Karanlığın sır dolu perdesini çekiştirerek adımlarını sıralamıştı. Merakının yarattığı derin coşkuyu tekrardan sinesinde hissediyordu. Çenesi bir yandan heyecanla kasılırken, diğer yandan havaya karıştırmak istemediği mağrur ve stabil duruşu bozmamak için çaba sarfediyordu. Nitekim hem zihni, hem de bedeni bu değişime daha kolay adapte olmuştu. Kendini tehlikede hissetmiyor, keskin burnu bir tehlike kokusu almıyordu. Gyugnal ise aynı hareketleri sıralamış, tekrar zift rengi dumanları saçarak sanki açtığı kapıyı kilitlemişti. Açıkcası Dina ne yaptığını bilmiyordu. Öğrenmek istiyordu.
Gyugnal söylediklerine pek bir yanıt vermemişti. Onunla işinin daha uzun olmaması için duacıydı. Bir yandan da karşısındaki heyulanın ona bayılmadığını ve bir an önce kurtulmak istediğini seziyordu. Tüm sözlerini umarsız, isteksiz ve de peşinden atlı koştururcasına sarfetmişti. Aldığı derin nefesle çok minik duraksamalar yaparak, cümleler arasında belli belirsiz geçişlerle; birisinin anlamasının ve aklında tutmasının neredeyse imkansız olacağı bir biçimde konuşmuştu. Dina ilk iki kelimeyi duyduktan sonra gözlerini kısmış, zihninin boş levhasına çivileri çakmaya başlamıştı. Bilerek her kelimeyi unutmamak için özel bir çaba harcıyordu. Sanki her kelime birer paslı çiviydi. Her çiviyi çakıyordu kireçli duvarlara. Basit bir hayatta kalma içgüdüsünü taklit ediyordu oysa.
Duydukları ne onu çok şaşırtmış, ne de umursamaz bir tavuğa çevirmişti. Neticede iblisleri görmüş, Aludir denen bu insanların da neler yapabildiklerine şahit olmuştu. Açıkcası iğrenç bir sürüngen ile arasında garip bir bağ da oluşmuştu. Girdiği bu yolda, sindirmesi gerekenleri daha kısa sürede sindirmek esasen bu zorlu yolculuğun en gerekli parçası gibiydi. Adına Qen denen bu enerjiyi açıklayan Gyugnal, iblislerle insanların birbirlerine bu sayede zarar veremediklerinden bahsetmişti. Komut denen şey aradaki kontratın, paktın bir ileri aşaması olmalıydı. Eyleme geçmek, kullanmak, aksiyon almak. Adına ne derse desin, beceremeyeceği bir şey gibi durmuyordu. Dina elbet bunu tek taraflı varsaymıştı. Karşısındaki vahşi salak istemezse, hiç bir şey yapamayacağının bilincindeydi. Komut mevzusu aklına bu kadar takıldığına göre daha önce duyduğu tek komutu hatırlamalı, bir varsayımda bulunmalıydı. Azuldir'in 'Parla, Maeve.' diyişinden başka bir komut duymamıştı şimdiye kadar. Taklit etmek istemiyordu fakat onun iblisi, pek şirindi. Yüksek ihtimal başlarda onu sevmese bile ona zarar vermek veya yemek istememiştir. Bu onun için kolay olmuş olmalı. Çiçekli böcekli bir komut, iyilik saçan ve güven aşılayan bir söz. Bunu yaratmak çok daha basit. Fakat bir yerde Vybukh'un iğrenç ve vahşi doğası Dina'nın kaosu ve heyecanı arzulayan benliği ile karşılaştırıldığında garip bir şekilde uyumluydu. Bir orta yol bulmak için ekstra kasmak yerine, hislerine odaklanmalıydı. Daha öncesinde Azuldir'in dediği gibi. Kendisi olmalıydı. Düşünmeliydi. Düşüncenin kutsallığı, saflığı ve benliğine dönüşünü sağlaması; onu kurtarabilirdi.
"Vybukh. İsmin buydu. Değil mi? Sana isminle sesleneceğim artık. Söyleyeceklerim var. Canlanmanı sağlayacak bir şey." Gözlerini hafifçe kısmış, daha önceleri seslendiği gibi seslenmişti iblise. Onu duyup duyamadığından emin değildi. Ona güvenmiyordu ve onu yemek istiyordu. Böyle bir durumda bir iblise güven aşılamaya çalışmak ya da fikrini değiştirmeye çalışmanın çok mümkün olmadığının bilincindeydi. Artık ona ucube diye seslenmekten vazgeçmeliydi. Öyle olmadığı için değil, ismini kullanmak zorundaydı.
Düşündü. Yemek istiyordu, ısırmak istiyordu. Onun vahşi doğasını tetikleyecek bir şey bulmalıydı. Onu uyandıracak şey bu olmalıydı. Aralarında hiç bir dostluk ve duygu yoktu. Bu nedenle aklına başka bir çağrışım gelmiyordu. Onu çağırmak için adını, uyandırmak için ise vahşetini kullanmak zorundaydı. Kısılmış gözlerini hafifçe aralayarak karşısında dikilen Gyugnal'a baktı. Onun ne düşündüğü pek de önemli değildi lakin, bir kaç denemeden sonra belki biraz daha tüyo verebilirdi. Ancak deneyecekti. Bir yerden başlamak istiyordu. İlk denemesini yapmak üzere, zihninin derin kuyusuna bir taş attı.
