"Bunu elli defa söyledim, herkesi kendin gibi sanma! Sahip olduklarını başkalarında arama!”
Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Gözlerin bedenini aradığında, senden geriye kalanın sadece bir siluet olduğunu görüyorsun. Gökten yere dönmüş bakışların, vücudunu sana yabancı kılıyor. Ancak bir nebze dikkatli bakabildiğin anlık bir zaman zarfında, asıl bedenini ve etrafındaki kişileri seyrettiğini anlayabiliyorsun. Gördüğün siluetin de kendine ait olduğunu bilsen de, asıl bedenini fark etmenle siluete dair tüm izler siliniyor zihninde. Ancak kendini ve etrafındakileri gökten izlemeyi sürdürüyorsun bir şekilde. Neden ve nasıl olduğu konusunda fikir yürütmeye bile tenezzül etmiyor, bu durumu sorgulamıyorsun. Çevrende toplanmış bir avuç kadar insanın suratlarındaki korku ifadeleri, asıl vücudunda hatrı sayılır bir öfkeyle karşılaşmış gibi duruyor. Kendine ait olan zihni okuyamasan bile, vücut hatların ve keskin bakışların bu korkak çapulcu topluluğundan tiksindiğini gösteriyor sana. Korkakların yüzünde sana yönelik saygı dolu ve adeta bir kurtarıcıya dönmüş olan bakışlara karşılık, iğretiyi hissedebiliyorsun.
Bir anda sahnen kararıyor ve gözlerini bir kez daha açtığında, o keskin bakışların sahibi oluveriyorsun. Az önce gökten izlediğin sahneyi şimdi ilk elden tatma fırsatı yakalıyorsun. Korkaklığa karşı hissettiği mide bulantısı, etrafındaki insanları bir anda bertaraf ettirmek istiyor sana. Tahammül seviyen giderek düşüyor ve korkaklık hissi bir çığlık gibi kulaklarını tırmalayıp seni sağır bırakmaya çalışıyor. Korkaklığın sesi, etrafındaki konuşmaları bastırıyor ve onları duymakta epey zorlanıyorsun. Kendini toparladığında ise, insanların ne dediğini duymaya başlıyorsun. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
Bir anda sahnen kararıyor ve gözlerini bir kez daha açtığında, o keskin bakışların sahibi oluveriyorsun. Az önce gökten izlediğin sahneyi şimdi ilk elden tatma fırsatı yakalıyorsun. Korkaklığa karşı hissettiği mide bulantısı, etrafındaki insanları bir anda bertaraf ettirmek istiyor sana. Tahammül seviyen giderek düşüyor ve korkaklık hissi bir çığlık gibi kulaklarını tırmalayıp seni sağır bırakmaya çalışıyor. Korkaklığın sesi, etrafındaki konuşmaları bastırıyor ve onları duymakta epey zorlanıyorsun. Kendini toparladığında ise, insanların ne dediğini duymaya başlıyorsun. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
“Aithen!”
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
“Artık direnmemeli veya buradan gitmelisin… Kaç asır geçtiğinin farkında mısın?”
Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Vücudunda hissettiğin sonsuz bir güç, sanki sana evrendeki tüm kudreti bahşetmiş gibi geliyor. Damarlarında akanın sadece kan değil, sana kudret sunan başka bir sıvı olduğunu bile düşünmeden edemiyorsun. Bir kapıya yasladığın sırtın, sanki sadece kapıyı değil, kapının ardında ne varsa hepsine siper olmuş gibi duruyor. Yüksek kapı, sanki heybetinle kıyaslanamayacak kadar küçülmüş geliyor gözüne. Tam bu anda bakışların hemen karşında duran yüzlerce insanla buluşuyor. Her birinin yüzünde bezgin ve çekingen bir ifade bulunuyor. Ellerinde tuttukları savaş ekipmanları ve üstlerindeki zırhlarla tam teşekküllü olarak bir savaşa hazır görünüyorlar. Hatta bakışlarını biraz daha netleştirdiğinde, hazırlıklarının sadece savaşa değil bir zafere yönelik olduğunu bile görebiliyorsun. Ancak karşındaki gerçeklik, tüm bu hazırlıkların boşa gitmiş olduğunu gösterir gibi duruyor. Sayamayacağın kadar çok insanın senin düşmanın olduğunu anlayabiliyorsun, fakat karşındaki düşmanlardan hiçbiri sana saldıracak kadar cesur görünmüyor. Onlarca yıllık savaşların onlarca yıllık galiplerinin bir adım dahi atmaktan çekindiklerini hissedebiliyorsun.
