Kararan Karanlığın Karartıları (1. Kısım) | Gadiel

User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

16 Sep 2024, 11:40

Off Topic
Geri Sarım Kartı kullanılması nedeniyle konu belirtilen turdan itibaren devam etmektedir.

Gadiel'in 2 Geri Sarım Kartı kalmıştır.
İblis görünümüyle üzerine yağan 7 farklı ölüm senaryosundan kendini kurtarmak amacıyla, sağ tarafına doğru hızla yuvarlanmaya başlıyorsun. Birkaç dönüşün ardından, eski konumuna düşen bir iblisin patlayan kafatasından fışkıran kan üzerine doğru sıçrarken, hemen ayak dibine düşen bir iblisin kopan sağ bacağı da üzerine düşüyor! Diğer beş iblisin de halen üzerine düşme ihtimaline karşılık yuvarlanmaya devam ettiğinde, yere düşüp parçalanan iblislerin son çığlıkları kulaklarına yapışıyor. Tam bu esnada, Solana’nın biçtiği iblislerden bir tanesine ait kolun üzerine çıkıyorsun. Kopmuş kolda bulunan kısa saplı ve tek yüzlü bir savaş baltası, şimdilik ihtiyacını karşılar gibi görünüyor ve kopan koldaki parmakları zorlanmadan ayırarak baltayı eline alıyorsun.

Yerden baltayla kalkmanla birlikte, Nuemsa’nın kökleriyle yarattığı alan içerisinde herhangi bir tehlike izi bulunmazken, kükrercesine haykırmaya başlıyorsun. Sözlerin, en azından yakınında bulunan iblisler tarafından duyulmuş olsa bile, hiçbiri saldırı pozisyonlarından vazgeçmiyor. Bu haliyle, savaş alanındaki çığlıkların ve bağırtıların arasında kaybolup giden sözlerinle baş başa kalmış gibi hissediyorsun kendini. Ancak, yerinden fırlamanla birlikte durumu ilk fark eden Nuemsa oluyor ve tekniğine son vererek senin ardından gelmeye başlıyor. Bu durum ise, çevrendeki o güvenli alanın son bulmasına ve iblislerin bir kez daha üzerine doğru gelmesine neden oluyor! İblislerin dört bir taraftan etrafını saran saldırısı, ilerleme yönündeki düşüncenin önündeki en büyük engel olurken göz ucuyla senden 10 metre kadar uzakta olan Josegna ile göz göze geliyorsun. Elindeki ince kılıcıyla iblislere karşı savaşmakta olan Josegna seni gördüğü anda yönünü bir anda Solana’ya doğru çeviriyor ve Josegna, halihazırda dairesel savurma hamleleriyle iblisleri kesmekte olan Solana’ya yaklaşıyor. Josegna’nın gelmesiyle birlikte Solana hareketlerini sonlandırırken, Josegna bir anda kemanı çıkartıyor ve kemanın tellerini adeta dövmeye başlıyor! Kemandan yayılan kızgın bir melodi, bir anda iblislerin dengelerini alt üst etmiş gibi hareketsiz kalmalarına kendi etraflarında şuursuzca dönmelerine neden olurken, Solana iki kılıcını da yere paralel olacak şekilde iki yanına açıp, adeta denizde kulaç atar gibi ilerlemeye başlıyor! Josegna ve Solana’nın bu işbirliği ile ilerlemek istediğin önündeki alan tamamen açık bir hale geliyor ve Josegna ile bir kez daha göz göze gelmenin ardından artık durmanın gereksiz olduğunu anlıyorsun!

Bir şimşek edasıyla birlikte Solana ve Josegna’nın yarattığı alandan ilerlemeye başlıyorsun. Bu noktada Nuemsa da sana yetişerek hemen yanında yer alırken, hedefini dev iblise doğru çeviriyorsun. Solana’yı geçip halen yayılan müziği etkisinde şuursuzca dönen iblislerin yanından sıyrılmanla birlikte, giderek dev iblise yaklaşıyorsun. Ancak tam bu esnada, bir anda 15 metre kadar önünde üç iblisle birlikte adımlaman da kesiliveriyor! Buraya geldiğin ilk anda gördüğün üç iblisin tıpatıp aynısı olan üç iblis hemen önünde yer alırken, en arkada duran iblisin ellerini sürekli havada döndürdüğünü, yay tutan iblisin sana doğru bir ok ateşlemek için hazırlandığını ve son iblisin de yerden yükselerek sana doğru cılız kanatlarını çırpmaya başladığını görüyorsun. Çevredeki diğer iblisler halen Josegna’nın melodisinin etkisinde görünürken, karşındaki üç iblis bundan hiç etkilenmemiş bir şekilde sana saldırmak için hazırlık hareketlerine başlamış gibi duruyorlar.
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Gadiel
Aclanian Aludir
Aclanian Aludir
Posts: 198
Joined: 05 Jun 2023, 02:04

16 Sep 2024, 12:37

Kendi üzerime yağan iblislerin gölgesi, ölümün ayak sesleri gibiydi; her biri farklı bir sonun habercisiydi. O an, içgüdülerim devreye girdi ve sağ tarafıma doğru yuvarlandım. Yere her temasımda, acı bedenime çarpıyor, kalbim kafesinden kaçacak gibi atıyordu. Birkaç dönüşten sonra, eski yerime düşen bir iblisin patlayan kafatasından sıçrayan sıcak kan, yüzüme yapıştı. Soluk bir kabustan gelen bir uyarı gibi üzerine düşen bir bacak, ayaklarımın dibine çarpıp yere savruldu. Yerde parçalanmış cesetler arasında sürünmek, savaşın zalim yüzüydü; ama hayatta kalmak için bu dehşetin içinden geçmek zorundaydım.

Yuvarlanmaya devam ederken, parçalanan iblislerin çığlıkları kulaklarıma yapıştı. Öyle bir yankıydı ki, beynime işledi, sanki ölüm beni her an takip ediyordu. Tam bu sırada Solana’nın katlettiği iblislerden birinin kopmuş koluna çarptım. Kolda sıkıca kavranmış kısa saplı bir savaş baltası vardı; tanıdık bir ağırlık, elimde hayat buldu. Parmaklarını ayırarak baltayı aldım. Onu tutarken içimde bir güç yükseldi, bu anlık silah bana, bu cehennemde hâlâ savaşabileceğimizi hatırlattı.

Ayağa kalktığımda, Nuemsa’nın köklerinin yarattığı geçici güvenlik alanında bir anlık sessizlik vardı. Bir kükreme, bir çığlık döküldü dudaklarımdan; belki iblislerin kulaklarına ulaştı, belki de yalnızca kendi yankımdı bu savaş alanında kaybolan. Korku ya da öfke—fark etmezdi. Ne yaparsam yapayım, iblisler saldırıya devam ediyordu, hiçbiri durmadı. Bu yalnızlık anında, savaşın acımasızlığı bir kez daha yüzüme çarptı. Ama Nuemsa, hareketlerimi fark eder etmez köklerini serbest bıraktı ve peşimden gelmeye başladı. O an fark ettim ki, onun koruması ortadan kalkınca, iblisler bir kez daha üzerimize çullanıyordu.

Kaos her yanımı sardı, ve artık bu savaşı kazanmak için hızla hareket etmem gerektiğini biliyordum. Göz ucuyla Josegna’yı gördüm; on metre uzağımdaydı, ince kılıcıyla iblislerle savaşıyordu. Onun da gözleri benimkilere kilitlendiği anda, yönünü Solana’ya çevirdi. Solana dairesel hamlelerle iblisleri biçerken, Josegna ona yaklaştı. Bir anlığına, iblislerin sesleri arasında Josegna kemanını çıkardı ve çalmaya başladı. O melodiden yayılan güç, bir öfke fırtınasıydı; iblisler bir anlığına şaşkına döndü, kendi eksenlerinde dönmeye başladılar, sanki bilinçleri onlardan çekilip alınmıştı.

Bu anlık zafer, önümdeki yolu açtı. Solana kılıçlarını iki yana açarak, denizde kulaç atan bir savaşçı gibi ilerliyordu. Josegna’nın kemanı ve Solana’nın keskin kılıçları, önümüzdeki tüm engelleri yıkarken, içimde bir alev yandı. Artık durmanın anlamı yoktu.

Bir şimşek gibi fırladım; Josegna ve Solana’nın yarattığı boşluktan hızla ilerledim. Nuemsa da hemen yanı başımdaydı. Dev iblise yaklaştıkça, onun karanlık gölgesi üzerime çöktü. Ama tam o anda, önümde üç iblis belirdi, adımlarım bir anda kesildi. Onlar… aynıydılar, sanki bir kâbusun tekrar eden gölgeleri gibiydiler. Arkada duran iblis ellerini gökyüzüne kaldırmış, garip bir büyü işaretleri yapıyordu. Yay tutan iblis, gözlerini bana dikmişti, okun ipi geriliyordu. Ve sonuncusu, cılız kanatlarını çırparak havalandı, bana doğru yaklaşıyordu.

Josegna’nın melodisiyle çevredeki iblisler hâlâ etkisizdi, ama bu üçü, bu lanetli üçlü, o melodiye hiç aldırış etmiyordu. Bana doğru, ölümün habercisi gibi, ilerlemeye başladılar.

Ciğerlerime çektiğim nefes, kan ve ölümün paslı tadıyla ağırlaşmıştı. Önümde sessizce bana yaklaşan üç iblise bakarken, içimde yankılanan bir fırtına vardı. O an, her şey dondu. Zihnimde bir anlığına, onların üzerine nasıl saldırabileceğime dair onlarca senaryo belirdi. Her birinde, kan nehirler gibi akıyor, bedenler parçalanıyor, ölüm sahne alıyordu.

Bir kez daha gözlerimin önünde o görü belirledi. Hepsini kucakladığım, hepsine sahip çıktığım o an. Sonra ve işte, Nuemsa’nın o keskin sesi, zihnimin derinliklerinde yankılandı:

“Onca iblisin, onca masum cana kıymasına rağmen, tüm dinginliğini koruyabileceğini ve parçaladığı bedenin kanları dişleri arasından süzülürken bir iblisi kucaklayacağını mı söylüyorsun?”

Derin bir nefes aldım. O karanlıkta zihnim bulanık, ama kararım keskin. Nueamsa'ya zihin bağlantımızla çok hızlı bir şekilde aklımdaki tüm düşünceleri aktaracaktım.

“Nuemsa… Hızlı olacağız. Okçunun koşarak dikkatini çekeceğim. Josegna’nın ezgisinden etkilenmeme sebeplerinin o elleri oynak iblisin olduğunu düşünüyorum. Plan basit. İlk ok bana gelecek ama tedbiri elden bırakma sende, gözün açık olsun. Eğer ilk oku atlatabilirsem, sen kör edici ışığını kullanarak üçünü de bir anlığına kör edeceksin. Havada uçan iblise baltamı fırlatacağım. Ardından okçuya koşarak üzerine atlamayı deneyeceğim. Ellerini oynatan iblisi ise doğanın yargısını kullanarak köklerinle yere mıhlayıp etkisiz hale getir. Unutma, bu savaşı mümkün olduğunca az ölümle bitirmek istiyorum. Yeterince kan döküldü, Josegna ve iblisi yeterince ruhu kana buladı. Ama işler beklediğimiz gibi gitmezse… Doğanın yargısıyla üçünü de yok et. Köklerini bir mızrak gibi kullan, çünkü zamanımız yok.”

