Dina'nın içinde minik bir kirpi vardı. Bu kirpi ya kuduz olmuştu, ya da ihtimaller dahilinde deli bir zombiydi. Belki de bir boğaydı. Minicik bir odacığa tıkıştırılmış, hapsolmuştur diye düşünmeli. Zira çarptığı dört duvar, içindeki her bir organı dağlıyor, her bir darbede paramparça ediyordu. Bundandı kollarının titreyişi, bundandı kalbinin infilak etme gayesindeymişcesine çıldırışı. Haykırışlara boğuyordu bedeni onu. Ne gözleri titreyebiliyor, ne de daha fazla çığlık atabiliyordu. Zira her canlının mahluklara teslimiyetini, her nefesin sönük ihtiraslara kaybını; her korkusuzun bir gün korkuyu tadacağını anlamak pek de zor değildi. Dina anlayabilirdi. İçinden geçenler gözlerinin tam da önünde vukuya eriyordu. Ve de bunlar tahmin edemeyeceği şeyler değildi. Zira korkmak, onu korkutmazdı. Heyecan ise fazlasıyla tehlikeliydi. Zira bu heyecanı dizginleyemezse, az önce gözlerini açtığı yeni hayatı, yağlı bir urgan gibi kayıp giderdi ellerinden. Hem kendi boynu ezilirdi, hem de gözlerinin feri sonsuza merhaba derdi. Kendi celladı olurdu.
Umrunda değildi. Dikine gidecekti.
Azuldir'in tavırlarından bir ipucu çıkarabilmesi ne mümkündü. Belirli bir örüntü aradı Dina. Gülümseyişi, omuzlarını silkişi, çoğu zaman ilgisiz gözüken yüzündeki o muzip tavır. Azuldir'den alabileceği şeyin, yalnızca biraz güven kırıntısı, biraz da gaz olduğunu kendince bellemişti. Bu noktada artık korkudan donakalmanın ve gözlerini karanlığa daha fazla alıştırmanın bir yararı yoktu. Çünkü ona yaklaşmakta olan karanlık daha netti artık. Bir şeyler görüyor, bir şeyler koklayabilir; ancak hissettikleri ile duyumladıklarını aynı potada eritemiyordu. Uğursuzluk, karanlık ve belirsizlik. Başka bir şekilde tanımlayamıyordu hissettiklerini. Peki, Dina'nın korku ile bir problemi var mıydı? Yoktu elbet. Korkudan kurtulmaya uğraşırsa, buradaki varlığının anlamı kalmayacaktı. Misafirdi o. Amacını kaçırırdı. Korkuya eşlik edebilirdi. Buraya gelene kadar ne kumarlar oynamıştı kim bilir? Bir şekilde içindeki tutku ve cesaret anlamını koruyor olmalıydı. Azuldir'in ise ne kadar merak ettiğinin farkındaydı. Tek eğlencesiydi bu onun. Sıkıcı bir işi olduğu belliydi. Bunu sık sık yapıyor olabilirdi. Yüzündeki muzipliğin ardında bir bezginlik de vardı. Azuldir'in tek eğlencesi, Dina'nın gözlerini açmasından itibaren taşıdığı masumane cehalet ve bilmeyiş idi. Cevapları taşıyan biri olarak ona bunları hemen sunmamak, onun ne yapabileceğini görmek; belki de kendisi ile iddaalaşmak onun şu anki tek eğlencesiydi. Dina gülümsedi. Ne yapacağını kendisi bile bilmiyordu zira. Azuldir'in eğlencesini elinden almayacaktı, şimdilik.
"Eğlencen bu demek. Ah! Azul, seni ne çok sıkmışlar böyle!" dedikten sonra bir adım aldı karanlığa doğru. Ardını döneli çok geçmemişti. Kan kokusu ve karanlık mahlukların varlığı attığı her bir adımda içinde yeniden beliriyor, varlığını iyiden iyiye hissettiriyordu. Fakat Dina konuştukça bu hissi daha iyi bastırdığını farketti. O nedenle devam etti. Söyledikleri, Azuldir'in suratını hangi ifadeyle bezeyecekti, kendisi de bilmiyordu.
