığını görüyorsun. Mozumar’ın etten kemikten değil, zırhtan kemikten bir iblis olduğunu bu sayede rahatlıkla anlayabiliyorsun. Mozumar’ın tüm bu görüntüsünün altında, onun da sadece bir iblis olduğunu anladığın gibi… Bu haliyle keskin dişlerini sapladığın anda, Mozumar’ın zırhından koca bir parça koparabileceğini hissediyorsun. Bir başka sonsuz senaryonda pençelerinle göğsünü parçaladığını ve bir diğerinde ise, kuyruğunu bir kırbaç gibi savururken bedenini ikiye ayırdığını… Tüm bu hisler, anlık olarak duraksamana neden oluyor. Zaman kavramının anlamsız olduğu bu boyut içerisinde, kendi bedenini çoktan bırakıp gitmişken tüm düşüncelerinin Vybukh’a özgü uzuvlarla dolu olması derin bir anlamsızlığa itiyor varlığını. Oysa bu ana kadar her bir yaşananın “Dina” ismine ait olduğu konusunda hiçbir tereddüdün olmuyor. Varlıkla hiçlik arasında sıkışan ruhun, buna rağmen kızıla hükmetmekten geri durmuyor… Ruhun, tüm bu anlamsız girdabın içerisinde nereye savrulacağını görmek adına hep daha uzağına gidiyor. Ne uzansan tutabileceğin ne de baksan görebileceğin, anlamsız ve boş bir uzağa…


“O an geldiğinde, geriye kalan sadece yıkımın kendisidir…”



Varlığın, Vybukh’un varlığı altında sindirilip gitmeye başlarken, bunun makus bir talihten ötesi olup olmadığını sorgulamaya başlıyorsun. Birkaç saniye öncesine kadar her şeye kadir olan varlığının giderek Vybukh tarafından yok edilmesi, tüm kızıllığın bir anda sonsuz bir karanlığa evrilmesine neden oluyor. Neredeyse bir renk cümbüşü gibi düzensiz ve paramparça bir düzlem, tüm bu karmaşanın içerisinde seni dehşetle selamlıyor. Daha önce tatmadığın, hissetmediğin her türden yok oluş varlığının anlamı haline gelmeye başlıyor. Varlığını terk eden ruhunun çırpınışlarının acı feryatları kulağına dolarken, tek dileğin kulaklarının bir an önce sağır olması oluyor. Gözlerin, gözyaşları yerin kan damlatmaya başlarken, kör olmanın ne denli bir lütuf olduğunu hissediyorsun. Naçar bedeninin pompaladığı kanın zifiri karanlığı, artık var olmamanın nasıl bir hediye olduğunu anlamanı sağlıyor. Kudretin acizliğe, varlığın ölüme sürüklenmiş gibi…


“Ve insan, işte o anda gerçek bir Aludir olduğunu anlar.”





“Aludir… Bir insandan öte… Bir iblisten kudretli… Tıpkı bir… İmparator gibi.”





“Ancak kudretsiz bir İmparator, sadece bir insandan ibarettir. Ne ötesi ne berisi…


...


Gözlerini açtığın acı, sanki bir anlığına yaşadığın tüm duyguları zihninden silip atmaya çalışıyor. Bu acı vücudunu öyle kontrol altına alıyor ki, hiçbir uzvun hareket etmiyor. Görüşün içerisinde, Mozumar ile yanındaki iblisler ile Vybukh olduğunu seçebilsen bile, mevcut bulanıklık hali kimin kim olduğunu söylemeni bile zorlaştırıyor. Parmak uçlarındaki titremeler tüm bedenini zangır zangır ele geçirmeye başlarken, ilk çözülen uzvun bacakların oluyor. Bir anda gerginlikten çıkıp boşalan bacaklarına hükmün geçmiyor ve kendini bir anda yerde buluyorsun. Tüm o hissettiklerinden sonra içine düştüğün bu aciz durum, zihninin sana kalan ufak bir kısmındaki öfkeyi beslemeye başlarken görüşün de yavaş yavaş gelmeye başlıyor. İlk önce birkaç adım ötenden duran Mozumar’ı, ardından Mozumar ile aranda duran Vybukh’u görüyorsun. Gözlerin Vybukh’un sırtını görse bile, sanki bir anda birkaç saniye önce yaşadığın her bir hissi, katbekat acı bir tatta hissediyorsun. Görüşün düzelmeye devam ettikeç, Mozumar’ın yanındaki diğer dört iblisi de seçebilmeye başlıyorsun, Vybukh’un sağ ve sol tarafında ikişerli olarak sıralanmış halde. Ve tüm kızıllığı ile seni selamlayan göğün altında, Vybukh’un çenesinin altından girip kafasının üstünden çıkan yoğun bir şekilde kızıla boyanmış iki parlak kılıç ile göğüs kısmının önünden girip sırtından çıkmış yoğun bir şekilde kızıla boyanmış başkaca iki parlak kılıcı görüyorsun! Vybukh’un iki yana düşmüş kolları ve savrulmayı bırakmış kuyruğuna gözün iliştiğinde, Vybukh hala ayakta gibi görünse bile, onu ayakta tutanın bedenini delip geçen koca kılıçlar olduğunu anlayabiliyorsun. Kılıçlar, göğü tiksindiren en melun sesleriyle Vybukh’un bedeninden çıktığında ise, Vybukh Mozumar’ın ayaklarının dibine yığılıyor sadece… Ne bir hırıltı ne de bir öfke hissediyorsun Vybukh’tan gelen… Sessizlik ve yaralarından yere akan yoğun kızıl kan…

Gözlerin Vybukh’un hareketsiz bedeniyle yüzleşmeyi sürdürürken, gerçekliği reddeden zihnin Mozumar’ın sesiyle dolmaya başlıyor. Mozumar “Bir kral olduğumu söyleseler de, sana bir kral olduğumu söylemedim insan… Ben sadece hükmeden bir komutanım. Safsataların İblis Lordu Vagror’un kudretine gölge düşürmez! Ve ben, Mozumar, İblis Lordu Vagror’un 11 Havarisinden biri olarak, onun emri altında olmaktan dolayı gurur duymaktan başka bir şey hissetmem. diyor. Bu sözlerinden sonra ayaklarının dibindeki Vybukh’un hareketsiz bedenine bir bakış atan Mozumar “Sense, fethedilmeye değmeyen bir çöpten ibaretsin.” diyor. Mozumar’ın bu sözlerinin ardından yanında bulunan dört iblis Vybukh’un yanından ayrılarak sana doğru ilerlemeye başlıyor. Bedenin, hala daha verdiğin komutları yerine getirmekten uzak bir haldeyken, üzerine gelen dört iblisin kılıçlarından akan Vybukh’un kanının, birazdan seninkine karışacak olmasını anlamak ise hiç de güç olmuyor.
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Dina
Posts: 158
Joined: 13 Nov 2022, 05:50

30 Aug 2024, 02:19

Gözü kara olan...

Şimdi mızrağını yere indirebilirdi. Yürüdüğü yoldaki çakılların birer kayaya, dikenlere ve sonrasında haşmetli alevlerle kaplı gürzlere döndüğünü görmüştü. Yüzünde artık baharın esintisi yoktu. Zaferini simgeleyen gülüşleri artık suratında yeşermeyecekti. Güzel suratındaki hiç bir ifade artık görmeye değer dahi değildi. Hiçlikte yüzdüğü saliseler diliminde amacı uğruna yaptığı hiç bir şeyi unutmadığını hatırladı. Bu dünyada gözünün kestiği her şeyi dilediğince yapabilecek olmanın bir lütuf olduğunu düşündü. Belki de hiç uyanmaması gerekiyordu. Geçmişini bir kez olsun dahi merak etmemişti. İçten içe hep bu dünyaya ait olmadığını biliyordu. Kalbindeki karanlığı dinlemeyi seçmişti. Ona her fısıldadığında, doğru olanın bu olduğunu biliyormuşcasına koşturmuştu. Kaderinin önüne serdiği kilimi toplamadan önce, kırıntıları temizlemeye başlamıştı. Şimdi ise ölümü düşünüyordu. Basit, beklenen ölümü. Etinin delinmesinden, kemiklerinin tuzla buz olmasından hiç korkmamıştı. Elinde güç olsaydı, aynısını yapacaktı karşısındakilere. O yüzden ölüm onun için sıradışı bir şey değildi. Bedeni artık yaşama refleksini göstermekten acizdi. Zihni ise hala düşünüyordu. Dipsiz kuyulardan çıkamıyor, eşeliyor, tırnaklarına toprak doldukça daha fazla eşeliyordu. Tırmanmaya çalıştığı dağın zirvesi git gide uzaklaşıyordu.

"Bekle! Bunu... Bunu benden alma... Ben... Ben farklıyım... En azından, farklıydım... Kanıt... Kanıtlayabilirim!"

Hayır. Dina kendisini farklı kılanın iradesi ve hedefleri olduğunu düşünürdü. Günün sonunda ise bu irade kokuşmuş bir metal yığını karşısında hiçti.

Bedeninden fışkıran kızıl parıltılar, adeta yeryüzünün sınırlarını zorlayan bir güneş gibi etrafını sararken, Dina içindeki tanrısal kudreti her hücresinde hissediyordu. Her nefesinde, damarlarından akan kan ateşin özünü taşırmışçasına yanıyor, ruhunun derinliklerinde patlayan şimşekler, gözlerinde alev alev parlayan bir azim olarak dışa vuruyordu. Zamanın ve mekânın ötesine taşan bu kudret, Dina'yı ölümün bile boyun eğdiği bir varlığa dönüştürmüş, onu tanrılarla eş bir makama yüceltmişti. Ne kadar vahim... Ne kadar insanlık dışı... Halbuki o bir insandı. Şimdi kendine bir imparator mu demeliydi? Ayaklarının altında ezilen toprak, onun her adımında yankılanan kudretin bir yankısı, gökyüzünde titreşen yıldırımlar ise bu efsanevi gücün birer nişanesiydi. Kızıl parıltılar, yalnızca bedenini değil, ruhunu da sararak onu bir ölümlü olmaktan çıkarmış, varoluşun kendisine meydan okuyan bir kudret haline getirmişti. Gözleri, savaşın karmaşasında birer kızıl alev gibi parlıyor, düşmanlarına ölümün soğuk nefesini hissettiriyordu. Dina'nın içindeki güç, zamanın ötesinden gelen bir çağrı gibiydi; ona, kaderini kendi elleriyle yazma yetisini bahşetmiş, zaferin kaçınılmazlığını iliklerinde hissettirmişti. Artık o, bir savaşçı değil, savaşın bizzat kendisiydi.

Bir imparator değildi. Ölümü kendi kapısına hediyelerle buyuran cesur bir kızdı sadece.

Dina hayallerinin ölümle tanışacağı günün geleceğini biliyordu. En azından bir şeyleri başarabilmiş olsa, eğlencesi bu kadar yarım kalmış hissetmezdi. Kaçmayacaktı. Kaçamazdı da. Kendisini öyle bir noktaya getirmişti ki... Kaçamayacak kadar uzaktı artık. Bir fırsatı olsa, zamanı geriye alabilecek olsa dahi bunu yapmazdı. Zamanın olduğu gibi akmasını isterdi. Bu şekilde ölmek, artık korkutucu gelmiyordu ona. Ölümü daha önce kucaklamıştı Vybukh. Gözlerini ona çevirdiğinde pek bir şey hissetmedi. Hissetmeyi de beklemiyordu. Belki daha kudretli olsa, daha güçlü olsa işler değişirdi... Ancak böyle işlemiyordu. İblisinin kudreti, kendi kudretsizliği ile şekilleniyordu. Ona hükmedebildiği kadar vardı o. En azından bir konuda mutluydu. Vybukh ölüme hazırdı. Onun gibiydi temelde. Ölümü umursamazdı. Onun için eşsiz bir partner olabilirdi belki. Belki daha zeki ya da yetenekli olsa... Bu yalnızca ölümü biraz daha ertelerdi. Bir kaç gün... Bir kaç ay... Yıllar... Kaderin onu götüreceği yerde yine keskin metal onu delmek üzere bekleyecekti. Boynuna, göğsüne, kollarına saplanıp duracak ve en sonunda onu paramparça edecekti. Şimdi olduğu gibi.

"Bana göre ölüm; yaşamın en kaçınılmaz ve en derin gerçeği olarak, insan ruhunun derinliklerinde yankılanan bir fısıltıdır. Varoluşun gölgelerinde saklanan, bir kapı gibi aralanmayı bekleyen bu bilinmezlik, kimi zaman bir son, kimi zaman ise yeni bir başlangıç olarak tasavvur edilir. Ölüm, sadece bedeni değil, aynı zamanda insanın ruhunu da teslim alır; tüm yaşanmışlıkların, sevinçlerin, kederlerin, hayallerin ve hayal kırıklıklarının sonsuzlukta yankılanmasına izin verir. İnsanın ölümle yüzleşmesi, onun en büyük sınavıdır. Bu yüzleşme, çoğu zaman bir karanlık kuyunun dibinde yankılanan bir çığlık gibidir; boğuk, çaresiz ve bir o kadar da gerçektir. Ancak aynı zamanda, ölümün içinde saklı olan o derin huzur, tüm korkuları silip süpürür. Ruhun ağır yüklerinden sıyrıldığı, bedenin toprağa karıştığı, ve her şeyin bir sonsuzluk denizinde eridiği o an, ölümün gerçek yüzüyle karşılaşılır. Ölüm, yaşamın son perdesi, evrenin sonsuz tiyatrosunda bir veda selamıdır. Her insan, bu selamı vermeye hazırlandığı o an, bir kez daha yaşamın ne denli değerli olduğunu anlar. Ölüm, son değil, sadece bir geçiştir; zamanın sonsuz akışında, bir damlanın okyanusta kaybolması gibi..."