O anda içimdeki öfke, planın soğukkanlılığıyla birleşti. “Siktiğimin iblisleri! Üçünüzle de ben ilgileneceğim, gelin!” diye bağırarak savaşın ortasında dikkatleri üzerime çekmeyi denedim. O an, vücudum ok gibi fırladı. Zikzak çizerek koşmaya başladım, her adımda üzerime gelen ölümü hissediyordum; ama hedef şaşırtarak hızla hareket etmek zorundaydım. Plan netti; okçu dikkatini bana vermeliydi.

İlk ok üzerime gelir ve başarılı bir şekilde zikzak çizerek atlatabilirsem – ki tepki verebilecek durumdaysam, kendimi sağa sola da savurabilirdim - Baltamı bir kas hareketiyle havada uçan cılız kanatlı iblise fırlatacaktım. Burada Nueamsa’ya sonsuz bir güvenim vardı; çünkü üzerine düşeni ve o kısacık anda diğer iblisin bana yeni bir ok göndermesine müsaade etmeyeceğini biliyordum.

Eğer baltam uçan iblisle buluşursa hız kesmeden okçunun üzerine doğru atılacaktım. Her kasım gergin, her adımım toprağı çatlatırcasına sert olacaktı. Yeterli mesafeye ulaştığımda sıçrayarak vücüdumu bir kaya gibi üzerine çullandıracak ve vücut ağırlığım ile omzumun baskısıyla onu yere, altıma almayı deneyecektim.

Gerisi Neuamsa’ya aitti.
Image
KARAKTER
KÜNYE
İsim: Gadiel (Gad’iil)
Cinsiyet: Erkek
Yaş: 25
Boy: 1.72
Kilo: 70
Sınıflar: Sezici - Dengeli - Elementalist
İtibar: 7
Mevcut GP/AGP/İGP: AGP 10 / İGP 5
Mevcut Para: 3.000 Aclania Pulası

PROFİL
Güç: 7
Dayanıklılık: 7
Çeviklik: 7
İrade: 16
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 10
Hakimiyet: 8
Mevcudiyet: 4

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
İBLİS
KÜNYE
İsim: Nuemsa (Hırçın Çocuk)
Cinsiyet: Kadın
Boy: 172
Kilo: 26
Tür: Peri
Yatkın Olduğu Teknik Sınıfı: İllüzyon
Yatkın Olduğu Element: Işık – Doğa (Elemental)
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 7
Güç: 4
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 4
Arun: 13
Duren: 13
İrade: 5

YETENEKLER
Çaresiz Haykırış

TEKNİKLER
Kutsal Boynuz (A seviye)
Kör edici Işık (C seviye)
Peri Dokunuşu (D seviye)
Öfkeli Peri (C seviye)
Doğanın Yargısı (A-rank / Karakteristik teknik)

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

16 Sep 2024, 16:52

Kafandan geçen planı hızlı ve sinsi şekilde Nuemsa’ya aktarmanın ardından, Nuemsa çoktan bu plana hazırmış gibi harekete geçiyor. Savaş alanındaki nidaları ve Josegna’nın melodisini bastıran bir ses tonuyla kendini savaşa dahil ettiğinden, yerinden hızla fırlıyor ve zigzaglarla koşmaya başlıyorsun. Bakışların tamamen karşında duran yay atan iblise kilitlenmiş bir haldeyken, sağa ve sola yaptığın birkaç hamle sonunda, iblis adeta atacağın adımları öngörmüşçesine okunu bırakıyor ve attığın sağ adımınla birlikte okun da bu yöne doğru geldiğini fark ediyorsun! İblisin bu saldırısı, en azından avını avlamak için belli bir bilinçle saldırıda bulunduğunu sana gösterirken, diğerlerinin de aynı bilinçte olabileceği düşüncesi kafanda dönüp durmaya başlıyor. Ancak önceliğin, bir saniye içerisinde seni delip geçecek oktan kurtulmak olduğundan, attığın sağ adımı adeta yarıda kesiyor ve parmak uçlarından aldığın destekle kendini son anda soluna doğru yönlendiriyorsun! Bu hareketinle birlikte, ok savrulan saçlarından birkaç tel koparıp giderken, en azından etinden bir parça almamış olmasına seviniyorsun. Ancak karşındaki iblisin daha vasıflı olması halinde çoktan oku kafana yemiş olacağın gerçeği zihninde delicesine bağırmaya başlıyor. Bu esnada, Nuemsa üzerine düşen görevi yerine getirmek istercesine ışık saçan küresini oluşturmasıyla birlikte, yeni bir ok almaya hazırlanan iblis ile havada uçan ve üzerine gelmekte olan iblis bir anlığına oldukları yerde adeta donakalıyorlar! Normal şartlar altında, sahip olduğun çeviklik ile hem oktan kaçış hamleni yapmanın hem de baltayı fırlatmanın mümkün olmamasına karşın, Nuemsa’nın desteği ile en azından kaçış hamleni tamamen sonlandırmayı başarıyor ve ardından nişan alıp baltanı fırlatabiliyorsun! Havada süzülen baltan, talihsiz bir şekilde keskin olmayan tarafıyla iblisin kafasına çarptığı anda, tok bir ses kulaklarına doluyor. İblis, adeta nereden geldiğini anlayamadığı bir saldırıyla yıkılmış gibi yere düşmeye başlarken, kendini toparlamaya çalışır gibi sergilediği hareketleri ölümcül bir yara almadığını da gösteriyor.

Planların dahilinde esas hedefin yay tutan iblis olduğunda, adımlarını hızla ona doğru çevirdiğin esnada, Nuemsa’nın ışığını ortadan kaldırıp bir diğer saldırısı için hazırlandığını fark edebiliyorsun. Ancak üzerine gelmekte olduğun iblis, kurtulduğu bu geçici körlüğün ardından ne olup bittiğini anlamak ister gibi etrafına bakınmaya başlıyor. İblisin gözleri bir anda seninkilerle kesiştiğinde, iblis hızlıca elindeki oku yaya yerleştirmeye çalışıyor. Fakat bu onun için epey geç kalınmış bir hamle oluyor ve iblisin üstüne çullanmanla birlikte, iblis hırçın bir haykırışla elindeki oku düşürüyor! İblisi tamamen altına almış olmana rağmen halen daha çırpınması, sahip olduğun güç ile onu baskılamanı zorlaştırırken, bir anda adeta iblisin kendinden geçmişçesine göz bebeklerinin kaymasıyla kafanı kaldırdığında, Nuemsa’nın saldığı kökleriyle ellerini oynatan iblisi kollarından tutarak yere indirmiş olduğunu görüyorsun! Nuemsa’nın kökleriyle durdurduğu iblisin çırpınışları karşısında, bakışlarını uçan iblisi bulmak için çevirdiğinde, iblisin yerden havalandığını ancak havada bilinçsiz bir şekilde çember çizmek dışında bir şey yapmadığını görüyorsun. Tüm bunlar, Nuemsa’nın durdurduğu iblis ile Josegna’nın tekniğinin bu iki iblisi de etki altına aldığını anlamanı sağlıyor. Ancak diğer iblisin tekniğin etkisi altına girmemiş olması aklındaki en büyük problem oluyor. Öte yandan, Josegna’nın tekniğinin etkisi dışında kalmış iblislerin, tekniğin etkisi altında kalan iblisleri kendine getirmek için veya tamamen yok etmek için yaptığı hamlelerle birlikte, hedefindeki dev iblisin pek de tekniğin altında değilmiş gibi görüntüsü aklına kazınan hususlar oluyor. Son olarak, Josegna’nın tekniğinin daha ne kadar sürebileceği ve etki alanının giderek artıp azalması gibi hususlarla birlikte, birçok bilinmeyenle birlikte dev iblise ulaşmayı amaçladığını fark edebiliyorsun.
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Gadiel
Aclanian Aludir
Aclanian Aludir
Posts: 198
Joined: 05 Jun 2023, 02:04

17 Sep 2024, 00:08

Her şey Nuemsa’nın gözlerine baktığım anda başladı. Sinsi bir planın, zihinlerimizin arasında dans ettiğini hissedebiliyordum. O an, daha fazla kelime sarf etmeye gerek kalmadı—Nuemsa, sanki zihinlerimiz yıllardır senkronizeymiş gibi harekete geçti. Savaşın tüm kaosu arasında, onun etrafında beliren o ışık, bir sükûnetin habercisiydi. Fakat ben öyle değildim. Kaslarım gergin, zihnim tetikteydi. Hedefim karşımdaki iblisti. Yayını gerip bana doğrultmuş olan o şeytan, ölümün soğuk nefesini ensemde hissettirdi.

Zigzaglarla koşmaya başladım; her adımda, sanki zaman yavaşlıyor gibiydi. Her nefesim, gökyüzündeki karanlığın içinde bir yankıydı. Ama sonra, o ölümcül okun fırladığını gördüm. Sanki iblis, zihnimi okuyormuşçasına okunu atmıştı; adeta adımlarımı ezbere biliyormuş gibi! O an kafamda dönen tek düşünce, bu iblisin rastgele bir yaratık değil, bilinçli bir avcı olduğuydu. Ve bu avcı, beni, kalbime saplanacak bir ok gibi takip ediyordu.

Bir an için, kaçışın mümkün olmadığını düşündüm. Ama hayır! Reflekslerim benden hızlıydı. Attığım sağ adımı yarıda kesip, parmak uçlarımdan aldığım destekle sola doğru savruldum. Ok, saçlarımın arasında bir meltem gibi süzüldü, birkaç tel kopararak önümden geçti. Ölüme bu kadar yaklaşmış olmak, içimde bir korku rüzgârı estirirken, aynı zamanda beni diri tutuyordu. Eğer iblis biraz daha yetenekli olsaydı, kafama saplanmış bir okla yere yığılmış olurdum. Bu düşünce, beynimde bir çığlık gibi yankılanıyordu.

Tam o esnada, Nuemsa’nın küresi savaş alanını aydınlattı. Onun bu ışığı, hem üzerime doğru uçan iblisi hem de bana yeni bir ok hazırlayan diğerini bir anlığına dondurdu. Zaman dondu, dünya sustu. İmkânsız olan bir şeyi gerçekleştirme fırsatıydı bu: Hem kaçışımı tamamlayacak hem de baltamı fırlatabilecektim. Nuemsa'nın desteği olmasaydı, bunu başarmam mümkün değildi. Baltamı fırlattım. Havadaki süzülüşünü izlerken, zaman sanki tekrar ağırlaştı. Fakat baltanın keskin olmayan tarafıyla iblisin kafasına çarpması, kulaklarımda yankılanan bir hayal kırıklığı sesiyle sonuçlandı. İblis yere devrilirken, yarasının ölümcül olmadığını anlamıştım. Yine de kısmen başarılıydım.

