Görüyorum ve arttırıyorum.
Çok kısa bir zaman geçmişti esasen gördüklerini sindirmesinin ardından. Vybukh ortaya çıktığı anda ne yapacak diye düşünmemişti. Zira saldırganlığının ardına saklanıp dinlememeye, önemsememeye ve aldırmamaya devam edeceğini biliyordu. Dina hep kısa çöpü çektiğini düşündü. Onca kudretli, zeki yahut yetenekli iblis arasından böyle bir aptala denk gelmesi de onun bahtsızlığı idi. Lakin bunu da sevebilirdi. Bu durumda bile yapabileceklerinin sonunu görmek istiyordu. Ne kadar zirveye oynayabilirdi bilmek zorundaydı. Görüyordu, arttırıyordu. Bir yol vardı, deneyecekti. Odaklanacaktı. Tıpkı bir zihnin, iki yarısını paylaşıyormuşcasına. Tıpkı bir zindanın iki farklı köşesinde oturuyormuşcasına. Sesini duyacağını umuyordu.
"Vybukh. Bekle."
Gözlerini bir anlık Vybukh'un vahşi bedeni üzerinde tuttu. Ortaya çıktıktan bu yana önce Gyugnal, sonra da adının Chuldarah olduğunu öğrendiği iblise sataşmıştı. Laf ebeliğini seviyordu, orası belli. Önce onu yermiş, yerin yedi kat dibine sokmuş; sonra da orada bırakmıştı. Sözlerini peş peşe dizen Gyugnal, onda gurura dair bir kırıntı dahi bırakmamıştı. Bu sözler normal şartlarda onun gibi bir öfke makinasını kudurturdu. Nitekim öyleydi. Bu hakaretler karşısında köpürdüğü belliydi. Dina'ya ise açık ve net bir şekilde hükmetmesi gerektiğini söylemişti. Nasıl olacaktı? Dina, bu hareketin nedense boşu boşuna yapılmadığını düşünüyordu. Belki de kuracağı kanal, bağ ya da kontağa bir kılıftı. Benzersiz bir kındı bu. Sözleri belki serin sulara sokmayacaktı onu, ancak hükmedebileceğini gösterecekti. Devam etti. Odaklanacaktı. Bahsettiği güç, adına her ne diyorsa. Dina bunu daha önce de hissetmişti. İblis ve Aludir arasındaki bağı sağlayan her neyse, iletişimi de sağlıyor olmalıydı. Bir şekilde doğrudan yahut dolaylı olarak. Gözlerini harekete hazır iblisi üzerinde tutarken elini ileri uzattı. Kaşlarını çattı, odaklandı. Vybukh ile bağ kurduğunda ortaya kırmızı bir ışık oku çıkmıştı. Düşünmeye çalıştı, o ana gitmeye çalıştı. Kendisini Vybukh yerine koydu. Öfkeliymiş gibi, nefesi alev saçıyormuş gibi, aldığı hırıltıyla bezeli hava ciğerlerini parçalıyormuş gibi. Elini uzattı.
"Burada ölüp gitmeni istemiyorum."
Nedensizce tek düşünebildiği zaten buydu. Gyugnal'ın bunu yapmasının bir asist mi yoksa keyfi bahane mi olduğunu anlamak zordu. Ancak denemek zorundaydı. Zira hükmedeceği tarafta olmalıydı. Düşman askerine emir veremezdi, içinde taşıdığı bir şeyi dışarıda iken nasıl hükmü altına alabilirdi? Tek mümkün yol buydu, biliyordu. Gülümsedi. Bu asist için teşekkür etmeliydi. Sonraya sakladı. Şimdi odaklanmalıydı. O bahsettiği enerji dediği şey. Vybukh ile zihinsel temas kurması, açığa çıkarabilmesi ve hatta hükmedebilmesinde de gerekli bir şey olsa gerek. Neyi nasıl yapacağını hiç bilmiyordu lakin odaklandığı an bir şeyleri becerebiliyordu. İletişim kurmak gibi, benliğine açılmak gibi. Hükmedecekti, ötesi değil. Hiç bir şey söylemek, emretmek ya da dikte etmek zorunda değildi. Hükmedecekti, nefes alır gibi.
"Bunu beğenmedim. Ağzından çıkanları bir daha duymak istemiyorum. O benim iblisim, ona hakaret edemezsin. Kim olursan ol, eğer bir daha bunu yaparsan..."
Dina için önemli olan tasmalamak değildi. Zira zincirini kırdıktan sonra, fırsatını ele aldıktan sonra onu ısırmayacak bir köpek isterdi. Onun istediği bir fikir koalisyonu idi. Rotasını kendi çizdiği, yönünü kendisinin tayin ettiği... Bu uğurda onu durdurmanın hükmetmek olmadığını düşünüyordu. Hükmetmekten anladığı buydu Dina'nın. Bir şekilde Vybukh'un aynı tarafta olduklarını anlaması gerekiyordu. Kimin, ne tarafta olduğunu anlayabilirse; hatta anlamasına gerek yok, bir şekilde onu afallatabilirse başarılı olurdu. Böylece Gyugnal'ın ona açtığı alanı iyi bir şekilde değerlendirebilirdi. Gözlerini aynı kararlılık ile kısarak Gyugnal'a hitaben son sözlerini dökecekti ağzından.