Uğraşmak mı.. Görmezden gelmek mi... Yumruk atmak mı? Yumruk ne ki? Kısa bir süre düşündükten sonra minikçe kikirdedi. Ardından hafifçe sitem eder gibi ayaklarını yere vurdu, nazikçe. Ayak takımını ona tanıtırken Dina'nın bu kara güruha karşı ilgisi iyiden iyiye kaybolmuştu zira. Hissettiği uğursuzluk ve korku hezeyanı onu hayatta ve hatta tutan tek olgu iken, bu basit tahminler onun zoruna gitmişti. Azuldir kimlerle uğraştı acaba? Mesaiden bahsediyordu, sahi... Diğerleri neler yapmıştı? Ne olursa olsun, Dina'nın düsturu belli idi. Normalde bir havai fişek olurdu. Şeklini tahmin etmesi güç olurdu. Kara bir barut olurdu, fırtınada çatırdayan meşe dalları olurdu! Ama bir su olmayı, akmayı seçti.
"Beni başkaları ile karıştırdın. Ne istediğimi iyi biliyorum."
Artık neşenin, gülücüğün ve şenliğin zerresi yoktu sesinde. Flört etmiyor, şakalaşmıyor, ona tatlım diyen dudaklarını mühürlüyordu. Keskin bir hançerin çürük deriyi kestiğinde çıkardığı ses gibi. Parazit dolu, irin dolu. Sert, vurdumduymaz. Azuldir'in suratını unutmaya başladı. Ölse umrunda değildi. Ona bir şey veremezdi artık. İlerlemeye devam etti. Devam ederken de düşündü. Burada başına gelebilecek en kötü şeyi düşündü. Karşısındaki karanlığın içine dolup onu paramparça ettiğini düşündü. Sonsuza kadar bu karanlığa ve kokuya maruz kalmayı düşündü. Düşünebileceği en uç vahşeti düşündü. Kafasından geçen onlarca senaryo arasında halen en kötüsü ölüm değildi. Ölümü yaşamış sayıyordu kendisini. Yeni doğmuştu zira. Gözlerini hiçliğe açmışken, kendini yaşıyor sayamıyordu. O nedenle, aksiyonlarını dizginlemek korkaklık sayılırdı.
Azuldir çekileli pek olmadı. Dina ilerleme kararı aldıktan sonra başına geleceklerden bihaberdi. Ancak farklı hissetmiyordu. Yaratıkların varlığı artık daha gerçek geliyordu. Sesler, kokular ve illüzyondan ibaret olmadıklarını artık fazlasıyla anlamıştı. Bir anlık irkildi. Kanıyla canıyla bir insan olmanın laneti onu da bulmuştu. Tüm söyledikleri, sarfettiklerini yutacak mıydı? Bu korku onu sarıp parçalayacak mıydı? Gerçekten o gülünç adam aradan çekildikten sonra, kaderi çizilmiş mi olacaktı... Bir şey vardı. Azuldir'in ona verebileceği tek bir şey. Ayak takımı demişti. Çağrı demişti. Hepsi birbirine benziyordu oysa! Kimseyi bulamayacağı belliydi. Peki, birisinin onu bulması mümkün müydü? Aklına yine bağırmak geldi. Ama bu sefer kelimelerin sırtına anlam yüklemeliydi. Kollarını iki yana açtı. Ellerini de açtı. Başını yukarı kaldırdı. Uğursuz karanlıkla daha fazla bakışmayacaktı. Teklemeyecek, tökezlemeyecekti. Kokuyu olabildiğince az soluyacaktı.
"Hey! Kim bana ilk ulaşan olacak? Ödül kimin olacak?" Aklına gelivermişti işte. Karanlık yaklaştıkça içini bürüyen heyecana engel olamıyordu. Bir diğer yandan, onlara zarar veremeyeceğinin farkındaydı. Bu durumda, onların tarafında olmalıydı. Onların içinden birisini, kendisine gardiyan olarak atayabilmeliydi. Hatta bir turnuva başlatabilirdi, onları birbirine kırdırabilirdi... Bu hayal sadece, eğlenceli olabilirdi. Sözleri yankı yankı dolanırken, karanlığın kaosundan başka bir şeyi çağırmıyorlardı Dina için. Onların ne hissettiği, nasıl hissettiği... Zerre bilemiyordu. Bilmek istemiyordu. Sadece kaosu hissediyordu. Karışıklık çıkmalıydı, onu sarmalılardı. Günün sonunda Dina bile zarar görse, kendi sonunu tayin edebilmeliydi. Azuldir şaşırabilirdi, yahut üzülebilirdi. Bu, Dina'nın umrunda değildi. Gülümsedi. Öylesine kontrolsüzce gülümsüyordu ki, köpek dişleri alt dudaklarına batıyordu. Etine batan keskinliğin yarattığı acı, onu tekrardan yaşıyormuş gibi hissettiririken, kendini kaybedercesine tekrar bağırdı.