Ana hedefim her zaman yay tutan iblis olmuştu. Adımlarımı hızlandırdım, zihnimde sadece onu yere sermek vardı. Fakat o da yavaş yavaş toparlanıyordu. Nuemsa’nın ışığı yok olmuştu, onun bir sonraki saldırıya hazırlandığını hissettim. O iblisin gözleri benimkilerle buluştuğunda, onun paniğini hissettim. Oku yaya yerleştirmeye çalışıyordu ama çok geçti. Onun üzerine atıldım. Çırpınıyordu, pençelerim altında bir av gibi. Güçlüydü, çırpınışları kontrolümü zorluyordu. Fakat birden, ellerinin hareketsiz kaldığını fark ettim.

Başımı kaldırdım. Nuemsa’nın kökleri, asıl hedef olan elleri hareketli iblisin kollarını kavramıştı. Bir o kadar zarif, bir o kadar ölümcül. İblisin çırpınışları sona ermişti. Diğer uçan iblise bakındım; o da havada bir hayalet gibi dönüp duruyordu. Josegna’nın melodisi, bu iblisleri tuzağa düşürmüştü.

Zihnim, sürekli sorularla dolup taşıyordu. Josegna’nın melodisinin etkisi ne kadar sürecekti? Dev iblise ulaşmam mümkün müydü? İçimdeki fırtına dinmiyor, sorular birbiri ardına zihnimde esiyordu. Ama tek bir şeyden emindim: Ölüm, burada her köşede beni bekliyordu, ve ben de ona adım adım yaklaşıyordum.

“Ölümü gereksiz olacaktır. Yeter ki diğerlerini uyandırmasın,” dedim Nueamsa'ya, sesim soğuk bir tınıyla yankılandı, kelimeler neredeyse havayı kesiyordu. Gözlerim ise kısa bir an ağzımdan çıkan sözlerle birlikte bilinci açık iblisin üzerine yoğunlaşmıştı. Savaşın izleri, üzerime sinmiş kanlar ve kurumuş çamur gibi ağırlaşıyordu. Elimi kaldırdım, kanlı parmaklarımı solgun yüzümün yanına getirip elimin tersiyle kirlenmiş derimi sildim. Her şey gözümde bulanıklaşıyor, bedenimin yorgunluğu zihnime çöküyordu, ama içimde bir yerde hâlâ bir savaşçı yanıyordu, ateşiyle ayakta tutuyordu beni. Yavaşça doğruldum, dizlerimin üzerine kalkarken, altımda yatan iblisin soğuk bedeni nefes alıyormuş gibi titriyordu.

Zihnimin derinliklerinde, ölümün sert nefesi bana bir kez daha fısıldadı. Fakat bu an, ne zamandır hissetmediğim bir şey verdi bana—zaferin o acı tatlı tadı. İblisin gözleri, bilincinin sınırlarında savrulurken hâlâ titriyordu. Onu alt etmiş olmama rağmen, içimdeki savaş sona ermemişti. Bu bir zafer değildi. Sadece bir başlangıçtı. İblisin üzerinden kalkarken, sanki üzerimdeki ağırlık kat kat artmış gibi hissettim; ölüm tehditleri, kanın soğuk akışı ve zaferin dikenli tacı, her biri benimleydi.

Sonra bir anlık sessizlik çöktü. Etrafımda akan savaşın sesleri, Josegna’nın yankıları, Nuemsa’nın enerjisi… Her şey bir sis perdesi gibi uzaklaştı. Ama bu anlık dinginlik, fırtınanın gözündeki bir sessizlikten ibaretti. Kendimi bir an bile dinleyecek vaktim yoktu, çünkü önümde hâlâ dev iblis vardı. Göğsümde bir şeyler hızlandı, kalbim mi, korkum mu, yoksa yıkım arzusu mu, bilmiyordum. Ama adımlarım, düşüncelerimden daha hızlıydı. İleriye doğru bir ok gibi fırladım bir kez daha.

Savaş bitmemişti; aksine, yeni başlıyordu. İblisin üzerine çullanırken atlatılan onlarca ölüm tehlikesi, zihnimde silik birer anı gibi kalmıştı. Şimdi, önümde sadece dev iblis duruyordu—ve o, her şeyin kilit noktasıydı. Onu yok etmek zorundaydım. Bir kez devrilirse, savaş alanı daha onurlu, daha temiz bir yer olacaktı. Kaosun ortasında bile, bir savaşçının onuru, her şeyin ötesinde olmalıydı.

Bu dev iblisi öldürmek bir zorunluluktu. Onu alt etmek, bu savaşın gerçek başlangıcıydı. Ama içimde hissettiğim şey sadece zafer hırsı değildi. Bir parçam Karras ile yüzleşmeye hazırlanıyordu. O büyük karşılaşma, her şeyin sonunu getirecek olan hesaplaşma... Zihnimde Karras'ın yüzü beliriyor, dakilar öncesine ait anılar, kan kokan anlar birbirine karışıyordu. Ama ondan önce, önümdeki bu dev iblisi yok etmek zorundaydım. Yüce bir kaya gibi önümde yükseliyordu, ve ben o kayayı parçalamak için kendimi hazırlıyordum.

Adımlarım hızlandı, her nefesimde ölümün sıcaklığını daha fazla hissetmeye başladım. Ölüm, her an bana dokunuyor, adımlarımı takip ediyordu. Fakat garip bir şekilde, bu beni korkutmuyordu. Aksine, ölümün o sert dokunuşu, beni daha da güçlendiriyordu. Artık geri çekilecek yerim kalmamıştı. Bu yol, sadece ileriye gidiyordu. Her bir adımımda ölüme biraz daha yaklaşırken, hiçbir çekincem yoktu. Çünkü bu yolda, korkuya yer yoktu—yalnızca mücadele ve savaş vardı.

Bu, kaderimin şekillendiği yerdi. Dev iblise doğru koşarken, içimdeki her hücre ölümün varlığını hissediyor, ama hiçbiri geri adım atmıyordu.

Kısa bir an için, zihnimin derinliklerinde Nuemsa’nın düşüncelerini ve duygularını hissetmeye çalıştım. O, bedenimle birlikte savaşıyor, zihnimde yankılanıyordu. Sanki benim bir parçam gibiydi, içimde dolaşan bir gölge, bir ruh. Aramızdaki bu bağ her zaman oradaydı, ama şimdi daha da yoğunlaşıyor, neredeyse elle tutulur hale geliyordu. Onun varlığı, zihnimin bir köşesinde fısıldayan bir ses gibiydi, ama o sesi tam anlamıyla duymak, ona tamamen hükmetmek zorundaydım. Çünkü biliyordum ki, Nuemsa’yı kontrol altına almak, onu kendi irademe bağlamak gerekiyordu. Bu bağ, beni zaferin eşiğine taşıyacak bir düğüme dönüşmeliydi.

Onun gücünü tamamen hissetmek, sadece ona yakın olmak yetmezdi. O gücü kendi içimde düğümlemeli, sıkıca kavramalıydım. Nuemsa, ne kadar güçlü ve özgür görünse de, o benim bir parçam olmalıydı. Ve bu bağı düğümlemek, savaştaki en büyük silahım olacaktı. Hükmetmeliydim. Onun karanlığını yönlendirmek, onun gücünü kendi irademe boyun eğdirmek zorundaydım. Bu bağın gücüyle savaş alanına hükmedebilir, önümüzdeki tüm karanlıkları sindirebilirdim.

Nuemsa ile aramızdaki bağ, sadece güçten ibaret değildi; o, ruhlar arasında gizlenen bir düğümdü. Ve o düğümü sıkılaştırmak, savaşı kazanmamın anahtarıydı.
Image
KARAKTER
KÜNYE
İsim: Gadiel (Gad’iil)
Cinsiyet: Erkek
Yaş: 25
Boy: 1.72
Kilo: 70
Sınıflar: Sezici - Dengeli - Elementalist
İtibar: 7
Mevcut GP/AGP/İGP: AGP 10 / İGP 5
Mevcut Para: 3.000 Aclania Pulası

PROFİL
Güç: 7
Dayanıklılık: 7
Çeviklik: 7
İrade: 16
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 10
Hakimiyet: 8
Mevcudiyet: 4

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
İBLİS
KÜNYE
İsim: Nuemsa (Hırçın Çocuk)
Cinsiyet: Kadın
Boy: 172
Kilo: 26
Tür: Peri
Yatkın Olduğu Teknik Sınıfı: İllüzyon
Yatkın Olduğu Element: Işık – Doğa (Elemental)
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 7
Güç: 4
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 4
Arun: 13
Duren: 13
İrade: 5

YETENEKLER
Çaresiz Haykırış

TEKNİKLER
Kutsal Boynuz (A seviye)
Kör edici Işık (C seviye)
Peri Dokunuşu (D seviye)
Öfkeli Peri (C seviye)
Doğanın Yargısı (A-rank / Karakteristik teknik)

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

18 Sep 2024, 16:40

İblisin üstünden kalkıp ilerlemeye başladığında, aslında kendini ateş çukurundan farksız bir yere atmadığını anlayabiliyorsun. Zihnin, Nuemsa’nın hissettiklerine açık bir hale geldiğinde, koca bir karanlığa sızan kanlardan başka bir şey hissedemiyorsun. Nuemsa’nın saçaklanan köklerinin araladığı karanlıkta, gözlerin sadece kızılın akışına takılıyor. Ve bir anda, kulaklarında yankılanan melodinin silinmesiyle, istemsizce kafanı Josegna’nın olduğu yere çeviriyorsun. İblislerin göğe saçılan kanlarıyla birlikte acı iniltileri halen varlığını koruyor bu anlarda. Solena’nın parlak kılıçları kimi zaman sadece iblisleri değil havayı da parçalayıp geçiyor. Ancak bakışların Josegna’yı aradığında, bir iblis topluluğu içerisinde çektiği kılıcıyla savaştığını görüyorsun, parlak saçları tamamen kana bulanmış bir halde. Josegna’nın bir anlığına dahi olsa gördüğün yüzü, kanlarla kaplı halde bir iblisten farksız görünürken bir anda Nuemsa’nın “Gadiel!” diye haykırdığını duyuyorsun. Seni bir kabustan uyandırıp diğerine yönlendiren bu yakarışla önüne döndüğünde, artık Josegna’nın kontrolünden çıkmış onlarca iblisin size doğru hareketlenmiş olduğunu görüyorsun. Birkaç saniye önce, bir şekilde alt ettiğin üç iblis için harcadığın enerji ve planlamayı göz önüne aldığında, karşında gelen iblislere karşı basit bir çaresizlikle teslim olmak dışında bir seçeneğin yok gibi duruyor. Ancak bunu, sadece normal bir insanın yapacağı türden bir tercih olduğunun sonuna kadar farkında oluyorsun. Buraya böylesine bir tercih yapmaya gelmediğini bildiğin gibi…

Bakışların daha keskin bir şekilde dev iblise ulaşabileceğin en iyi açıklığı ararken, Nuemsa hafifçe yanına kadar sokuluyor ve dev iblisin savurduğu kolundan meydana gelen hayali bir rüzgara karşı dururcasına “Yolu açacağım... Sakın geriyi düşünme!” diyor. Nuemsa’nın bir şekilde iradesiyle harekete geçişi, onu da bu savaşın piyonu olmaktan çıkartırken, yerden çıkmaya başlayan köklerle birlikte planı da az çok anlamaya başlıyorsun. Nuemsa’nın köklerinin sayısı giderek artmaya başlarken, bu kökler hızla önünde gelmekte olan iblislere doğru ilerliyor! İlk kökün iblislerle temas etmesiyle birlikte, Nuemsa kökleri bir kamçı gibi ve belli bir hedef gözetmeksizin savurmaya başlıyor! Bu sayede, önündeki iblislerin ilerleyişi durma noktasına kadar gelirken, sen de yerinden hareketleniyor ve ileriye doğru koşmaya başlıyorsun. Hemen yanında sana yoldaş olan başkaca kökler sayesinde, sağından ve solundan gelen iblisleri de engelleyen Nuemsa, belki de sınırlarını zorlayarak sana bir koridor oluşturmaya çalışıyor. Birkaç saniye içinde de, üstüne başına sıçrayan kanlarla birlikte Nuemsa’nın açtığı koridorda rahat bir şekilde ilerlemeye başlıyorsun!