Bu esnada gök birden kararıyor hemen tepende. Üzerine çöken kara bir bulut, anlık bir şekilde tüm gökyüzünü ele geçirirken, gökten yüzlerine bakmaya doyamayacağın kadar güzel ve yakışıklı savaşçıların indiğini görüyorsun. Gökten inen her bir savaşının sana saygılı bir şekilde baş selamı verdiğini ve ardından karşında yer alan sayısız düşmana saldırdığını görüyorsun. Sayısız düşman sayısız güzellikte insan tarafından yok ediliyor aralıksız olarak. Ortada tek bir düşman dahi kalmadığında, tüm yerin tek bir sesle inlediğini duyuyorsun. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
Bu esnada gök birden kararıyor hemen tepende. Üzerine çöken kara bir bulut, anlık bir şekilde tüm gökyüzünü ele geçirirken, gökten yüzlerine bakmaya doyamayacağın kadar güzel ve yakışıklı savaşçıların indiğini görüyorsun. Gökten inen her bir savaşının sana saygılı bir şekilde baş selamı verdiğini ve ardından karşında yer alan sayısız düşmana saldırdığını görüyorsun. Sayısız düşman sayısız güzellikte insan tarafından yok ediliyor aralıksız olarak. Ortada tek bir düşman dahi kalmadığında, tüm yerin tek bir sesle inlediğini duyuyorsun. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
“Xaphan!”
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
“Orada öyle durma! Henüz düşman geri çekilmeye başlamadı bile!”
Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Gözlerin, ayak parmak uçlarını görebiliyor bu anlarda. Çamurun, tüm tırnaklarının arasına dahi girerek tüm ayağını çirkin bir kahverengiye boyamış olduğunu görüyorsun. Savrulmuş dağınık saçlarından düşen bir ter damlası, bir anda çamurun daha vahşi görünmesine neden oluyor. Ter damlası, çamurun rengini bulanıklaştırıyor ve artık çamurun kızıla çalmaya başladığını fark ediyorsun. Gözlerini sıkı sıkı birkaç kez açıp kapadığında, akan terin aslında dinmek bilmeyen kan olduğunu idrak edebiliyorsun. Gözlerin bir anda havada asılı durmuş avuç içlerine bakıyor. Gökteki bir Tanrı’ya yalvarırcasına açılmış ellerinin hepten kızıla boyandığını görüyorsun. Kanın avcunda yarattığı yapışık rahatsız his, midenden bir bulantıya neden oluyor. Ellerinden kaçırdığın gözlerinle herhangi başka bir şeyi görmeyi umuyorsun, ancak bir anda, ayağının altında ezilmiş cesetleri ve hemen yanıbaşında birbirlerini acımasızca doğrayan insanları görüyorsun. Sanki her birinin kanı suratına fışkırırken, koşmaya başlıyorsun istemsizce. Her şeyden kaçmak istiyorsun, her şeyden uzaklaşmak… Yerden yatanların her birinin ellerinle can vermiş olduğu gerçeği, koşarken suratına çarpan rüzgarla zihnine giriyor. Onlarca, yüzlerce ve hatta belki binlercesi… Hepsini kendi ellerinle…
Ne kadar koştuğunu bilmiyorsun, bilemiyorsun. Birkaç saat, hafta veya ay… Ancak nereye gidersen git, karşında gördüğün tek şey, dinmek bilmeyen cesetler oluyor. Cesetler tükeniyor, ancak bir tek tükenmeyen benliğin oluyor. Kaçıncı kez koştuğunu ve kaçtığını bilmek bile istememeye başlıyorsun. Birbirini takip eden sahneleri ardında bırakmak ve belki de bir kez daha yeniden doğmak. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
Ne kadar koştuğunu bilmiyorsun, bilemiyorsun. Birkaç saat, hafta veya ay… Ancak nereye gidersen git, karşında gördüğün tek şey, dinmek bilmeyen cesetler oluyor. Cesetler tükeniyor, ancak bir tek tükenmeyen benliğin oluyor. Kaçıncı kez koştuğunu ve kaçtığını bilmek bile istememeye başlıyorsun. Birbirini takip eden sahneleri ardında bırakmak ve belki de bir kez daha yeniden doğmak. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
“Yofie!”