"Vahşet! Kan! Hepsini size vaadediyorum! Size sesleniyorum! Kim benim olmak istiyor? Duyamıyorum! Yaklaşın!" Kikirdedi. Buna bir süredir devam ediyordu. Ne kadar adım attı, koştu mu, yoksa uçtu mu? Hiç birini bilmiyordu. Kaos, karanlık ve vahşetin tüm uzuvlarında titreşen belirsizliği. Hepsini hissediyor, yetmiyor dahasını istiyordu.
Sadece kaos istiyordu.
"Bir de, başlayabilirsiniz. Lütfen gebertin birbirinizi."
Umrunda değildi. Dikine gidecekti.
Azuldir'in tavırlarından bir ipucu çıkarabilmesi ne mümkündü. Belirli bir örüntü aradı Dina. Gülümseyişi, omuzlarını silkişi, çoğu zaman ilgisiz gözüken yüzündeki o muzip tavır. Azuldir'den alabileceği şeyin, yalnızca biraz güven kırıntısı, biraz da gaz olduğunu kendince bellemişti. Bu noktada artık korkudan donakalmanın ve gözlerini karanlığa daha fazla alıştırmanın bir yararı yoktu. Çünkü ona yaklaşmakta olan karanlık daha netti artık. Bir şeyler görüyor, bir şeyler koklayabilir; ancak hissettikleri ile duyumladıklarını aynı potada eritemiyordu. Uğursuzluk, karanlık ve belirsizlik. Başka bir şekilde tanımlayamıyordu hissettiklerini. Peki, Dina'nın korku ile bir problemi var mıydı? Yoktu elbet. Korkudan kurtulmaya uğraşırsa, buradaki varlığının anlamı kalmayacaktı. Misafirdi o. Amacını kaçırırdı. Korkuya eşlik edebilirdi. Buraya gelene kadar ne kumarlar oynamıştı kim bilir? Bir şekilde içindeki tutku ve cesaret anlamını koruyor olmalıydı. Azuldir'in ise ne kadar merak ettiğinin farkındaydı. Tek eğlencesiydi bu onun. Sıkıcı bir işi olduğu belliydi. Bunu sık sık yapıyor olabilirdi. Yüzündeki muzipliğin ardında bir bezginlik de vardı. Azuldir'in tek eğlencesi, Dina'nın gözlerini açmasından itibaren taşıdığı masumane cehalet ve bilmeyiş idi. Cevapları taşıyan biri olarak ona bunları hemen sunmamak, onun ne yapabileceğini görmek; belki de kendisi ile iddaalaşmak onun şu anki tek eğlencesiydi. Dina gülümsedi. Ne yapacağını kendisi bile bilmiyordu zira. Azuldir'in eğlencesini elinden almayacaktı, şimdilik.
"Eğlencen bu demek. Ah! Azul, seni ne çok sıkmışlar böyle!" dedikten sonra bir adım aldı karanlığa doğru. Ardını döneli çok geçmemişti. Kan kokusu ve karanlık mahlukların varlığı attığı her bir adımda içinde yeniden beliriyor, varlığını iyiden iyiye hissettiriyordu. Fakat Dina konuştukça bu hissi daha iyi bastırdığını farketti. O nedenle devam etti. Söyledikleri, Azuldir'in suratını hangi ifadeyle bezeyecekti, kendisi de bilmiyordu.
Uğraşmak mı.. Görmezden gelmek mi... Yumruk atmak mı? Yumruk ne ki? Kısa bir süre düşündükten sonra minikçe kikirdedi. Ardından hafifçe sitem eder gibi ayaklarını yere vurdu, nazikçe. Ayak takımını ona tanıtırken Dina'nın bu kara güruha karşı ilgisi iyiden iyiye kaybolmuştu zira. Hissettiği uğursuzluk ve korku hezeyanı onu hayatta ve hatta tutan tek olgu iken, bu basit tahminler onun zoruna gitmişti. Azuldir kimlerle uğraştı acaba? Mesaiden bahsediyordu, sahi... Diğerleri neler yapmıştı? Ne olursa olsun, Dina'nın düsturu belli idi. Normalde bir havai fişek olurdu. Şeklini tahmin etmesi güç olurdu. Kara bir barut olurdu, fırtınada çatırdayan meşe dalları olurdu! Ama bir su olmayı, akmayı seçti.
"Beni başkaları ile karıştırdın. Ne istediğimi iyi biliyorum."