"..seni yok ederim."
Çok kısa bir zaman geçmişti esasen gördüklerini sindirmesinin ardından. Vybukh ortaya çıktığı anda ne yapacak diye düşünmemişti. Zira saldırganlığının ardına saklanıp dinlememeye, önemsememeye ve aldırmamaya devam edeceğini biliyordu. Dina hep kısa çöpü çektiğini düşündü. Onca kudretli, zeki yahut yetenekli iblis arasından böyle bir aptala denk gelmesi de onun bahtsızlığı idi. Lakin bunu da sevebilirdi. Bu durumda bile yapabileceklerinin sonunu görmek istiyordu. Ne kadar zirveye oynayabilirdi bilmek zorundaydı. Görüyordu, arttırıyordu. Bir yol vardı, deneyecekti. Odaklanacaktı. Tıpkı bir zihnin, iki yarısını paylaşıyormuşcasına. Tıpkı bir zindanın iki farklı köşesinde oturuyormuşcasına. Sesini duyacağını umuyordu.
"Vybukh. Bekle."
Gözlerini bir anlık Vybukh'un vahşi bedeni üzerinde tuttu. Ortaya çıktıktan bu yana önce Gyugnal, sonra da adının Chuldarah olduğunu öğrendiği iblise sataşmıştı. Laf ebeliğini seviyordu, orası belli. Önce onu yermiş, yerin yedi kat dibine sokmuş; sonra da orada bırakmıştı. Sözlerini peş peşe dizen Gyugnal, onda gurura dair bir kırıntı dahi bırakmamıştı. Bu sözler normal şartlarda onun gibi bir öfke makinasını kudurturdu. Nitekim öyleydi. Bu hakaretler karşısında köpürdüğü belliydi. Dina'ya ise açık ve net bir şekilde hükmetmesi gerektiğini söylemişti. Nasıl olacaktı? Dina, bu hareketin nedense boşu boşuna yapılmadığını düşünüyordu. Belki de kuracağı kanal, bağ ya da kontağa bir kılıftı. Benzersiz bir kındı bu. Sözleri belki serin sulara sokmayacaktı onu, ancak hükmedebileceğini gösterecekti. Devam etti. Odaklanacaktı. Bahsettiği güç, adına her ne diyorsa. Dina bunu daha önce de hissetmişti. İblis ve Aludir arasındaki bağı sağlayan her neyse, iletişimi de sağlıyor olmalıydı. Bir şekilde doğrudan yahut dolaylı olarak. Gözlerini harekete hazır iblisi üzerinde tutarken elini ileri uzattı. Kaşlarını çattı, odaklandı. Vybukh ile bağ kurduğunda ortaya kırmızı bir ışık oku çıkmıştı. Düşünmeye çalıştı, o ana gitmeye çalıştı. Kendisini Vybukh yerine koydu. Öfkeliymiş gibi, nefesi alev saçıyormuş gibi, aldığı hırıltıyla bezeli hava ciğerlerini parçalıyormuş gibi. Elini uzattı.
"Burada ölüp gitmeni istemiyorum."
Nedensizce tek düşünebildiği zaten buydu. Gyugnal'ın bunu yapmasının bir asist mi yoksa keyfi bahane mi olduğunu anlamak zordu. Ancak denemek zorundaydı. Zira hükmedeceği tarafta olmalıydı. Düşman askerine emir veremezdi, içinde taşıdığı bir şeyi dışarıda iken nasıl hükmü altına alabilirdi? Tek mümkün yol buydu, biliyordu. Gülümsedi. Bu asist için teşekkür etmeliydi. Sonraya sakladı. Şimdi odaklanmalıydı. O bahsettiği enerji dediği şey. Vybukh ile zihinsel temas kurması, açığa çıkarabilmesi ve hatta hükmedebilmesinde de gerekli bir şey olsa gerek. Neyi nasıl yapacağını hiç bilmiyordu lakin odaklandığı an bir şeyleri becerebiliyordu. İletişim kurmak gibi, benliğine açılmak gibi. Hükmedecekti, ötesi değil. Hiç bir şey söylemek, emretmek ya da dikte etmek zorunda değildi. Hükmedecekti, nefes alır gibi.
"Bunu beğenmedim. Ağzından çıkanları bir daha duymak istemiyorum. O benim iblisim, ona hakaret edemezsin. Kim olursan ol, eğer bir daha bunu yaparsan..."
Dina için önemli olan tasmalamak değildi. Zira zincirini kırdıktan sonra, fırsatını ele aldıktan sonra onu ısırmayacak bir köpek isterdi. Onun istediği bir fikir koalisyonu idi. Rotasını kendi çizdiği, yönünü kendisinin tayin ettiği... Bu uğurda onu durdurmanın hükmetmek olmadığını düşünüyordu. Hükmetmekten anladığı buydu Dina'nın. Bir şekilde Vybukh'un aynı tarafta olduklarını anlaması gerekiyordu. Kimin, ne tarafta olduğunu anlayabilirse; hatta anlamasına gerek yok, bir şekilde onu afallatabilirse başarılı olurdu. Böylece Gyugnal'ın ona açtığı alanı iyi bir şekilde değerlendirebilirdi. Gözlerini aynı kararlılık ile kısarak Gyugnal'a hitaben son sözlerini dökecekti ağzından.
"..seni yok ederim."



