Lenith’in ciddi bakışları, konuşmaya başlamanla birlikte varlığını korusa bile, bir şekilde bu bakışların dosta güven veren türden olduğunu hissedebiliyorsun. Bunu sağlayan şeylerin ise sözlerin olduğunu fark etmek senin için pek de zor olmuyor. Her bir cümlenle birlikte, Lenith’in zihnine girmen daha kolay oluyor ve bir nevi içini döktüğün konuşmana Lenith de eşlik etmiş oluyor. Sözlerini tamamladığın cümleden sonra ise Lenith derin bir nefes alıyor ve ciddi bakışlarını daha yumuşak bir hale getirirken “Kahkaha atmaya başladığında beni ciddiye almayacaksın sandım. Ama bu sefer, dediğin gibi başından beri kendim olduğum ve bunu gördüğün için o kahkahayı attığını anladım.” diyor. Bu haliyle Lenith daha rahatlamış bir görüntü sergilese bile, içten içe büyük hayalleri olan bir çocuğun masumiyetiyle “Keşfedilecek bir şeyler, ha? Başından beri böyle olan birinin, uyanışından önce de böyle olup olmadığını merak ediyorum Diniel… Mesela 7 yaşında bir çocukken, kim bilir nerede ne yapıyordum? Ya da 7 yaşım diye bir şey var mıydı? Bunları keşfetmek istiyorum Diniel… Kendimi…” diyor.
Lenith’in bu sözleriyle birlikte, artık onun bugüne kadar taşıdığı motivasyonundan sıyrıldığını ve kendine yeni bir misyon yüklediğini anlayabiliyorsun. Belki de bu husus, dramatik bir tiyatro oyunundaki gibi cereyan etmese bile, Lenith’in içine attıklarının bir patlaması olduğunu hissedebiliyorsun. Nitekim, benzer hislerin farklı şekillerde tezahürünü kendinde bulduğun için Lenith’in bu değişimini yadırgamıyorsun. Bakışların Lenith’teyken, artık gördüğün kişinin başka biri olduğunu anlayabiliyorsun. Tek korkun ise, Lenith’in isimleri saydığı listeye girmiş olup olmaman oluyor.
Lenith’in bu sözleriyle birlikte, artık onun bugüne kadar taşıdığı motivasyonundan sıyrıldığını ve kendine yeni bir misyon yüklediğini anlayabiliyorsun. Belki de bu husus, dramatik bir tiyatro oyunundaki gibi cereyan etmese bile, Lenith’in içine attıklarının bir patlaması olduğunu hissedebiliyorsun. Nitekim, benzer hislerin farklı şekillerde tezahürünü kendinde bulduğun için Lenith’in bu değişimini yadırgamıyorsun. Bakışların Lenith’teyken, artık gördüğün kişinin başka biri olduğunu anlayabiliyorsun. Tek korkun ise, Lenith’in isimleri saydığı listeye girmiş olup olmaman oluyor.
At arabasının tıngırtıları…
Düşüncelerinin açlığı…
Duygularının yoğunluğu…
Ruhundaki karanlık…
Karanlığın aydınlığı…
Aydınlığın yokluğu…
Yokluğun varlığı…
Düşüncelerinin açlığı…
Duygularının yoğunluğu…
Ruhundaki karanlık…
Karanlığın aydınlığı…
Aydınlığın yokluğu…
Yokluğun varlığı…
Birkaç zorunlu ihtiyaç molası ve dinlenme faslı dışında durmaksızın devam eden yolculuğun yaklaşık 2,5 gün sürüyor. Bu süreyi at arabasında yaptığın huzursuz, keyifsiz ve rahatsız uykular dışında, etrafını izlemek ve düşünmekle geçiriyorsun. Ancak düşüncelerin ne derece yoğunlaşsa bile tam anlamıyla bir sonuca erişemiyor hiçbir zaman. Her bir düşüncen bir başkasını doğuruyor ve her bir doğum yepyeni bir düşüncenin evrilmesini sağlıyor. Tıpkı varlığın gibi… Bir insan olarak geldiğin dünyada bir Aludir’e evrildiğin gibi… Ancak ne olursa olsun, hala varlığındaki karanlık noktalar gibi düşüncelerinde de karanlık noktaların olduğunu fark edebiliyorsun. Bu noktada seni esas rahatsız eden kısım ise, bu karanlık noktalardan hiçbir şekilde rahatsızlık duymaman oluyor. Sanki düşüncelerini tüm bu karanlıkla birlikte doğurmuşsun gibi…