Artık neşenin, gülücüğün ve şenliğin zerresi yoktu sesinde. Flört etmiyor, şakalaşmıyor, ona tatlım diyen dudaklarını mühürlüyordu. Keskin bir hançerin çürük deriyi kestiğinde çıkardığı ses gibi. Parazit dolu, irin dolu. Sert, vurdumduymaz. Azuldir'in suratını unutmaya başladı. Ölse umrunda değildi. Ona bir şey veremezdi artık. İlerlemeye devam etti. Devam ederken de düşündü. Burada başına gelebilecek en kötü şeyi düşündü. Karşısındaki karanlığın içine dolup onu paramparça ettiğini düşündü. Sonsuza kadar bu karanlığa ve kokuya maruz kalmayı düşündü. Düşünebileceği en uç vahşeti düşündü. Kafasından geçen onlarca senaryo arasında halen en kötüsü ölüm değildi. Ölümü yaşamış sayıyordu kendisini. Yeni doğmuştu zira. Gözlerini hiçliğe açmışken, kendini yaşıyor sayamıyordu. O nedenle, aksiyonlarını dizginlemek korkaklık sayılırdı.
Azuldir çekileli pek olmadı. Dina ilerleme kararı aldıktan sonra başına geleceklerden bihaberdi. Ancak farklı hissetmiyordu. Yaratıkların varlığı artık daha gerçek geliyordu. Sesler, kokular ve illüzyondan ibaret olmadıklarını artık fazlasıyla anlamıştı. Bir anlık irkildi. Kanıyla canıyla bir insan olmanın laneti onu da bulmuştu. Tüm söyledikleri, sarfettiklerini yutacak mıydı? Bu korku onu sarıp parçalayacak mıydı? Gerçekten o gülünç adam aradan çekildikten sonra, kaderi çizilmiş mi olacaktı... Bir şey vardı. Azuldir'in ona verebileceği tek bir şey. Ayak takımı demişti. Çağrı demişti. Hepsi birbirine benziyordu oysa! Kimseyi bulamayacağı belliydi. Peki, birisinin onu bulması mümkün müydü? Aklına yine bağırmak geldi. Ama bu sefer kelimelerin sırtına anlam yüklemeliydi. Kollarını iki yana açtı. Ellerini de açtı. Başını yukarı kaldırdı. Uğursuz karanlıkla daha fazla bakışmayacaktı. Teklemeyecek, tökezlemeyecekti. Kokuyu olabildiğince az soluyacaktı.
"Hey! Kim bana ilk ulaşan olacak? Ödül kimin olacak?" Aklına gelivermişti işte. Karanlık yaklaştıkça içini bürüyen heyecana engel olamıyordu. Bir diğer yandan, onlara zarar veremeyeceğinin farkındaydı. Bu durumda, onların tarafında olmalıydı. Onların içinden birisini, kendisine gardiyan olarak atayabilmeliydi. Hatta bir turnuva başlatabilirdi, onları birbirine kırdırabilirdi... Bu hayal sadece, eğlenceli olabilirdi. Sözleri yankı yankı dolanırken, karanlığın kaosundan başka bir şeyi çağırmıyorlardı Dina için. Onların ne hissettiği, nasıl hissettiği... Zerre bilemiyordu. Bilmek istemiyordu. Sadece kaosu hissediyordu. Karışıklık çıkmalıydı, onu sarmalılardı. Günün sonunda Dina bile zarar görse, kendi sonunu tayin edebilmeliydi. Azuldir şaşırabilirdi, yahut üzülebilirdi. Bu, Dina'nın umrunda değildi. Gülümsedi. Öylesine kontrolsüzce gülümsüyordu ki, köpek dişleri alt dudaklarına batıyordu. Etine batan keskinliğin yarattığı acı, onu tekrardan yaşıyormuş gibi hissettiririken, kendini kaybedercesine tekrar bağırdı.
"Vahşet! Kan! Hepsini size vaadediyorum! Size sesleniyorum! Kim benim olmak istiyor? Duyamıyorum! Yaklaşın!" Kikirdedi. Buna bir süredir devam ediyordu. Ne kadar adım attı, koştu mu, yoksa uçtu mu? Hiç birini bilmiyordu. Kaos, karanlık ve vahşetin tüm uzuvlarında titreşen belirsizliği. Hepsini hissediyor, yetmiyor dahasını istiyordu.
Sadece kaos istiyordu.
"Bir de, başlayabilirsiniz. Lütfen gebertin birbirinizi."