Nuemsa’nın köklerinin etki mesafesinin dışına gelmeye başladığında, köklerin ansızın geri çekildiğini fark ediyorsun. Bakışlarını arkana çevirdiğinde ise Nuemsa kendini olabildiğince ileriye atıp olduğu noktada kalırken yeni köklerini de vakit kaybetmeksizin üretmeye başlıyor! Bu sayede, yeni köklerin gelmesiyle birlikte önündeki açıklığı sürdürmeniz de mümkün oluyor. Aynı düzenin bir kez daha gerçekleşmesinin ardından ise, dev iblise artık hiç olmadığın kadar yakın oluyorsun! Aranızda 25 metre kadar bir mesafe kalmışken, dev iblisin hiddetli ve öfke dolu bakışlarını üzerinde hissedebiliyorsun. Bu bakışların altında yatan öldürme arzusu buram buram ruhuna işlemeye başlarken, dev iblis hafifçe eğilip yerin tozunu alırcasına kollarını savuruyor! Devin bu hamlesiyle birlikte, önündeki 5 metrelik alanda bulunan tüm iblisler havaya savruluyor! Dev iblis, gırtlaktan gelen bir böğürtüyle savaş meydanını inlettiğinde ise, bunun sana açık bir meydan okuma olduğunu fark edebiliyorsun. Nitekim, etrafınızdaki diğer iblisler bu böğürtüden kaçmak ister gibi, seni bile görmezden gelerek koşturmaya başlıyorlar. Birkaç saniye içerisinde, Nuemsa soluk soluğa yanına geldiğinde, artık dev iblisle birebir kaldığını ve diğer iblislerin 25 metrelik bir alan içerisinde sadece sizi izlemekle yetineceğini ve dev iblisin yoluna çıkmaktan kaçınacaklarını anlayabiliyorsun.
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Gadiel
Aclanian Aludir
Aclanian Aludir
Posts: 198
Joined: 05 Jun 2023, 02:04

20 Sep 2024, 10:35

Savaş... Ebedi bir lanet gibi ruhumuza çöreklenmiş bir karanlıktı. Her adımda, toprağı besleyen kanın kokusunu duyuyordum; o kan ki nehirler gibi akıyordu, ardında yalnızca yokluğu ve çürümenin soğuk izini bırakıyordu. Savaşın ağırlığı omuzlarımda bir zincir, ruhumda daimi bir yara gibi hissettiriyordu. Her darbede, her kılıç sesinde, insanlığın üzerine işlenmiş bir mühür gibi yankılanıyordu bu korkunç gerçek. Zamanla bu mühür, yürekte kaskatı bir taş haline geliyordu.

İlk kan döküldüğünde, anlamıştım. Savaş, asla sadece bedenlerle yapılan bir kavga değildi. Hayır... Savaş, ruhları kemiren bir kurttu, içinde taşıdığımız en saf duyguları, en derin umutları parçalayan, tüm sevgiyi ve ışığı karanlıkta boğan bir canavardı. Bu canavarla yüzleşmek, insanı her seferinde biraz daha yutan bir uçuruma bakmak gibiydi. Ve bir kez o uçuruma düştüğünde, geri dönüşün olmadığını fark ediyordun.

Kan... Savaşın diliydi bu. Her damla, toprağa döküldüğünde bir an için tüm dünya susuyordu sanki. O kanla yıkanmış toprak, insanlık adına dökülen her gözyaşını, her çığlığı soğuk bir mezar taşı gibi mühürlüyordu. Ellerimle kestiğim her nefes, benden bir parça alıyordu. Ruhumun derinliklerinde bir ses vardı, her katliamda yankılanan. "Gadiel," diye fısıldıyordu. "Her kestiğin hayat, senin de canını alıyor."

Ellerim, sözlerimle birlikte titredi her seferinde. Savaşın ortasında, dostun düşmandan farkı kalmadı. Parçalanmış bedenler, kana bulanmış yüzler... Gözlerim o kadar çok karanlığa baktı ki, aydınlık nedir unuttum. Her iblisin, her düşmanın yüzünde kendi ruhumun yansımasını görüyordum. Onların maskeleriyle benim yüzüm birleşti. Savaş, sadece canları almadı; bizden, benliğimizden, insanlığımızdan ne varsa çekip aldı. Ve geriye bir boşluk bıraktı, derin bir boşluk.

"Bu mu zafer?" diye sordum kendime. Her çığlıkta, her kan damlasında daha da ağırlaşan bir yük omuzlarımda birikiyordu. Kazanmak dediğimiz şey, sadece daha fazla kaybetmekti aslında. Zafer denilen kavram, geride bırakılan cesetlerin üzerine kurulmuş bir yanılsamaydı. Toprağın altında yatan her dost, her düşman, o yanılsamayı daha da görünür kıldı gözümde. Ne zafer, ne de yenilgi... Savaşın sonunda geriye kalan tek gerçek, ölümün o soğuk nefesiydi.

Savaş, beni de alıp götürmek istedi. Her adımda, her darbede bir parçamı çaldı. Fakat içimde bir ses var, hala nefes alıyordu. O ses, bana teslim olmamam gerektiğini söylüyordu. "Savaş seni yok edecek, ama ruhun direnecek." İşte, o yüzden hala ayaktaydım. Yıkılmış dünyamın ortasında, ellerimle değil ruhumla savaşıyordum artık. Çünkü savaş, kılıçlardan, kanlardan öte bir şeydi. Savaş, insanlığın en karanlık yüzünü gösteren bir aynaydı. Ve o aynaya baktığımda, kendi ruhumun savaştığını görüyordum.

Bu savaş bitmeyecekti, bunu biliyorum. Ama ruhum, bu karanlıkla dövüşmeyi bırakmayacaktı. Çünkü savaş, sadece ölmek ya da öldürmek değildi. Savaş, içindeki insanlığı, o son ışığı korumaktı. Ve ben, son nefesime kadar o ışığı söndürmemeye yeminliydim.

Derin bir nefes alarak iblisin üzerinden kalkıp adım atarken, farkında olmadan kendimi karanlığın daha derin bir çukuruna atıyordum. Zihnimdeki perde Nuemsa’nın hislerine açıldığında, içime dolan tek şey, kanın karanlıkta yankılanan o ağır kokusuydu. Köklerinin çatlayarak karanlığı yırttığı o anlarda, gözlerim sadece kızılın akışında kayboldu. Her damla, sanki beni bir başka sona sürüklüyordu.

Kulaklarımda yankılanan melodinin aniden kesilmesiyle, istemsizce başımı Josegna’nın olduğu tarafa çevirdim. Etrafımda hala iblislerin acı dolu çığlıkları yankılanıyor, Solena’nın kılıçlarının havayı bile parçalayan keskin darbeleri zihnimde iz bırakıyordu. Her şey bulanık ve karmaşık bir kaos içindeydi, ama gözlerim Josegna’yı bulduğunda, yüreğimde bir şeyler kırıldı. O tanıdık yüz... Şimdi tanıyamıyordum. Kılıcını çekerken gördüğüm o zarif, tanıdık siluet, bir yabancıya dönüşmüştü.

O parlak saçlar, her zaman ışıldayan o altın teller şimdi kana bulanmıştı. Yüzü, ifadesi, savaşa boyun eğmiş gibiydi, ve o an... Josegna, bir iblisten farksız görünüyordu. Kan, her şeyi boğmuştu. Onun etrafındaki ışık sönmüş, yerine sadece kırmızının ağır yükü kalmıştı. Savaş, en tanıdık olanı bile bir yabancıya dönüştürmüştü.

O an, Nuemsa’nın adımı haykırışıyla içimde yankılandı. Sanki derin bir uykudan, daha derin bir kabusa çekildim. Her şey bir an için durdu, ve bakışlarımı ön tarafa çevirdiğimde, Josegna’nın kontrolünden sıyrılmış iblislerin bize doğru hızla yaklaştığını fark ettim. O saniyeler içinde, daha önce alt ettiğim iblisler için harcadığım enerjiyi düşünmek bile, içimde tarifsiz bir yorgunluk ve çaresizlik uyandırdı. Gücüm tükenmiş, ellerim titriyordu.

Ama bir şey vardı... Derinlerde, köklerime işlenmiş bir gerçek. Biliyordum ki buraya teslim olmaya gelmemiştim. Çaresizlik, sıradan insanların tercihiydi. Ve ben... Ben o sınırın çok ötesindeydim. İnsanın yıkıldığı yerde, ben doğmuştum. Her adımda, her darbede içimdeki o ses bana fısıldıyordu: "Gadiel, bu son değil. Bu, yeni bir başlangıç."

Bakışlarımı dev iblise daha da keskin bir şekilde diktim, gözlerim o kocaman bedende en uygun açıklığı arıyordu. Her hamlem, bir hayatla diğerinin arasında asılı duruyordu. Tam o anda, Nuemsa yanımda belirdi. Onun varlığı, zihnime dolan o ağır karanlıktan bir ışık gibi kurtardı beni. Sözleri, bir zinciri kırarcasına beni esaretten çekip alıyordu. Onun hareketlerinde bir piyonun mekanikliği yoktu; her adımı, iradesinin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyordu.

Yerden çıkan kökler bir an için dikkatimi dağıttı. Ne yapmaya çalıştığını o anda anladım. Nuemsa’nın kökleri, dev iblise ve onun ordusuna doğru hızla ilerliyordu. İlk temasla birlikte, kökler bir kamçı gibi, rastgele ama ölümcül bir isabetle iblislerin üzerine savruldu. O devasa varlıkların ilerleyişi neredeyse tamamen durma noktasına gelmişti. Köklerin yarattığı kaos, adeta zamanı yavaşlatmış gibiydi.