Hem kendisi, hem de iblisi için ne kadar da anlamlı kelamlardı bunlar. Nerede okumuştu... Belki de kendi yazmıştı. Gerçeklik ve zihninin ona sunduğu gerçeklik arasındaki farkı hiç bilemiyordu... Ona adam akıllı veda etmek isterdi belki de. Ne kadar ona acısa da, onu suçlasa da ona son kez seslenebilmek isterdi. Biraz daha kızdırabilmek isterdi onu... Diğer yandan, kaçmak gibi bir seçenekleri en başından beri yoktu. Vybukh asla ona saygı duymazdı. Dina hiç bir zaman kendisine saygı duymazdı. Etrafta kandırabileceği kimse yokken, Dina kendisini kandırmak için bir maske takamazdı. Yani zamanı geriye alabilseler, yine de kaçamazlardı. Diğer yandan... Savaşmadan, kelamları kılıç niyetine kuşanarak bu işi becerememişti. Bu işin içinden çıkmanın tek yolu buydu. Ölüme atılmak. Kaderi kucaklamak. Başka hiç bir seçeneği kabullenmezdi zira.

"Kaçamazdık... Zamanı geriye alsak dahi, gidemezdik. Bana asla saygı duymazdın. Kendime asla saygı duymazdım. Buraya ölmek için gelmiştik, başından beri. İçinde hiç pişmanlık olmadığını biliyorum. Bunun olacağını sen de benim kadar iyi biliyordun. O yüzden içim rahat. Keşke biraz daha eğlenebilseydin... Birbirimizi hiç sevmesek dahi, birbirimizi anlayabiliyorduk. Belki kısa süre sonra birbirimizi tekrar görebiliriz... Elveda, Vybukh."

Mozumar'ın metal gövdesini parçalayabileceğini, yırtıp ikiye ayırabileceğini hissetmişti. İsminin Dina olduğundan ne kadar eminse, Vybukh'un tüm kudretini bedenine hapsedip, öyle parladığından... O gücü yönlendirdiğinden... O güç ile neler yapabileceğinden o kadar emindi. Artık çok uzaktaydı. Kurduğu planların bir anlamı kalmadığında, zaten savaşmak için tek yolun bu olduğundan emin olmuştu. Yani hata yapmamıştı. Her şey olması gerektiği gibi ilerlemişti. Vybukh kaşla göz arasında düştüğü anda aklında ilk çığıran fikrin, hiç hoşuna gitmeyeceğini biliyordu. Mozumar da tıpkı Almazath gibi yüksek seviyeli bir iblisti. Dina'nın ne olduğunu iyi biliyordu. Bunu Aclania'daki kimse bilmiyordu. Eletha ve Azuldir biliyordu. Ona yaklaştığı her an, bir anlık da olsa iblisine bakmıştı. Dina'nın anlaması biraz geç olmuştu yalnızca. Vybukh ile o iblislerin arasındaki güç farkı inanılmaz bir boyuttaydı. Dina bu yola girmese, insani dürtüleri ve iblisinin yetenekleri ile karşı koysa dahi sonuç değişmeyecekti. Onun biçare yatan cansız bedenine bir kez daha baktı. Gözleri karanlıktan yeni yeni ayrılırken, gün de bir kez daha ayıyordu onun için. Az önce iblisinin yaşadığı tüm acıyı bütün bedeninde zangır zangır hissetmişti. Öfkenin ondan kalan tek miras olması ise üzücüydü. Zira artık ondan öfkeyi ve vahşeti sezemiyordu. Tüm öfkesini, açlığını ve barbarlığını bir daha geri dönmemek üzere götürmüştü. Bedeni ise kaskatıydı. Nasıl olduğunu bilemediği, anlayamadığı şekilde yerdeydi. Kalkmaya çalıştı. Bu esnada Mozumar'ın kelimeleri bir kez daha doluyordu, kan ile uğuldayan kulaklarına.

O gücü bir kez daha hissedebilmeyi dilerdi. Onun sonunu getiren dizginlenemez gücü. Hiç kontrol edemeyeceği, hiç bilemeyeceği o rüyanın devamını yaşamak isterdi. Artık vücudu ona ait değildi.

Burada ölümü kucaklayacağı anın geldiğini artık anlamıştı. Felsefik düşünmeyi severdi. Hayal kurmayı. O hayallerin içinde yaşamayı. Artık keyifsizdi oysa. Gidemezdi. Kaçamazdı. Söyleyeceği hiç bir şey onun fikrini değiştiremezdi. Yaşamı için yalvaramazdı. Farklı bir savaş taktiği mi denerdi... Hayır. Hiç bir şey işe yaramazdı. Bu senaryoda artık rolünü oynamış, sahneden çıkmayı bekleyen bir figürandı. Mozumar'ın kokuşmuş bedenini paramparça edemeden, varlığının sonlanacağını bilmek tek üzüntüsüydü. Oysa ölümle bir derdi olmamıştı hiç. Mozumar'a göre bir çöptü. Oysa bunu dilememişti hiç. Mozumar'ın bilmediklerine sahip oluşu, onu önemli kılmıyordu. Almazath ve Azuldir'in planı, bir şekilde bu plandaki rolü ve bunun için sağ kalması... Bir şekilde Eletha karşısında kazanabilmeyi umuuştu. Ama bu diyara olan yabancılığı karşısında direnememişti. Artık hakkında hiç bir şey bilmediği, bilmediği gibi kaderin koca bir hiç olduğunu gözleriyle gördüğü bu dünyaya veda edebilirdi. En azından bir kaç kelamdan sonra. Hala ayaklanmaya çalışıyordu. Nafileydi. Birazdan Vybukh'tan yayılan ve ayaklarının altını dolduran kan gölüne kendi kanı da karışacaktı. Keskin metaller bedenine saplanacak ve onu bu hayattan koparacaktı. Gitmeye hazırdı.

"Sa... S-Safsatalarım demek... Belki de haklısın. Ne olursa olsun, gerçeği b-biliyorsun... Derinlerde bir yerde, sen de hissediyorsun. O.. Onu... Vagror'u kurtarmanın bir yolu vardı. Ne y-yazık ki... Benimle birlikte.. y-yok olacak."

Gözlerini kapatmadan önce ona yaklaşan dört fedainin ne kadar yaklaştığına baktı. Hala ayaklanmaya çalışıyordu. Bunu başarabileceğinden şüpheliydi. Ne yaparsa yapsın hiç birine karşı bir şansı yoktu. Kendisini zorlasa, bedenini tekrar köpürtse... Dalgalar kıyılarına vursa zihninin. Her bir dalgada yaşam bulsa. Kızılın en zarif, ama en hırçın tonunu tekrar bir güneş gibi yaysa. Karanlığı ışık oklarıyla aydınlatırken gazabı tekrar getirmeyi umsa... Vybukh bir kez daha kükrese... Bu sefer, zafere gitse... Hepsi hayalden ibaretti. Ama denedi. Sanki o hala hayattaymış gibi... Kastı bedenini, hala güçlüymüş gibi. Her şey bir rüyaymış gibi. En azından bu hissiyatı seviyordu. Bunu yaparken ölürse, bir savaşçı gibi hissederdi. Mozumar'dan ne yanıt gelirse gelsin, direnerek ölecekti. Ona inanmayacak ya da sallamayacaktı. Zira az önce kurduğu cümleler kendisine ait değildi. Zihninde yankılanan sesin Eletha olduğunu biliyordu. Onun ruhunun derinlerine ulaşamamıştı. Yine de denemişti. Şimdi de deneyecekti. Silinip gitmeden önce, bedenini ölümü kucaklayan bir savaşçı gibi kasacak, sanki Vybukh tüm kudretiyle ayaktaymış gibi... Tüm fedaileri paramparça edecekmiş gibi... Hala zihni berrakmış gibi, bedeni hala onunmuş gibi.. Hayal edecekti. Başarmıştı çünkü. Gücü istemişti. Kaosu arzulamıştı. Hükmetmek istemişti. Bir kaç adım atmış, kaderinin ona sunduğu talihsiz ve karanlık yolda yürümüştü. Bu yolda ölüyordu şimdi de. Pişmanlığı yoktu.

"Ellerim... Ellerim ve dizlerimdeki yara izlerinin sebebini hala bilmiyorum. Yüzüm... Kollarım ve bacaklarım... Bir başkasınınmış gibi gelmişti bana hep. Aynaya bakarken giydiğim kıyafetler üzerime ne kadar oturursa otursun, benim değilmiş gibiydi hep. Kimdim, ne istiyordum... Nasıl bu yola girdim, hiç bilmiyordum. Gözlerimi açtığımda adımlayamamıştım. Yürümeyi öğrendim. Sonra konuşmayı.. Savaşmayı öğrendim. Ama arzulamayı hiç öğrenmedim. En başından beri biliyordum zira. İşte benim sonum bu oldu. Ne kadar acıklı... Keşke pişman olabilsem... Deli mi oldum ne? Bu dünyada ne istediğini benden daha çok bilen tek bir kişi dahi yoktu... Yalnızca gücü istedim. Bu diyara... Hayır, bütün diyarlara hükmedebilecek gücü istedim. İstemekle kalmadım, o gücü almak için koşturdum. Ama artık çok uzaktayım. Çok yorgunum. Aynada baktığım yüz... Bedenine iyi bakamadım. Beni affet ya da affetme, umrumda değil. İçimdeki o öfke dolu hırıltılı nefes... Artık sen de yoksun. Pek üzgün değilim. Bilirsiniz... Ben buyum. Ama bitti. Geldiğim karanlığa geri dönüyorum şimdi."

Üzerine koşturan hurdalara haykırdı. Ne söylüyor, ne çığırıyordu; kendisi dahi bilmiyordu artık. Önemi yoktu. Saldıracaktı. Kulaklarının sonsuza kadar sağır olacağı, gözlerinin mühürleneceği an gelmişti. Kendisini ölümün kollarına fırlattı. Gözlerini açtığı ilk anı anımsadı. O gün, kaderinin sonunu görmüştü oysa. Artık at nallarını duyamıyordu. Güneşten fersah fersah uzaktı. Mızrağını son bir kez kaldırdı.

Artık yoktu. At nalları, mızraklar ve güneşin usul ışıltısı.
Image
Karakter - Künye
Image
İsim: Dina
Cinsiyet: Kadın
Yaş: 21
Boy: 165
Kilo: 48
Sınıflar: Toplayıcı - Saldırgan - Elementalist
Mevcut GP/AGP/İGP: -
Mevcut Para: 9.550
İtibar: 6


Profil
Güç: 1
Dayanıklılık: 2
Çeviklik: 3
İrade: 6
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 4
Hakimiyet: 6
Mevcudiyet: 2

Ekipmanlar/Eşyalar
-
İblis - Künye
Image
İsim: Vybukh
Cinsiyet: Erkek
Boy: 2.25
Kilo: 217
Tür: Yaratık
Seviye: Razguk

Profil
Varlık: 5
Güç: 6
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 6
Arun: 7
Duren: 4
İrade: 5

Yetenekler
Element Yaratıcısı

Teknikler

Azgın Canavar - C Rank
Misket Bombası - C Rank
Kuyruk Kırbacı - B Rank

Ekipmanlar/Eşyalar
Bel Çantası
3 adet Cam Fanus
2 adet Yağ Matarası
40 adet Demir Bilye
User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

02 Sep 2024, 16:38

Vybukh’un vücudundan sızan kanlar ve sözlerin… Hiçbir surette ortak bir kaderde yer almayacak gibi duran bu iki şeyin, gözlerinin önünde aynı kefeye konulmasına şahitlik ediyorsun sadece. Ne akan kanların ne de sözlerinin bir önemi olmadığını… Belki de aldığını hatırladığın ilk nefesten beri, ilk defa bu kadar önemsiz ve bu kadar değersiz görüyorsun kendini. Mozumar, hükmünü yerine getirmiş olmasına rağmen, zafer bile denilemeyecek zayıflıkta bir savaştan galip ayrılan varlık edasıyla bakışlarını bedenindeki değersizlikle yüzleştirirken, aynı bakışları Vybukh’un hareketsiz bedenine de aktarması içindeki alevin harlanmasına neden oluyor.

Dina…

Doğmuşlardan Gözü Kara Olanı…


“Hesaplı yaşamak sana göre değilse bile, oynadığın kumarın hayatın olduğunun farkında mısın?”

“Yani… Normalde burada birilerinin kendilerini isimleriyle takdim etmesine alışık değilimdir. Ama Dina diyorsan, öyle olsun.”

“Demek bugünün tatlısı sensin!”

“Seninle tanıştığımıza memnun oldum Azuldir… Sizinle de sevgili bayan… Umarım bir daha karşılaşmayız.”

“Bu kez bir kaçış yolun yok gibi görünüyor. Peki sen sonuna hazır mısın vahşi iblisin efendisi!”

“Söylesene Dina… Senin gibi arı kovanına çomak sokmanın müptelası olmuş biri, kovan olmayı kabullenir mi?”

“Evine dön bakalım Dina… Burası epey karışacak ve tüm bu karmaşa içinde yok olup gitmeni istemem. Sonuçta bugün değilse bile, bir gün seni yok edecek olan kendim olacağım.”


