Page 1 of 5

Varoluşun Üç Kadım Ayağı (3. Kısım) (Zenahpuryu | Gadiel | Diniel)

Posted: 13 Nov 2023, 10:58
by GM - Dimensio
Gadiel; Karanlığa yumduğun gözlerin, acının pençesinde ruhunun huzura ulaşmasına bile engel olurken, sanki bir nefes anında tüm acının silinip atıldığını hissediyorsun. Ruhunu saran tüm sıkıntı ve hiçliğin, bir çırpıda yokluğa sürüklenişi, karanlığın içerisindeki huzur ışığını aralıyor. Ancak bu ışık, bu ana kadar gördüklerinden farklı olarak, insanın içine işleyen bir kızıllıktan ibaret olsa bile, hislerin bu kızıllığa karşı koymaman gerektiğini fısıldıyor. Ruhundaki acıyla birlikte vücudundakinin de kızıllıkla sindirilmesi, gözlerinin bir anda karanlıkta açılmasına neden oluyor.

Genel; Tek bir solukta gözleriniz karanlığın içinde açıldığı anda, ilk önce vücudunuzu nefes alıp vermeye zorluyorsunuz. Derin bir çığlık içinizdeki tüm varlığı hiçliğe çevirirken, ruhunuzun çekildiğini ve geriye kalan et ve kemik parçalarının sizi oluşturduğunuzu fark ediyorsunuz. Buna karşın ne bir hareket ne de bir ses çıkaramıyorsunuz ilk anda. Birbirinizin yüzleriyle bakışlarınız kesiştiğinde, ne yüzleriniz tanıdık geliyor ne de bu yüzleri gören gözleriniz size ait hissettiriyor. Sahibinin rızası dışında işgal ettiğiniz bir vücutta emaneten bulunuyormuşsunuz gibi geliyor size. Aldığınız nefesin ciğerlerinize dolduğunu, ancak bu ciğerlerin size ait olmadığını ve gözlerinizin gördüğünü, ancak gözlerinizin de size ait olmadığını fark ediyorsunuz. Bir anda tüm vücut parçalarınıza karşı aynı duyguları yaşamaya başlıyorsunuz. Fakat bir şekilde, yaşamaya ve nefes alıp vermeye devam edebildiğiniz anlıyorsunuz. Sizi siz yapan zihninizin varlığını koruduğunu idrak ediyorsunuz, kim olduğunuz sorusuna dahi cevap veremiyor olsa da.

Bakışlarınız birbirinizin üstünde geziniyor. Ne var ki, gördüklerinizden ziyade kendinize anlam vermeye çalışıyorsunuz. Karanlık içerisindeki siyah dalgalanmalar ile birlikte, kısa bir anlığına da olsa bulunduğunuz ortama odaklanmanızı sağlıyor. Gözünüz, siyah dışında ve dalgalanmaların yarattığı siyaha çalan grilikler dışında başka ayırt edici hiçbir şey görmüyor. Bastığınız zemin, adeta boşluktaymışsınız gibi hissettiriyor, ancak aynı anda ayaklarınızı yerden kaldıramayacak kadar güçlü bir çekimin varlığına da karşı koyabileceğinizi düşünmüyorsunuz. Kokudan soyut bu ortamda son olarak fark edebildiğiniz şey, havanın giderek ağırlaştığı ve ciğerlerinize dolmakta zorlandığı oluyor. Elbette bunun iç dünyanızda yaşadığınız boşluk mu olduğunu veya havanın gerçekten mi ağırlaştığını tam olarak anlayamıyorsunuz.

Bir hiç kimse olarak, hiçliğin ortasında, hiçbir şekilde ne yaptığınız bilmeyerek var olmuş oluyorsunuz. Ne var ki, bu his bir şekilde size tanıdık geliyor. Tüm bu hisler, duygular ve karanlık… Bir şekilde tanıdık…


Image


Karanlık dalgalanmaların ardında, tüm bu yaşadıklarınıza bir anlam yüklemeye çalıştığınızda, bir adan griliklerin arasında beliren bir çift parlak kırmızı göz, sanki bu karanlığın içine ilk düştüğünüz andan sonraki tüm anılarınızı ve tecrübelerinizi zihninize hücum ettiriyor! Sadece göz açıp kapayana kadar geçen süreçte, yaşadığınız tüm acılar, mutluluklar, hüzünler ve size dair ne varsa bir çırpıda ruhunuzda vücut bulurken, parlak kırmızı gözlerin sesini duyuyorsunuz.


“Gadiel… Ölmemiş olduğuna çok sevindim. Yoksa bu uzun bekleyiş, sonsuz bir kederle sonlanacaktı.”

