Zihnimdeki karanlık denizlerde süzüldüğümde, Nuemsa’nın varlığı bir fısıltı kadar hafif, bir hatıra kadar uzak, fakat bir o kadar da yakındı. Karanlık, iki ruhun arasına çekilen bir perde gibi, onun varlığını benden saklıyordu. Eskiden güçlü olan bağımız, şimdi bu derin ve kasvetli boşlukta çözülüyor gibiydi. Yine de, bu sonsuz karanlığın içine her seslenişimde, kelimelerimin yankısının ona ulaştığını, göğsümde hissediyordum.
Sözlerim karanlığın derinliklerinde süzülürken, içimdeki kasvet ağır bir sis gibi çöktü. Zaman, bu boşlukta soluk almayı unuttu; saniyeler mi, saatler mi geçti, bilmiyordum. Gözlerim bu sonsuz karanlıkta bir ışık, bir kıvılcım ararken, karşılaştığım tek şey derinleşen bir boşluktu. Ama sonra, karanlık bir deniz gibi dalgalandı, ve Nuemsa’nın sesi bir meltem misali ruhuma doldu. Sözleri, içimdeki en sağlam inançları bile yerle bir edecek kadar güçlüydü. Ona göre, ben yalnızca bir yok ediciydim; bir kılıç, bir keman, fark etmez, her şeyin yıkıcısı. Bu düşünce, umudumu boğmaya, beni karanlığa hapsetmeye çalıştı. Fakat Nuemsa’nın unuttuğu bir şey vardı: Her savaşın ardından bile, karanlıktan doğan bir umut ışığı mutlaka olurdu.
O an içimde bir ateş parladı. Nuemsa’nın sözleri ruhumu derinlerden sarsmıştı, fakat bu yüzden ona karşı koymak zorundaydım. Sevgi, belki de en çetin savaştı, ama aynı zamanda en güçlü silahımızdı. Ona baktığımda, onun bir iblis değil, bir dost, bir yoldaş belki de farkında olmadan daha ötesi olduğunu gördüğüm gerçeği, bu karanlıkta tutunabileceğim tek ışıktı.
Nuemsa’nın sözlerinin yankısı ruhuma saplanırken, içimdeki ateş daha da harlandı. Gerçek gücüm yıkmakta değil, yaratmakta, korumakta, sevmekteydi. Nuemsa’yı bu karanlıktan çekip çıkarmak, ona sevgiyi hatırlatmak zorundaydım.
“Nuemsa,” dedim, sesimde hem şefkat hem de kararlılık yankılanarak, “Beni dinle. Senin içindeki karanlığı ve öfkeyi görüyorum, hissediyorum. Ama unuttuğun bir şey var: Karanlık, yalnızca ışığın olmadığı yerde hüküm sürer. Ve ben biliyorum ki, senin içinde hâlâ bir ışık var, o ışığı gördüm.”
Sözlerim, karanlıkla boğuşan bir ruhun içsel mücadelesine bir el uzatır gibi yankılandı. “Senin ne olduğunu biliyorum. Bir iblis olabilirisin, evet, ama seni yalnızca bu sıfatla tanımlamak, seni tanımamak demektir. Sen, benim kalbimde sevgiyle var olan ilk kişisin. Yüzündeki masumiyeti ve kalbindeki iyiliği gördüm. Bunlar seni diğerlerinden ayıran şeyler. Senin içinde bir savaş var, Nuemsa, ama bu savaşın galibi öfken ya da acın olmak zorunda değil.”
Bir adım daha attım, kelimelerim daha da derinleşti. “Dünyada yıkım getirmek kolaydır. Kılıçlar, şehirleri yıkabilir, savaşlar ruhları çürütebilir. Ama asıl cesaret, kaosun ortasında sevgiyle ayakta durabilmektir. Nuemsa, senin içindeki iyiliğe inanıyorum. Bu inanç, seni bu karanlıktan çekip çıkaracak olan şeydir. Biz savaşarak değil, sevgiyle kazanabiliriz. Sevgi, karanlığı aydınlatır, nefreti eritir. Sen de bu güce sahipsin; belki de düşündüğünden çok daha fazlasına.”
Nuemsa’nın içindeki karanlığı kırmak, onu yeniden ışığa çekmek için konuşmamı sürdürdüm. “Sana bunları söylüyorum çünkü seni önemsiyorum. Seninle bu savaşı bitirmek için sadece kılıcımı değil, kalbimi de ortaya koyuyorum. Bu savaşta yalnız değilsin, Nuemsa. Biz birlikteyiz. Karanlık seni çekip alacak kadar güçlü değil. Senin içindeki ışık, bu karanlığı yenecek kadar güçlü. Ve ben bu ışığı görüyorum, ona inanıyorum.”
Sesim daha yumuşak, ama daha da kararlı hale geldi. “Nuemsa, bu karanlığı yenebiliriz. Çünkü gerçek zafer, kılıçların keskinliğinde değil, kalplerin sevgiyle çarpmasında yatar. Sana söz veriyorum, seni bu karanlıktan çıkaracağım. Seni bir iblis olarak değil, seni sen olarak, bir ışık olarak seveceğim. Ve birlikte, bu savaşı bitireceğiz. Sevgiyi yeniden bulacağız, birlikte. Tanrı şahidim olsun ki ihtiyacım olan şey gücün değil, sevgin. Lütfen sevgilerimizin bizi iyileştirmesine izin ver."
Nuemsa’nın içindeki karanlığa son bir umutla seslendim. Belki de onun içindeki ışığı yeniden alevlendirebilir, bu savaşı kalplerimizle kazanabilirdik. Onu sevgiye çağırmak, karanlığı geride bırakmaya ikna etmek için her şeyi yapacaktım. Çünkü biliyordum ki, gerçek zafer, kılıçların değil, kalplerin birbirine dokunduğu anda kazanılırdı. Bu yüzden kollarımı iki yana doğru açacak ve onu hissettiğim o karanlığın her bir zerresini kucaklamak için kollarımı boşluğa doğru kavuşturacaktım. Çünkü onu her bir zerremle kucaklamak, onun her bir zerresini hissetmek istiyordum.
Onun kolları, beni içine çekip boğmak isteyen derin bir denizdi...
Ama ben bu denizin karanlık sularında kaybolmayı, sonsuzluğunda yok olmayı arzulayan bir gemiydim.
Kendi fırtınasında beni parçalara ayıracak olsa da,
onun dalgalarının arasında savrulmayı, batmayı istemekten kendimi alıkoyamıyordum.
Çünkü onun karanlığı, benim dayanak olarak sığındığım ilk okyanusumdu.
VE ben bu okyanusta boğulmayı, onunla bir olmayı istiyordum.