Zihninde yankılanan bu cümlelerle birlikte, gözlerin Vybukh’un cansız bedenine bir kez daha takıldığında, aklına düşen soru işaretlerini bir kenara bırakarak yapman gerekenin ne olduğuna karar veriyorsun. Karşından gelmekte olan dört iblisin sana ölümden başka bir şey getirmediğini, Vybukh’un kanına bulanmış keskin bıçakların birazdan bedenini delip geçeceğini ve şanslıysan, ölüp gitmeden önce Mozumar’ın gözlerinin içine bakıp son bir kelamda bulunabileceğini biliyorsun. Buna rağmen, ruhun bir şekilde bu durumdan hiçbir rahatsızlık duymuyor gibi kanatlarını çırpmaya başlıyor. Kendini bir şekilde ölümün son olmadığına ikna etmiş bile olsan, ruhunun çoktan başka bir başlangıca kanat çırpması Dina’nın sonunu gösteriyor gibi duruyor. Uzuvlarındaki titreklik öfke ve arzuyla silinmeye başlıyor tam da bu anda. Ne var ki, tüm bu öfke ve arzunun muhatabının ne Mozumar ne de karşında gelmekte olan dört iblis olduğunu hissediyorsun. Karanlıkta açtığın gözlerinle birlikte karşılaştığı her bir çehre bu öfke ve arzundan nasibini alsa bile, en sonunda pirüpak ortada gezene, Dina’ya yöneldiğini fark ediyorsun. Ve artık, tüm iç seslerin ve zihnindeki anıların sesleri bu öfke ve arzuyla sonlanırken, saldırmak dışında bir seçeneğinin olmadığına kendini ikna ediyorsun. Karşında duran dört iblis kılıçlarını hunharca vücuduna doğru saplamak için hareketlenmişken, yapmayı planladığın saldırıyla bir hiç elde edeceğini bilecek olsan bile…


Ve kılıçlar…

İki tarafı keskin parlak kılıçlar…

Kızıl gökyüzünü…

Yırtarcasına ilerliyor…

Bedenin…

Saldır komutuyla birlikte…

İtaatsiz bir et parçasından farksız…

Ve kılıçlar…

Biri sol omzun ile boynun arasından…

Diğeri sağ omzun ile boynun arasından…

Bir diğeri sol karın boşluğundan…

Ve sonuncusu…

Sağ karın boşluğundan…

Acı, hissetmeni gerektirmeyen tatsız bir varlık gibi…

Vücudundan sızan kanlar

Değersiz ve boyalı bir sıvı…

Bedenin

Gereksiz ağırlık yapan et parçası…

Görüşün

Giderek bulanıklaşıp yok oluyor…

Ve karanlık

Başından beri tek gerçek gibi…

Bir kez daha…

Seni öylece kucaklıyor…


Görüşünü giderek yitirmenle birlikte, artık arzuladığın ölüme kavuştuğunu hissedebiliyorsun. Ancak ölüm, hiçbir şekilde beklediğin gibi karşılamıyor seni. Karanlık, halan daha etrafında dalgalanmaya devam ederken, nefessiz bir şekilde yaşayan ruhunun varlığını hissedebiliyorsun özünde. Kızıla boyanmış ve vahşi bir tebessümle seni izliyor gibi. Erişmek istesen elini uzatmak yetecek, ancak elini uzatsan kaybolacak… Hissettiğin her şeyden bağımsız ve her şey… Tek bir an ve mutlak zaman! Birkaç saniye önce hissettiklerinin arasından sıyrılmış bir münzevi… Tam karşında ve bir bakışınla göğsünün tam ortasında!


“Bu kadar çabuk mu olacaktı her şey? Oysa iştahım hemen kapanmaz sanıyordum… Bir kez daha tekrarı olmayacak belki… Ama yine de, senin bu kadar kolay yok olmana müsaade etmeyeceğim… Aperatif!”


Kararan karanlıkta kulaklarına çalınan Vybukh’un sesiyle gözlerin aralandığında, Vybukh’un akan kanlarının ve bedeninin ortaya koyduğu parlaklıkla gözlerin kamaşıyor. Mozumar ve diğer dört iblisin de dikkati bu yöne kaymış gibi görünürken, ruhundaki coşkunun ortaya çıkmasına engel olamıyorsun. Vybukh’un varlığının tınısı, ruhunun en derinlerinde sonsuz bir titreşim yaratmaya başlarken, damarlarında akan kanın yoğunlaştığını ve neredeyse damarlarını çatlatmaya başladığını hissediyorsun. Vücudunda yayılmaya başlayan yeni bir acı dalgası, yine vücuduna giren keskin kılıçlardan katbekat fazla olmasına rağmen, verdiği haz karşısında zihnine hakim olmakta bile zorlanmaya başlıyorsun. Vybukh’tan ve kanından yayılan parıldama, sinsi bir düşmanmışsın gibi üzerinde doğru yoğunlaşmaya başladığında ise, binlerce dereceyi bulan harlanmış bir alevin ortasına atılmış gibi hissediyorsun kendini. Parıldamaların bir kez daha vücuduna bu şekilde zerk olması, bu zamana kadarkiyle kıyaslanmayacak derecede acı dolu olmaya başlasa bile, ruhunun şen halinin önüne geçemiyorsun. Adeta içinde var olan bir başka Dina’nın tüm karanlığa karşı attığı vahşi kahkahaları ile eğlenmeye ve yeni bir Dina yaratmaya başlıyorsun!

Parıldamalar adeta vücudunu bir zırh gibi sarmaya başladığında, görüşün de giderek kızıla boyanmaya başlıyor. Bu hem zihninin karanlıkları hem de dış dünyaya karşı ortaya çıkan bir durum olmasına rağmen, nedensiz bir şekilde bu durumu hiç yadsımıyorsun. Sanki varlığın anlam bulduğundan beri dünyayı bu gözlerle görmüş gibi kendinden emin ve sorgusuz bir şekilde bakışlarını çevirdiğinde, Vybukh’tan ve akan kanlarından geriye bir şey kalmadığını görüyorsun. Bunun yanında, etrafındaki dört iblisin tereddüt hali oldukça dikkatini çekerken, Mozumar’ın yaydığı bir dinginlikle olan bitene anlam vermeye çalıştığını fark edebiliyorsun. Uzuvlarını kontrol edip edemediğini teyit etmek amacıyla kollarını öne doğru uzattığında, kollarını tamamen kızıl bir parıldamayla kaplandığını ve adeta Vybukh’un pençelerini andırdığını görebiliyorsun. Vücudunun diğer bölgelerini de kontrol ettiğinde, Vybukh’un dengesiz bir parıldamayla vücudunun tamamını kapladığını anlamanla birlikte, sözlerindeki anlamı da idrak edebiliyorsun.

Yaşadığın fiziksel değişimin yanında, bir şekilde damarlarında akan kanın artık bir başka varlığa hayat verdiğini hissedebiliyorsun. Adına Qen denilen enerjinin de damarlarındaki belirgin görüntüsü, sade bir insan veya Aludir olmanın ötesinde olduğunu sana gösteriyor. Bunun yanında, hissettiğin kudretle birlikte, varlığına çizilen sınırların da ötesine geçtiğini anlayabiliyorsun. Ortada bir Dina veya Vybukh’un değil, bambaşka bir varlığın olduğunu ve bu varlığa tamamen öfke ve arzunun hükmettiğini anladığın gibi…

Derin bir kükreyişle bu yeni varlığının müjdesini tüm dünyaya duyurmak istediğinde, auran bir patlamadan sonra ortaya çıkan dalgalar gibi yayılmaya başlıyor. Dalgaların suratlarına inmesiyle birlikte dört iblis savrulmamak için daha sağlam bir şekilde yere ayaklarını basıp vücutlarını kasarken, Mozumar sessizce bu dalgaları bertaraf ediyor. Ne var ki, ruhun ve kavuştuğun bu yeni varlık, tamamen senden bağımsız bir şekilde bulunduğu noktadan hareketleniyor ve doğrudan dört iblisten sana yakın olan ilk iblise doğru ilerliyor! Sağ tarafına denk düşen iblis, halen daha yaydığın auranın etkisiyle vücudunu ayakta tutmaya çalışır gibi görünürken, sağ pençen iblisin göğsünün tam ortasında giriyor! İblisten fışkıran grimsi ve metalik görüntüye sahip kanlar, hemen yanındaki iblisin vücuduna doğru savrulurken, iblisin bedeninden geri çektiğin pençeni bu kez iblisin kafasını parçalamak için kullanıyorsun! İblisin sağ tarafından indirdiğin pençen, iblisin suratının ön kısmını parçalamak için yeterli oluyor ve bu iblis yere yığılırken, diğer üç iblis seni durdurabilmek adına harekete geçiyor!

Ruhun, sanki ezelden beri kavuşmak istediği bu coşkuyla birlikte üzerine gelen iblisleri karşılıyor. Az önce yüzünü parçaladığın iblisin pençende kalan et parçalarına doğru akan kudretini hissedebiliyorsun. Nitekim, yok ettiğin iblisin yanıbaşında bulunan iblis kılıcını sana doğru savurmak için hareketlendiği anda, pençeni bir anda iblisin karın boşluğuna sokuveriyor ve ardından pençendeki et parçalarını burada bırakarak pençeni dışarı çekiyorsun! Pençeni dışarı çekmenle birlikte ise, oluşan ufak bir patlama ile iblisin ön tarafındaki zırhımsı görüntü yok olup parçalanmış eti ortaya koyarken, geriye kalanları temizlemek ister gibi pençeni iblisin suratına indiriyorsun! İblisin yüzünden başlayarak aşağıya doğru inen pençen, bu iblisin de varlık dünyasından silinmesi için yeterli olurken, diğer iki iblis o anda saldırıya geçmiş olmalarına rağmen hareketlerine bir tereddüt düşüyor. Mozumar’ın hemen önünde duran bu iki iblis, artık avcı değil, av olduklarını rahatlıkla anlamış gibi görünüyorlar. Ne var ki, senin nezdinde bu aşamadaki en büyük sıkıntı, ruhunu kavuran haz ateşi içerisinde varlığının her geçen saniye kaybolması ile tüm bu yıkımı kontrol edememen oluyor.
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Dina
Posts: 158
Joined: 13 Nov 2022, 05:50

03 Sep 2024, 03:32

Açtı gözlerini tekrar. Işıltısını tekrar kazanmayı ummazdı lakin, bedenine giren her metal parçasının, her bir santiminde acıdan daha fazlasını hissetti. Etinin delinmesinden çok, fiziksel olarak çektiği o acıdan çok bitap düşmek canını daha çok yakmıştı. Zira aşağılanmış, hayal kırıklığına uğramış ve yenilmiş hissediyordu. Gariptir... Dina için gurur gibi bir duygu anlam ifade etmezdi. Kibir yerine göre bir şov aracıydı. Ancak bu sefer canı yanıyordu. Canı o denli yanıyordu ki eti kavruluyor, solucanlar ve türlü tahta kuruları irin dolu etinden içeri girip onu içten içe yiyip bitiriyorlardı. Ne kadar acı verici... Oysa keskin metalin ürkütücü ses, tok tınlaması onun için anlamsızdı. Paramparça olmuş damarları umrunda dahi değildi. Kalbinden yayılan karanlık onu yutuyor ve gözlerine sonsuzluğa kadar simsiyah bir perde indiriyordu. Mahkumdu bu karanlığa. Zira aydınlığı arzulamak, istemek ve çıldırarak feryat etmesi gerekti. Son anda yalvarması gerekiyordu... Belki de manası buydu yaşamanın. İçinden gelmiyordu oysa. Hiç hak etmediği, ödünç aldığı bir hayat için yalvarmazdı. Ama yine de vahşet onun benliğiydi. Sarılırdı ona. Örterdi tüm bedenini onunla. Bir pelerin gibi saklardı onu karanlıkta. Bir battaniye gibi korurdu onu dondurucu soğuktan. Yağmurda... Ateşte... Onun vahşeti özeldi. Kendisine has, tadı olan... Kan tadıyla, bazen en güzel şarabın damakta bıraktığı kekremsi tad ile... Bir bir solardı çiçekler o giderse. Onun vahşeti, öfkesi ve arzuları değerliydi. Bu nedenle ölüm dahi ayıramazdı onu. Ve Mozumar... O bakışlar... İçindeki alevi harlamakla kalmamış, bir şeylerin farkına varmasını sağlamıştı. Düşünmek... Bir iradeye sahip olmak. Ve de hafıza. Yaşadıkları ve yaşatacaklarını düşündü. Uyandığı ilk anı. Gözlerini açtığı ilk anı. Emeklediği, süründüğü ve anlamaya çalıştığı dakikaları. Azuldir ve Vybukh ile ilk tanışması. İlk dersi. Sonrasında Almazath ile yüzleşmesi... Sahi, onu hayatta bırakan oydu. Acaba... Onun nezdinde değeri bu muydu? Hayır... O hala lorduna bağlıydı. İhanet edeni ise Dina elleriyle öldürmüştü. Mozumar gibi. İblislere ihanet edenler. Elethanın kulu olmayı seçenler... Tahminleri doğru ve isabetliydi.

Vybukh, Almazath ve diğer tüm anılar zihnine bir anlık hücum ederken tüm kılıçların bedenine hesaplayamadığı, algılayamadığı bir zamanda girişine şahit olmuştu. Ağzından akan parlak kana aldırış etmeden tebessüm etmişti. Yalvararak, ağlayarak, çaresizlik içinde ölmeyeceğini bilirdi hep. Kanının fışkırarak, çağlayan bir ırmak edasıyla bedeninin dışarısına taşışına şahitlik ediyordu. Ardından değersiz bir paçavra gibi hissetmeye başlamıştı. Elleri ve ayaklarındaki hissizlik artıyor, gözlerinin feri iyiden iyiye sönmeye başlıyordu. Artık kurtuluyordu. En azından daha fazla aşağılanmayacaktı. Bu oyunun kazananı yoktu. En azından Dina için bu, bir oyun olmaktan çıkmıştı. Bir terslik seziyordu hala. Ölmeye bu kadar yakınken, hiç de ölüp gidecekmiş gibi hissetmiyordu. Belki de yitip gitmenin anlamı buydu. Belki de başka bir dünya... Başka bir ses... Aynı sesler... Aynı vahşet. Vybukh, ona diğer dünyadan mı sesleniyordu?

