Arkadaşlarını koruma içgüdüsü, vücudunun her yerini sardığında, siyah saçlı kadına karşı tekrardan gülümsemiş, ardından iblislere dönmüştü. Yanında birilerinin olduğunu görmek, ona biraz daha güç katıyordu. Hızla ileriye doğru atılmış, önünde bir yığınla duran ve kendilerini yemek için kuduran, birbirlerini ezip geçmeye çalışan, düşüncesiz yaratıklardan birini kestirmişti gözüne. Kendisinden yaklaşık olarak on santim kadar kısa olan yaratığa, kafa atarak eyleme geçmişti. Ancak bu hareket, iblise değil, sadece kendisine zarar vermişti. Kafasında hissettiği muazzam acıya karşın, iblise hiçbir şekilde zarar verememiş olması onu düşündürmüştü. Vadlena haklıydı. İblislere zarar vermek, beyaz saçlı adam için mümkün değildi. Kısa bir şekilde yutkunduktan sonra, iblislerin kızıl gözlerine tekrardan baktı. Hiçbir şey yapamayacak olmanın gerçeği, bir çivi gibi çakılmıştı zihninin tam ortasına. Karşısındaki iblis, salyalar saçan bir bağırışla genç adamın kulaklarını doldurduğunda, henüz ne yapacağını düşünmeye bile fırsatı olmadan kolunda muazzam bir acıyla odağını kaybetmeyi başarmıştı.
Acı, teninde başladığında çok kısa bir süreliğine olayları idrak etmekte zorlanmıştı. Bir iblise saldırmayı denemiş, kendisi hasar almış ve saldırdığı iblis dişlerini genç adamın koluna geçirmişti. Büyüyen gözbebekleri, zihninde bir bomba gibi patlayan ve tüm vücuduna yayılan korkunç hissiyatla tekrardan küçülmüş ve tekrardan olaya odaklanmaya başlamıştı. Ardından, çektiği acıyı anlatabileceği, hatta daha fazlasını anlatabileceği bir çığlık patlatmıştı. Ölüm, ona doğrudan gelmeyi tercih etmemişti, iblislerin yemeği olacak, belki de buna benzer bir ton acı çekerek yavaş yavaş ölecekti. Damarlarında son damlaları akmaya başlayan tüm gücünü, attığı çığlığa harcamış, nefesi kesildiğinde sanki nefes almayı unutmuştu, tek yapabileceği şey çığlık atmak gibiydi. Hızlı bir nefes… Ardından bir çığlık daha. Arkadaşlarına ne olduğunu bile düşünebilecek durumda değil gibiydi, ancak onların çığlıkları kulaklarında yankı yapmaya başladığında korkuyla çevirdi kafasını. Kızıl Kafa saldırıya uğramış, ardından ise siyah saçlı kadına saldırmışlardı. Genç adam, arkadaşlarının yanında ölmeyi kabullenmiş olsa da ölüm gerçeğiyle karşı karşıya kalmış olmak zihnini oldukça zorluyordu. Sanki, kafasının içinde bir cam milyonlarca parçaya ayrılmış ve hepsi beynine batıyor gibiydi. Artık, nefes almak gibi gerçekleşen bir eylem olan acı çığlıkları durmuyor, gözleri ise korkuyla arkadaşlarına bakıyordu. Onların yanında olmaktan bir yanı gurur duyuyorken, bir yanı onları kurtaramadığı ve burada hep beraber acılı bir ölümle karşılacakları için korkudan tir tir titriyordu.
Korku, arkadaşlarına yardım edememenin verdiği üzüntü, koluna geçirilmiş dişlerin vücuduna yaşattığı acı, hepsi birbirine karışıyordu. Düşünemez duruma geliyordu her geçen saniyede genç adam, burada ölmeden önce düşünceleri karışmaya başlıyordu. Neden buradaydı? Acı bir gülümseme yerleştirdi istemeden suratına. Ona baksaydınız, arkadaşlarını kurtaramamanın, ölümle yüzleşmenin korku dolu gülümsemesini görebilirdiniz. Burada ne işi vardı? Bunca acıyı neden çekiyordu? Pişman mıydı? Değildi. Bu acıyı çekmesinin tek suçlusu kendisiydi, ki bunu da suç olarak görmüyordu. Arkadaşları olarak göreceği insanlarla birlik olmak ve onları kurtarabileceğini düşünmek, onun için muhteşem bir duyguydu. Kendisini canlı hissettiren, tüm vücudunu güçten kudurtabilecek bir duyguydu. Burada neden olduğunu bilmese de, burada yaşananlardan pişman değildi genç adam. Kolundan akan sıcak kan, tüm kolunu uyuşturmaya başlarken zihni ona oyun oynamaya başlıyordu. Bu kadar acıya, korkuya karşılık kendini savunmak istiyor gibiydi beyni. Düşüncelerini birbirine karıştırıyor, başka şeyler düşünmeye, hayal etmeye zorluyordu. Bir yandan, iblisin salyasının kanla birleşerek çıkarttığı koku ve dişlerin birbirine kenetledikçe kolunu kopartmaya çalışırken yarattığı muazzam acı zihniyle savaş verirken, bir yandan tüm her şeye karşı kendini savunmaya almaya çalışıyordu beyni odağını değiştirmeye çalışırken.
Bu savaş, öylesine yoğun, öylesine sert bir savaştı ki, genç adam hiçbir şey düşünmüyordu bile. Gözleri, yavaş yavaş yorgun düşmeye başlıyordu. Göz kapaklarına, tonlarca ağırlık bağlanmış gibi, artık kendi kontrolünden çıkmıştı, kaldırmak için bir güç bile sarf edemiyordu. Ne yumruk atmaya gücü vardı, ne de kendini korumak için bir eyleme geçmeye. Az bir şey kalmış olan gücünü, bağırmak için harcıyordu. Zihninde dolaşan ve odağını değiştirmek için savaş veren o kadar düşünce arasında, tek duyabildiği bir şey vardı, “Hızlıca ölmek istiyorum.” Başka bir düşünceye odaklanamıyordu, arkadaşlarını bile düşünebilecek durumda değildi. Yorgunluk, korku ve acının yanına ekleniyordu. Vücudu iyice yorgun düşüyor, zihni de yavaş yavaş kendini kaybetmeye başlıyordu. Kafasının içi, kocaman bir karanlık gibiydi, kendisine ışık veren tek şey hızlı bir ölüm dileğiydi. O karanlığı sonuna kadar aydınlatıyordu. Sıktığı dişleriyle, göz kapaklarını son bir güçle yavaş yavaş kaldırmaya başlarken, şimşek gibi çarpıyordu beynine başka bir düşünce. Kolundaki sıcak kanın ve dişlerin geçirilmiş olduğu etin acısını dindirmeye başlıyordu bu düşünce. Gerçekten acı mıydı hissettiği? Bedenini bu derece yorgun düşüren, kolunu koparmaya çalışan bu dişler miydi?
Hissettiği saf öfke, bir anda damarlarında dolaşmaya başlarken tekrardan göz kapaklarını kaldırabilecek cesareti ve kudreti buldu kendinde. Öfkenin farkına varmak, genç adamı tekrardan zinde bir konuma getirmeye başarmıştı. Kendisini tekrardan canlı ve güçlü hissediyordu. Öyle bir öfkeye sahipti ki, kolunun acısını her an unutabilirdi. Damarları patlayacakmışcasına güçlü ve kudretli hissettirirken, tekrardan açtı gözlerini. Sanki, yeni bir hayata açılmış gibiydi, ölüm gerçeğini atlatmayı başaracak gücü kendinde bulmuştu. Ancak, karşısındaki düşmanları birer birer çürümeye başlarken, olduğu yerde kalmıştı. Az önce kendisini yemek için birbirlerini ezen, koluna dişlerini koparmak adına geçiren bu yaratıklar, şimdi yavaş yavaş çürüyorlardı. Gözleri etrafını taramaya başladıkça, yaşayan bir yaratık kalıntısı bulamıyordu. Burada gözlerini açmadan önce gördüğü rüya ya da anısı gibi, bu çürümüş yaratıklar da kendisini onlara katmak istiyordu. Yaşanan her şey, gördüğü imgeler gibi onu da çürümüş bir et yığınına dönüştürmek istiyor gibiydi. Kaçacak, saklanacak bir yer bulamıyordu. Kaçma isteğinin verdiği heyecan ve adrenalinle etrafına daha hızlı bakınıp, beynini daha güçlü bir şekilde çalıştırmaya çalışırken, duyduğu vahşi ağlama sesiyle her şeyi bir kenara bırakmıştı. Kaçmak için hareketlenen vücuduna engel olan ağlama sesinin sahibini aramaya başladı gözleri tekrardan korku ve öfkeyle…