O an benim de hareket vaktim gelmişti. Duramazdım. Artık koşmalıydım. Yanımda, Nuemsa’nın kökleri, bana koruyucu bir kalkan gibi eşlik ediyordu. Sağımda ve solumda ilerleyen iblisler, köklerin darbesiyle durduruluyordu. Nuemsa, her dokunuşuyla bana bir koridor açıyordu; iradesini zorlayarak, kendi sınırlarını aşarak. Onun kökleri bana bir yol gösteriyor, beni koruyordu. Ve ben de o yolda, sonunu bilmediğim bu savaşta bir adım daha atıyordum.

Kan sıçrayan vücudumla, Nuemsa’nın açtığı yolda rahatça ilerliyordum. Her adımda köklerin güvenli dokunuşları eşlik ediyordu bana. Ama bir an geldi ki, o güvenliğin dışına çıkmıştım. Köklerin menzilinden çıktığımı fark ettiğimde, aniden geri çekildiklerini gördüm. Arkama döndüğümde, Nuemsa çoktan kendini ileri atmış, yeni kökler üretmeye başlamıştı bile. Her yeni kök, önümdeki karanlıkta bir ışık gibi yolu açıyor, her adımımı biraz daha ileri taşıyordu.

Tekrar tekrar köklerin dansını izledim; her dokunuşu, her savuruşu ölümcül bir kesinlikle iblisleri biçiyor, önüme serilen yolu biraz daha temizliyordu. Ve nihayet, hiç olmadığım kadar dev iblise yaklaştım. Aramızda sadece 25 metre vardı. O an, onun gözleriyle karşılaştım. O bakışlar... Sanki ruhuma işleniyordu. İçindeki öfke, hiddet ve ölüm arzusu, her zerremi kavuran bir ateş gibi içime kazındı. Gözlerinde, bu savaşın kaçınılmaz sonunu gördüm; ya ben, ya o.

Devin kollarını savurup yerden tozları kaldırdığı an, iblislerin havaya savruluşunu izledim. O devasa varlığın böğürtüsü, gökyüzünü yararcasına meydanı doldurdu. Gırtlaktan gelen o korkunç ses, adeta bir savaş davetiydi. Bir meydan okuma... Etrafımızdaki iblisler, bu böğürtüden kaçmak ister gibi dağıldılar. Saniyeler içinde, onları yok sayarak sadece devin devasa gölgesiyle baş başa kaldım.

Nuemsa, soluk soluğa yanıma geldi. Artık dev iblisle birebir kalmıştık. Diğer iblisler, devin öfkesinden korkmuş, kenara çekilmişlerdi. Sessizlik... Savaş meydanını dolduran o gürültü, şimdi devin ağır nefesiyle sınırlıydı. Her nefes, bir felaketin yaklaştığını müjdeliyordu.

Ama ben... Bu felakete teslim olmak için burada değildim. Beni buraya getiren her adım, kaderimin iplerini kendi ellerimle tutmam için atılmıştı. O devin altında ezilmek ya da onun boynuna ipi geçirip bu savaşı sonlandırmak benim kararımdı. Ve şimdi... kaderim önümde duruyordu, ellerimde tutmaya hazır bir zincir gibi.

Benliğim, kısa bir an için, Nuemsa ile bir olduğumuz o karanlığın derinliklerinde var oldu. Karanlığın içinde savrulurken, zihnimdeki düşünceler birer yankı gibi etrafımda dönmeye başladı. Sanki tüm o sonsuz boşluğa hitaben konuşuyordum, her sözcük karanlığın içine süzülen bir fısıltı gibiydi. Ama bir yandan, sadece kendimle baş başaydım. Kendi içime doğru bir yolculuğa çıkmıştım.

Bu boşluk, bir bilinmezlik değil, bir karşılaşmaydı. Nuemsa ile aramda kurulan bağın derinliklerinde, onun kökleri benim ruhuma uzanıyordu. O anda fark ettim; aslında o karanlığa değil, kendi içimdeki korkulara, kayıplara ve acılara hitap ediyordum. Ve o ses, sadece karanlığa değil, aynı zamanda kendime yankılanıyordu. Kendi içimde konuşuyordum, belki de her zaman var olan ama bastırdığım bir sesi dışarı çıkarıyordum.

Her kelime, hem bir itiraf, hem bir meydan okuma gibiydi. Karanlık büyüdükçe, ben de büyüyordum. O an, Nuemsa ile bir olmak, yalnızca iki varlığın birleşmesi değildi. Kendi sınırlarımı aşmanın, korkularımla yüzleşmenin ve kendime cesaretle hitap etmenin bir yoluydu. Karanlık, hem düşman hem de yoldaş gibiydi; beni içine çekerken, kendi içimdeki en derin gerçekleri gün yüzüne çıkarıyordu.


Savaş... Kanla beslenen bir canavar, ruhlarımızı yutan karanlık bir uçurum. İlk adımda duyduğun şey, kılıçların metalik çığlığıdır; bir başka canlının etine saplanırken çıkardığı o korkunç ses. O sesi duyduğunda aniden içine dolan soğuk, bir anlık korkudan öte, derin bir boşluk yaratır. O boşluk, sadece bir kişinin değil, bir ulusun, bir dünyanın çığlığını barındırır. Savaş, her darbede biraz daha derine işler insanın içine. Ve en kötüsü, bir kez başladığında o çukurdan çıkmak neredeyse imkânsızdır.

İlk kan döküldüğünde, gözlerin kırmızıyı görmeye alışır. Kırmızı... Her savaşın rengidir bu. Hayatın damarlarında dolaşan en kıymetli şeyi alıp, toprağın üzerinde bir nehir gibi akıtır savaş. İlk damla düştüğünde, artık geri dönüşü yoktur. O kan, toprakla birleşip bir lanet gibi yankılanır; her yere, her ruha yayılır.

Savaş alanında her soluk, hayatla ölüm arasında bir kılıç kadar keskin, narin bir çizgide durur. Bir anlık tereddüt, bir anlık zayıflık, insanı toprakla buluşturur. O toprak, yorgun bedenleri kucaklamaya hazırdır her zaman. Ama bir savaşçının gözleri, sadece önünde duran düşmanı görmez; o gözlerde korkunun, acının ve çaresizliğin izleri vardır. Çarpışan kılıçların arasında yankılanan iniltiler, ruhların yavaşça teslim olduğu o anları fısıldar. Ve her darbe, bir ömrü sonlandırmanın değil, bir yaşamı çaldığının acımasız hatırlatıcısıdır.

Savaşın ortasında kanla kaplanmış yüzler, birbirine benzemeye başlar. Düşman, dost... Herkes aynı maskeyi takar: korku ve öfke. O maskenin ardında, derin bir yıkım gizlidir. Savaş sadece bedenleri değil, ruhları da öğütür. İçinde barındırdığın o sıcak, o umut yavaşça kül olur. Ve geriye kalan tek şey, etrafa savrulmuş kemiklerden farksızdır.

Savaş bir zafer değildir, bir haykırış bile değildir. Savaş, kaybedilen her bir ruhun yankısıdır. Kazanmak denilen şey, sadece diğerlerinin kaybettiklerinden arta kalan bir yanılsamadır. Ne kadar çok kazandığını sanırsan san, sonunda savaş her şeyi alır senden. Tek bir beden, tek bir yaşam kalmaz ardında; sadece boşluk ve yokluk...

Savaşın acı yüzü, kanla yıkanmış o ölü toprağın üstünde, insanlığın gözünden silinmez. Ve bir gün gelir, ellerinle kazdığın mezar, o toprağın seni de yutacağı yerdir.

Bu savaşı bir imparator olarak kazanabilirdim. Bir Aludir olarak değil. O an, karanlığı benimsedim. Korkularımla değil, irademle baktım o uçsuz bucaksız boşluğa. Ellerimi iki yana açtığımda, nasıl Nuemsa’nın hislerine kalbimi açtıysam, ruhumu ve benliğimi de ona sundum. Onunla bir olmanın, sınırları aşmanın ötesinde, karanlığı kendime çekmenin zamanı gelmişti. Tüm o karanlığı, bir karadelik gibi içime çektim. Ve o karanlık, benliğimin en derin köşelerinde yankı buldu. Ama asla kaybolmadım.

O karanlığın içinde, bir ışık gibi parıldamalıydım. O gün, bedenimi saran o pembe parıltıyı, ruhumun her kıvrımında hissetmeliydim. Aludir olarak var olduğum andan beri unuttuğum her bir ince ayrıntı, her bir his, o parıltıyla yeniden hayat bulmalıydı. Artık sadece bir savaşçı değildim, içimde büyüyen bir imparatorun karanlıkla yüzleşmesiydi bu. O dev iblis, önümde duruyordu; koca bir felaket gibi üzerime gelirken, benim dünyam sessizleşti.

Ve işte o an… O azgın devin karşısında, derin bir uykuya daldım. Ama bu uyku, bir yenilginin değil, bir uyanışın habercisiydi. O karanlığın içinde, bir imparator olarak yeniden doğmak için. Bugün, ruhumun derinliklerinde Aludir olmanın ötesine geçmeliydim. Kendi kaderimi yeniden yazmak için
.
Image
KARAKTER
KÜNYE
İsim: Gadiel (Gad’iil)
Cinsiyet: Erkek
Yaş: 25
Boy: 1.72
Kilo: 70
Sınıflar: Sezici - Dengeli - Elementalist
İtibar: 7
Mevcut GP/AGP/İGP: AGP 10 / İGP 5
Mevcut Para: 3.000 Aclania Pulası

PROFİL
Güç: 7
Dayanıklılık: 7
Çeviklik: 7
İrade: 16
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 10
Hakimiyet: 8
Mevcudiyet: 4

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
İBLİS
KÜNYE
İsim: Nuemsa (Hırçın Çocuk)
Cinsiyet: Kadın
Boy: 172
Kilo: 26
Tür: Peri
Yatkın Olduğu Teknik Sınıfı: İllüzyon
Yatkın Olduğu Element: Işık – Doğa (Elemental)
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 7
Güç: 4
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 4
Arun: 13
Duren: 13
İrade: 5

YETENEKLER
Çaresiz Haykırış

TEKNİKLER
Kutsal Boynuz (A seviye)
Kör edici Işık (C seviye)
Peri Dokunuşu (D seviye)
Öfkeli Peri (C seviye)
Doğanın Yargısı (A-rank / Karakteristik teknik)

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

23 Sep 2024, 12:15

“Ve bu gözler onca iblisin arasındaki o sayılı olanları gördüğünde, artık kızılın içindeki karanlığı görebiliyordum. Karanlık… Daha ana rahmine düştüğümüz anda var olduğumuz yer, şimdi onları tüketiyordu… Hiç düşündünüz mü, bir bebek doğduğunda neden ağlar? Denen odur ki, var olduğu karanlıktan ayrılıp ciğerlerine dolmaya başlayan havanın ızdırabıdır ağlamasının sebebi… Tamamen fiziksel… Oysa aslında, ruhunun karanlıktan kopuşunun acısıdır gözyaşlarının sebebi. Bedeninin tanıştığı acı, ruhunun çektiği acının yanında çölde bir kumdan ibarettir… O, karanlıkta var olandır ve sonra karanlıktan korkan… Bir insan neden korkmalıdır ki karanlıktan? Göremediği için mi yoksa ruhunun içindeki karanlığın tekrar çıkacağını bilmesinden mi? Sözlerim beyhude gibi gelir, bilirim. Ancak, onlar bunu bilirler… Onca kızılın arasında bile karanlığın en büyük sığınak olduğunu…”



“Bilirim, var olduğum içindir buradaki her bir akan kanın nedeni… Bilirim, gözlerimden akıp gidenleri yakalamak içindir… Peki ya atsam kendimi en kızılın ortasına ve desem ki ‘Buradayım!’ diye… Son bulur mu acı çığlıklar? Son bulur mu karanlığa sığınmalar? Naçizane bedenimle durdurabilir miyim tüm bu olanları? Ya da mil çeksem gözlerime… Kurtarabilir miyim nefes alıp verenleri? İşte buradayım, her gözün aradığı yerde ve her gözden uzak! Görüyorum onca iblisin nasıl kesildiği… Görüyorum, birinin koca bir devin karşısında dikilişini… Yanındaki iblisin eşsiz ve yitmeye başlayan kudretini… Görüyorum, onun nasıl bir galibiyet arzuladığını… Görüyorum, arzusunun karanlıktan var olduğunu ve karanlıkta sonlanacağını… Ama hepsi bir yana, kudretini görüyorum damarlarında akan! Gördüklerimin hepsinden farklı, gördüklerimin hepsinden uzak… Bilemem ne yöne gitmek istediğini, gördüklerimin sınırı kaderin sunduklarından ibaret… Bu yüzden, her kimin yanında olursa, bilirim her birini kudretiyle yeşerteceğini… Ve bu yeşermenin de esas olan karanlıktan geçeceğini!”



