Eletha’nın ihanetinden sonraki sürecin başlangıcında, o bekleyiş sırasında…
Bilinmeyen bir diyarda, yabancı bir bedenin içinde gözlerimi açtığımda, sonsuz bir zamanın akışına kapılmıştım. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum, zira her saniye bir ömür gibiydi. Dur durak bilmeyen bir yaprak gibi sürükleniyordum. Beni esir alan rüzgâr, dinlenmek bilmeden beni savuruyordu. Soluklanmak, durmak, sessizliği dinlemek için yalvarıyordum. Ama ne rüzgâr duruyor ne de hayatım. Gözlerimi açtığım andan itibaren bir mücadelenin tam ortasındaydım. Başlangıçta ne için mücadele ettiğimi bilmiyordum. Zamanla mücadelenin ne olduğunu kavradım. Fakat bu sefer de rolümün ne olduğunu bilemedim. Anlayabildiğimde ise bu rolün getirdiği sorumluluklar beni ezmeye başladı. Kafam karmakarışıktı, öğrendiğim her şey taşan bir su birikintisi gibiydi. Anılar, duygular, sorular... Hepsi birbirine girmiş, sonsuz bir girdap gibi beni yutuyordu. Kimim ben? Neden buradayım? Bu mücadelenin amacı ne? Bu sorular zihnimde yankılanıyordu, bir cevap arıyorlardı. Ama her adımda daha da kayboluyordum. Etrafımdaki her şey yabancıydı, bilinmez bir gizem taşıyordu. Yalnızlığım sonsuz bir okyanus gibiydi, boğulmaktan korkuyordum. Umutsuzluğa kapılmak üzereyken, içimde bir kıvılcım parladı. Belki de bu mücadelenin bir anlamı vardı. Belki de bu rolümün bir amacı vardı. Belki de bu soruların bir cevabı vardı. Bu kıvılcımı takip etmeye karar verdim. Belki de bu karanlığın içinde bir çıkış yolu vardı. Belki de bu ebedi rüzgâr beni bir yere sürüklüyordu. Belki de bu sonsuz mücadele benim o karanlıkta var oluşumun sebebiydi. O görüyü anımsadım, tüm o varlıkları kucakladığım o anı… O anı düşünmek kalbimi güçle dolduruyordu. Omuzlarımdaki yükü hafifletiyordu.
Eletha’nın ihaneti sorgulanması gereken, beklenmedik ve oldukça şaşırtıcı bir durumdu. Azuldir’in fedakarlığı ise ruhumu sorumluluk bilinciyle dolduran, aklımdan çıkmayan bir anıya evrilmişti. Gözlerimi kapattığımda, Azuldir’in son sözleri ile birlikte o an kafamda tekrardan canlanıyordu.
Bu beni korkutuyordu. O sorumluluğun altında ezilmek, yetersiz olma fikrimi… İçimi kemiren bir sürüngen gibiydi. Bir şeyler yapmak, bir an önce güçlenmek, bilincimin kapalı olduğu o anlardaki kudreti nefes aldığım her an hissetmek istiyordum. Ama bunun kolay olmadığını biliyordum. Güçsüzlüğü aşabilirdim… Bunun benim için zor bir eşik olmadığını hissedebiliyordum; ama asıl aşılmasının zor olduğu eşikler konusunda hiçbir fikrim yoktu. Güçlü olmak ile o gücü verimli ve mantıklı kullanmak arasındaki farkı şimdiden ayırt edebiliyordum. Güçlü olabilirdim; ama güçlü olmak yeter miydi? Sadece güçlü olarak her şeyi aşabilir miydim? Bilgi… O bende yoktu. Deneyime ise ufacık bir kum zerresinden daha az olacak kadar sahiptim.
Ne kadar güçlü olursam olayım, bunlarla hangi iblise karşı insanlığı koruyabilirdim? Nuemsa… O benim için savaşabilirdi. Beni korumak için kendi canını da tehlikeye atabilirdi. Bunu daha önce yapmıştı; ama ben onun için ne yapabilirdim? Bilincim kapandığında, güçle dolup taştığım o anda, benim rolüm ve Nueamsa’nın rolü nasıl değişiyordu? Benimle bir mi oluyordu? Bana güç sağlayan bir reaktöre mi dönüşüyordu yoksa? Ya da bedenimin kontrolünü tamamen ele mi geçiriyordu? Bilmiyordum; ama bunu kontrol etmek istiyordum. Bunun üzerinde hakimiyet kurmak ve bunu doğru bir şekilde yapmak istiyordum.
Cysa olan dövüşümde… Hatıralarım netti. Kuduz bir köpek gibi rakibimi amansız bir güçle yumruklamak isteyen bir vahşi yaratıktım. Sürpriz saldırım sayesinde, belki de Cysa’nın bunu hiç beklemeyişinin getirdiği etkiyle zar zor onunla mücadele etmiştim. Eğer birazcık hazırlıklı olsaydı, beni kolayca yenebilecek teknik ve bilgiye sahipti. Aynısı Almazath içinde geçerli değil miydi? Ona da sürpriz olmuştu yaşanan her şey. Şans ve kaderin benim yanımda oluşunun sebebiydi her şey.
Bu sorunu aşmam gerekiyordu. Gücü, bilgi, deneyim ve teknikle harmanlamam gerekiyordu. Bu yüzden zihnimden çıkmayan, bunu elde edebileceğim ya da kendime rehber olarak kullanabileceğim tek şeyin peşine sürüklenecektim.
