Zihninde seslendiğin Ibe Anu’dan bir cevap duymayı beklediğinde, etrafındaki karanlığı da daha iyi anlamak için arkanı dönüyorsun. Halihazırda birkaç kez bulunduğunu bu karanlıkta, bu kez ne yapabileceklerini kendi kendine düşündüğün sırada arkanı dönüyor, ancak karanlığın bambaşka bir varyasyonuyla yüzleşiyorsun.
Gözlerin, tamamen çürümüşlüğün sembolü gibi duran karşındaki manzaraya takılı kalıyor. Karanlığı aydınlatmak için gökte bulunan iki dolunay bile, bu çürümüşlükten nasibini almış gibi adeta can çekişerek ışığını yansıtıyor gibi duruyor. Ayak bastığın zeminden başlayan çürümüşlük, çevreni saran otlara da yansımış gibi duruyor. Normalde kuruduğunda sararan ve parça parça olmasını beklediğin otlar, tamamen siyahlaşmış bir şekilde çürümüşlüğü yaşıyor. Bu his, bir şekilde seni sarmalamaya başlarken, zemindeki toprağın durumunun da çok farklı olmadığını görebiliyorsun. Gökyüzünde dolanan bulutlar, bu çürümüşlüğü bir an önce kapatmak ister gibi yere alçak bir şekilde konumlanmış durumda bulunuyor. Ancak en ufak bir bulut bile hareket etmekten imtina eder gibi görünüyor.
Bakışların gök ile yer arasında gidip geldiğinde, çevrendeki siyahlaşmış ve artık çürümüşlüğün de sonuna gelmiş ağaçları görüyor. Kimisi halen daha dallarını korumayı başarmışsa bile kimisi yerden çıkan köklerini bile çoktan teslim etmiş gibi duruyor. Çevrendeki anlamsız ve var olmaması gereken dağınıklık, her bir cismin kendi kafasına göre konumlanmış gibi görünmesine neden oluyor. Bu haliyle ahenk ve nizamdan epey uzak gören bu diyarın karanlığının, öncekilerden epey bir farklı olduğunun anlayabiliyorsun.
Ciğerlerine dolmaya başlayan hava, burnuna çürümüşlüğün kokusunu da çalmaya başlarken, istemsizce yüzün ekşi bir hal alıyor. Havanın ağırlığını artık sadece omuzlarında değil, ciğerlerinde de fazlasıyla hissediyorsun. Bu da nefes alıp vermenin normalin ötesinde güçlendiren bir durum olarak karşına çıkıyor. Dolayısıyla hem havanın ağırlığına katlanman gerekirken bir de yoğun çürümüşlüğün kokusu şartları oldukça zorluyor.
Bakışlarını bir kez daha etrafa çevirdiğinde ise, karanlığın arasında sıyrılan yapıları fark edebiliyorsun. Tıpkı bu diyardaki her şey gibi ahenk ve nizam barındırmayacak şekilde konumlandırılmış birkaç katlı yapıların, duvarlarının siyaha bulanmış ve çürümeye terk edilmiş bir halde olduğunu görüyorsun. Bu bağlamda gördüğün birkaç yapı pek de tekin alanlar gibi görünmüyor gözüne. Birkaç saniye içinde yıkılması gereken, ancak asırlardır burada bulunuyormuş gibi duran bu yapılar, hayret seviyeni yükseltmeye yetiyor.
Vücudunu mümkün mertebe içinde bulunduğun ortama alıştırmaya çalıştığın esnada, bir anda Ibe Anu’nun zihnindeki kıpırdanmalarını hissediyorsun. Esasen bu kıpırdanışların epey önce başladığını, ancak gönderildiğin iblis boyutunun görüntüsü karşısında ancak fark edebildiğini anlıyorsun. Bu esnada Ibe Anu sanki gördüğü manzaraya en az senin kadar şaşırmış gibi görünürken “Akuun falan bilmem Siklerin Efendisi ama, af’edersin, yarak gibi bi’ yere geldiğimizi biliyo’m. Kadın götten sikip geçmekle kalmadı, bi’ de üstüne kol bacak soktu Siklerin Efendisi! Keşke sadece götten sikip geçseydi Siklerin Efendisi! Ben yine merhametliymişim, bi’ de bana laf söylüyo’n. Bu kadarını ben bile yapmam!” diye haykırıyor adeta. Gördüğün tüm uğursuzluklar Ibe Anu’nun sözleriyle birleştiğinde, sıkıntının büyük olduğunun kendin de rahatlıkla anlayabiliyorsun.