Yeni bir günün öğlene varan vakitlerinde duran at arabası, seni tüm bu düşünce sarmalından kurtarıyor. Olduğun yerden anlık bir düşünceyle at arabasının durma nedeninin sadece Alamara’ya gelmiş olmanıza bağlıyorsun. Bu nedenle olduğun yerden hareketlenmeye başladığın sırada, at arabasını buraya kadar süren ve Lenith ile birlikte ekibinden geriye kalan tek kişi olan şoför at arabasının arkasına gelerek bakmanız gereken bir durum olduğunu korku, endişe ve saygı karışımı bir ses tonuyla iletiyor. Lenith ile birlikte at arabasından indiğin ilk anda bile ciğerlerine dolan yanık kokusu nefes alışverişini doğrudan etkiliyor. Ciğerlerine dolan hava ağzında ve burnunda acı bir tat bırakırken, gökyüzündeki siyah bulutlarla birlikte görmen gereken manzaranın ne olacağını aşağı yukarı anlıyorsun. At arabasının önüne doğru bakışlarını çevirdiğin anda ise, belki de beklediğinden çok daha kötü bir manzara seni karşılıyor. Alamara’ya yarım saatlik bir yolunuzun daha olduğunu anladığın uzaklıktan bile, Alamara’dan yükselen yoğun alevler ve siyah dumanlar hemen dikkatini çekiyor. Ancak burnuna gelen yanık kokularının sadece ağaç veya diğer yapı malzemeleri gibi şeyler olmadığını fark etmek de senin açından çok zor olmuyor. Tüm şehri kaplayan alevler ve dumanlar, sanki cehennemin en melun köşesini gözlerinin önüne sererken, içten içe gördüğün manzaranın Wrufolst Bölgesi’nin tam tersini andırdığını hissediyorsun. Birkaç saniye içerisinde, sadece gözlerinin değil ruhunun da aynı şeyleri hissettiğini fark etmenle birlikte, bu noktadan sonra at arabasıyla devam etmenin şoför ve atlar için pek de mümkün olamayacağını fark ediyorsun.
Gördüğün manzara, bir şekilde yok olmuş bir yeri kurtarma çabası gibi gelmeye başlarken içten içe seçeneklerini de değerlendirmeye başlıyorsun. Bu haliyle, bu gördüğün manzaranın içine dalmanın gerçekten ölümden başka hiçbir şey getirmeyeceğini dahi düşünmeden edemiyorsun. Fakat bir şekilde, ruhunun istemsiz bir şekilde bu manzaraya çekildiğini fark ediyorsun. Kızılca kıyamete rağmen, ruhunun bir şekilde orada dinginleşip huzur bulacağını ve belki de düşüncelerindeki tüm o karanlık noktaların gün gibi aydınlanacağını hissetmeye başlıyorsun. Nitekim, ruhunun bu arzusuna kayıtsız kalmayıp Alamara’ya doğru ilerlemeye başlıyorsun. Lenith, sessiz ve duygularını yansıtmayan bir şekilde yanında ilerlemeyi sürdürürken, onun gözlerinde de seninkine benzer hisleri görebiliyorsun. Ancak Alamara’ya giderek yaklaştıkça tanıdık hislerin seni sarmalamaya başladığını, özüne kavuşmuş gibi varlığının bir anlam kazandığını hissediyorsun. İlerlemen sürdükçe, tüm bu yıkımın sonuçlarını da daha net görmeye başlıyorsun. Etrafında, ağaçlar ve otlar dahil yeşil hiçbir şey kalmamışken, gökyüzünün kızıllı siyahı ile karşılaşıyorsun. Bununla birlikte etrafına saçılmış küller, taze ot biten toprakları bile çoktan kuraklaştırmış gibi görünüyor. Yerde gördüğün parçalanmış cesetler, senaryodaki tek eksiği de kusursuz bir şekilde tamamladığında, artık gördüğün manzaranın iblislerin hüküm sürdüğü topraklardan farksız olduğu konusunda hiçbir tereddüdün kalmıyor. Artık, iblislerin dünya üzerindeki topraklarına ayak bastığını anlayabiliyorsun. Alamara’nın kalbine belki de birkaç dakikalık mesafe kalmışken, bu ana kadar sadece sessizce kıyameti gözlemleyen Lenith bakışlarını keskin bir şekilde sana doğru çeviriyor ve “Ben hazırım Diniel!” diyor.