Ela’yı dövüşürken gördüğüm o an, o kılıcın onun bedeninin bir bütünüymüş gibi hareket etmesi… Rehberim zihnimde canlanan o görüntü olacaktı. Ela gibi kılıç kullanmak ve bir kılıcımın olmasını istiyordum… Bunun için Ela’ya gidebilirdim; ama bir süredir hiçbir soruma cevap vermeyen ve bana sadece beklememi söyleyen çevremdeki insanlardan anlayabiliyordum ki, ona şu an ulaşamazdım.
Bu yüzden odadan çıkmadan önce kısa bir an ne yapabileceğime dair düşünmüştüm. Bir süre karargâh üzerinde gezinecek, araştıracaktım. Gördüğüm her insana kılıç kullanan Aludirleri ve ordu mensuplarını soracaktım. İsimlerin bir listesini çıkaracak ve akabinde insanlardan en iyinin kim olduğunu öğrenmeye çalışıp, insanların ortak fikri sonucu yöneleceğim insanın kim olabileceğini kafamda netleştirecektim.
Eletha’nın ihaneti sorgulanması gereken, beklenmedik ve oldukça şaşırtıcı bir durumdu. Azuldir’in fedakarlığı ise ruhumu sorumluluk bilinciyle dolduran, aklımdan çıkmayan bir anıya evrilmişti. Gözlerimi kapattığımda, Azuldir’in son sözleri ile birlikte o an kafamda tekrardan canlanıyordu.
Bu beni korkutuyordu. O sorumluluğun altında ezilmek, yetersiz olma fikrimi… İçimi kemiren bir sürüngen gibiydi. Bir şeyler yapmak, bir an önce güçlenmek, bilincimin kapalı olduğu o anlardaki kudreti nefes aldığım her an hissetmek istiyordum. Ama bunun kolay olmadığını biliyordum. Güçsüzlüğü aşabilirdim… Bunun benim için zor bir eşik olmadığını hissedebiliyordum; ama asıl aşılmasının zor olduğu eşikler konusunda hiçbir fikrim yoktu. Güçlü olmak ile o gücü verimli ve mantıklı kullanmak arasındaki farkı şimdiden ayırt edebiliyordum. Güçlü olabilirdim; ama güçlü olmak yeter miydi? Sadece güçlü olarak her şeyi aşabilir miydim? Bilgi… O bende yoktu. Deneyime ise ufacık bir kum zerresinden daha az olacak kadar sahiptim.
Ne kadar güçlü olursam olayım, bunlarla hangi iblise karşı insanlığı koruyabilirdim? Nuemsa… O benim için savaşabilirdi. Beni korumak için kendi canını da tehlikeye atabilirdi. Bunu daha önce yapmıştı; ama ben onun için ne yapabilirdim? Bilincim kapandığında, güçle dolup taştığım o anda, benim rolüm ve Nueamsa’nın rolü nasıl değişiyordu? Benimle bir mi oluyordu? Bana güç sağlayan bir reaktöre mi dönüşüyordu yoksa? Ya da bedenimin kontrolünü tamamen ele mi geçiriyordu? Bilmiyordum; ama bunu kontrol etmek istiyordum. Bunun üzerinde hakimiyet kurmak ve bunu doğru bir şekilde yapmak istiyordum.
Cysa olan dövüşümde… Hatıralarım netti. Kuduz bir köpek gibi rakibimi amansız bir güçle yumruklamak isteyen bir vahşi yaratıktım. Sürpriz saldırım sayesinde, belki de Cysa’nın bunu hiç beklemeyişinin getirdiği etkiyle zar zor onunla mücadele etmiştim. Eğer birazcık hazırlıklı olsaydı, beni kolayca yenebilecek teknik ve bilgiye sahipti. Aynısı Almazath içinde geçerli değil miydi? Ona da sürpriz olmuştu yaşanan her şey. Şans ve kaderin benim yanımda oluşunun sebebiydi her şey.
Bu sorunu aşmam gerekiyordu. Gücü, bilgi, deneyim ve teknikle harmanlamam gerekiyordu. Bu yüzden zihnimden çıkmayan, bunu elde edebileceğim ya da kendime rehber olarak kullanabileceğim tek şeyin peşine sürüklenecektim.
Ela’yı dövüşürken gördüğüm o an, o kılıcın onun bedeninin bir bütünüymüş gibi hareket etmesi… Rehberim zihnimde canlanan o görüntü olacaktı. Ela gibi kılıç kullanmak ve bir kılıcımın olmasını istiyordum… Bunun için Ela’ya gidebilirdim; ama bir süredir hiçbir soruma cevap vermeyen ve bana sadece beklememi söyleyen çevremdeki insanlardan anlayabiliyordum ki, ona şu an ulaşamazdım.
Bu yüzden odadan çıkmadan önce kısa bir an ne yapabileceğime dair düşünmüştüm. Bir süre karargâh üzerinde gezinecek, araştıracaktım. Gördüğüm her insana kılıç kullanan Aludirleri ve ordu mensuplarını soracaktım. İsimlerin bir listesini çıkaracak ve akabinde insanlardan en iyinin kim olduğunu öğrenmeye çalışıp, insanların ortak fikri sonucu yöneleceğim insanın kim olabileceğini kafamda netleştirecektim.