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
“Bu lanet yerde işimiz sana kaldıysa, bir bok beklemenin anlamı yok!”
Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Kocaman bir sarayın içinde açılan gözlerin, seni bir anda boşluğa düşürüyor. Etrafındaki pahalı eşyalar ve belki de paha biçilemeyecek mücevherlerin sahibini bulmak için gözlerinle tarıyorsun içeriyi. Ancak rahat bir koltuğa kurulmuş, pahalı ipekten kumaşların içerisindeki kendinin, tüm bu eşyaların sahibi olduğunu anlamak birkaç saniyeni alıyor sadece. İki yanında duran iri insanın, tek bir kelamınla karşındakileri yok edeceğine emin oluyorsun. Ne var ki, onların bu sadakatinde en ufak bir sevgi kırıntısı da hissetmiyorsun. Başını tekrar önüne çevirdiğinde, karşında onlarca memnuniyetsiz surat buluyorsun. Bu memnuniyetsiz suratların her birinin, bulundukları durumdan şikayetçi olduklarını ve senden bir çözüm umduklarına inanıyorsun. Her birinin sorununu dinlemeden, sorunun ne olduğunu anlamaya çalışıyorsun. Ancak birkaç saniye içerisinde, esas sorunun kendin olduğunu görebiliyorsun yüzlerden. Hiç kimse suratına en ufak bir sevgiyle bakmazken, her birinin durumlarından dolayı seni suçladığını anlayabiliyorsun. Oysa onlara hiçbir şey yapmadığına ve hatta onları tanımadığına bile yeminler edebilecek durumda hissediyorsun kendini. Kalbin, tüm bu insanların derdini çözmeye çalışsa da, dilinden en ufak bir kelam çıkmıyor. Bir anda, aslında bunları hiç istemediğini fark ediyorsun. Tüm bu insanların senin nezdinde bir anlamı olmadığını… Her birinin gasp edilen haklarından seni suçladığını görüyorsun suratına yerleştirdiğin sinir bozucu bir tebessümle.
Karşındaki yüzleri tararken, kiminin çekip gittiğini görüyorsun iki yana açılan ve muhtemelen altın olan kapıdan. Ancak kapının her açılışı içeriye başka başka insanların dolmasına neden oluyor. Her bir surattaki aynı memnuniyetsizlik giderek daha da umurunda olmamaya başlıyor. Onların bu memnuniyetsizliği ve yaşadıklarını sonuna kadar hak ettiklerine inanıyorsun. Neticede, ortada söz konusu olan bir hak varsa, bunu ancak senin adalet terazinin tartabileceğini ve bu terazinin ağır ucunun her zaman senin arzuna göre belirleneceğini biliyorsun. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
Karşındaki yüzleri tararken, kiminin çekip gittiğini görüyorsun iki yana açılan ve muhtemelen altın olan kapıdan. Ancak kapının her açılışı içeriye başka başka insanların dolmasına neden oluyor. Her bir surattaki aynı memnuniyetsizlik giderek daha da umurunda olmamaya başlıyor. Onların bu memnuniyetsizliği ve yaşadıklarını sonuna kadar hak ettiklerine inanıyorsun. Neticede, ortada söz konusu olan bir hak varsa, bunu ancak senin adalet terazinin tartabileceğini ve bu terazinin ağır ucunun her zaman senin arzuna göre belirleneceğini biliyorsun. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
“Archon!”