Bu sözlerin ardından parlak kırmızı gözlerin üzerinizde gezindiğini ve ağır bir otorite kurduğunu fark ediyorsunuz. Ancak bu anda Zenahpuryu, bu ağır havanın İblis Lordu Vagror ile ilk karşılaştığı andaki gibi olmadığını da hissedebiliyor. Buna rağmen, yine de her ikiniz de nefes alıp vermede zorluk yaşamaya ve kaskatı kesilen vücutlarınıza hakim olmakta güçlük çekiyorsunuz. Karanlığın içinde tok ve yankılanan ses bir kez daha konuşmaya başladığında, tüm odağınız bir kez daha ona kayıyor.

“Ben, İblis Lordu Vagror’um… Sen henüz uyanmadan önce Gadiel, Zenahpuryu’nun sorduğu sorular oldu. Her bir sorunuza cevap olmaya çalışacağım… Lakin burada olmasını arzuladığım başka kişiler henüz teşrif etmediler. Bu yüzden önden buyurun ve varsa sorularınızı sorun.”

Off Topic
Bu konuda geçerli olan pasiflik süresi 72 saattir.

Bu konuda Geri Sarım Kartı kullanılabilir.

Re: Varoluşun Üç Kadım Ayağı (3. Kısım) (Zenahpuryu | Gadiel | Diniel)

Posted: 14 Nov 2023, 15:54
by Zenahpuryu
Ağzımdan çıkan her bir kelime, zorlukların içerisindeki en büyük zorluklardan bir tanesiymiş gibi kasıntıya uğramama sebep oluyordu. Düşünmek, kolay olandı, aklımdan geçen her bir kelimeyi düşünebilir ve konuştuğumu hayal edebilirdim, asıl zor olan bunu gerçeğe dönüştürmekti. Dudaklarımın açılması, dilimin harekete geçmesi ve sesimin dışarıya doğru çıkması... En büyük zorluklar bunlarken, bir şekilde kelimelerimi karşımdaki Lord'a iletebilmiştim. Arkamda hissettiğim yeni bir hava dalgası, iblis lordunun vereceği veya vermek üzere olduğu cevapların önüne geçmiş ve arkama bakmak zorunda hissetmiştim kendimi. Sağ tarafımda, çiğ et gibi duran bir bedenin bırakılması, midemin ağzıma gelmesine sebep olurken, bir şekilde tanıdıktı bu beden, ki bu durum midemin daha da ağzıma gelmesine sebep oluyordu. Bir şekilde nefes alıp vermeyi başarabiliyordu çiğ etin yanında onunla birlikte gelen siyah kıyafetli, boynuzlu bir kadın vardı. Tagrinath'ın yanına çöktüğü anda, iblis lordu Vagror söze girerek sorduklarımın burada konuşulamayacak kadar kutsal olduğunu söylüyordu. Lordun cümleleri bittiğinde gözlerindeki kırmızı parlama artmaya başlamıştı, neredeyse tüm görüşümü yok edecek kadar kızıllaşırken çiğ etin iyileşmeye başladığını ve saçlarının, kıllarının uzamaya başladığını görüyordum. Bu, sorduğum soruya bir cevaptı aslında.

Beni de dirilten kişi, Vagror olmalıydı.

Şimdi ise yanı başımda, dirilen kişinin Gadiel olduğunu görmek şaşkınlığımın boyutunu arttırmaya yetiyordu. Onun niye çiğ ete dönüştüğünü merak ediyordum, ölmeye yakınken kurtarılmış olması da bir nevi sevindiriyordu. Belki de, artık yalnız olmadığım için de mutluydum. Yanımda güvenebileceğim birisini görmek, iyi geliyordu. Vadlena ile birlikte buraya düşseydim çok daha kötü hissederdim kendimi. Gadiel'e tek bir kelime edemeden gözlerimle selam vermiştim sadece, görüp görmediğinden bile emin olamadan yer sarsılmaya başlamış ve Vagror'un karanlığı sarmalamaya başlamıştı beni. Bu karanlığa karşı koyabilecek gücü kendimde bulamıyordum, tek yapabileceğim boyun eğmek oluyordu. Kendimi hızlı bir şekilde karanlığa teslim etmiştim.