Gözlerin, tamamen çürümüşlüğün sembolü gibi duran karşındaki manzaraya takılı kalıyor. Karanlığı aydınlatmak için gökte bulunan iki dolunay bile, bu çürümüşlükten nasibini almış gibi adeta can çekişerek ışığını yansıtıyor gibi duruyor. Ayak bastığın zeminden başlayan çürümüşlük, çevreni saran otlara da yansımış gibi duruyor. Normalde kuruduğunda sararan ve parça parça olmasını beklediğin otlar, tamamen siyahlaşmış bir şekilde çürümüşlüğü yaşıyor. Bu his, bir şekilde seni sarmalamaya başlarken, zemindeki toprağın durumunun da çok farklı olmadığını görebiliyorsun. Gökyüzünde dolanan bulutlar, bu çürümüşlüğü bir an önce kapatmak ister gibi yere alçak bir şekilde konumlanmış durumda bulunuyor. Ancak en ufak bir bulut bile hareket etmekten imtina eder gibi görünüyor.
Bakışların gök ile yer arasında gidip geldiğinde, çevrendeki siyahlaşmış ve artık çürümüşlüğün de sonuna gelmiş ağaçları görüyor. Kimisi halen daha dallarını korumayı başarmışsa bile kimisi yerden çıkan köklerini bile çoktan teslim etmiş gibi duruyor. Çevrendeki anlamsız ve var olmaması gereken dağınıklık, her bir cismin kendi kafasına göre konumlanmış gibi görünmesine neden oluyor. Bu haliyle ahenk ve nizamdan epey uzak gören bu diyarın karanlığının, öncekilerden epey bir farklı olduğunun anlayabiliyorsun.
Ciğerlerine dolmaya başlayan hava, burnuna çürümüşlüğün kokusunu da çalmaya başlarken, istemsizce yüzün ekşi bir hal alıyor. Havanın ağırlığını artık sadece omuzlarında değil, ciğerlerinde de fazlasıyla hissediyorsun. Bu da nefes alıp vermenin normalin ötesinde güçlendiren bir durum olarak karşına çıkıyor. Dolayısıyla hem havanın ağırlığına katlanman gerekirken bir de yoğun çürümüşlüğün kokusu şartları oldukça zorluyor.
Bakışlarını bir kez daha etrafa çevirdiğinde ise, karanlığın arasında sıyrılan yapıları fark edebiliyorsun. Tıpkı bu diyardaki her şey gibi ahenk ve nizam barındırmayacak şekilde konumlandırılmış birkaç katlı yapıların, duvarlarının siyaha bulanmış ve çürümeye terk edilmiş bir halde olduğunu görüyorsun. Bu bağlamda gördüğün birkaç yapı pek de tekin alanlar gibi görünmüyor gözüne. Birkaç saniye içinde yıkılması gereken, ancak asırlardır burada bulunuyormuş gibi duran bu yapılar, hayret seviyeni yükseltmeye yetiyor.
Vücudunu mümkün mertebe içinde bulunduğun ortama alıştırmaya çalıştığın esnada, bir anda Ibe Anu’nun zihnindeki kıpırdanmalarını hissediyorsun. Esasen bu kıpırdanışların epey önce başladığını, ancak gönderildiğin iblis boyutunun görüntüsü karşısında ancak fark edebildiğini anlıyorsun. Bu esnada Ibe Anu sanki gördüğü manzaraya en az senin kadar şaşırmış gibi görünürken “Akuun falan bilmem Siklerin Efendisi ama, af’edersin, yarak gibi bi’ yere geldiğimizi biliyo’m. Kadın götten sikip geçmekle kalmadı, bi’ de üstüne kol bacak soktu Siklerin Efendisi! Keşke sadece götten sikip geçseydi Siklerin Efendisi! Ben yine merhametliymişim, bi’ de bana laf söylüyo’n. Bu kadarını ben bile yapmam!” diye haykırıyor adeta. Gördüğün tüm uğursuzluklar Ibe Anu’nun sözleriyle birleştiğinde, sıkıntının büyük olduğunun kendin de rahatlıkla anlayabiliyorsun.
Off Topic
Bu konuda geçerli olan pasiflik süresi 72 saattir.
Bu konuda Geri Sarım Kartı kullanılabilir.
Bu konuda Geri Sarım Kartı kullanılabilir.



