Orada olduklarını görebiliyordu kül saçlı kadın. Sadece kendisini ve yalnızlığı arzuluyordu, bunu yapması söylenmişti ona ve bunu yapmaması yada yapamaması yeni doğan hayatının bir anda biteceği anlamına geliyordu. Daha önce yaptığı her şeyi unutmuştu, daha çok şey yapabilme fırsatı da ondan alınmak üzereydi. Deniyordu, fakat başaramıyordu. Gözlerini açtı ve iblisleri gördü. Mahlukatlar bütün iğrençlikleriyle oradaydılar, gitmeyen, bitmeyen karanlığın içinde duruyorlardı. Hem o karanlıktan, hem de bu iblislerden soyutlanmak istiyordu. Azuldir isimli bir adam olmasa onu parça pinçik edebilecek iblislerden kaçmak. Garip bir duyguydu. İnce bir çizgiyle ayrılmış gibiydiler. Çizginin bir kenarında ölüm, bir diğer tarafında yaşam vardı. Bu çizgiyi kontrol edebilen tek kişi de Azuldir'di. Bir gün kül saçlı kadında böyle çizgiler çizebilecek miydi? İnsan olduğu söylenen varlıkları iblis olduğu iddia edilen varlıklardan ayırabilecek miydi? Bu tür hayaller kurmadan önce buradan sağ çıkabilmeliydi. Kendisiyle kaldığında mümkün olacaktı bu, fakat kendisiyle baş başa olmadığını bildiği için mümkün olmuyordu bu. Gözlerini açıyor, kapatıyor ancak hiçbir şey değişmiyordu. İblisler, Azuldir, yaşam, ölüm ve karanlık hepsi aynı yerde duruyordu. Başaramıyordu. Diğerleri ne yapmıştı? Onunla uyanan diğer insanlar. Kendini lider ilan eden adam çıkabilmiş miydi bu karanlık dehlizden? Ya yalancı kız? Yalanların ardına kurduğu kalesi yıkıldıktan sonra bu mahzenden çıkış yolunu bulmak için nasıl bir yol izlemişti, yada izleyebilmiş miydi? Nedense hepsinin başardığını hissediyordu. Hepsi bir şekilde onlara sunulan yolları bulabilmişti, hepsi buradan çıkmak için hüküm kurmak zorunda oldukları iblislerini başarıyla iradelerinin karşısında boyun eğdirebilmişti. Sadece, sadece kül saçlı kadın başarısızdı. Sadece o, burada bir başına kalacak, ya Azuldir, yada iblisler tarafından katledilecekti.
"Hayır!"
Vazgeçemezdi. Beden denen bu etten oluşma kafes ne kadar bitap düştüyse de denemeye devam etmeliydi. Yaşayacaktı! Buradan çıkacaktı. Bunu yapmak zorundaydı. Hissediyordu. İki insanı hissetti. Onların nasıl çaresiz olduğunu hissetti. Yere yığılışını ve o insanların onu kaldırmaya çalışmasını hissetti. O yıkıldıkça başkaları geldi ve onu kaldırdı. Onlarca, yüzlerce insan vardı. Hepsi, hepsi kül saçlı kadını kaldırmaya çabalıyordu. "Kalkmalıyım!" Kalkmalıydı, bu insanların ondan beklediği şeyi gerçekleştirmek zorundaydı, kurtarmalı ve korumalıydı! Karanlık insanları aldı. O gariban insanlar karanlığın hiddetinde yok olurken duymak için çabaladığı o sesi sonunda duydu. Zira gözleri bunun o ses olduğunu doğrulamıştı.
Kocaman bir ejderha ile karşı karşıyaydı. Bembeyaz kanatları, altın pençeleri ve boynuzlarıyla oldukça heybetli ve görkemliydi. Az önceki iblislere karşı kalbinin fazladan mesai yapmasına sebep olan korku gitmişti. Çünkü hissettiği o minik korku bile bu iblisin haşmeti karşısında korkmuş ve kaçmıştı. İşte böyle bir korkuyu hissediyordu kül saçlı kadın. Hareket etmek istedi. Pozisyonunu değiştirmek, stratejik bir lokasyona geçmek için, başaramadı. Başkalarını aradı gözleri, bulamadı. Ne iblisler, nede diğerleri ortalıktaydı. İşte şimdi yalnızdı. Bir iblisin heybetinin altında, ölümün ve yaşamın arasındaki o kudretli zamanın ortasında bir başına kalmıştı. İblisin sorusundaki öfkeyi duydu. İstilacı? Öyle olup olmadığını bilmiyordu. Buraya gelirken bu diyara ne amaçla girdiğini hatırlamıyordu. O yüzden bir istilacı olabilirdi. Küçümser bakışların altında ezilmemek için dik durmalıydı. Derin bir nefes aldı. Yumruklarını sıktığının farkında bile değildi.
"İstilacı mıyım değil miyim bilmiyorum. Fakat buradan çıkmam için seni geçmem gerekiyor, sadece geçmem değil, hükmüm altına girmen gerekiyor! O yüzden gel bakalım!"