Gözlerim, derin bir karanlığın içerisinde açılıyordu. Ruhum bedenimden ayrılmış, sanki sadece et ve kemik parçalarından oluşmuştum. Ne hareket edebiliyordum, ne de bir ses çıkarabiliyordum. Gadiel'le kesişti bakışlarım. Sanki gördüğüm o yüz, tanıdık değildi artık. Bulunduğum bu vücutta bana yabancıydı artık. Aldığım her bir nefes, yabancıdan borç alır gibi hissettiriyordu. Bana ait değildi, sadece başkasının olan bir şeyi kullanıyordum bir süreliğine. Vücudumun her bir parçası yabancıydı, heri bir uzvum, her bir hareketim, hepsi başkasının gibi hissettiriyordu. Hiçbir zaman ne bu bedene, ne de bu bedenin sağladığı fonksiyonlara ait değilmişim gibi. Gözlerimle Gadiel'i süzsem de, karşımdaki kişiyi değil kendimi yargılıyor gibi hissediyordum. Ruhum karanlığın içerisinde yok olmaya başlarken bir hiç kimse olduğumu hissetmek, yok oluşumun verdiği azap gibiydi.

Bu hisler, tanıdık.

Hiçliğin ortasında, hiçbir şekilde ne yaptığını bilmeyen bir hiç kimse olarak var olmak.

Bu, çok tanıdık.

Sanki her şeyin başlangıcı.

Tekrardan mı?

Hayır.

Belki de evet.

Peki ya o rüya?

Hayır.

Neden?

Evet.

Bu farklı.

Gerçekten öyle mi?

Hayır.

Evet.

Belki.

Farklı.

Karanlık.

Griliklerin arasında beliren kırmızı gözlerle kendime gelmeye çalışırken, bu gözler sayesinde karanlığın içerisinde tüm anılarımı ve tecrübelerimi zihnime geri almaya başlamıştım. Çok kısa süreçte bunca duygunun arasında bir de gözlerimi ilk açtığım andan itibaren yaşadığım tüm duygular ve anılar beynime tekrardan dolarken, Gözün sahibinin sesi kulaklarıma dolmaya başladı. Gadiel'in ölmemiş olduğuna çok sevindiğini söyleyen sahip, uzun bekleyişin sonsuz bir kederle sonlanacağını söylüyordu. Şimdi anlamıştım, beni dirilten gerçekten de Vagror olmalıydı. Beni de uzun süredir beklediğini söylüyordu. Gözler üzerimizde gezinirken fark ettiğim diğer bir şey, hissedilen bu ağır hava İblis Lordu Vagror ile karşılaştığım andaki gibi değildi. Yine de, çok baskındı. Gözlerin sahibi, kendisinin İblis Lordu Vagror olduğunu söyledikten sonra Gadiel uyanmadan önce sorularım olduğunu, her birimizin sorusuna cevap olacağını söylüyordu. Burada olmasını arzu ettiği başka kişiler olduğunu, henüz teşrif etmedikleri için sorularımızı sorabileceğimi söylüyordu. Gadiel'den önce söze girerek birkaç şeyi onaylamak istiyordum.

"Lord Vagror. Almazath beni öldürdükten sonra, Gadiel'e olduğu gibi beni dirilten sendin, değil mi?" Bu sorunun cevabını aldıktan sonra sormamız gereken sorulardan bir tanesi, neden bilmediğimiz belki de birkaç kişiyle birlikte Gadiel ve beni beklediği olmalıydı. "Neden karşındayız Lord Vagror, niye bizi bekliyorsun, niye bizi diriltiyorsun? Gadiel'i buradan göndermen ve diğerlerinin gelmemesini sağlaman için, ne yapabilirim, sana ne verebilirim?" Parmaklarımı oynatmayı denemeye çalıştım, eğer ellerimi de oynatabilirsem Gadiel ve diğerlerini buradan çıkartmayı deneyebilirim. Yanımdaki şarap çanağını, kafamda kırdıktan sonra boynumu keserek intihar etmekle tehdit edebilirim. Şimdilik, tam olarak neden burada olduğumuzu bilmem gerek. Eğer gerçekten de Vagror'un kötü bir planına dahil olacaksak, Gadiel ve diğerlerini buradan yollamam gerekiyor. Bir şekile, arkadaşlarımı korumalıyım.

Re: Varoluşun Üç Kadım Ayağı (3. Kısım) (Zenahpuryu | Gadiel | Diniel)

Posted: 14 Nov 2023, 22:04
by Gadiel
Yanıldım, çünkü sessizlik aslında yeni bir dilin habercisiydi. Göz kapaklarım kapanırken, içimde bir yolculuk başladı. Duygularımın donmuş yüzeyi çatlamaya başladı ve hislerim, adeta bir sonbahar günü dökülen yapraklar gibi süzülüp gitti.

Zamanın tükenmişliği içinde, kaybolan düşüncelerim karanlığa daha da bulandı. Sanki bir rüzgar, zihnimdeki tüm düşüncelerimi karanlığın derinliklerine daha da sürükledi.

Bu sefer, tükenişin değil, dönüşümün eşiğindeydim. Hissizlik yerini duygunun derinliklerine bıraktı. Sanki bir nehir, donmuş kış günlerinden sonra eriyip coşarak akıyordu içimde. