Odaya adım attığımızda, karşımıza beklediğimizden çok daha büyük ve ferah bir mekan çıktı. Yağmur damlalarının camlara çarpmasıyla oluşan ses, odanın atmosferine gerçeklik katıyordu, ancak bizim dikkatimizi çeken tek şey masanın ortasındaki genişliğiyle göz alıcı duruşuydu. Masanın iki tarafında oturanlar, organizasyonun liderleri olduğu için tanıdık yüzlerdi. Gözlerimiz bulundukları yere sabitlenmiş olsada, liderlerin yüzlerindeki ifadelerde bizi gördüklerinde beliren hafif değişiklikleri fark ettik. Odaya yayılan ağır hava, ciğerlerimize nüfuz ederken, hızla masayı gözden geçirerek her bir yüzü ezberlemeye çalıştık.
Masanın her bir köşesine yayılmış organizasyon liderleri birbirlerinden farklı auraları ve tavırlarıyla odanın atmosferini çok ağırlaştırıyorlardı. Her bir kişinin üzerinde ayırdığım bakışlarım, ruhumda birikmiş olan koca yorgunluk ve bilinmezlik hissinden dolayı çokta uzun sürmemişti; ama açık konuşmak gerekirse her birinin neden burada birer lider olarak oturduklarını sorgulamama gerek yoktu. O auraya sahiptiler.
Herkesi incelememiz bittiğinde ve onlarda bunu idrak ettiğinde odadaki en saygın kişi olduğunu düşündüğüm Vahşi Savaşçılar Birliği lideri Boaldir geçmemiz gereken noktayı göstermişti. Herkesin yoğun bakışları altında odadaki o boşluğa geçtiğimizde derin bir nefes alırken buldum kendimi. Bu odadaki herkesten daha az şey biliyor ve daha az deneyime sahiptim; ama belki de dürüst olmak gerekirse birçoğunun insan ömrüne sığdıramayacağı şeyi belki de bir aydan daha az kısa bir sürede yaşamıştım. Kafamın içi idrak edemediğim ve çözemediğim o kadar çok şeyle doluydu ki, aslında şu an bu insanların karşısında olmam gerektiğinden daha dik ve hevesli gözüküyordum. Çünkü kafamdaki soruları çözümleyebilmem için bir süredir arzuladığım o özgürlüğe bu odadaki yaşanacak şeylerden sonra elde edeceğimi düşünüyordum. Eğer onlar vermezse ben kendi özgürlüğümü edinebilmek için tüm bu güçlü liderlere kafa tutmaya razıydım; çünkü kafamdaki her bir soru ömrümü ve ruhumu tüketen bir parazit gibiydi.
Bundan dolayı odadaki çoğu kişinin ilgi ve alakası üzerimizden eksildiğinde dahi ben Boaldir üzerinden bakışlarımı çekmemiştim. Pür dikkat, tamamen duygudan yoksun ama net bir ifadeyle gözlerimi onun gözlerine dikmiştim. Amacım saygısızlık değildi. Sadece ona istediğini vermek ve ondan istediğimi almak istiyordum.
O sözlerini tamamladığında başta İnias, sonra Diniel ve en sonda Zen olmak üzere üçü sırasıyla söz almıştı. İnias ılımlı, Dinel sert ve Zen’de benzer bir sertlikte söze girmişti. Tüm bu yaşananlardan sonra en güvendikleri kişiden darbe almak onları çok etkilemiş olmalıydı. Eletha ile benden daha fazla zaman geçirmişlerdi ve yaşadıkları hayal kırıklığın büyüklüğü benimkinin yanında kocaman bir dağ olmalıydı.
Belki de bu yüzden herkesten farklı bir tutumum vardı.