"Vybukh... Sen... hayatta mısın? Geçen seferki durumdan biraz farklı hissettiriyor. İkimiz de öldük mü yoksa?"

"Ah... anlıyorum. İblislerin, insanların... Temeli de bu değil mi zaten? En bilgeler bile bu dünyaya dair çok az şey biliyor oysa. Ben ise kısa zamanda çok şey yaşadım. Pek az soru sordum. Hatta kimseye soru sormadım. Zira... Kader dedikleri bu. Kaderinde varsa yaşıyorsun. Bir de Kudret var. Kader ve Kudret. Bu dünya iki olgu üzerine dönüyor. Bir Aludir için kudreti, iblisinin gücü ile ölçülebilir. Ancak kaderinde yenilmek varsa, en kudretli olan dahi yenilgiyi tadabilir. Tek bakışıyla kaderi görebilenler tanıdım. Öyle kudretli insanlar gördüm ki... Onları kıskanmaktan öteye gidemedim. Kendim için istediklerim ölçülü değildi. Cahil, minik bir kız bu kadarına sahip olabilir mi? Açgözlü, obur ve vahşi bir iblis ile... Neden olmasın ki? Neden başarısız olayım? Ben... Ne olduğumu bilmesem dahi, ne olmadığımı biliyorum. Bu durumda..."

At arabasında geçirdiği sarsıntılı yolculukta bazı düşüncelere dalmıştı. Buraya adımını attığında hayatının değişeceğini biliyordu. Seçimleri artık ona ait olacaktı. Ölmeyi seçtiğinde, ölecekti. Yaşamayı seçtiğinde ise... İşte o noktada özgürce yaşamak istiyordu. Sonra annesini düşündü. Bir annesi olmalıydı. En azından bu fani bedenin bir annesi olmak zorundaydı. Hiç bir şey hissetmiyordu oysa. Kimseye değer vermemişti, kimseye sözler vermemişti. O yüzden, öldüğünde mutlu ölebilirdi. İçindeki insanlık öldüğünde ise... Yaşamayı en çok o isterdi. Zira, arzuları ve kaderi için yaşamak isterdi. Şimdiki gibi.

İblisinin yavaş yavaş parıltılarla yok oluşuna şahitlik etti. Kısa süre sonra kırmızı bir halenin onu kapladığını, ardından sanki bunu hep yapıyormuş gibi... Her günü böyle geçiyormuş gibi, rutin gibi... Yadırgamadan izledi olanları. Vybukh'un pençeleri sanki kendi pençeleri gibiydi. Öyle hissettiriyordu. Sonrasında ise gerçekten kollarının suretinin bu halde olduğunu gördü. Aperatif demek... Bundan bahsediyor olmalı. Bir de bu enerji var. Artık onun doğasını daha rahat anlayabiliyordu. Qen ile çok farklı hissediyordu. Zira onun bir benliği, parçası gibiydi. Damarlarındaki kan, onun zırhı gibiydi. Ancak yine de bu kendisi değildi. Bu eller... Bu yüz... Hatta Vybukh'un giydiği zırh da kendisine ait değildi. Dina ve Vybukh haricinde, onlara bu öfkeyi bahşedeni tanımıyordu... Ancak onunla anlaşabilirdi. Zira artık yabancılık çekmiyordu.

Bir de planı vardı. Plansızlıkla bezeli, son bir çırpınış. Haykırışı ile iblisleri yerine sabitleyebilmişti. Ardından bir tanesini indirmiş... Ardından diğerini. Pençeler oldukça güçlüydü. Vybukh bu kadar kuvvetli olamazdı. Kendi bedenini ise tanırdı. Kullandığı tekniğin iblisine ait olduğunu anlasa dahi, bu denli yıkıcı bir etki beklemiyordu. En azından kendisinden ve iblisinden... Bu noktada kontrolün elinde yarım yamalak olduğunu biliyor ve bir noktada kontrolü kaybedebileceğini hissediyordu. Kendi kendisini yok mu edecekti? Vybukh da mı yok olacaktı?

"Birisi... Başka birisi var Vybukh. Senin ve benim haricimde. Üçüncü bir varlık var. Bizi kontrol ediyor. Ancak bunu irademizi bastırarak yapmıyor... Öfkesi ve arzusu ile yapıyor! Yani sakinleşmemiz, sönümlenmemiz bir işe yaramayacak. Tam tersi! Daha öfkelenmeliyiz... Daha çok arzulamalıyız. Bizi yok edebilir, bizi tamamen silebilir. Ancak bunu yapmazsak, karşımızdaki iblis de aynısını yapacak! Sen ve ben... Bunun üstesinden geleceğiz. Hükmüm karşısında itaatini göster bana! Ne kadar aç olduğunu, o hurda yığınını ne kadar istediğini göster! Bana biat et... Hükmümü tanı. Gücünü gücüme kat... Ondan üstün olduğumuzu gösterelim!"

Çünkü o her kimse, benim arzularımla boy ölçüşemez!


Son durumda iki iblisin yere yığılışı ile birlikte geriye iki iblis daha kalıyordu. Lakin Dina gözlerindeki tedirginliği hissetmişti. Bir noktada Mozumar'a acilen ulaşması gerekiyordu. Bu yeterli değildi. Mozumar bu iblislerden dört, belki de beş kat daha güçlü olmalıydı. Derin bir nefes aldı. Bu nefes öylesine derindi ki... Göğsünde sıkışan havayı verdiğinde önündeki her şeyi yerle bir edecek gibi hissetti. Bu, kendi bedenini dinginleştirirken daha fazla odaklanmasını sağladı. Sonrasında pençelerine baktı. Bu beden öyle ya da böyle ona aitti. Kontrol edecekti. En temel içgüdüsünü ortaya çıkaracak, hayatta kalacaktı.

"Ellerim bana ait değilmiş gibi geliyor demiştim. Evet... Yüzüm, gövdem. Diğerleri bunu bilemez. Ben uyandığım andan itibaren bir mirasçı olduğumu biliyorum oysa. Sen ise bir yabancısın. Henüz zamanı değil... Sana teslim olamam. Sen... Senin arzuna köle olmayacağım. Ancak bu gücü sonuna kadar kullanacağım. Bir gün beni yutana kadar... Beni kavurup atana kadar. Kül edene kadar. Ancak o gün, bugün değil. Şimdi kendi kararlarımla nasıl yürüyeceğimi göstereceğim. Sonrasında kaderim ile yüzleşeceğim. Belki de öleceğim. Ama bu kaderi kabul ediyorum... Öyle ya da böyle.. Ona meydan okuyorum!"

"Bu işi senin için kolaylaştıracağımı söylemiştim, Mozumar! Yeni fetihler... Yeni amaçlar... Lordunu zincirlerden kurtarmak. Sana hepsini verebilirim. Ya da yitip git, bütün fetihlerinle birlikte!"

Mozumar'ı öldürmesi için türlü sebebi vardı. Ancak Mozumar gerçeğin farkında mıydı... Onu kurtarabilir miydi? Kendisi için değerli hale gelebilir miydi? Eletha'nın tasmaladığı lordunu kurtarabilmesi için bir amaç verebilir miydi? Bu, her fetihten daha değerli değil miydi? İblisler... İnsanlara ne kadar güvenir? Genelde güvenmezler. Ancak bu farklıydı. Dina diğerlerinden ne denli farklı olduğunu kanıtlamıştı. Mozumar'ı hükmü altına alabilir miydi? Ona güvenmesine gerek dahi yoktu... Vagror'u kurtarabilmesi için tek yol, Dina'nın buyruğuna girmesiydi. Dina için ise Eletha'ya ulaşmanın ilk adımıydı bu. Onu öldürmek ilk tercihi olamazdı. Ancak diz çökmezse, yutkunmadan bunu yapmak isteyecekti. Zira artık duramazdı. Bu kadar ilerlemişken, kaderini bu kadar deşmişken... Soluk dahi alamazdı.

Bedenindeki coşku sürerken hızla ileri atıldı. Mozumar'ın önündeki iki iblisin tereddüt ettiğinin farkındaydı. Kendisini kontrol edemese dahi.. Varlığı tamamen silinse dahi... İçindeki arzu dolu varlık onları yok edecekti! Ancak daha önce kontrol etmişti. İblis kızın suratına indirdiği her bir yumruktan sonra, kollarını kendi isteğiyle indirebilmişti. Yine deneyecekti. Denemezse, burada Mozumar tarafından yok edilirdi. Saniyelik bir farkla dahi beklemeyecek, bu fırsatı değerlendirecekti. Tereddütleri yüzlerinden silinmeden, onları bu dünyadan silmek istiyordu. Aynı anda! Derince bir nefes alırken bedeninde akmakta olan tüm Qen'i kollarında toplamayı deneyecekti. Denemeliydi. Böyle çalışması gerekiyordu. Hükmedebilmeliydi. Hükmedemeyen, yaşayamazdı! Kendi bedenine yeniden hükmetmeli, iblisini yeniden dizginlemeli ve içindeki diğer benliğe 'henüz değil' diyebilmeliydi... Kollarında topladığı enerji ile iki kolunu arkaya doğru gerecek, yay gibi fırlayacak ve pençelerini aynı anda iblislerin üst bedenine saplamaya çalışacaktı. Eğer iblisler saldırısından kaçabilirse, ya da ters giden bir durum olursa; denemeye devam edecekti. Ancak buradaki asıl sorun Mozumar idi. Onunla olan hesabı artık kapatması gerekiyordu. Eğer her şey planladığı gibi giderse, ses tonunu ayarlayabileceği en gür ton ile pullayıp haykıracaktı.

"Diz çök... Ya da son sözlerini alayım. Başka vaktin olmayacak."

Nitekim kendi vakti de dardı. Ne kadar vakti var, emin değildi. Mozumar'ın tek atışlık bir kurşunu vardı. Pençelerini son bir kez daha bileyecek, Mozumar'ı tartacaktı. Çok ama çok kısa bir süre bekleyecekti. Mozumar'ın diz çökmediği her senaryoda onun metal gövdesini parçalamak için saldıracaktı. Onu parçalarına ayırmaya çalışacak, parçaladığı irili ufaklı her parçayı onun bedenine savururken iblisinin yeteneğini kullanarak patlatmaya çalışacaktı. Az önce bunu yaptığından emindi. Tekrar yapacak, tekrar ve tekrar... Ta ki burada hükmü kalıcı oluncaya dek. Ta ki kendisini tekrar bilene dek.
Image
Karakter - Künye
Image
İsim: Dina
Cinsiyet: Kadın
Yaş: 21
Boy: 165
Kilo: 48
Sınıflar: Toplayıcı - Saldırgan - Elementalist
Mevcut GP/AGP/İGP: -
Mevcut Para: 9.550
İtibar: 6


Profil
Güç: 1
Dayanıklılık: 2
Çeviklik: 3
İrade: 6
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 4
Hakimiyet: 6
Mevcudiyet: 2

Ekipmanlar/Eşyalar
-
İblis - Künye
Image
İsim: Vybukh
Cinsiyet: Erkek
Boy: 2.25
Kilo: 217
Tür: Yaratık
Seviye: Razguk

Profil
Varlık: 5
Güç: 6
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 6
Arun: 7
Duren: 4
İrade: 5

Yetenekler
Element Yaratıcısı

Teknikler

Azgın Canavar - C Rank
Misket Bombası - C Rank
Kuyruk Kırbacı - B Rank

Ekipmanlar/Eşyalar
Bel Çantası
3 adet Cam Fanus
2 adet Yağ Matarası
40 adet Demir Bilye
User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

03 Sep 2024, 13:36

Vybukh’a hitaben söylediğin sözler, bomboş kalan karanlık zihninde tıpkı varlığın gibi silinip gidiyor sadece. Ağzından çıkan her bir kelimenin neredeyse daha duyulamadan yok olması ve bunun yanında, bedenini saran parıltılar dışında Vybukh’un varlığına dair en ufak bir hissiyatını olmaması, kendi sonunun gelişini göstermeye başlıyor. Geride kalan tüm benliğinle, kudretine, Qen’e, vücuduna, düşüncelerine, ruhuna ve daha geride ne kaldıysa her birine hükmetmek için kendini zorlasan bile, elinde bir avuç karanlık dışında bir şey kalmıyor. Ruhunun çırpınışları, öfkenin kızıllığı, bedenini saran ışığın artışı… Hepsi varlığının en büyük düşmanları gibi seni sömürüyor. Mozumar’a karşı söylediğin sözlerin, gerçekten ağzından çıkıp çıkmadığı bile senin nezdinde bir muammayken, esas sorun artık geride bir ağzın veya uzvunun kalıp kalmadığı oluyor. Oysa zihninde daha birçok savaş senaryosu bulunduğunu bilmek, yok oluşunun anlamsızlığını suratına çarpıyor. Mozumar’ın yanındaki iki iblisin göğsünü pençelerle parçalamak, Mozumar’a diz çökmesini ve ölmesini söylemek, sonrasında ise Mozumar’ı ele geçirmek veya onu yok etmek… Yüzyıllar sonra dahi anlatılacak bir destanın epik finaline dair bu düşünceler, yitip giden karanlığın içinde sana sadece pis pis sırıtmakla yetiniyor…

Dina…

Doğmuşlardan Gözü Kara Olanı…

Geriye sadece bu kadarı kalıyor…

Bedeninin her bir zerresinin seni terkiyle birlikte, yere yığılıp yok olmak dışında bir şey beklemiyorsun. Soluk alıp verişlerin bile birkaç saniye sonra mideye indirilecek bir ceylanın ürkekliği ve boşvermişliği ile gerçekleşirken, çoktan yitip gitmiş Vybukh’tan geriye kalan ve sönmeye başlayan ışıltılara takılıyor gözün. Damarlarında çekilen ve vücudunda açılan deliklerden sızan kanların sıcaklığı, soğuyan vücudunda yanık izleri bırakacak gibi hissettiriyor. Dünya, tamamen hareketsiz ve zamansız bir hale gelirken, zihnin sadece karanlıkla çalkalanıyor….


