Göğsünün içinde göremediği, dokunamadığı ama orada olduğunu nasıl bildiğini bilmediği kalbi attığı adımlar, söylediği sözler ve adamın tepkisinden sonra iyiden iyiye hızlanmıştı. Bir tehlike, bir düşman açık açık tehditkar söylemleriyle beyaz saçlı kadını ve onun koruduğu savunmasız kızı hedef alıyordu. Şüphesiz bu kızın buradan bir zarar görmeden çıkabilmesi için kendini ortaya atması lazımdı. Öyle de yapmıştı. Bir hareket, bir saldırı bir şey bekliyordu. Pür dikkat adamı izliyor, parmaklarının hareketini nefes alış verişini ve adamın gözlerinin baktığı yerlere bakıyordu. Savaşa hazırdı, hatta savaşı bekliyor bile denebilirdi. Eğer onları bu duruma düşüren, bu izbe yere getiren şey bu kırmızı gözlü mahlukat ise onu paylamak onun göreviydi. Başarabilirdi. Düşmanı cüsseli ve korkusuz bir yiğit gibi duruyordu. Lakin kendisininde savaşçı ruhlu biri olduğunu hissediyordu. Öyle biri olmasa kendisini düşünmeden atılmazdı düşmanın önüne değil mi?
Sonra bir ses duyuldu. Karanlığın, hiçliğin ortasında bir ses. Bir bıçağın sert bir kayaya çarptığında çıkardığı tını kadar keskin ve şiddetli bir ses. Bütün gözler o sese doğru çevrildi. Kül saçlı kadının kırmızı gözleri de bu harekete katıldılar. Sarı saçları, kırmızı pelerini ve alkışlayan elleriyle karanlığın içinden geliyordu adam. Sessizliği bozan elleri dikkat çekiciydi. Gülümseyen gözleri herkesi süzüyordu. Kül saçlı kadın üzerinde gezen bakışlara karşılık verdi ve adamı süzdü. Anlamlandıramadığı şeyler, anlamlandıramadığı bir yer ile birleşince çokta büyük bir çıkarım yapamadı. Adam tekrar konuşmaya başlayınca pür dikkat kesildi ve dinlemeye koyuldu. Ölmemek, kovalamamak, uçmamak. Kız yalan mı söylemişti? Yalan söylenmesinden hoşlanmadığını hissetti. Kıza karşı büyük bir hayal kırıklığı ve soğukluk bütün bedenini geçip gitti. Bir kaç adım uzaklaşmıştı kızdan ister istemez. Yine de, bir yalancı olmasına rağmen hala korunmaya ihtiyacı olan bir birey izlenimi veriyordu. Bu yüzden ona sırt çeviremeyeceğini hissediyordu. En azından buradan kurtulana kadar.
İblis Diyarı mı? diye düşündü. İblis'in ne olup ne olmadığını biliyor muydu ki diyarını anlaması beklenmişti ondan? Dinlemeye devam etti. Zira bu karmaşayı anlamak istiyorsa dinlemesi elzemdi. Öyle de yaptı. Silinen zihinler, geçmiş, isimler ve ayrıcalıklı insanlar hakkındaki konuşmayı dinledi. Adamın bir yanlışı vardı lakin. Her şeyi açıkladığını ve soru kalmadığını düşünüyordu ama söylediği her sözcükten sonra kül saçlı kadının aklında sorulması gereken sorular canlanıyordu. Adamın yaptığı konuşmanın içeriğinden bir çıkarım yaptı. Muhtemelen, muhtemelen bu adam buradaki insanlardan sorumluydu. Bir rehber olabilir miydi? Açıklama görevi verilmiş bir rehber. Soruları soracaksa şimdi sormalıydı. Bir adım öne attı ve kendini tanıtmaya başladı. "Ben..." diye başladığı cümlenin devamını getiremedi. Kim olduğunu bilmiyordu ki! Nedense defalarca yaptığını hissettiği bir şeydi bu kendini tanıtma safhası. Küçük duraklamanın ardından devam etti. "Her neyse... birden fazla sorum var aslında. İblisler Diyarı nedir, İblis nedir? Biz kimiz, niçin bizler ayrıcalıklı olduk, ne özelliğimiz varda ayrıcalıklı yapıldık ve bu hiçliğin ortasında neler oluyor ki biz nelere vakıf olacağız? Teşekkürler."
Sonra bir ses duyuldu. Karanlığın, hiçliğin ortasında bir ses. Bir bıçağın sert bir kayaya çarptığında çıkardığı tını kadar keskin ve şiddetli bir ses. Bütün gözler o sese doğru çevrildi. Kül saçlı kadının kırmızı gözleri de bu harekete katıldılar. Sarı saçları, kırmızı pelerini ve alkışlayan elleriyle karanlığın içinden geliyordu adam. Sessizliği bozan elleri dikkat çekiciydi. Gülümseyen gözleri herkesi süzüyordu. Kül saçlı kadın üzerinde gezen bakışlara karşılık verdi ve adamı süzdü. Anlamlandıramadığı şeyler, anlamlandıramadığı bir yer ile birleşince çokta büyük bir çıkarım yapamadı. Adam tekrar konuşmaya başlayınca pür dikkat kesildi ve dinlemeye koyuldu. Ölmemek, kovalamamak, uçmamak. Kız yalan mı söylemişti? Yalan söylenmesinden hoşlanmadığını hissetti. Kıza karşı büyük bir hayal kırıklığı ve soğukluk bütün bedenini geçip gitti. Bir kaç adım uzaklaşmıştı kızdan ister istemez. Yine de, bir yalancı olmasına rağmen hala korunmaya ihtiyacı olan bir birey izlenimi veriyordu. Bu yüzden ona sırt çeviremeyeceğini hissediyordu. En azından buradan kurtulana kadar.
İblis Diyarı mı? diye düşündü. İblis'in ne olup ne olmadığını biliyor muydu ki diyarını anlaması beklenmişti ondan? Dinlemeye devam etti. Zira bu karmaşayı anlamak istiyorsa dinlemesi elzemdi. Öyle de yaptı. Silinen zihinler, geçmiş, isimler ve ayrıcalıklı insanlar hakkındaki konuşmayı dinledi. Adamın bir yanlışı vardı lakin. Her şeyi açıkladığını ve soru kalmadığını düşünüyordu ama söylediği her sözcükten sonra kül saçlı kadının aklında sorulması gereken sorular canlanıyordu. Adamın yaptığı konuşmanın içeriğinden bir çıkarım yaptı. Muhtemelen, muhtemelen bu adam buradaki insanlardan sorumluydu. Bir rehber olabilir miydi? Açıklama görevi verilmiş bir rehber. Soruları soracaksa şimdi sormalıydı. Bir adım öne attı ve kendini tanıtmaya başladı. "Ben..." diye başladığı cümlenin devamını getiremedi. Kim olduğunu bilmiyordu ki! Nedense defalarca yaptığını hissettiği bir şeydi bu kendini tanıtma safhası. Küçük duraklamanın ardından devam etti. "Her neyse... birden fazla sorum var aslında. İblisler Diyarı nedir, İblis nedir? Biz kimiz, niçin bizler ayrıcalıklı olduk, ne özelliğimiz varda ayrıcalıklı yapıldık ve bu hiçliğin ortasında neler oluyor ki biz nelere vakıf olacağız? Teşekkürler."