“Sizleri gayet iyi anlıyorum… Sormak istedikleriniz ve öğrenmek istedikleriniz var. Size yardımcı olmaktan çekinmeyeceğim. Dilediğiniz her şeyi sorabilirsiniz, açık yüreklilikle cevap vereceğim; ama sizlerden benimde öğrenmek istediğim birkaç şey var. İlki o gün orada Ela’da vardı. Ona ne oldu? İkincisi…” Bir an boşluğa sadece bakışlarım değil, cümlelerim de düştü. Sessizlikle geçirdiğim birkaç saniyenin ardından; “İkincisini odadan çıkmadan önce söyleyeceğim. Lütfen sorun, hazırım!” dedim, bir kez daha bakışlarım Boaldir’e doğru yükselirken.
Masanın her bir köşesine yayılmış organizasyon liderleri birbirlerinden farklı auraları ve tavırlarıyla odanın atmosferini çok ağırlaştırıyorlardı. Her bir kişinin üzerinde ayırdığım bakışlarım, ruhumda birikmiş olan koca yorgunluk ve bilinmezlik hissinden dolayı çokta uzun sürmemişti; ama açık konuşmak gerekirse her birinin neden burada birer lider olarak oturduklarını sorgulamama gerek yoktu. O auraya sahiptiler.
Herkesi incelememiz bittiğinde ve onlarda bunu idrak ettiğinde odadaki en saygın kişi olduğunu düşündüğüm Vahşi Savaşçılar Birliği lideri Boaldir geçmemiz gereken noktayı göstermişti. Herkesin yoğun bakışları altında odadaki o boşluğa geçtiğimizde derin bir nefes alırken buldum kendimi. Bu odadaki herkesten daha az şey biliyor ve daha az deneyime sahiptim; ama belki de dürüst olmak gerekirse birçoğunun insan ömrüne sığdıramayacağı şeyi belki de bir aydan daha az kısa bir sürede yaşamıştım. Kafamın içi idrak edemediğim ve çözemediğim o kadar çok şeyle doluydu ki, aslında şu an bu insanların karşısında olmam gerektiğinden daha dik ve hevesli gözüküyordum. Çünkü kafamdaki soruları çözümleyebilmem için bir süredir arzuladığım o özgürlüğe bu odadaki yaşanacak şeylerden sonra elde edeceğimi düşünüyordum. Eğer onlar vermezse ben kendi özgürlüğümü edinebilmek için tüm bu güçlü liderlere kafa tutmaya razıydım; çünkü kafamdaki her bir soru ömrümü ve ruhumu tüketen bir parazit gibiydi.
Bundan dolayı odadaki çoğu kişinin ilgi ve alakası üzerimizden eksildiğinde dahi ben Boaldir üzerinden bakışlarımı çekmemiştim. Pür dikkat, tamamen duygudan yoksun ama net bir ifadeyle gözlerimi onun gözlerine dikmiştim. Amacım saygısızlık değildi. Sadece ona istediğini vermek ve ondan istediğimi almak istiyordum.
O sözlerini tamamladığında başta İnias, sonra Diniel ve en sonda Zen olmak üzere üçü sırasıyla söz almıştı. İnias ılımlı, Dinel sert ve Zen’de benzer bir sertlikte söze girmişti. Tüm bu yaşananlardan sonra en güvendikleri kişiden darbe almak onları çok etkilemiş olmalıydı. Eletha ile benden daha fazla zaman geçirmişlerdi ve yaşadıkları hayal kırıklığın büyüklüğü benimkinin yanında kocaman bir dağ olmalıydı.
Belki de bu yüzden herkesten farklı bir tutumum vardı.
“Sizleri gayet iyi anlıyorum… Sormak istedikleriniz ve öğrenmek istedikleriniz var. Size yardımcı olmaktan çekinmeyeceğim. Dilediğiniz her şeyi sorabilirsiniz, açık yüreklilikle cevap vereceğim; ama sizlerden benimde öğrenmek istediğim birkaç şey var. İlki o gün orada Ela’da vardı. Ona ne oldu? İkincisi…” Bir an boşluğa sadece bakışlarım değil, cümlelerim de düştü. Sessizlikle geçirdiğim birkaç saniyenin ardından; “İkincisini odadan çıkmadan önce söyleyeceğim. Lütfen sorun, hazırım!” dedim, bir kez daha bakışlarım Boaldir’e doğru yükselirken.