"Parçala, Vybukh."
Gyugnal söylediklerine pek bir yanıt vermemişti. Onunla işinin daha uzun olmaması için duacıydı. Bir yandan da karşısındaki heyulanın ona bayılmadığını ve bir an önce kurtulmak istediğini seziyordu. Tüm sözlerini umarsız, isteksiz ve de peşinden atlı koştururcasına sarfetmişti. Aldığı derin nefesle çok minik duraksamalar yaparak, cümleler arasında belli belirsiz geçişlerle; birisinin anlamasının ve aklında tutmasının neredeyse imkansız olacağı bir biçimde konuşmuştu. Dina ilk iki kelimeyi duyduktan sonra gözlerini kısmış, zihninin boş levhasına çivileri çakmaya başlamıştı. Bilerek her kelimeyi unutmamak için özel bir çaba harcıyordu. Sanki her kelime birer paslı çiviydi. Her çiviyi çakıyordu kireçli duvarlara. Basit bir hayatta kalma içgüdüsünü taklit ediyordu oysa.
Duydukları ne onu çok şaşırtmış, ne de umursamaz bir tavuğa çevirmişti. Neticede iblisleri görmüş, Aludir denen bu insanların da neler yapabildiklerine şahit olmuştu. Açıkcası iğrenç bir sürüngen ile arasında garip bir bağ da oluşmuştu. Girdiği bu yolda, sindirmesi gerekenleri daha kısa sürede sindirmek esasen bu zorlu yolculuğun en gerekli parçası gibiydi. Adına Qen denen bu enerjiyi açıklayan Gyugnal, iblislerle insanların birbirlerine bu sayede zarar veremediklerinden bahsetmişti. Komut denen şey aradaki kontratın, paktın bir ileri aşaması olmalıydı. Eyleme geçmek, kullanmak, aksiyon almak. Adına ne derse desin, beceremeyeceği bir şey gibi durmuyordu. Dina elbet bunu tek taraflı varsaymıştı. Karşısındaki vahşi salak istemezse, hiç bir şey yapamayacağının bilincindeydi. Komut mevzusu aklına bu kadar takıldığına göre daha önce duyduğu tek komutu hatırlamalı, bir varsayımda bulunmalıydı. Azuldir'in 'Parla, Maeve.' diyişinden başka bir komut duymamıştı şimdiye kadar. Taklit etmek istemiyordu fakat onun iblisi, pek şirindi. Yüksek ihtimal başlarda onu sevmese bile ona zarar vermek veya yemek istememiştir. Bu onun için kolay olmuş olmalı. Çiçekli böcekli bir komut, iyilik saçan ve güven aşılayan bir söz. Bunu yaratmak çok daha basit. Fakat bir yerde Vybukh'un iğrenç ve vahşi doğası Dina'nın kaosu ve heyecanı arzulayan benliği ile karşılaştırıldığında garip bir şekilde uyumluydu. Bir orta yol bulmak için ekstra kasmak yerine, hislerine odaklanmalıydı. Daha öncesinde Azuldir'in dediği gibi. Kendisi olmalıydı. Düşünmeliydi. Düşüncenin kutsallığı, saflığı ve benliğine dönüşünü sağlaması; onu kurtarabilirdi.
"Vybukh. İsmin buydu. Değil mi? Sana isminle sesleneceğim artık. Söyleyeceklerim var. Canlanmanı sağlayacak bir şey." Gözlerini hafifçe kısmış, daha önceleri seslendiği gibi seslenmişti iblise. Onu duyup duyamadığından emin değildi. Ona güvenmiyordu ve onu yemek istiyordu. Böyle bir durumda bir iblise güven aşılamaya çalışmak ya da fikrini değiştirmeye çalışmanın çok mümkün olmadığının bilincindeydi. Artık ona ucube diye seslenmekten vazgeçmeliydi. Öyle olmadığı için değil, ismini kullanmak zorundaydı.
Düşündü. Yemek istiyordu, ısırmak istiyordu. Onun vahşi doğasını tetikleyecek bir şey bulmalıydı. Onu uyandıracak şey bu olmalıydı. Aralarında hiç bir dostluk ve duygu yoktu. Bu nedenle aklına başka bir çağrışım gelmiyordu. Onu çağırmak için adını, uyandırmak için ise vahşetini kullanmak zorundaydı. Kısılmış gözlerini hafifçe aralayarak karşısında dikilen Gyugnal'a baktı. Onun ne düşündüğü pek de önemli değildi lakin, bir kaç denemeden sonra belki biraz daha tüyo verebilirdi. Ancak deneyecekti. Bir yerden başlamak istiyordu. İlk denemesini yapmak üzere, zihninin derin kuyusuna bir taş attı.
"Parçala, Vybukh."