Diğer iblislerin aksine, daha gür bir ağlama sesi… İblisler ne yapacaklarını bilemez bir halde kaçışmaya başlarken, genç adam buna bile dikkat edemiyordu. Yeni bir düşmana sahipti belki de, diğer iblisleri kaçırabilecek düzeyde bir düşman. Karanlığın içinde gördüğü bir çift kızıl göz, sol elini hızla sağ koluna atmasına ve savunma pozisyonu almasına sebep olmuştu. İçinde hissettiği saf öfke, önceden iblise zarar veremediğini unutmasını sağlamış, bir tehlikeye karşı tekrardan saldırıya geçmeye hazırlamıştı bedenini. Sanki vücudunun kontrolünü kaybetmiş, tamamen öfkesine bırakmıştı tüm kontrolü. Tekrardan muazzam bir acıyla birlikte gelecek yavaş ölümü tadabileceği ihtimali neredeyse küçücük bir düşünceydi artık. Ayaklarını hafifçe kenara ayırmış, aşağı doğru sallanan sağ kolunu sıkı bir şekilde tutmuş, vücudunun üst kısmını hafifçe aşağı doğru eğerek kızıl gözlere odaklanmıştı. Bir avcı gibi hazırda bekliyordu, bir ihtimale karşı harekete geçebilecek gibiydi. Karşısındaki tehlikenin, iblisleri kaçırmasından dolayı daha büyük bir düşman olduğunun farkındaydı. Korku, bedenine işlenmekte zorluk çekiyordu, zira öfkesi savaşmaya bile gerek duymadan tüm vücudu ele geçirmişti. Arkadaşlarının yanında olmaması, tek başına kalmış bir adamın tek dayanak noktasının öfkesi olması, bu durumda onu rahatsız etmiyordu. Nefes alışverişi hızlanmaya başlarken, adrenalin de bedenine ortak olmaya başlıyordu. Tek bir hareket, tek bir saldırı, genç adamın ölümüne sebebiyet verecek tehlikeye karşı savaşa geçeceği belirtilerdi. Sıkılmış dişleri, öfkeden daha sert sıkmaya başladığı sol eli ve keskin bir şekilde odaklandığı gözleriyle bekliyordu belki de ölümüne sebep olacak düşmanını.
Ancak, iki gözden akan gözyaşları, karanlığı beyaza boyamaya başlarken, bir metreden biraz daha uzun bir iblisin ağlayarak koşturduğunu görüyordu. Diğer iblislerin aksine, bu iblis ağlıyordu. Tekrardan aklına getirdi o korkunç görüntüyü, kendisini yemek için can atan, birbirlerinin üzerinden atlayan yaratıkları. Onların aksine bu çok daha farklıydı, ağlayarak koşturuyordu sadece. İblis, koşmayı bırakıp, genç adamı fark ettiğinde, ağlamasını biraz daha arttırıp üstüne koşmaya başlamıştı. Kendisine saldıracağını düşünen beyaz saçlı, biraz daha hızlı bir şekilde tepki vermeye çalışıp kendisini daha iyi bir savunma pozisyonuna sokmaya çalışırken, iblisin gözlerini açmadan ona doğru koşturması dikkatini çekiyordu. İblise odaklanmış, küçük bacakları koşusuna tatlılık katıyordu. Ancak, bu koşturma bile öfkesini dindirmeye yetmemişti. Genç adam her an saldırmaya hazırdı, bu iblisin de az önce kendi etini yiyen diğer iblislerden farkı olmamalıydı. Sadece, yemeğini arıyordu belki de. Bu yüzden ağlıyor olabilirdi, açlıktan. Ancak o zaman, neden diğer iblisler gibi yemek gördüğü için kudurmuyordu? Diğer iblisler neden bu iblisten kaçmıştı? Karşısındaki iblisin bir bebekten farksız olan hareketlerine karşılık, hiçbir şey yapmak istemiyordu. Saldırmak, savunmak, hiçbir şey. Sadece izliyordu merakla. Bu iblis kimdi ve neden bebek gibi hareket ediyordu?
