}Şehrin mimarisi her ne kadar göze güzel görünse de aslında pek işlevsel değildi. Dağların eteklerine kurulmuş olan ve doğaya minimum zararın verilmesi hedeflenen bu şehirde ulaşım büyük bir problemdi. Düzensiz ve dar yollar kimi zaman at arabalarının dahi zorlukla ilerlemesine vesile oluyordu. Gece olmasına rağmen sokakta hala insanların oluşu, gündüz vakti oluşabilecek kalabalığı tahmin edilebilir kılıyordu. Bu kadar yoğun nüfuslu bir şehir için gerçekten de kötü bir tasarım yapılmıştı. Belki de bu ülkenin, Aclania'ya kıyasla daha fakir olmasının sebebi budur diye düşünmeden edemedi.
Kısa bir süre daha at arabasıyla birlikte yolculuk ettikten sonra arabayı diğer atların ve at arabalarının da bulunduğu bir binanın önüne bıraktılar ve at arabasından ayrıldılar. Esther yürüme fikrine karşı değildi fakat pek istekli olduğu da söylenemezdi. Her ne kadar şehri gece görmek istiyor olsa da ilk olarak tepede güneş varken görmenin daha iyi olabileceğini düşünüyordu. Aydınlık havada şehrin karmaşık yapısını daha iyi kavrayabilir ve zamanı geldiğinde plan yapmak için kullanabilirdi. O her zaman en kötü senaryoya göre plan yapan tipte bir insandı. Sürekli olarak kafasında çeşitli senaryolar yazan ve bu senaryolar üzerinden plan tasarladığından ötürü coğrafya bilgisinin ne kadar önemli olduğunun da bilincindeydi. Dolayısıyla bu devasa şehirdeki her bir sokağı, her bir binayı gezmesi ve öğrenmesi gerekiyordu.
Esther çevresini incelemekle meşgul olduğu sıralarda Azahil'in yanına bir adam yaklaştı ve yerel dilde konuşmaya başladılar. Adam konuşmaya devam ettikçe Azahil'in suratındaki ifade gittikçe daha da çöküyordu. Her zamanki patavatsız tavrı ortadan kalkmış ve yerine ciddi bakışlara sahip bir surat gelmişti. Bu bakışları uzaktan da olsa görmek Esther'in istemsizce gülümsemesine vesile olmuştu. Her ne kadar ne konuştuklarını bilmiyor olsa da Azahil ve kendisi için kötü bir şey olduğunu anlayabilmişti.
Azahil ve adam yaklaşık bir dakika boyunca konuştuktan sonra Azahil hızlı adımlarla yanına geldi. Beceriksiz bir şekilde suratına gülümseme yerleştirmeye çalışsa da pek başarılı olamayışı Esther'in daha da mutlu olmasına vesile olmuştu. Derin bir nefes verdikten sonra durumu kısaca Esther'e özetlemiş olan Azahil bir anda arkasını dönerek ilerlemeye başlamıştı. Azahil büyük ihtimalle Esther'in kendisini takip etmesini bekliyordu fakat genç kız bulunduğu yerden tek bir adım dahi atmadı. Suratındaki gülümseme tamamen ortadan kaybolmuş ve yerini çatılmış kaşlara sahip sinirli bir ifadeye bırakmıştı. Genç kız duygularını gizlemekte hiçbir zaman yetenekli olmamıştı, zira böyle bir niyeti de yoktu. "Bana emir veremezsin Azahil." demişti sinirli bir ses tonuyla. Bu sözlerinden sonra biraz daha sakinleşmeyi başarmış olsa da hala sinirli olduğu net bir şekilde belli oluyordu. "Gelmeyeceğimi söylediğim takdirde yapabilecek hiçbir şeyin yok, yanılıyor muyum? Ne de olsa acelen var. Aludirler buraya gelmeden önce senin oraya gitmen gerekiyor. Benimle uğraşacak vaktin yok." Genç kız her ne kadar sinirlenmiş olsa da hala sakin bir şekilde düşünebilme yetisine sahipti. İçerisinde bulunduğu durumu hızlıca analiz etmeyi başarmıştı. Fakat sonrasında kibrine yenik düşerek çizgiyi aşan bazı sözler etmişti. "Yalvar Azahil... Seninle gelmem için yalvar... Gururun mu yoksa O'na olan bağlılığın mı daha kudretli görmek istiyorum." Esther'in kaşları her ne kadar çatık olsa da ses tonu sinirli değil, kibirliydi.
