Amelina'nın yüzünde mahçup bir ifade belirdiğinde gülümseyerek, "Seni gücendirmek istemedim yanlış anlama." demekle yetinebilmişti. Sonrasında ise Amaldin Meydanı'na nasıl ulaşabileceğini anlatmaya başlamıştı. Karşısındaki kadının yalın anlatımı sayesinde ulaşım konusunda pek bir sıkıntı çıkmayacağını öngörebiliyordu, aynı zamanda bulunduğu yere uzak olmaması da sıkıntı olmaması için bir faktördü. Amelina verdiği bilgilerin ardından çıkışa kadar eşlik edeceğini söylemişti. Odadan ayrılmalarının ardından konağın alt katlarına doğru iniyorlardı. Katları inmeye devam ettikçe belli başlı sütunlar, mobilyalar dikkatini çekiyordu. Konak özenle inşa edilmiş ve içi bu özene göre dizayn edilmişti. Zemin kat haricinde her katta farklı şekillerde odaların kapıları dizili duruyordu, merakına yenik düşüp sorduğunda ise bu odaların Hükümdar tarafından kullanıldığını söylemekle yetinmişti. Bu sözler, o odalara girmemesi için bir uyarıydı. Aslında oldukça merak etmişti, ancak hükümdarın nereden çıkacağını kestiremiyordu. Hatta hükümdardan daha tehlikeli olan bir şey varsa, o da kesinlikle Amelina'ydı. Amelina, Hükümdarın gözü, kulağı olmalıydı, bu çıkarımları bir mektup konusundan yapabilmişti.
Zemin kat, Aludir Üssü'ne oldukça benziyordu, geniş bir hol ve iki yandan yükselen merdivenlerle şık ve genişti. Holün sağında ve solunda bulunan birkaç kapı vardı, bu kapıların ardında ise mutfak ve konakta yaşayan diğer kişilerin kullanımında olan odalar bulunuyordu. Konağın çıkış kapısı ise, altın işlemelerle dizayn edilmiş, iki büyük sütun arasında yükselmiş gibiydi. Kapının sağında at üzerinde duran bir savaşçı, sol tarafında ise iblis figürü duruyordu. Üç metrelik bu kapı, Amelina'nın hafif ittirmesiyle birlikte kolayca taşlık yola doğru açılmıştı. Taşlık yol, burada her şeyde olduğu gibi özenle yapılmış gibiydi. Her bir taş benzer oranda ve şekilde yerleştirilmişti, iki yanda bulunan ağaçlar bile aynı boyuttaydı. Bu kadar özene ne gerek vardı bilmiyordu, Hükümdarın simetri takıntısı olduğunu düşünmeye başlamıştı. Ortama hayranlığını gözleriyle sergilemeye devam ederken, ilk adımını atmıştı. Üç yanı çeviren surlar ve tam karşısında duran demir parmaklıklara doğru ilerliyordu.
Demir parmakların orada ise, belli aralıklarla yerleştirilmiş ve üzerlerinde tek tip kıyafet bulunan birtakım kişileri görüyordu. Bu kişilerin asker sınıfından olduğunu düşünüyordu, vücut yapıları ve giydikleri kıyafetler bu düşüncesini destekler nitelikteydi. Askerler oldukça heybetli duruyordu, güvenlik konusunda taviz vermedikleri belliydi. Kendisinin geldiğini fark eden iki adamdan bir tanesi demir kapıyı aralamış ve diğeri ise yolun kenarına doğru çekilmişti. Sanki oradan hiç kıpırdamayacakmış gibi duruyordu. Zen kapıdan geçtikten sonra, hızlıca kapıyı kapatmışlardı. "Vay anasını. Ne biçim yermiş burası." demekle yetinebilmişti. Her şeyin mükemmel olabilmesi için ekstradan uğraşmış olmalıydılar. Bir anlığına düşündü, Guuste'nin taht sorusu aklına gelmişti. Zen, bu manzaralardan sonra kesinlikle hükümdar olmakla uğraşmayacağını kendine kanıtlamış oldu.
Valerin Şehri'nde kendisine tarif edilen şekilde ilerlemiş ve şehrin halk yönüyle karşılaşmıştı. Sokaklar insan kaynıyordu, evlerden sesler yükseliyor ve insanlar birbirlerine saygılı bir tavır sergiliyordu. Çocukların oyunları kimseleri rahatsız etmiyor, yol üzerinde yürürken birbirlerine yol veriyorlardı. At arabalarının geçerken ses çıkarmaması, hepsini bir araya getirince masal gibi bir şehrin ortasındaydı. Binaların mimarisi, sokakların genişliği, her şeyiyle mükemmeldi. Etrafına baka baka, insanlara baka baka yürürken kendisini bir anda Amaldin Meydanı'nda bulmuştu. Bu sefer, bu dalgınlığını bir kenara bırakmış ve sokakları daha dikkatli gezmeye başlamıştı. Bir saat kadar süren bir yürüyüşün ardından kendisini yine aynı noktada bulmuş, ancak her şeyi kafasına çizmişti. İnsan kalabalığından yanına yanaşamadığı Yrel Amaldin heykelinin bulunması nedeniyle, burada diğer yerlerden daha fazla insan bulunuyordu.
Vakit kaybetmek istemiyordu, bu yüzden insanlarla iletişime geçmek en mantıklısı olacaktı. Gözüne kestirdiği ilk yaşlı amcayı durdurmayı planlamıştı. Görünüşüne göre yargılayacaktı, yaşlı bir amcanın buranın yerlisi olacağını düşünüyordu. Özellikle gerçekten yaşını başını almış birisini arıyordu gözleri. Kalabalığın içerisinde değil de, daha çok binaların o taraflarda arıyordu. Yrel Amaldin heykeline bakmaya gelmemiş, belki de işine gücüne bakan, belki de sadece oturan yaşlı başlı bir adam. Öyle birisini bulmak için etrafa bakınacak, binaların önlerinden geçecekti. Genel anlamda meydanı daire bir şekilde turlayacaktı binaların önünden. Kafasına çizdiği profildeki ilk kişinin yanına gidecekti. "Merhabalar, benim adım Zenahpuryu. Acaba Wuther diye birisini duydunuz mu hiç? Kendisi bir tarihçiymiş, onunla konuşmam gerekiyor. Duyduysanız, nerede olduğunu bana söyleyebilir misiniz?"