İblisin ağlayışları karşısında, öfkesi yavaş yavaş dinmeye başlıyordu. İblis karşısına gelmiş, birkaç metre kaldığında durmuştu. İblisin korktuğunu görebiliyordu, gözyaşları akmaya devam ederken göz göze gelmişlerdi. İblis, ince ve korkmuş bir sesle, kendisine daha ne kadar korkutacağını sormuştu. “Ha?” Genç adamın ilk başta verebildiği tek tepki bu olmuştu. Bu iblisler değil miydi bu adamın kolunu koparmaya çalışan, acıyı iliklerine kadar tattıran. Bu iblis ve bunun arkadaşları değil miydi genç adamı yemek için kuduran? “Korkutmak?” Biraz daha artmaya başlıyordu şaşkınlığı. Ne yapmıştı ki onu korkutacak? Bütün gün kendisi korkmuş, acıyı yaşamış, hızlı bir ölümün gelmesini dilemişti. Şimdi ise, bir iblis ona daha kendisini ne kadar korkutacağını soruyordu. Şaşkınlığını birkaç dakika kadar sürdürdü, olanlara anlam veremiyordu. Şaşkınlıktan fal taşı gibi açılmış gözleri yavaş yavaş küçülmeye başlarken, sağ kolunu sıktı tekrardan acısını hissederek.
“B-ben, seni korkutmadım ki. Neden ağlıyorsun?” Açıklama yapma ihtiyacı hissediyordu bu bebek gibi davranan iblise. Belki de, kendisiyle oyun oynamaya gelmişti, genç adamı gafil yakaladığı bir anda tekrardan saldıracaktı. Bilemiyordu, ancak bu iblise karşı öfkesini de yansıtamıyordu. “Benim kolumu, az önce kaçırdıkların ısırmıştı. Arkadaşlarımı korumak için aralarında kalmıştım. Ben, korkuyu iliklerime kadar hissettim. Kolumu görüyor musun?” Kolunu gösterdi hafifçe. “Acıdan attığım çığlıkları duymadın mı?” Derin bir nefes aldı, hala tetikte bekliyordu. Karşısındaki iblisin neyi amaçladığını bilmiyordu. Tekrardan sol eliyle sıktı sağ kolunu. “Beni öldürecek misin, yiyecek misin bilmiyorum. Ancak ben seni korkutmadım, hiç kimseyi korkutmak gibi bir niyetim olmadı. Burada tanıştığım siyah saçlı bir kadın ve kızıl kafalı bir adam vardı. Onlar benim arkadaşım oldular, onları korumak için öne atıldım. Tabi, sayende…” Bakışlarını keskinleştirdi beyaz saçlı adam, iblisten çekiniyordu hala içini açsa da. “Sayende onlardan kurtuldum. Eğer beni öldüreceksen veya yiyeceksen, son sözlerimi söylemek için iyi bir şans heralde.” Arkadaşlarının kurtulmuş olmasını umdu o anda. Onların çığlıklarını tekrardan hatırladı. Buruk bir gülümseme yapıştırdı yüzüne. Hem kurtulmuş olduklarını düşünmenin sevinci, hemde kurtulamamış olmalarının üzüntüsü bir aradaydı. “Umarım arkadaşlarım kurtulmuştur. O iblisleri kaçırdığın için teşekkür ederim, ağlama lütfen.” Gülümsemesini biraz daha büyüttü bedenini rahatlatırken. “Beni öldüreceksen hızlı yap lütfen. Acı çekmek istemiyorum.” Gülümsemesi, iblisin gözlerine baktığında biraz daha büyüdü. Belki de, daha önceden kabullendiği ölümün daha acısız olabileceği ihtimali onu gülümsetiyordu. Sağ gözünden akan bir damla gözyaşı yanağını sıcak bir şekilde ıslatırken, tekrardan arkadaşlarının kurtulmuş olmasını umdu. Sol gözü de bu esnada, sağ gözüne eşlik etmeye başladı. Son anında, gülümsemesine buruk bir şekilde eşlik eden gözyaşlarıyla iblise baktı. Daha önceden dilediği gibi, ölecekse bile hızlıca ölmenin umuduyla...