Esther her ne kadar kibrine yenik düşmüş olsa da aslında söylediği sözler sadece kendisini tatmin etmek için değildi. Azahil'in seçeceği yola bağlı olarak hem Azahil hakkında hem de Aledesler hakkında daha fazla bilgi elde edebileceğini düşünüyordu. Esther gerçekten de Aledesler için önceliğin kendileri mi yoksa O diye bahsettikleri kişinin ulu amaçları mı olduğunu merak ediyordu. Her ne kadar Azahil O'nun amaçlarına hizmet etme amacında gibi gözükse de bunlar sadece laftaydı ve eyleme geçirmeden hiçbir anlamı yoktu.
Kısa bir süre daha at arabasıyla birlikte yolculuk ettikten sonra arabayı diğer atların ve at arabalarının da bulunduğu bir binanın önüne bıraktılar ve at arabasından ayrıldılar. Esther yürüme fikrine karşı değildi fakat pek istekli olduğu da söylenemezdi. Her ne kadar şehri gece görmek istiyor olsa da ilk olarak tepede güneş varken görmenin daha iyi olabileceğini düşünüyordu. Aydınlık havada şehrin karmaşık yapısını daha iyi kavrayabilir ve zamanı geldiğinde plan yapmak için kullanabilirdi. O her zaman en kötü senaryoya göre plan yapan tipte bir insandı. Sürekli olarak kafasında çeşitli senaryolar yazan ve bu senaryolar üzerinden plan tasarladığından ötürü coğrafya bilgisinin ne kadar önemli olduğunun da bilincindeydi. Dolayısıyla bu devasa şehirdeki her bir sokağı, her bir binayı gezmesi ve öğrenmesi gerekiyordu.
Esther çevresini incelemekle meşgul olduğu sıralarda Azahil'in yanına bir adam yaklaştı ve yerel dilde konuşmaya başladılar. Adam konuşmaya devam ettikçe Azahil'in suratındaki ifade gittikçe daha da çöküyordu. Her zamanki patavatsız tavrı ortadan kalkmış ve yerine ciddi bakışlara sahip bir surat gelmişti. Bu bakışları uzaktan da olsa görmek Esther'in istemsizce gülümsemesine vesile olmuştu. Her ne kadar ne konuştuklarını bilmiyor olsa da Azahil ve kendisi için kötü bir şey olduğunu anlayabilmişti.
Azahil ve adam yaklaşık bir dakika boyunca konuştuktan sonra Azahil hızlı adımlarla yanına geldi. Beceriksiz bir şekilde suratına gülümseme yerleştirmeye çalışsa da pek başarılı olamayışı Esther'in daha da mutlu olmasına vesile olmuştu. Derin bir nefes verdikten sonra durumu kısaca Esther'e özetlemiş olan Azahil bir anda arkasını dönerek ilerlemeye başlamıştı. Azahil büyük ihtimalle Esther'in kendisini takip etmesini bekliyordu fakat genç kız bulunduğu yerden tek bir adım dahi atmadı. Suratındaki gülümseme tamamen ortadan kaybolmuş ve yerini çatılmış kaşlara sahip sinirli bir ifadeye bırakmıştı. Genç kız duygularını gizlemekte hiçbir zaman yetenekli olmamıştı, zira böyle bir niyeti de yoktu. "Bana emir veremezsin Azahil." demişti sinirli bir ses tonuyla. Bu sözlerinden sonra biraz daha sakinleşmeyi başarmış olsa da hala sinirli olduğu net bir şekilde belli oluyordu. "Gelmeyeceğimi söylediğim takdirde yapabilecek hiçbir şeyin yok, yanılıyor muyum? Ne de olsa acelen var. Aludirler buraya gelmeden önce senin oraya gitmen gerekiyor. Benimle uğraşacak vaktin yok." Genç kız her ne kadar sinirlenmiş olsa da hala sakin bir şekilde düşünebilme yetisine sahipti. İçerisinde bulunduğu durumu hızlıca analiz etmeyi başarmıştı. Fakat sonrasında kibrine yenik düşerek çizgiyi aşan bazı sözler etmişti. "Yalvar Azahil... Seninle gelmem için yalvar... Gururun mu yoksa O'na olan bağlılığın mı daha kudretli görmek istiyorum." Esther'in kaşları her ne kadar çatık olsa da ses tonu sinirli değil, kibirliydi.
Esther her ne kadar kibrine yenik düşmüş olsa da aslında söylediği sözler sadece kendisini tatmin etmek için değildi. Azahil'in seçeceği yola bağlı olarak hem Azahil hakkında hem de Aledesler hakkında daha fazla bilgi elde edebileceğini düşünüyordu. Esther gerçekten de Aledesler için önceliğin kendileri mi yoksa O diye bahsettikleri kişinin ulu amaçları mı olduğunu merak ediyordu. Her ne kadar Azahil O'nun amaçlarına hizmet etme amacında gibi gözükse de bunlar sadece laftaydı ve eyleme geçirmeden hiçbir anlamı yoktu.