Yeni bir günün öğlene varan vakitlerinde duran at arabası, seni tüm bu düşünce sarmalından kurtarıyor. Olduğun yerden anlık bir düşünceyle at arabasının durma nedeninin sadece Alamara’ya gelmiş olmanıza bağlıyorsun. Bu nedenle olduğun yerden hareketlenmeye başladığın sırada, at arabasını buraya kadar süren ve Lenith ile birlikte ekibinden geriye kalan tek kişi olan şoför at arabasının arkasına gelerek bakmanız gereken bir durum olduğunu korku, endişe ve saygı karışımı bir ses tonuyla iletiyor. Lenith ile birlikte at arabasından indiğin ilk anda bile ciğerlerine dolan yanık kokusu nefes alışverişini doğrudan etkiliyor. Ciğerlerine dolan hava ağzında ve burnunda acı bir tat bırakırken, gökyüzündeki siyah bulutlarla birlikte görmen gereken manzaranın ne olacağını aşağı yukarı anlıyorsun. At arabasının önüne doğru bakışlarını çevirdiğin anda ise, belki de beklediğinden çok daha kötü bir manzara seni karşılıyor. Alamara’ya yarım saatlik bir yolunuzun daha olduğunu anladığın uzaklıktan bile, Alamara’dan yükselen yoğun alevler ve siyah dumanlar hemen dikkatini çekiyor. Ancak burnuna gelen yanık kokularının sadece ağaç veya diğer yapı malzemeleri gibi şeyler olmadığını fark etmek de senin açından çok zor olmuyor. Tüm şehri kaplayan alevler ve dumanlar, sanki cehennemin en melun köşesini gözlerinin önüne sererken, içten içe gördüğün manzaranın Wrufolst Bölgesi’nin tam tersini andırdığını hissediyorsun. Birkaç saniye içerisinde, sadece gözlerinin değil ruhunun da aynı şeyleri hissettiğini fark etmenle birlikte, bu noktadan sonra at arabasıyla devam etmenin şoför ve atlar için pek de mümkün olamayacağını fark ediyorsun.
Gördüğün manzara, bir şekilde yok olmuş bir yeri kurtarma çabası gibi gelmeye başlarken içten içe seçeneklerini de değerlendirmeye başlıyorsun. Bu haliyle, bu gördüğün manzaranın içine dalmanın gerçekten ölümden başka hiçbir şey getirmeyeceğini dahi düşünmeden edemiyorsun. Fakat bir şekilde, ruhunun istemsiz bir şekilde bu manzaraya çekildiğini fark ediyorsun. Kızılca kıyamete rağmen, ruhunun bir şekilde orada dinginleşip huzur bulacağını ve belki de düşüncelerindeki tüm o karanlık noktaların gün gibi aydınlanacağını hissetmeye başlıyorsun. Nitekim, ruhunun bu arzusuna kayıtsız kalmayıp Alamara’ya doğru ilerlemeye başlıyorsun. Lenith, sessiz ve duygularını yansıtmayan bir şekilde yanında ilerlemeyi sürdürürken, onun gözlerinde de seninkine benzer hisleri görebiliyorsun. Ancak Alamara’ya giderek yaklaştıkça tanıdık hislerin seni sarmalamaya başladığını, özüne kavuşmuş gibi varlığının bir anlam kazandığını hissediyorsun. İlerlemen sürdükçe, tüm bu yıkımın sonuçlarını da daha net görmeye başlıyorsun. Etrafında, ağaçlar ve otlar dahil yeşil hiçbir şey kalmamışken, gökyüzünün kızıllı siyahı ile karşılaşıyorsun. Bununla birlikte etrafına saçılmış küller, taze ot biten toprakları bile çoktan kuraklaştırmış gibi görünüyor. Yerde gördüğün parçalanmış cesetler, senaryodaki tek eksiği de kusursuz bir şekilde tamamladığında, artık gördüğün manzaranın iblislerin hüküm sürdüğü topraklardan farksız olduğu konusunda hiçbir tereddüdün kalmıyor. Artık, iblislerin dünya üzerindeki topraklarına ayak bastığını anlayabiliyorsun. Alamara’nın kalbine belki de birkaç dakikalık mesafe kalmışken, bu ana kadar sadece sessizce kıyameti gözlemleyen Lenith bakışlarını keskin bir şekilde sana doğru çeviriyor ve “Ben hazırım Diniel!” diyor.