Karanlık

İlk gözlerini açtığın…

Ve…

Gözlerini kapattığın…

Ancak bu karanlık, her zamankinden farklı…

Karanlık

Sanki gölgelerle sarılmış…

Sanki gölgelerin hükmünde…

Gölgeler…

Daha önce varlığını fark ettiğin gölgeler

Zihninin karanlığı içerisinde, sanki tüm karanlığı bir arada tutmak ister gibi yeşeren gölgeler, yokluğa savrulan bedeninin köklerine de sızıyor. Tüm bu karanlığın içinde birkaç metre ötende beliren ve insani bir görünüme kavuşan gölgenin, daha önce kudretini hissettiğin birine ait olduğunu anlayabiliyorsun. Kafandaki soru işaretleri cevap bulurken, her bir cevabın başka soru işaretlerini doğurmasıyla birlikte, insan görünümüne kavuşan gelen ses ile algılarının tamamen açılmaya başladığını fark ediyorsun.


“Sizden o kadar kolay vazgeçebileceğimi düşünmediniz değil mi? Buna gerçekten kırılırdım! Bu, sizi hayatta tutmak ve varlığınızı sürdürmek için hiç gerekmesini arzulamadığım bir teknik… Buna “Gölgelerin Hükmü” diyorum. Varlığınızın sönmeye başlaması halinde, gölgenize işlediğim gölgem tetikleniyor ve sizi sona savuran her türlü musibetin önünü alıyor… Parçalanan damarlarınız gölgemle kaplanıyor, yaralarınız gölgemle kapanıyor… Fakat daha güzeli, gölgem ile Qen’inizi de destekleyerek akışını sağlayabiliyorum. Tekniğin en büyük sıkıntısı -iblisim var olsun- tekniğin yaşam enerjimden çalıyor olması… Ama sorun değil… Birkaç günlük ömrü kalmış, işe yaramaz bir Hükümdar olmayı planlamıyorum zaten!”


Vearis’in bizzat ağzından çıkar gibi duyduğun bu sözlerle birlikte, yaşam enerjinin yeniden dolmaya başladığını, uzuvlarındaki uyuşukluk, acı veya buna benzer her türlü kısıtlamanın ortadan kalktığını rahatlıkla hissedebiliyorsun. Vücudunun ve içinde gezinen kan ile Qen’in sanki yenilenmiş gibi sana yeni bir soluk vermesiyle, yok olmanın ızdırabından doğumun müjdesine savruluyorsun. Bu esnada Vearis’in sözleri bir kez daha çalınıyor kulaklarına.



“Sizi buraya elbette ölmeniz için göndermedim. Kendinizi ancak böyle bir yerde bulabileceğinize inanıyorum. Umarım, gölgelerim bu yolda biraz da olsa size ışık olur!”


Bu sözlerle birlikte Vearis’i temsil eden gölge tekrar karanlığı tutmak için hareketlenirken, gözlerin açılmaya başlıyor. Vücudunu terk etmeye meyletmiş kızıl parlaklık, bir kez daha vücudunu kaplamaya başlıyor. Her ne kadar daha öncesi kadar kudretli hissettirmese bile hala daha varlığını sürdüren bu kızıllığın artık ruhuna işlemediğini, tam aksine ruhunun buna hükmettiğini anlayabiliyorsun. Her bir uzvunu doğal bir rahatlıkla kullanabileceğini, parmak uçlarını hafifçe oynatarak anladığında, zihnin sadece birkaç saniye önce aklından geçen senaryonun gerçekliğe dönüşmesiyle meşgul oluyor. Bedenini usulca yerden kaldırırken, Mozumar’ın yanındaki iblislerin tereddüt halinin hala sürdüğünü görebiliyorsun. Kollarını yavaşça germeye başladığında ise, artık hükmün ve kudretin kendinde olduğunu anlıyorsun!

Yerinden bir ok gibi fırlamanla birlikte, iki pençeni de iki iblisin göğsüne doğru savuruyorsun! Önceki senaryoda kudretinle birlikte iki iblisi basitçe bertaraf etmiş olsan bile, bu senaryoda iki iblis de kılıçlarını tam önlerine alarak pençelerini karşılıyorlar! Ancak ortaya koyduğun güçle birlikte iblisleri geriye doğru savururken, Mozumar’ın da tedbirli bir şekilde geriye adımladığını görüyorsun. İki iblis, kılıçlarını hareket ettirerek pençelerinden kurtulmaya çalıştığı esnada, Mozumar da kendisi için güvenli bir mesafeye çekiliyor ve iki iblis bir anda kılıçlarını havaya doğru kaldırarak pençelerinin boşa çıkmasını sağlıyor. Ancak bu boşluk, senin de bir adım geri atmanla birlikte herhangi bir ani saldırı şansını yok ederken, Mozumar 10 metre kadar gerinizde sizi izlemeye başlıyor. Vybukh’tan sana miras kalmış kudretinle, yeni varlığınla ilk savaşın bu şekilde başlıyor!
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Dina
Posts: 158
Joined: 13 Nov 2022, 05:50

04 Sep 2024, 03:48

Sonuna kadar tükettiğini fark etmişti bütün fırsatlarını. Kaderin ona sunduğu tepsideki bütün şanslar, kırık testilerdeydi. Kan damlaları sızıyordu bu testilerden. Çürük kokuları yayılmaya başlamıştı etraftan. Etinden sızan kanı artık sıcak değil, buz gibi soğuktu. Bir çelik gibi kaskatı kesilmiş bedenine artık donuk zihni de eşlik ediyordu. Kavga etmekten yorulmazdı, savaşmaktan bıkmazdı. Ancak yine de limitlerini bu kadar zorlaması onun için iyi değildi. Her ne kadar ölümü kucaklamaya hazır olsa da, ölümle karşılaştığında hep bir çıkmaz sokağa giriyor; suretini ondan ayırıyordu. Gözleri, o karanlık silüet ile karşılaşsın istemiyordu. Zira anladıkları, anlamadıklarından pek azdı. Yine de bazı şeyleri kabullenmişti. İblisi ile artık hiç bir şekilde iletişime geçemiyordu. Vybukh'un son sözleri zihninde teker teker yankılanırken bedeni ve ruhunda ona ait hiç bir şeyi sezemiyordu artık. Hükmedemiyor, anımsayamıyordu. Bir süre sonra hatırlamayı da bırakacaktı belki. Karanlığı, öfkesi ve vahşeti ile birlikte silinip gitmişti. O ise bedenine, içinde onu tüketen karanlık arzuya direnmeyi kafasına koymuştu. Şimdi yalnızca hükmetmesi gerekti. Ancak bitaptı. Yorgun ve kudretten yoksun. Bilgisiz ve susuzdu. Zihnindeki tüm ihtimaller artık yerini bilinmezliğe bırakmıştı. Planlar yapmanın sırası hiç değildi. İçgüdülerine güvenmeliydi.

Karanlığın bedenini sarmaladığı her bir saniye, o örtüye daha da sarılmıştı. Nedensizce, karanlığın onu koruyabileceğini düşünmüştü. Oysa ne kadar acı vericiydi. Kanı, basireti ve acısı. Hepsi karanlığındandı. Ruhunu parçalara bölen karanlık, şimdi bedenine kol kanat gerecekmiş gibi hissettiriyordu. Sonrasında ise bedeni daha da ısınmaya başlıyordu. Dina ilk etapta ölüme en yakın anda olduğunu hissetmişti. Zira bu ısı, bedeninin rahatlaması ve mutluluk hissi; bir şekilde artık gerçeklikten kopmuş gibi hissettirmişti. Ancak karanlık yerini gölgeye bırakmış, bu gölge ise kuşkusuz tanıdığı birine aitti. Vearis.

Vearis'in sözlerinin ardından karanlığın dozu artmıştı. Bedeni ısınmaya devam ediyor, yaralarının ona verdiği acıyı artık hissetmiyordu. En azından duyduklarınının ardından bunun sebebini anlayabilmişti. Bir şekilde destekten söz etmişti. Tam bir destek olmasa da, Vearis'in bir çeşit planı olmalıydı. Ancak kendi bedenleri üzerinde bu tarz bir etkiyi nasıl bıraktığı, bu tahakkümü nasıl sağladığı hususunda hiç bir fikri yoktu. Gerçekleşen çoğu şey hakkında bir fikri olmadığı gibi. Tek emin olduğu şey, artık bedenine ve Qen'e daha iyi hükmedebiliyor oluşuydu. Bunu anlayabiliyor, bir şekilde yeniden ayaklanabileceğini biliyordu. Bu hamle ve Vearis'in planı hakkında düşünerek vakit harcamak istemedi. En azından şu etapta, zihnini bunun meşgul etmesinin hatalı olduğunu düşünüyordu. Zira Vearis'in plansız bir işe girişmeyeceğini, bir şekilde bundan bir çıkarı olduğunu biliyordu. Bedeni oldukça iyiyken, zihni de git gide berraklaşıyordu. İlk zamanki gibi olmasa da, bir şekilde işe yaramış gibi gözüküyordu. En azından elde ettiği kudreti kullanabileceğini anlamıştı. Neden ya da nasıl bilmiyordu. Ancak anlayabiliyordu. Bu bir çeşit Aludir içgüdüsü olsa gerek, artık kızıl kaosu yönlendirebilirdi. Geriye iki iblis ve Mozumar kalıyordu.

Dina hedeflediği gibi fırlamış ve iblislere neredeyse kendisinin dahi fark edemeyeceği bir hızda saldırmıştı. Tahminleri isabetliydi. İblisler Mozumar kadar güçlü olmasa dahi basit seviye değillerdi. Ancak onları alt edebileceğinin farkındaydı. En azından onu savunmuş olsalar da bunu beklediklerinin farkındaydı. Zira önceki saldırısında ondan bir pençe saldırısı bekliyor olamazlardı... Ancak bu sefer durum farklıydı. Mozumar arkaya, neredeyse bir on metre geriye çekildiği için en azından bir kaç saniye de olsa bu olaya müdahalesi pek mümkün değildi. Dahası, gördüklerini sindirmeye çalışıyor oluşu muhtemeldi. Dina bir şekilde farklı bir saldırı denemeli, en azından neler yapabileceğini anlamalıydı. Vybukh ile geçirdiği kısa vakitler de her ne kadar iletişimleri problemli de olsa onun basit yeteneklerini anlayabilmişti. Ancak yalnızca bir kaç yeteneğini biliyordu... Gerisini öğrenebilmek için yeterli vakti olmamıştı. Dişleri, pençeleri ve kuyruğu ile dövüşmeyi seviyordu. Hatta bu şekilde dövüşürken fiziksel gücünü bir şekilde odaklanarak arttırabiliyordu. Bunu nasıl yaptığını pek bilmese dahi, deneyebilirdi. Pençelerini gizlemeden, savurmaya devam edebilir ve iblislerin bunu karşılamasını sağlayabilirdi. Ve sonrasında, farklı bir şey deneyebilirdi.

Ani bir saldırı şansı olmadığını bildiği için, daha oturaklı bir saldırı yapması gerekiyordu. İblisler artık ondan gelebilecek saldırıların örüntüsüne aşinaydı. Pençeleri ile yapacağı saldırıları bir şekilde karşılayabilirlerdi. Dina ise Qen'e biraz daha yoğunlaşmak istiyordu. Gücünü arttırmak ya da daha fazla tahakküm sağlamak anlamında değil, Vybukh'tan ona miras kalan başka neler var, bilmek istiyordu. Şu an bir kuyruğu olsa işine yarardı. Deneyecekti. Hayal edecekti. Bir anlığına tıpkı, Vybukh gibi içgüdüleri sağlam, yırtıcı bir yaratık olacaktı. Öfkesini yönlendirecek, tüm hırçınlığıyla savuracağı bir kuyruk oluşturmak istiyordu! Bunu yaparken az önceki gibi, sürpriz faktörünü kullanabilirdi. İblislere doğru atılırken; sağlı sollu olarak onları ortasına almış, tam olarak cepheden yaklaşmıştı. Tekrar atıldı.