“Kim bilir hangi suretlere ne şekilde anlatacağım bu hikayeyi… Kimse inanmaz ya, bir insanın yüzlerce iblisin arasından geçip gittiğine… Ancak görüyorum, her bir öfkeyi, her bir kudreti, her bir kızılı ve her bir karanlığı… Burada olanlar birden fazla, birden fazlanın binlere bedel olduğu anda… Ruhum, her birinin karanlığından bir kez daha doğmasından yana! Ne var ki, ben sadece görebilirim olan biteni… Dokunamam hiçbirine… Yüzümde tebessüm, gözümde yaş… Ölümsüz Tanrı, Unutulmuş Tanrı… Yerin Tanrısı, Göğün Tanrısı… Azap Tanrısı, Sevinç Tanrısı… Yiten Tanrı, Savaş Tanrısı… Ve Siz Diğerleri… Olmam gereken yerdeyim, Alamara’da… Ne size layık bir insanım ne insanlığa… Ne bir iblisim ne bir insan… Şimdi her ikisinin ortasında… Hangisi kazanacak bilemem, ruhum sadece sizden yana!”


Ruhundaki çalkantıları olabildiğince durdurarak, zihnin varlık dünyasından soyutlamaya başlıyorsun sessizce. Savaşın tüm çığlıkları zihninin bu kaçışını engellemek ister gibi kulaklarından vücuduna dolmaya başlarken, kıyafetlerine ve tenine bulaşmış her bir kan damlası içeri sızmak ister gibi kıpırdanmaya başlıyor. Ayak bastığın zemin, seni bu varlık dünyasında sabitlemek için bileklerini kavramaya, gök ise omuzlarına çökmeye başlıyor. Aldığın her bir soluk, ciğerlerine dolarken bu varlık aleminin somutluğuna bulanıyor. Damarlarında gezinen kan, senin bir insandan ibaret olduğu belli etmek ister gibi damarlarını aşındırıyor. Karanlığa kapanan göz kapakların, ruhunun arzusunu hiçe sayarak olabildiğince açılıyor, gerçekliği sana sunmak için… Tek gördüğün, karşındaki koca dev oluyor sadece. Belki de birkaç saniye sonra, bedenini basit bir kağıt gibi buruşturup atacak veya seni diğer iblislere yaptığı gibi metrelerce ileriye fırlatacak olan o devi… Ve dev, her geçen saniye daha da büyüyor gözlerinin önünde. Her bir uzvu, seni onlarca kez yok edecek gibi durmadan büyüyor… Dev iblis ciğerlerinden saçılan böğürtüleriyle yeryüzünü kudretiyle parçalıyor, tıpkı zihnindeki her bir hissi parçaladığı gibi… Dev öylece büyüyor, tüm görüşünü ve hatta zihnini ele geçirmek ister gibi!

Gözlerinin sunduğu gerçekliğin zihnindeki tezahürüne kapılmadan edemiyorsun bir anlığına bile olsa. Dev iblisin boyutlarında hiçbir değişiklik olmadığını idrak edebilsen bile, onun zihnindeki kudretli görüntüsünü silip atman da mümkün olmuyor ne kadar denesen de. Zaferin için ilerlemen gerektiğini düşündüğün yol, bir göz kapamasının ötesine geçmeyi gerektirse dahi, varlığın öteye adım atmak istemiyor. Kulaklarını her tıkamaya çalıştığında daha derinini duyuyor ve gözlerini her kapadığında daha kudretli bir dev ile yüzleşiyorsun. Vücudunun tüm bu istemsiz davranışları, ruhundaki derin oyuğu daha da engin hale getirirken, sanki bir telin kopuşunu andırırcasına, gerçekliğin her bir zerresinden arındığını hissediyorsun. Gözlerin, devin harekete geçişini görmüş olsa bile, artık bedeninin bomboş bir et parçasından daha fazlasını olmadığını…

Silip attığın gerçekliğin sana getirdiği tek şey, karanlığın içerisinde dalgalanan bambaşka bir karanlıktan ibaret oluyor. Bu manzara sana oldukça tanıdık geliyor, tıpkı hissettirdikleri gibi. Ve bu hisler ruhunda yayıldıkça, karanlığının şekillendiğini fark ediyorsun. Ve bir anda, tek bir cümleyle her şeyin başladığı ana açıyorsun gözlerini.


“Omuzların burada olduğu sürece, hiçbir zaman çaresiz hissetmeyeceğiz.”

Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Uçsuz bucaksız bir boşluğun içinde bulduğun bedeninin her şeyden ve herkesten uzak olduğunu hissediyorsun. Açılan gözlerin sanki binlerce yıl kapalı kalmış olmasına rağmen, zihnin tüm bu yıllar boyunca aralıksız çalışmış gibi yorgun hissediyorsun kendini. Ne var ki, bu yorgunluğun sebebini anlamak ve algılamak senin için bu anda pek de mümkün olmuyor. Karşında, belki de onlarca beden bulunsa bile, bunlardan hiçbirini bir diğerinden ayırt edemiyorsun. Bir sebep veya sonuç yok gibi görünse de… Fakat bir şekilde, kendini tüm bu bedenlere bağlı hissediyorsun. Her birinden sorumluymuş gibi… Ruhundaki boşluk, gereksiz bir ağırlıkla çalkalanıyor. İçinden gelen bir çığlık ise, sonucu ne olursa olsun, bu bedenler arasında bir seçim yapamayacağını haykırıyor. Sonunda hiçlik veya yok oluş bile olsa…

Sonunda, sadece cismen var olmuş gibi duran insanlar bir anda sana doğru gelmeye başlıyor. Her birinin görebildiğin ama var olmayan gözlerinde senden medet umduklarını hissediyorsun. Fakat her bir beden, üzerine ayrı bir sorumluluk yüklüyor. Bir insana olması gerekenden daha fazla yüklenen bir sorumluluk. Tüm bunların neticesinde ise, kendini yılmış ve yorgun hissetsen bile bedenin dimdik ayakta duruyor. Her bir bedenin her bir sorumluluğunu üstlenmek ister gibi. Birkaç saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay veya yıl sonra… Hiçbir seçimin olmadığı ve tümünü kucakladığın bir gerçeklikle yüzleşiyorsun. Ancak tam bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.

“Gadiel!”
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Gadiel
Aclanian Aludir
Aclanian Aludir
Posts: 198
Joined: 05 Jun 2023, 02:04

24 Sep 2024, 10:09

Ruhum, dibi görünmeyen bir okyanusun derinliklerinde ağır ağır çökmüş, karanlık bir yalnızlığa gömülmüştü. Yukarıda bir ışık titriyordu, ancak o kadar uzaktı ki, varlığı bir yanılsamadan ibaret olabilirdi. Su, her yandan üzerime çöküyor, her nefes alışım, varoluşuma meydan okuyan bir başkaldırı gibi yankılanıyordu. Ellerim, tutunmaya çalıştığım hayali bir umuda uzanıyor, ancak yalnızca boşlukla kucaklaşıyordu.

Kalbim, suyun altında sessiz bir çırpınışla atıyordu; her vuruşu, sonsuz boşlukta kaybolan, yankısız bir çığlık gibiydi. Zaman burada akmıyordu—su gibi ağır, kırılgan ve unutuşa bulanmıştı. Yüzyıllardır bu karanlıkta asılı kalmış gibiydim; hareketsiz, yitirilmiş, varlığımın derinliklerinde kaybolmuş. Hafifçe süzülen yosunlar gibi geçmişimin kırık dökük parçaları etrafımda dolanıyordu ama hiçbirine ulaşamıyordum. Hepsi, avuçlarımın arasından kayan hatıralar gibi, benden uzaklaşıp gidiyordu; dokunmak istediğim ama hep kaçan anılar...

Yukarıya çıkmak mı? O bir hayaldi, imkânsız ve ulaşılmaz. Her adım atmak, beni daha da derinlere çeken bir girdaba sürüklenmek demekti. Düşüncelerim, çapa gibi ağırlaşıyor ve her biri beni suyun soğuk, katı sessizliğine daha da batırıyordu. O kadar derinlerdeydim ki, bazen burada gerçekten var olup olmadığımı sorguluyordum. Ama eğer var olmasaydım, bu ezici ağırlığı hissedebilir miydim? Bu boğucu sessizlik beni sarmalayabilir miydi?

Belki de burası benim asıl yurdumdu—karanlık, sessiz ve dipsiz bir okyanusun dibi. Burada, her şeyden uzak, ebedi yalnızlığın içinde kalmak... Belki de nihayetinde bu, bir tür huzurun parçasıdır. Karanlığın içinde kaybolmak, o ağırlığın verdiği sersemletici sükûnetle birlikte, belki de bu yalnızlık, özgürlüğün en saf haliydi.

Kısa bir an, her şeyden sıyrılmak, bu cehennemden kaçmak istiyorum. Ama savaşın çığlıkları, kulaklarımdan içime sızıyor, ruhumu işgal ediyordu. Üzerimdeki kan damlaları, tenime değil de ruhuma işlemiş gibiydi; sanki her bir damla varlığıma kazınmış bir iz, kaçamayacağımın acı bir hatırlatıcısıydı. Ayaklarımın bastığı toprak, sinsi bir güçle bileklerimi kavrıyordu, bu dünyaya zincirlenmiş gibiydim. Gök, ağırlığını omuzlarıma bırakırken, her nefes alışımda içime dolan hava, gerçekliğin soğuk sertliğine bulanıyordu.