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
“Elbette çürüyüp gidecek şeyler için endişelenmemelisin! Bu doğal bir süreç!”
Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Bakışlarını olabildiğince seri bir şekilde etrafına yönelttiğinde, bir mezarlıkta olduğunu görebiliyorsun. Karanlık ve kasvetli bu yerin göbeğinde, ayın karanlık yüzünden daha aydınlık olmasan bile, parladığını düşünüyorsun. Burnuna dolan çürümüş et kokuları, yüzüne yerleşmeye çabalayan tebessüm ile ciddi bir mücadele içine giriyor. Az önce duyduğun sesin sahibini bulabilmek için daha dikkatli bakmaya başlıyorsun etrafına. Ancak etrafında hiçbir yüz göremesen de, mezar taşlarını fark edebiliyorsun. Ne var ki, gördüğün mezar taşlarının hiçbirinde herhangi bir yazı bulunmuyor. Taşların genel yapısına baktığında, uzun yıllardır dikili olduklarını düşünebiliyorsun. Fakat seninle konuşan biri olduğuna emin olduğundan, mezarlıkta adımlamaya başlıyorsun. Bir siluet bile olsa görmek istediğin, onu bulmayı arzuluyorsun. Tam bu anda, hemen ardında duyduğun bir hışırtı tüm dikkatini bu yöne çekiyor. Bir mezarın orta yerinden çıkan çürümüş bir el, sana olabilecekleri anlatmaya başlıyor. İçini yavaşça kaplayan korkuya karşı duran tebessüm ile sanki başına gelecekleri seyre dalıyorsun.
Mezardan çıkan eli takip eden kol ve diğer vücut parçaları, karşında uzun yıllar önce ölmüş bir adamın bedenini görülebilir kılıyor. Bu anda koku giderek daha çok ciğerlerine doluyor ve burnunun işlevini yerine getirmemek için çabaladığını hissediyorsun. Hışırtılar bir anda artmaya başladığında, çevreni saran tüm mezar taşlarından çıkan ölü ve çürümüş bedenleri görüyorsun. Her biri üzerine üzerine ve seni kendilerine katmak için gelmeye başlıyorlar. Etrafında kaçacak veya sığınacak bir yer bulamıyorsun. Sanki, tüm bu yaşananlar seni bu ölü ve çürümüş bedenlere dönüştürmek için var olmuş gibi görünüyor. Bu anda ölü bedenlerden tek bir kelime duyuyorsun.
Mezardan çıkan eli takip eden kol ve diğer vücut parçaları, karşında uzun yıllar önce ölmüş bir adamın bedenini görülebilir kılıyor. Bu anda koku giderek daha çok ciğerlerine doluyor ve burnunun işlevini yerine getirmemek için çabaladığını hissediyorsun. Hışırtılar bir anda artmaya başladığında, çevreni saran tüm mezar taşlarından çıkan ölü ve çürümüş bedenleri görüyorsun. Her biri üzerine üzerine ve seni kendilerine katmak için gelmeye başlıyorlar. Etrafında kaçacak veya sığınacak bir yer bulamıyorsun. Sanki, tüm bu yaşananlar seni bu ölü ve çürümüş bedenlere dönüştürmek için var olmuş gibi görünüyor. Bu anda ölü bedenlerden tek bir kelime duyuyorsun.
“Zenahpuryu!”
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------