Hızla ileri atılırken bir anda tüm ağırlığını sol bacağına verecek ve sağındaki iblise sıçrayacaktı. Pençeleri ile ona güçlü bir savurma hamlesi gerçekleştirirken, iblisin kılıçları ile onu karşılayacağını düşünüyordu. Az önce uyguladığı güçle iblisler saldırısını karşılasa dahi onları geri püskürtmeyi başarabilmişti. Bu sefer daha fazla güç uygulamak istiyordu. Vybukh'un ismine Azgın Canavar dediği, ona göre gücünü arttıran tekniği kullanabilir miydi? Eğer onunla dalga geçmiyorsa, bir şekilde daha yüksek fiziksel kuvvet uygulayabilir hale gelecekti. Bu durumda ilk saldıracağı iblisin savunma pozisyonunu ve dengesini bozabilirdi. Bu ise istediği açığı ona yaratabilirdi. Bunu deneyecekti. İçindeki vahşete odaklanacak, tüm kudretini toplayacak ve daha güçlü bir saldırı yapacaktı. Hemen ardından ise oluşturacağı ve kontrol edebileceğini umduğu kuyruğunu bedenini çevirerek savuracak, iblislere güçlü bir darbe vuracaktı. Bu esnada saldıracağını umduğu diğer iblise de beklemediği bir vuruş yapabilirdi. Bunu yapamazsa, dövüşmeye devam ederdi. Pençeleri ile ilk darbeyi indirdiği iblise ardı ardına darbeler indirmeye devam edecekti.
Image
Karakter - Künye
Image
İsim: Dina
Cinsiyet: Kadın
Yaş: 21
Boy: 165
Kilo: 48
Sınıflar: Toplayıcı - Saldırgan - Elementalist
Mevcut GP/AGP/İGP: -
Mevcut Para: 9.550
İtibar: 6


Profil
Güç: 1
Dayanıklılık: 2
Çeviklik: 3
İrade: 6
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 4
Hakimiyet: 6
Mevcudiyet: 2

Ekipmanlar/Eşyalar
-
İblis - Künye
Image
İsim: Vybukh
Cinsiyet: Erkek
Boy: 2.25
Kilo: 217
Tür: Yaratık
Seviye: Razguk

Profil
Varlık: 5
Güç: 6
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 6
Arun: 7
Duren: 4
İrade: 5

Yetenekler
Element Yaratıcısı

Teknikler

Azgın Canavar - C Rank
Misket Bombası - C Rank
Kuyruk Kırbacı - B Rank

Ekipmanlar/Eşyalar
Bel Çantası
3 adet Cam Fanus
2 adet Yağ Matarası
40 adet Demir Bilye
User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

06 Sep 2024, 17:31

Damarlarında gezinen Qen’in varlığını belki de ilk kez bu kadar saf bir şekilde hissettiğin anda, karşında Mozumar ve onun sadık iki iblisi olması başka bir mucizenin kapısını aralıyor. Zihninde, sana bir şekilde bahşedilmiş bu yeni kudrete dair düşüncelere dönmeye başlarken, ihtiyacın olan uzvun belirmesiyle birlikte gözlerin büyümeye başlıyor. Kafa kısmı hariç olmak üzere, bedenini kızıla boyayan parıltının Vybukh’un vücudundan pek de farksız olmaması, Vybukh’un fiziken yitirdiği varlığına rağmen halen yanında olduğunu gösteriyor. Elbette, bunun romantik bir düşüncenden ötesi olmadığını, Vybukh’un nasıl yok olduğunu gözlerinle gördüğünü idrak etmek, içinde bulunduğu durumda yüzüne acı bir tebessüm konduruyor. Bu aşamadan sonra, Vybukh’un sana ne kadarını verdiğini tespit etmek ve bunu kullanmak amacıyla yerinden hareketleniyorsun. Qen’e odaklanmaya başladıkça, seni sıradan insanlardan ayıran bu enerjinin artık seni sıradan Aludirlerden de ayırdığını fark etmeye başlıyorsun. Yere attığın her bir adımda gücünün arttığını hissetmek, Vybukh’un kullandığı tekniği tamamen kendi başına kullanabildiğini sana gösteriyor. Şimdilik ihtiyacın olan her iki şeyi de -kuyruk ve kudret- elde etmiş olarak, artık saldırmak dışında bir şey düşünmüyorsun!

Sağındaki iblise doğru pençenle güçlü bir savurma hamlesi yapmanla birlikte, iblis, böylesine bir savurma hamlesini en efektif şekilde nasıl savurması gerekiyorsa, aynen o şekilde savuruyor kılıcından da faydalanarak. Ne var ki, bu kez savurma hamlesi bir durdurmayı değil, tamamen savrulmayı içeriyor. İblis, kılıcı ile pençeni yönlendirerek pençenin yukarıya doğru savrulmasını sağlarken, ilk seferki gibi durdurmasının mümkün olmadığını anlayabiliyorsun. En azından, ilk seferde bilinçsiz bir şekilde yapıldığını düşündüğün durdurma hamlesinin, bu sefer savurmaya evrilerek planlı bir savunmanın ortaya çıktığını düşünmeye başlıyorsun. Bu anda, bir diğer düşüncen de gerçeğe dönüşüyor ve boştaki iblisin sana doğru kılıcını ustaca tutarak geldiğini göz ucuyla da olsa görebiliyorsun. İblis olabildiğince yan bir şekilde gelerek hedef olan vücudunu küçültmeye çalışsa bile, çoktan kuyruğunun etki alanına girmiş olmasıyla birlikte, ansızın savrulan kuyruğunla muhatap olmak zorunda kalıyor! İblis, diğerinin aksine savurma hamlesinden ziyade bir durdurma hamlesi denerken, kuyruğun ile iblisin kılıcı kesiştiği anda, iblis basitçe kuyruğunun savrulduğu yöne doğru fırlıyor! Bu haliyle, artık Vybukh’un tekniklerini kullanıp kullanamayacağın yönünde bir şüphen kalmamışken, başladığın işe devam ediyor ve ilk darbeyi indirmeye çalıştığın iblise pençelerini indirmeye başlıyorsun!

Karşındaki iblis, üzerine gelen pençelerini yine durdurmak yerine, onları savuşturmayı tercih ediyor. Birbiri ardında indirdiğin pençelerinle bir an önce iblisi yok etmek istesen bile, karşındaki iblisin refleksleri pençelerinden daha hızlı görünüyor. Bazen vücudunu eğip bükerek ve bazen de kılıcı ile pençelerine yön vererek her bir savurma girişimini başarıyla gerçekleştiren iblisin, en ufak bir açıkta kılıcını sana saplamak için hazır olduğunu anlayabiliyorsun. Bununla birlikte, bu şekilde saldırmaya devam etmen halinde, kendisini toparlamakta olan veya çoktan toparlamış diğer iblisin veya daha da kötüsü Mozumar’ın saldırısı için arkanda büyük bir açık bıraktığını fark edebiliyorsun.
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Dina
Posts: 158
Joined: 13 Nov 2022, 05:50

12 Sep 2024, 01:31

Kaderini yazan güç her ne veya kim ise, burada olanları görse şaşırırdı ona kalırsa. Nitekim pek çok şeyi ardında bırakmaya hazırken, ölümü dahi kucaklamaya hazırken kendisini bir savaşın içinde bulmuştu. İnanması güçtü çünkü; Dina bir savaşçı değildi. Pek çok şey olabilirdi, pek çok konuda kendisini yetenekli ve yeterli görürdü; ancak ona kalan miras hiç de hazır olmadığı bir hazine olmuştu. İblisi onu bırakırken garip bir hediyeyi de sunarak göçmüştü. Dina dövüşmekten pek anlamıyordu. Anladığı şeyler daha farklıydı. Bu noktada karşısındaki iblislerin ondan ne kadar üstün olduklarını kılıçlarını tutuşlarından, hamlelerini savuşturma ustalıklarına baktığında kolaylıkla anlayabiliyordu. Onlardan kuvvetli olduğunun farkındaydı lakin hiç tecrübesi yoktu. Dina kadar zehir zemberek bir zihniniz olduğunda dahi bazı şeyler eksiktir. Tecrübe gibi. Bununla birlikte bu eksikliği nasıl doldurabileceğini anlamaya çalışıyordu. Zihninin çarklarını döndürüyor ve bir sonuca varmaya uğraşıyordu.

Damarlarında akan ve her bir tüyünü dimdik eden, hücrelerini canlandıran ve yaşadığını tekrar hissettiren enerjiyi artık kontrol edebildiği bir noktaya gelmişti. Bu noktada diğer Aludirlerin sorduğu sorular, verilmeyen cevapları artık biliyordu. Hiç soru sormaması cevap alamayacağı anlamına gelmiyordu. Bir noktada yanılmadığını anlamıştı. Yaşayarak öğrenmek. Dina deneyimlemeyi seviyor ve şimdi de yeni bir olguyu deneyimliyordu. Düşünmesi yetiyordu bu enerjiye hükmetmesi için. Bir kuyruğu olduğunu, bir kuyruğa ihtiyaç duyduğunu düşünmesiyle tıpkı iblisi Vybukh gibi bir kuyruğa sahip olmuştu. O kızıl parıltı, şimdi ise bedenini iblisine benzeyen bir şekille sarıyordu. Ne kadar sinir bozucu olsa da iyiydi. Yüzündeki acı tebessüm bunu kanıtlar nitelikteydi. Daha güçlü olduğunu biliyor, bununla birlikte diğer Aludirlerden de farklı bir noktada olduğunu biliyordu artık. Ne kadar tecrübeye ihtiyacı olsa da, ne kadar yeteneksiz olsa da yapacak bir şey yoktu başka. Saldırmak tek çare idi. Tecrübe kazanılabilirdi. Bu iblisler ise onun ilk deneyimi olsun istiyordu.

Planladığı gibi sağındaki iblise saldırdıktan sonra diğer iblise de elde ettiği kuyruğuyla güçlü bir darbe vurmuştu. Saldırılarını istediği ve düşündüğü şekilde yönlendirdikten sonra karşısında iki iblisin hala dikiliyor oluşu ve Mozumar'ın da hala saldırmaya hazır bir tehdit oluşuyla yüzleşmesi onu bazı düşüncelere sevk ediyordu. Tahminleri ve çıkarımlarında yanılmıyordu. Her ne kadar elde ettiği bu yeni güçle birlikte çok daha kuvvetli olsa dahi, karşısında en az Almazath kadar kuvvetli bir iblis, bununla birlikte kendisinden çok daha fazla savaş tecrübesi ve dövüş yeteneğine sahip iblisler duruyordu. Bu noktada kazanması için yapabileceği şey devam etmek olsa da; umarsızca kaba kuvvetle saldırmaya devam etmek bir yol değildi. Başka bir şeyler denemesi gerekiyordu. İlk etapta bu iki iblisi halledip ardından Mozumar'a saldırma planı kursa da bu iki iblisin yeteneği fazlaydı. Kolaylıkla alt edilebilir düşmanlar değillerdi. Mozumar geride olduğu için içi rahat da edemiyordu. Zira Almazath göz açıp kapayıncaya kadar neredeyse algılayamayacağı hızlarda hareket edip mesafeler kapatabiliyordu. Bu iblisin de en az onun kadar güçlü olduğunu kabul ederse, bir ihtimal hiç de imkansız değildi bu. Ancak yine de bu iki şövalye iblisi alt etmeden de yoluna devam edemezdi. Şu an saldırmaya devam ettiği iblisin saldırılarını savuşturması, bu şekilde saldırmaya devam ettiğinde değişecek bir şeyin olmayacağını anlamasını sağlıyordu. Bununla birlikte darbe vurduğu diğer iblis kendisini topladığında ve Dina bir açık verdiği anda onu alt edebileceklerinin bilincindeydi. Bu işe pençe darbeleriyle devam etmeyecekti.

Aklında canlanan son düşünce, kuyruğu elde ettikten sonra başka ne elde edebileceğiydi. Vybukh'un fiziksel özellikleri ve yeteneklerini elde ettiğinden ve onları tamamen kullanabildiğinden emindi artık. İblise ise pençe darbeleri indirse de iblisin onları savuşturması çok zor olmuyordu. Bu gidişatı aksatmak zorundaydı. Pençesini sağdan sola savurdu, iblis ise ustalıkla kılıcıyla vücudunu korumuş, pençelerini bedeninden uzaklaştırmıştı, ardından Dina tam tersi yönde bir savurma hamlesi daha gerçekleitirmişti. İblis her defasında saldırılarını karşılamak yerine kaçınıyor ve bunda başarılı da oluyordu. Ancak Dina açık verdiğinde saldıracağını biliyordu. Bunu kullanmak istiyordu.

Soldan sağa, iblisin kılıcına dahi değmeyecek; basit bir savuruş yapacak ve anlık olarak yüzünü ekşitecekti. İçten bir tıslama ile, göz bebekleri büyüyecekti. Her hali ile dövüşmeyi bilmeyen küçük bir kız çocuğunun nasıl da gafil avlandığına şahit olacaktı herkes. Ancak pençesi ile eşzamanlı olarak kuyruğunu yere tıpkı halı silkeler gibi vuracak, sağdan sola ve soldan sağa ritmik ve çok güçlü hareketler ile yerdeki bütün toprağı, tozu havaya kaldıracaktı. Kendisini minik bir kum fırtınasının içine gömmek istiyordu. İblis onun boşa çıkan pençesinden sonra saldırmak isteyecekti, belki de onu gafil avladığını düşünecek ve kılıcı ile savurma ya da bir saplama hamlesi yapacaktı. Dina ise anlık olarak onun anlık afallaması ve oluşturduğu kum perdesini kullanarak iblisin sağına doğru hareketlenecek ve bedenini iblisin bedenine neredeyse yapışacak kadar yakın bir konuma getirecekti. Bu sokulma hamlesinin ardından ise bir pençesini iblisin ona savurmaya hazırlanacağını tahmin ettiği kılıcına doğru savuracak ve bedenini güvene alacaktı. Hemen ardından ise düşüncelerini sürdürecekti. İhtiyacı olanın ne olduğunu düşünmesi yeterliydi.

Testere kadar keskin, kaya gibi sağlam. Bir canavarın dişleri, tek arzusuydu şu an için.