Kendimden kopmak, bu yükten kurtulmak istiyordum, ama gözlerim irademe karşı gelerek açılıyor ve bana tek bir görüntüyü dayatıyordu: dev. Karşımda duruyordu, varlığı tüm evreni dolduruyormuşçasına her an daha da büyüyordu. O kadar devasa ki, her bir hareketi beni binlerce kez ezip yok edebilir gibi görünüyordu.
Ciğerlerinden yükselen kükreme, yeryüzünü çatlatan bir kudretle kulaklarımı yırtıyor, zihnimin kıvrımlarını birer birer parçalıyordu. Onun gölgesi zihnimin derinliklerine kadar işliyor, varlığımdaki her boşluğu dolduruyor, her geçen saniye daha da büyüyen bir karanlığa dönüşüyordu. Gözlerim sabit kalsa da, zihnimdeki kudreti durmaksızın büyüyor, beni daha derine çekiyordu.

Korkunun pençesinden kaçmak istiyordum, ama bedenim sanki kendi iradesiyle ihanete uğramış gibiydi. Ayaklarım toprağa kök salmışçasına beni esir alıyordu, her göz kırpışımda dev daha da büyüyüp gölgemi yutuyor, gözkapaklarım kapanır kapanmaz onun kudretiyle baş başa kalıyordum. Kulaklarım, her yankılanan uğultuyu derin bir uçurumun dibinden duyuyormuşçasına titriyordu. Zihnim bu ağırlığa katlanamaz hale geliyor, ruhumda derin, dipsiz bir uçurum açılıyordu—her şey karanlığa doğru çekiliyordu, yıldızları yutan bir gece gibi.

Gerçeklik, incecik bir iplik misali parmaklarımın arasından kayıp giderken, beni boşluğun soğuk kollarına teslim ediyordu. Devin hamlesini görüyorum ama bedenim artık bir anlam taşımıyordu; bomboş, rüzgârın savurduğu bir yapraktan farksızdı. İçimde büyüyen karanlık, yıllardır köşeye sinmiş bir gölge gibi tanıdık geliyordu, ona teslim olmak kaçınılmazdı. Zaman ve mekân silikleşirken, karanlık ruhuma bir perde gibi iniyordu, beni öz benliğime, o hiçliğin içindeki benliğe geri çağırıyordu.

Bu karanlık, savaşı aşan bir boşluğun yankısıydı—ne geçmiş vardı ne de gelecek, sadece varoluşun o sınırsız sessizliği. Bir zamanlar kaçtığım ama şimdi sarıldığım bu boşluk, varlığımı yavaşça yutarken geride sadece sessizlik kalıyordu; o yutucu, sarsıcı, ve huzurlu sessizlik.

Karanlığın derinliklerinden, unutuşun ve yitip gidişin soğuk kollarıyla sarılmış bir ruhtum ben. Gözlerim, hayatın bir zamanlar parlak olan aydınlığını unutmuş gibi yeniden açılmıştı. Sanki içimdeki tüm renkler solmuş, sadece gri ve siyahın hüküm sürdüğü bir dünyada var olmuştum. Hatıralarım, ağır bir buğunun ardında gizlenmiş, sesleri yankılanmayan, yüzleri unutan bir gölgeler yığınına dönüşmüştü.

Bir kez daha, karanlığın kucaklayışında kaybolmuştum; bu sefer, bir anının tozlu raflarında gizlenmiş bir hayal ya da anı değildi, gerçekliğin içine düşen bir alev gibi parlıyordu varlığım. Yeniden doğuşun sarmalında, her şey taze bir nefes gibi can buluyordu içimde. O ses… Tanıdık, derin bir yankı; ruhumun en karanlık köşelerinden yükseliyor, duygularımı birer gölge gibi sarhoş ediyordu.

O varlıklar… Hayalet gibi süzülen figürler; her biri sanki zamanın sonsuz derinliklerinden gelmiş, varlıklarıyla içimdeki boşluğa dokunuyordu. Hepsini kabullenişim, bir özlem değil, bir teslimiyet gibi belirdi. Karanlık, bana ait olan bir dost gibi sarmalarken, kaybolmuş bir ruhun hikâyesini yeniden yazıyordu.

Gözlerim, karanlığın derinliklerinde parlayan yıldızlar misali açıldı; her bir parıltı, kaybolmuş umutların ve unutuşun izlerini taşıyordu. Ama şimdi, o yıldızlar birer rehber olmuş, beni içsel bir yolculuğa çıkarıyordu. Işıkla karanlığın kucaklaştığı o noktada, ben de var oluyordum; sanki ruhum, karanlığın derinliklerinde bir çiçek gibi açmaya başlamıştı.

Zihnimde yankılanan düşünceler, birer melodi gibi akarken, kaybolmuş anılarımın dansı başladı. Düşlerimin gökyüzünde süzülen gri bulutlar, aniden yırtılıp açıldığında, içimden bir hüzün şarkısı yükseldi. Her notası, bir kırık kalbin itirafı; her sesi, unutulmuş bir aşkın yankısıydı.

Yeniden doğmak… Ne zor bir sözcük, sanki sadece bir dilek gibiydi. Her şeyin başlangıcında yatan muazzam bir sessizlik vardı. O sessizliğin içinde kaybolmuş bir ben, hayatımın anlamını ararken kaybolmuş ruhlar gibi dolaşıyordum. Sadece ben değil, etrafımdaki her şey de bu karanlıkla yoğrulmuş; hayvanlar, ağaçlar, gökyüzü... Hepsi birer hayalet gibi geçiyordu yanımdan, bana ait olmayan anıların yükünü taşırken.

Gözlerim, artık eski bir parıltıyı değil, sadece boşlukta kaybolmuş bir umudu yansıtıyordu. Belki de, geçmişin ağırlığı beni boğuyor; belki de, ruhumun derinliklerinde yatan karanlık, yeniden doğmak istemeyen bir özlem. İçimde yankılanan düşünceler, birer karanlık melodinin notaları gibi birbirine karışıyor, ruhumun derinliklerine inen bir su gibi akıyordu. Ama bu su, temiz değil; karanlık, bulanık ve soğuktu.

Her nefes alışımda, acının tazeliğini hissediyordum. Kalbim, bir zamanlar canlı olan bir baharın kurumuş yaprakları gibi hırpalanmış; ruhum, hatıraların soğuk rüzgârlarıyla sarsılıyordu. Unutmak, sanki bir tür intihar gibi; yeniden doğmak ise bir tür kefaretti. Ama neye karşı? Kendimden mi, geçmişimden mi?

Düşüncelerim derin ve karanlıktı; kelimeler, birer dertli ruhun itirafı gibi yankılanıyordu. İçimdeki boşluğu dolduracak bir şey arıyorum ama ne çare! Her bir çığlık, daha fazla karanlığa sürükleniyor, daha fazla belirsizliğin kollarına teslim oluyordu.

Kendimi bulmak için savaşıyordum, ama savaşmak da bir ceza gibi geliyordu. Düşüncelerimin labirentlerinde kaybolmuşken, yeniden doğmak, belki de bir rüya; bir rüya ki içinde ben yokum sanki, sadece sessiz bir boşluk var.

Ve işte, bu derin karanlıkta doğan yeni bir ben var; kaybolmuş, ama yine de var. Yavaşça gökyüzüne doğru uzanıyorum, yıldızlar kadar uzak ama o kadar da yakın. Yeniden doğmanın ne demek olduğunu anlamadan, belki de tüm hayatım boyunca karanlıkta kalmayı öğreneceğim. Belki de karanlık, artık yalnızca bir örtü değil; aynı zamanda benliğimin derinliklerinde yankılanan bir şarkı. Ve ben, o şarkının sözlerini yazarken, karanlığın kucaklayışında bir kez daha doğuyorum sanki.

Kısa bir an, tüm karanlığı kalbime sığdırabilecekmiş gibi kollarımı açtım. Tüm varlıkları tek tek kabul ettim ve benim için en önemli varlığı da kabul etmek için hazır bekledim.

"Korkmayın... Buradayım, hepiniz için."
Image
KARAKTER
KÜNYE
İsim: Gadiel (Gad’iil)
Cinsiyet: Erkek
Yaş: 25
Boy: 1.72
Kilo: 70
Sınıflar: Sezici - Dengeli - Elementalist
İtibar: 7
Mevcut GP/AGP/İGP: AGP 10 / İGP 5
Mevcut Para: 3.000 Aclania Pulası

PROFİL
Güç: 7
Dayanıklılık: 7
Çeviklik: 7
İrade: 16
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 10
Hakimiyet: 8
Mevcudiyet: 4

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
İBLİS
KÜNYE
İsim: Nuemsa (Hırçın Çocuk)
Cinsiyet: Kadın
Boy: 172
Kilo: 26
Tür: Peri
Yatkın Olduğu Teknik Sınıfı: İllüzyon
Yatkın Olduğu Element: Işık – Doğa (Elemental)
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 7
Güç: 4
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 4
Arun: 13
Duren: 13
İrade: 5

YETENEKLER
Çaresiz Haykırış

TEKNİKLER
Kutsal Boynuz (A seviye)
Kör edici Işık (C seviye)
Peri Dokunuşu (D seviye)
Öfkeli Peri (C seviye)
Doğanın Yargısı (A-rank / Karakteristik teknik)

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

25 Sep 2024, 09:50

Karşında birbirinden ayırt edemediğin onca insan, tıpkı karanlığa sığındığın gibi gölgene sinmek ister gibi hareket ediyor. Sayıları, her bir bakışınla daha da artıyor ve önü alınmaz bir boyuta ulaşıyor. Bir müddet sonra karşında kaç insan olduğunu bile saymayı bırakıyorsun, gözlerinin insanlar dışında bir şeyi görememesiyle. Tüm bu karanlığın içinde, senin sığındığın karanlıkta insanların sana sığınmaya çalışmasının anlamsızlığına kapılıyor birkaç saniye bile olsa… Ve onların kim olduğunu? Neden sana sığınmaya çalıştıklarını… Anlamaya çalışıyorsun, çaresiz zihninin sana bir sonuç vermeyeceğini bilerek. Bir tanesi, belinden seni kavrayıp sıkı sıkıya sararken, bir diğer sağ bacağına yapışıyor. Tüm bu insanlardan kendini kurtarmak istemiyor olsan bile, tuttukları yerlerden öyle güçlü kavrıyorlar ki, istemsizce de olsa irkilerek kendini geriye çekmeye çalışıyorsun. Bir anda sol koluna yapışan bir başka bedeni görüyorsun… Hepsi için burada olduğunu açıkça deklare etmiş olsan bile, bedeninin tüm bu insanların yapışmasını kaldırıp kaldıramayacağını sorgulamaya başlıyorsun.

Bir anda sağ kolun kapılıyor bir başkası tarafından…

Belinin sağ tarafına yapışan biri daha…

Ve bir diğeri bacağından tutuyor…

Ve bir başkası…

Ötekisi…

Ardından geleni…

Bedeninin her bir noktasına temas eden eller…

Her biri seni sıkı sıkıya saran eller…

Boynuna tutunan bir insan…

Göğüslerinden kavrayan biri…

Öyle sıkıyorlar ki bedenini…

Nefes alıp vermek dahi güçleşiyor…

Ve sonra bir diğeri daha…

Bir diğeri daha…

Bir diğeri daha…

Bir…

Diğeri…

Daha…

Bedenin, insan seli altına kalıyor adeta…

Gözlerin, suratına yapışan eller dışında bir şey görmüyor…

Nefes almak bile, artık fiziken imkansız hale geliyor…

Suratında gezinen ellerden kurtulmak için kafanı sallasan da…

İmkansız…

Hepsi için buradayken…

Hepsinin altında ezilip kalmak…

Ve bir kızıl

Fışkırırcasına ansızın…

Ve bir kızıl daha…

Vücudunda gevşeyen eller…

Yere düşen bedenler…

Herkes için buradayken…

Herkesi katleden eller

İşte, Gadiel!


Soluk soluğa kalmış bir şekilde açtığın gözlerinle, binlerce insanı katletmeye yeltenen ellerine bakıyorsun. Gözlerin, tek bir kızıl damlasını dahi görmesi halinde sonsuz karanlığa kendisini atmak için çıldırmışçasına yuvalarında dönmeye başlıyor. Ancak hiçbir kızıllığın ellerinde bulunmaması, terli ciğerlerine rahat bir havanın girmesini sağlıyor. Kafanı kaldırdığında, sonsuz bir aydınlığın içinde buluyorsun kendini. Sanki kör edercesine… Bakışların nerede olduğunu kavramak için etrafında dönerken, uçsuz bucaksız bir düzlemin içinde buluyorsun kendini. Ne var ki, arkanı döndüğünde bir kez daha görüyorsun, o birbirinden ayırt edilemeyecek suratlara sahip insanlardan birini… Ve sonra bir diğerini… Ve ardından diğerini… Bir önceki seferde yaşadıklarını bir kez daha anımsıyorsun. Tüm bedenlerin seni nasıl bir çukura attığını… Hepsi için buradayken, hepsinin seni nasıl nefessiz kıldığını… Ve hepsinin nasıl kızıla boyandığını! Buna rağmen, hala tek bir kelime duyuyorsun tüm var olan ve var olmaya devam eden bedenlerden.


“Gadiel!”
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Gadiel
Aclanian Aludir
Aclanian Aludir
Posts: 198
Joined: 05 Jun 2023, 02:04

25 Sep 2024, 11:27

Karanlık… Yine. Her nefesimde derinleşen, ruhumun en dip köşelerine sızan bir karanlık. Hiçbir ışığın ulaşamadığı bir yer. Burada zaman, sadece bir yankı. Her şey yavaş ve ağır. Her adım, başka bir yüke dönüşüyordu. Kaçmak? Hayır, bu lüks bana ait değildi. Kendi gölgemde kaybolmak bile artık bir kurtuluş değil gibi hissettiriyordu. Bu karanlık, bana ait. Ama aynı zamanda bana karşıydı.

Etrafımdaki insanlar… Her biri, her dokunuş, bir başka kabus. Yüzleri yok, adları yok. Sanki geçmişimden gelen hayaletler, üzerime çöküyorlardı. Ellerimi uzatıyorum, ama dokunduğum an ellerime yapışıyorlardı. Her biri, beni bu dipsiz karanlığın içine çekmek istiyordu. Kaç kişiydiler? Zamanla saymayı bıraktım. O kadar çoklardı ki… Her biri bana yüktü, her biri bir diğerine zincirlenmiş gibiydi. Artık hareket edemiyordum. Beni saran bu suretler, tıpkı geçmişimin yankıları gibiydi. Onların umutsuz bakışları, sanki bana yaptığım ama hatırlayamadığım bir şeylerin ağırlığını hatırlatmak istiyordu. Hepsi benim sorumluluğumdaydı, ama ben kimin omuzlarına yaslanabilirdim?

Eller… Onları hissettiğimde, içimde yükselen soğuk bir ürperti vardı. Sanki ruhumdan kopan parçalar, birer birer bana geri dönüyordu, ama her biri bir diğerinden daha ağırdı. Belimden sıkıca sarılan biri, dizlerimi bükmeye zorluyordu. Bir diğeri bacağımdan çekiyor, beni yere doğru sürüklüyordu. Her adımda daha da kayboluyordum. Nefes almak bile zorlaşıyordu. Ama direniyordum. Çünkü buradaydım. Çünkü onlar için gelmiştim. Ama bir yandan, kurtarıcı olma fikri bile gittikçe anlamsızlaşıyordu. Birine yardım etmek mi? Yoksa sadece kendi yükümü hafifletmeye mi çalışıyordum?

Bir süre sonra ellerim bana ait değilmiş gibi hissediyordum. Onlara bakıyorum, ama tanımıyordum. O kadar yabancı ki… Beni saran bu karanlık, sanki ruhumun en derinlerinden fışkırmış bir kâbus gibiydi. Her hareketim ağır, her düşüncem yavaş. Zaman, sanki bedenimi taşlayan bir fırtına gibi.

Sonra o kızıl damlalar… Ellerimde mi? Gözlerim onları bulmaya çalışıyor ama göremiyorum. Yine de o kanın ağırlığını hissediyorum. Her bir damla, içimde daha da derin bir boşluk açıyordu. Ölüyorlar. Ben mi öldürüyorum? Bunu bilmek istemiyordum. Ellerim titriyor, ama kontrol edemiyordum. Kendimi kontrol edemiyordum. Bir adım geri atsam, o kızıl beni yutacaktı. Onları kurtarmaya çalışırken, her şeyi mahvediyordum.

Sonra her şey son buluyor.
Gözlerim kapanıyor.
Ve tekrardan açılıyor.

Ellerim temiz, ama ruhum kızıla bulanmıştı. Her düşen beden, içimde başka bir çatlak açıyor. Onların sessizliği, bana en ağır yük. O sessizlik, sanki ruhumun derinliklerinde yankılanan bir çığlık gibi. Kendi adımı bile duyamıyordum. "Gadiel…" Bir fısıltı. Uzak, çok uzak. Sanki bu dünyada değildim. Adım bir yankı gibi havada kayboluyor, karanlığa karışıyordu. Ama yine de peşimde, sürekli beni çağıran bir isimdi. Kendi varlığımdan bile koparılmış gibiydim.

Şimdi her yer beyazdı… Kör edici, acı verici bir aydınlıkla kaplıydı her yer. Karanlığın boğuculuğu yoktu ama bu beyazlık, benden daha fazlasını alıyordu sanki. Ruhumu emiyordu. Bu boşluk… Hiçbir şey. Hiçbir duygu, hiçbir his, hiçbir gerçeklik. Her şey sanki sonsuz bir boşlukta süzülüyordu. Etrafıma bakıyordum, ama hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey hissetmiyordum. Beyaz, her şeyi yutuyordu. Ama döndüğümde, yine o yüzler. Yine aynı eller. Aynı boğulma hissi. Sanki kaçmam gereken bir hapishanedeyim ama kurtuluş kapısı yoktu.

Ve o ses.

"Gadiel."

Gene geliyorlardı. Oralardı. Bu sefer derin düşüncelere daldım… Ben mi onlara hizmet ediyorum yoksa onlar mı benim varlığım için buradalar? Taşıyabilir mi bedenim, bu ağır yükü? Dimdik dururken bile, ruhum, hepsinin kederini ve umutlarını kaldırabilir mi? Bu bir kefaret midir yoksa? Ben kimim? Onlar kim? Sorular bir okyanus gibi kabarıyor, cevaplar ise bir kum tanesi kadar az. Bilinmezlik… Bir kılıç kadar keskin ve sarsıcı. Boynumu sunmaya hazır mıyım? O kızılı tetikleyen ne? İçimde, her zaman var olan o kızıl… Karanlık, aydınlık ve kızıl… Bir üçgenin ortasında, oklar üzerimde. Hangisiyim ben? Hepsi olabilir miyim? Tüm renkleri kalbime sığdırabilir miyim? O kadar geniş mi?

Kapattım gözlerimi. Karanlığı arzuladım, doğduğum yerdi orası… Var olduğum yerdi. Bir anlamı olmalıydı. Olmak zorundaydı.

Kızılı aradım o karanlıkta. Bir kez o kızıla dokunma cesareti gösterdiğimde, tüm benliğim silinmişti. Hatırlıyordum. O kızılı anlamalıydım; anlamak zorundaydım.

“Nueamsa,” diye fısıldadım. Bu görüyü ilk yaşadığımda, o yoktu. Şimdi, o benimleydi… Onunla beraber aşmalıyım kendimi.

Aydınlık, karanlık ve kızıl… Eğer hepsi bir parçamsa, hepsiyle yüzleşmeliyim. Hepsini kabullenmeliyim; ama hepsini de tutmalıyım. Keman ve kılıç… Kemanı kırmıştım o gün; ama bu sefer kırmamalıyım. Bu sefer o dengeyi sağlamalıyım.

Sakin olmalıydım. O kızıl açığa çıkmıştı, çünkü korkum baskın gelmişti ve korkum tüm insanları öldürmeme neden olmuştu. Aydınlık boğucu gelmişti; çünkü karanlığın yokluğu, içimde bir eksiklik hissettirmişti. Karanlıkta aydınlığı aramıştım, çünkü karanlığı hiçe saymıştım; ama şimdi üçü ve ben… Bir denge.

Her nefes, her düşünce, evrenin derin sırlarını fısıldarken, ben de bu evrensel melodiye katılmak zorundaydım. Her renk, ruhumun derinliklerinde yankılanan bir melodi gibi, kalbimin ritmine katılmalıydı. Karanlığın, aydınlığın ve kızılın sonsuz döngüsünde, ben de var olmalıyım. Gadiel olarak. Bedenim bir tuval, ruhum bir ressam. Her renk, her tını, bir parçanın bütünleşmesi. Kızıl, karanlık ve aydınlık; hepsi bir şarkı gibi içimde yankılanıyordu. Ve ben, bu şarkıyı söylemeye cesaret etmeliydim.

Image
KARAKTER
KÜNYE
İsim: Gadiel (Gad’iil)
Cinsiyet: Erkek
Yaş: 25
Boy: 1.72
Kilo: 70
Sınıflar: Sezici - Dengeli - Elementalist
İtibar: 7
Mevcut GP/AGP/İGP: AGP 10 / İGP 5
Mevcut Para: 3.000 Aclania Pulası

PROFİL
Güç: 7
Dayanıklılık: 7
Çeviklik: 7
İrade: 16
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 10
Hakimiyet: 8
Mevcudiyet: 4

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
İBLİS
KÜNYE
İsim: Nuemsa (Hırçın Çocuk)
Cinsiyet: Kadın
Boy: 172
Kilo: 26
Tür: Peri
Yatkın Olduğu Teknik Sınıfı: İllüzyon
Yatkın Olduğu Element: Işık – Doğa (Elemental)
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 7
Güç: 4
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 4
Arun: 13
Duren: 13
İrade: 5

YETENEKLER
Çaresiz Haykırış

TEKNİKLER
Kutsal Boynuz (A seviye)
Kör edici Işık (C seviye)
Peri Dokunuşu (D seviye)
Öfkeli Peri (C seviye)
Doğanın Yargısı (A-rank / Karakteristik teknik)

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
Locked

Return to “Alamara Şehri”