Miras aldığı tüm gücüyle birlikte bir deneme daha yapacaktı. Bu seferkinin riskinin farkındaydı. Bu sebeple toz perdesinin ardından iblise hareketlendiği esnada bunu denemeye başlayacaktı. Vybukh'un dişlerine ihtiyacı vardı. Isırmak ve parçalamak için değildi. Beslenmek için değildi. Bu sefer, o kılıcı tutması ve bir mengene gibi sıkıştırması için gerekliydi. İblise yapacağı sürpriz saldırı ile birlikte kılıcına bu şekilde karşılık vermek istiyordu. Kılıcı pençesi ile karşılayıp yavaşlattıktan sonra aniden ağzı ile kapmak ve çenesini tüm gücüyle kapatarak onu sıkıştırmak istiyordu. Kılıcı parçalayabileceğini ya da kırabileceğini düşünmüyordu. Eğer bunu yapabileceğini hissederse yapardı, Ancak kılıcın hareketini durdurduktan sonra iblisin kolunun hareketi de duracaktı. Daha sonrasında ise boştaki pençesini iblisin koltuk altından sokarak yukarı doğru bir hareketle hamlesine devam ederek onu deşmeyi düşünüyordu. Eğer bu planında başarısız olursa, paniklemek yerine tüm gücünü bacaklarında toplayacak ve iblisin bedenine sokulduktan sonra onu kavrayıp yere devirmeyi deneyecekti. Zira diğer iblisin kendisin toparlayıp saldırması işleri zora sokardı. Bir şekilde kendi fırsatını yaratmalı ve bu işin içinden çıkmalıydı. Eksik olduğu savaş tecrübesini, güvendiği pratik zekası ile kapatmalıydı. Kendisine hiç olmadığı kadar güveniyordu. Zira, artık ne olduğunu bilmese dahi ne olmadığının farkındaydı.
Image
Karakter - Künye
Image
İsim: Dina
Cinsiyet: Kadın
Yaş: 21
Boy: 165
Kilo: 48
Sınıflar: Toplayıcı - Saldırgan - Elementalist
Mevcut GP/AGP/İGP: -
Mevcut Para: 9.550
İtibar: 6


Profil
Güç: 1
Dayanıklılık: 2
Çeviklik: 3
İrade: 6
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 4
Hakimiyet: 6
Mevcudiyet: 2

Ekipmanlar/Eşyalar
-
İblis - Künye
Image
İsim: Vybukh
Cinsiyet: Erkek
Boy: 2.25
Kilo: 217
Tür: Yaratık
Seviye: Razguk

Profil
Varlık: 5
Güç: 6
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 6
Arun: 7
Duren: 4
İrade: 5

Yetenekler
Element Yaratıcısı

Teknikler

Azgın Canavar - C Rank
Misket Bombası - C Rank
Kuyruk Kırbacı - B Rank

Ekipmanlar/Eşyalar
Bel Çantası
3 adet Cam Fanus
2 adet Yağ Matarası
40 adet Demir Bilye
User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

12 Sep 2024, 15:51

Vybukh’tan miras kalan pençelerini düzensiz ve hedefsiz bir şekilde savurmaya başlamanla birlikte, karşındaki iblisin gergin vücut hatları ile bu saldırına karşı pozisyonunu korumaya başlıyor. Senden gelen ancak kendisine erişmeyen saldırılara rağmen, muhtemel gelecek “değişik” bir saldırıya karşılık olarak bu pozisyonu aldığını hissettiğin iblisin sabit kalışı, bundan sonraki hareketlerini daha rahat yapmana olanak sağlıyor. Aynı şekilde, hedef açından olmayan iblise attığı anlık bakış, onun da yerinde sabit olduğunu anlamanı sağlarken, bu kez kuyruğunu savurmaya başlıyorsun aynı düzensizlik ve hedefsizlik içerisinde. Yerdeki kum ve taşlar, her bir savuruşunla göğe doğru yükselmeye başlarken, ciğerine dolmaya başlayan bu tozlu havada yavaşça seni tıkamaya başlıyor. Bedenin belirgin bir toz bulutunun içerisinde kalmış bir haldeyken, gelecek olası bir saldırıya karşı da kendini hazırlıyorsun. Nitekim, aradan geçen birkaç saniye seni toz bulutu içine gömmüş olsa da, karşındaki iblis bir anda öne doğru attığı adımla birlikte kılıcını havadan aşağıya doğru savurmaya başlıyor! Fakat bu savurmanın yanında, iblis diğer kılıcını da yere paralel bir şekilde savurmasıyla, bu saldırının kesin sonuç elde etmek amacıyla yapılan türden bir saldırı olduğunu fark edebiliyorsun. Dikey saldırıdan yana kaçarak, yatay saldırıdan ise vücudunu eğip bükerek kaçabileceğini öngörsen bile, anlık olarak her iki hamleyi karıştırmak ve bununla birlikte iblise yanaşacak üçüncü bir hareketlenmeyi aksiyonuna eklemek, tahmin ettiğinin ötesinde bir mücadelenin içinde olduğunu gösteriyor. Tüm bunları yapmanın senin nezdinde bir sorun yaratmayacağını düşünsen bile, iblisin ortaya koyduğu beklendik hız, anlık bir hamleye karşı anlık iki ve belki de üç hamle ile karşılık verilmesini de neredeyse imkansız kılıyor!

İblisin dikey saldırısından, iblisin sağına doğru yaptığın hareketlenmeyle kurtulmayı başarıyorsun. Ancak buna karşın, iblise doğru sokulman sırasında gelen yatay saldırıya karşı elinden pek de bir şey gelmiyor! Köprücük kemiğine paralel gelen kılıcın yarattığı kesikle birlikte, bedenini saran kızıllığın yarılırcasına açılması ve altından kızıl kanının fışkırması hareketlerine anlık bir duraksama ekliyor. Bedenini saran kızıllıktan etrafa saçılan parıldamalar, tıpkı Vybukh gibi sönerek yok olmaya başlarken, vücudundan süzülen sıcak kan, bedeninde buz gibi bir etki yaratıyor. Tökezleyen ufak bir adımla birlikte kendini toparlamaya başladığında, parıldamadaki yarık da kapanmaya başlıyor yavaşça. Ancak köprücük kemiğinin parçalandığı bir yaralanmada, soluk borunda herhangi bir yaralanma olmaması senin için en büyük şans oluyor. Bu haliyle, iblisin kılıcının neredeyse teğet bir şekilde seni geçtiğini ve buna rağmen böylesine bir hasar verdiğini düşündüğünde, doğrudan saldırıya maruz kalmış olman halinde, kafanın boynunda ayırmanın iblis için hiç de zor olmadığını anlayabiliyorsun.

Aldığın hasar, şimdilik savaşmanı çok da etkilemeyecek olmasının yanı sıra, kafandaki planların önüne geçmesine engel olacak türden de olmuyor. Kendini, seni yaralayan iblisin hemen yanında bulmanla birlikte, bu kez saldırma sırasının sende olduğunun farkına varabiliyorsun. Bununla birlikte, iblisin yatay savurma hamlesiyle birlikte yarattığı açıklık, sana doğrudan bir saldırı şansı tanımış gibi görünüyor. Ne var ki, karşındaki iblis bu durumun oldukça farkında olarak, dikey bir şekilde yaptığı savurma hamlesini bitirir bitirmez kılıcını sana doğru savurarak, bu kez kelleni almak için hareketlenmiş oluyor! Kılıcın nereye geleceğini ve nasıl bir etki bırakacağını artık tamamen anlayabiliyorken, odağın tamamen Vybukh’un dişlerine sahip olmaktan ibaret oluyor. Belki de bu aşamada seni hayatta tutacak bu dişlere sahip olma arzusu, içinde bulunduğun durum içerisinde pek de oynanacak bir kumar gibi görünmüyor. Dişleri elde etsen bile, bu denli yıkıcı bir kılıca karşı koyup koyamayacağı, karşı koyması halinde dahi vereceği zarar gibi faktörler zihninde hızla parıldamaya başlarken, tüm bu olasılıkların üzerine kızıl bir çizgi çekerek kafanı hafifçe yukarı kaldırıp ağzını olabildiğince açıyorsun! Vybukh’un kızılının boğazına kadar dolmaya başlamasıyla birlikte, sanki ağzının içini kaplayan ve yutmanın mümkün olmadığı bir varlık yeniden vücut bulmaya başlıyor. Çene yapının parıltılarla değişmesinin getirdiği acı başını zonklatmaya başlarken, başarısızlık halinde bir başının da olmayacağını anlayabiliyorsun. İblisin kılıcı, açık ağzının tam ortasına geldiği anda ağzını bir hışımla ve sertçe kapattığın anda, ağzına dolmaya başlayan kan tadı ile dişlerini daha fazla sıkmaya başlıyorsun! Kılıcın ağzının kenarlarını kesişi, dudak çizgilerinin yanaklarına doğru ilerleyişi ve dilinin üst kısmının adeta kılıç ile bilenmesi, sana işlerin pek de yolunda gitmediğini göstermeye başlıyor. Ne var ki, bir anda tüm bu ilerleyişin durduğunu hissetmenle birlikte, bedeninin savrulmaya başlaması, hala kafanın vücudunun üstünde olduğunu kalbinin de hala attığını gösteriyor!

İblisin kılıcını ısırarak durdurmayı, ardında bıraktığı zayiata rağmen bir şekilde başarmış olmanla birlikte, yine de iblisin savurma sırasında uyguladığı güce aynı başarı oranıyla karşılık veremiyorsun. Bu noktada niyetin her ne kadar iblise pençeni geçirmek olsa bile, iblisin savurduğu kılıcı tutuyor olman, senin de kılıçla birlikte savrulmana neden oluyor! Fakat bu durum iblis tarafından fark edildiği anda, iblis kılıcını bir anda serbest bırakıyor ve ağzında kılıçla havada savruluyorsun! En azından artık üç kılıca karşı mücadele edecek olmanın getirdiği bir rahatlık bünyene yayılmaya başladığı anda ise, bir savaşın içinde olduğunu anlamanı sağlayacak olayla yüzleşiyorsun!

Havada savrulan bedenini durdurmak bu aşamada senin için pek de zor olmasa bile, yarattığın toz bulutunun arasından hızla fırlayan diğer iblisin iki kılıcını da sana doğru tutarak kendini ileriye doğru fırlatmış olması, kafandaki tüm iyi niyetli senaryoların üzerine kabus gibi çöküyor! İblisin üzerine doğru sıçrayarak yaptığı saldırının hızını dikkate aldığında, bu saldırıdan kurtulmak için saniyelik ve belki de çok daha az bir süren olduğunu anlayabiliyorsun. Öte yandan, diğer iblisin tek kılıçla kalmasına rağmen, çoktan sana doğru dönüp ileriye doğru adımlamaya başlaması, fiziksel olarak ilk saldırıdan sıyrılman halinde ikinci saldırıyı tamamen göğüslemen gerektiği gerçeğini ortaya koyuyor. Bu aşamada kader sana, sanki varlığının son bulmasına neden olacak saldırının hangisi olacağına senin karar vermeni ister gibi duruyor. Ancak ruhun halen daha belki de gerçekleşmesi imkansız üçüncü, dördüncü, beşinci ve hatta binlerce düşüncenin peşine düşmüş görünüyor.
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Dina
Posts: 158
Joined: 13 Nov 2022, 05:50

18 Sep 2024, 03:10

Karanlığının esiri olarak kalmış ruhu, kızıllığın kesin hükmüne tutkun bedeni ile oradan oraya savruluyor; düşünceleri derin dehlizlerden çıkıp bir kez daha kapısını çalıyordu. Peşi sıra takıldığı tüm bu düşünce seli arasında, en mantıklı ve en kolay ulaşabileceği fikrin peşine takılıyor ve kısa yolculuklara çıkıyordu. Dina için düşünmek zorlu ve yorucu bir eylem değildi. Ancak içgüdüleri ve tecrübesinin onu bu denli yalnız bırakması sayesinde, varlığının tehlikeye girmesi tekrardan gündemine oturmuştu. Zihninde yeşermesine izin vermediği korku, şimdi vücudunun her bir hücresinde korkunç bir refleks gibi, açlık gibi; susuzluk gibi tekrardan parlıyordu. Şimdi bu kızıl karanlığın hükmüne aldığı bedeni, ruhunu tekrardan yeşertmeye uğraşıyordu. Deneyeceği her şeyi önceden aklında oynatıyor olsa da dahi, öngörüsü sonuçsuz kalabiliyordu. Her şeye ihtimal vermişti. Yenilgiye belki de hepsinden daha fazla ihtimal vermişti. Zira karşısındaki iki iblisten nedense şu an daha güçsüzdü. Stratejileri, silahları, ustalıkları ve becerileri ondan üstündü. Halbuki bu gücü ilk hissettiğinde onları rahatlıkla aşmıştı. İki tanesini çoktan iblis cehennemine yollamıştı. Değişen neydi? Zihni değişmişti. Belki bedenindeki güç aynı olsa da, damarlarında akan güç farksız olsa da zihnindeki bariyer onu daha da zayıf kılıyordu artık. Bir şekilde yüklendiği kaosu ve kudreti kontrolüne almayı başarmışsa da, kendisini potansiyel olarak daha dingin bir hale getirmişti. Ne gariptir ki şu an buna ihtiyacı vardı. Düşünerek çıkamayacağı kadar derin bir mevzuydu bu. Yaşamak, içgüdülere ve yeteneklere bağlıydı. Bazen milisaniyelik bir zaman diliminde doğru kararı vermekle vakit öldürmek yerine, zihnini tamamen perdeleyip, örtüp ve bir kutuya tıkıştırıp; tamamen bedenini dinlemeliydi. Lakin bu da ortaya başka bir sorunu çıkarıyordu. En doğru hamleyi, en doğru zamanda yapsa dahi bu sefer de fani bedeninin yetileri onu bir kez daha yerin yedi kat dibine gömüyordu. İblislerden daha yavaş, onlardan daha bilgisizdi. Bu durumu aşmak için yeni bir yol düşünmeye çalışsa dahi yapabileceği kompleks, yanıltıcı ve büyük hamlelerin sonucunda ne olduğunu az önce görmüştü. Kanı aksa dahi bir şekilde hissettiği acının ona hala yaşadığını ve hala nefes aldığını söylemesi değerliydi.

"Hala etten ve kemiktenim. Kanım akıyor ve bunu göreceğime bu kadar sevineceğimi tahmin etmezdim."

İblise sürpriz bir saldırı yapmak istemişse dahi, bu beklediği kadar etkili olmamıştı. Niyeyse iblisin bunu bekliyor oluşu, hiç de şaşırmamış oluşu ilginçti. Tek bir darbe vuramamasının haricinde, bir kılıç kesiği ile köprücük kemiğine yakın bir bölgenin kesildiğini anlamıştı. Acıtsa dahi bu kızıl pelerinin onu bir şekilde koruduğunun farkındaydı. Ancak yine de aşılamaz değildi. Metalden bir deriye sahip değildi. Aldığı yaranın can acıttığını da kabul ediyordu. Ancak kim bir savaşın kansız olduğunu söyleyebilir ki? Kılıçların çekildiği bir kavgada kan akması normaldi. Dina için önemli olan, karşısındakilerin metalsi, gri kanını bir şekilde akıtabilmekti. Sonsuz kudreti olmadığının artık farkındaydı ve yine de bu onu korkutmuyordu. Zira geri çekilemezdi. Geriye dönemez, kaçamazdı. Elindekiyle idare etmeyi bilirdi. Saldırı denemesinin hemen ardından iblisin saldırısını boşa çıkarmayı başarmasıyla birlikte, karşı saldırıya geçmişti. Ancak iblisin ondan daha hızlı, reflekslerinin ise çok çok daha keskin olduğunu biliyordu. Yine de aradaki farkın bu denli yüksek oluşu onun için muazzam bir şaşkınlıktı. Miras aldığı yetiler Vybukh'a ait olsa da artık bu yetileri kendi zihni ile hizaya getiriyor, kendisi yönlendiriyordu. İblislerin Vybukh'u saniyeler içinde öldürdüğünü göz önüne aldığında, ondan bu derece üstün bir hıza sahip olmaları normaldi. Artık şaşırmaktan geçip, elindekiyle yetinmeye devam etmeliydi. Öyle de yapmıştı. İlk saldırının ardından aldığı yara bedenini kaskatı dondururken, bir şekilde hala şanslı sayıyordu kendisini. Zira nefes alıyordu. İblis, saldırısından sonra bir an dahi duraksamadan Dina'ya karşı ölümcül bir hamle ile devam etmişti. Kılıcını savurduğu esnada Dina da sahip olmak istediği dişleri o an çıkartmaya çalışmıştı. Bu şekilde planlamamıştı zira, bunun sürpriz bir karşı koyma hamlesi olmasını dilemişti. Ancak içinde bulunduğu durum, onu bunu yapmaya itmişti. Kızıl parlaklık kafasını sararken, tüm çene yapısının değiştiğini hissediyordu. Parıldamalar yerini kan damlalarına bırakıyordu ve iblisin tüm kuvveti ile savurduğu kılıcı dişleri ile kavrarken, dudaklarından ve ağzının içinden sızan kanı yutmak zorunda kalıyordu. Kanın tadına bu denli aşina oluşu ise onda kekremsi bir gurur uyandırıyordu. Hislerini düşünmek için vakti de yoktu zira. Bu noktadan sonra iblise karşı hamleye geçmek istemişti. Planladığı gibi kılıcı sabitlediği elinin altından bir pençe darbesi vurarak onu yok etmeliydi. Ancak iblis her aşamada olduğu gibi Dina'dan daha hızlıydı. Bunu yapmasına fırsat bile bırakmadan kılıcı bırakmış, Dina ise iblisin kılıcı savurduğu doğrultuda fırlamıştı. Bu nasıl oldu, pek bir fikri yoktu. Kılıcı zorlukla kapmış olsa dahi, afallaması bu kadar mı fark ettirmişti? Zira bu doğrudan onu biçmeye, kafasını ayırmaya yönelik aşırı güçlü bir savurmaydı. Bir kılıcı bu denli güçlü savururken, koluna uyguladığı kuvveti omzundan hatta tüm bedeninden; doğrudan destek merkezi olan belinden çıkarması gerekiyordu. Bir kılıcı bu kadar yüksek bir kuvvetle savururken iblisin kolu da o denli hızlı ve güçlü savrulmuş olmalıydı. Bir anda bu hareketi sanki dişli çarkına bir taş girmiş motor gibi durdurabilmesi fizik kurallarına aykırıydı. Ancak bu dünyada şaşıracağı son şey de bu olsa gerek. Dina'nın derin düşünceleri onu bir kez daha yüzüstü bırakırken ağzında keskin bir metalle havada savrulmaya başlamıştı. Hayatta olduğunu biliyordu. Ağzından sızan kanlar bedenindeki kızıl parıltı ile birleştiğinde, gözlerini tekrar iblise dikmişti. Ancak diğer taraftan, az önceki toz bulutunun kalbini yararak üzerine bir mermi gibi gelen iblis de dikkatinden kaçmıyordu. Düşünceleri bedeninden azade kalsa dahi, zihnini pek bırakmaya niyetli değildi. Dönen bin tilki, yüz dolaba sığmaya çalışıyor gibiydi. Bu ise heyecanını böylesine umutsuz ve imkansız bir durumda dahi yitirmemesini mümkün kılıyordu.

"Nasıl bu kadar güçlendiler? Ben mi zayıfladım? Yoksa hep bu denli güçlüler miydi? Aramızdaki hız ve refleks farkı muazzam seviyede. Bir anda mı güçlendiler yoksa güçlerini mi sakladılar? Her hamleme benim düşüncelerimden daha hızlı tepki verebiliyorlar. Sanki aynı kalbi paylaşan ve aynı bedende yaşayan ikizler gibiler. Mozumar henüz harekete geçmedi. Ya keyifle olan biteni izliyor, ya da işimi tek seferde bitirmek için bir fırsat bekliyor olmalı. Neden şu zamana kadar bunu yapmadı ki... İki iblise karşı da açık verdiğim bir kaç an oldu. Bunu yapabilirdi. Ancak az önce tam tersi, geriye çekildi. İblisleri kontrol mü ediyor? Bilerek güvenli bir mesafede mi duruyor? Onları kendi görüşü ve kendi kudreti ile mi donatıyor? Bu çok ilginç olurdu. Ancak iblisler birbiri ile göz kontağı kuruyor. Az önceki iblise saldırırken onun diğerine baktığını gördüm. Onları idare ediyor olsa böyle bir refleks gösterirler miydi? Başka bir şey mi var? Dahası git gide kesin ve bitirici hamleler yapıyorlar. Aceleleri varmış gibi. Bir anda kavga etmeyi bırakıp Mozumar'a doğrudan saldırırsam, bana saldırmaya devam mı ederler, yoksa efendilerini mi korurlar? Yanılabilirim. Efendilerinin saldırımı bertaraf edeceğini düşünerek hız avantajlarını kullanıp planımı altüst edebilirler. Hem, şu an öyle bir durumdayım ki Mozumar'a saldırmayı bırak onu düşünecek vaktim yok. Az önceki darbeden çok daha ağır bir darbe alabilirim. Bunu yapmam mümkün değil. Bana yakın olandan kaçınsam, diğerinin bana ulaşması ve saldırması an meselesi. Onu da göğüslersem zora gireceğim. Tsch... Neden bu kadar zor... Çok yavaşım. Dövüşmeyi de beceremiyorum. Çevremde kullanabileceğim bir şey yok. Avcı iken av konumundayım ve durum git gide kötüleşiyor..."

Dina'nın zihninde onu umutsuzluktan felaketlere sürükleyen nehirler akarken, kağıttan kemileri bir bir ıslanıyor ve akan suyun şiddetine dayanamayarak alabora oluyordu. Kızıllığı ve tüm kudreti ile gücünü sakınmadan karşılarında dikilmeye devam etse de; mantığı ona umutsuzluk ve basiretsizliğin fısıltılarını çoktan ulaştırıyordu. Kulaklarını sağır etmeliydi belki. Dinlememeliydi. Eğer kaçınamayacağı kadar kesinse ölüm; göğüslemeliydi. Ancak doğru bildiği yoldan geriye tek bir adım dahi atmadan...

Tüm olasılıklar tersini söylese de, Dina bir şekilde bu işin içinden çıkabilmek için senaryoları gözden geçirmeye başlamıştı. Kısıtlı vaktinin olduğunu biliyordu. Şu an onu belki bir, belki bir kaç saniye sonra ulaşacak diğer iblisin saldırısı tehdit ediyordu. Ondan kaçınması halinde ise az önce boğuştuğu diğer iblisin muhtemel bir saldırısı ile karşılaşacaktı. Her ikisine cevap vermek istese de, bunun mümkün olup olmadığı ile ilgili soru işaretleri vardı. İblisler ondan çok daha hızlıydı. Çok daha güçlülerdi. Aradaki refleks ve tepki hızı farkı muazzam boyuttaydı. Bununla birlikte Mozumar kendisini hiç göstermemişti bile. Şu an ya olan biteni büyük bir keyifle izliyordu, ya da tam ters; müdahale edeceği zamanın gelmesini bekliyordu. En başta yarı yarıya gördüğü kazanma ihtimalinin önce çeyreğe, sonra da çok daha dibe düştüğünü artık kendisine itiraf edebilirdi. Zayıftı ve sayıca azdı. Nitekim bu iblisleri yok edebilirse; Mozumar ile yüzleşecek gücü ve enerjisinin kalmayacağından adı gibi emindi. Zihni kaybetmesinin kaçınılmaz son olduğunu ona çığırsa dahi ruhu hep bir arayış içindeydi. Nedensizce çırpınmak gibi gelirdi bu bir çok insana. Ancak Dina için bu böyle değildi. Bu kavgayı yumruk yumruğa kazanabilme ihtimali artık ona çok uzak geliyordu. Basit saldırılar denediğinde hızları ile ona üstün geliyorlardı. Kompleks ve daha karmaşık şeyler denemek istediğinde ise iki kişi olmalarının avantajını sonuna kadar kullanıyorlardı. Bu kadar hızlı olmaları deneyeceği neredeyse tüm hamlelerin önünü tıkıyordu. En efektif sonuç için her ikisine ayrı ayrı önlem almaktansa, kaçınıp saldırmalıydı. Sürpriz bir şekilde değil; doğrudan. Yavaşlığını ise bir şekilde telafi etmeliydi.

Ağzında tuttuğu kılıcı eline doğru aldığı esnada soluna doğru büyükçe sıçrayacaktı. Bu, ona yakın olan ve kısa süre sonra saldırısı ile karşılaşacağı iblisten kaçınması için yeterli bir hamleydi. Lakin büyük problem burada baş gösteriyordu. Tek kılıcı kalmış iblis ona daha da yakınlaşmış olacaktı ve hızı sayesinde bu mesafeyi kapatabilirdi. O sebeple sıçradığı esnada elindeki kılıcı ona yaklaşmakta olan iblise fırlatacak ve misket bombası tekniğini uygulayacaktı. İblisin yaklaşmasını beklemek hata olurdu zira diğer iblisten kaçındıktan sonra muazzam bir hızla mesafeyi neredeyse yarı yarıya düşürmüş olacaktı. Artık ne kadar hızlı olduklarını biliyordu. Daha öncesinde bu tekniği kullanmamıştı. Vybukh'ta kullanamadan nalları dikmişti. Bu sebeple gördükleri bir teknik de değildi. İblisin kılıç ustalığını düşündüğünde, üzerine doğru atılan bir kılıcı çok rahat savuşturabilirdi. Kılıcını basitçe savurup tokuşturabilir ya da iskivle onu savuşturabilirdi. Ancak tam bu noktada Dina tekniğini uygulayacak ve kılıcı bir bomba gibi patlatacaktı. Ne olursa olsun patlamaya yakından maruz kalacaktı. Planı basitti ve hızlıydı.

Bu noktadan sonra tek bir an dahi beklemeden, diğer iblisin akıbetini dahi gözlemlemeden; kılıcı elinde çıkardığı gibi tekrardan sola sıçrayacak; üzerine tekrardan geleceğini tahmin ettiği iblisten kaçınacaktı. Her defasında daha fazla yaklaşacağını bildiğinden, yere inmeyi dahi beklemeden havada iken kuyruğunu toprak zemin ile buluşturacak ve bedenini sağa veya sola, hangi yön daha müsaitse oraya fırlatacaktı. Uygun saldırı pozisyonunu bulduğunda ise saldırabilirdi. Ancak iblisin açık verme ihtimali düşüktü. Şimdilik tek odağı saldırıdan kaçınması ve diğer iblisi aradan çıkarmasıydı.
Image
Karakter - Künye
Image
İsim: Dina
Cinsiyet: Kadın
Yaş: 21
Boy: 165
Kilo: 48
Sınıflar: Toplayıcı - Saldırgan - Elementalist
Mevcut GP/AGP/İGP: -
Mevcut Para: 9.550
İtibar: 6


Profil
Güç: 1
Dayanıklılık: 2
Çeviklik: 3
İrade: 6
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 4
Hakimiyet: 6
Mevcudiyet: 2

Ekipmanlar/Eşyalar
-
İblis - Künye
Image
İsim: Vybukh
Cinsiyet: Erkek
Boy: 2.25
Kilo: 217
Tür: Yaratık
Seviye: Razguk

Profil
Varlık: 5
Güç: 6
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 6
Arun: 7
Duren: 4
İrade: 5

Yetenekler
Element Yaratıcısı

Teknikler

Azgın Canavar - C Rank
Misket Bombası - C Rank
Kuyruk Kırbacı - B Rank

Ekipmanlar/Eşyalar
Bel Çantası
3 adet Cam Fanus
2 adet Yağ Matarası
40 adet Demir Bilye
Post Reply

Return to “Alamara Şehri”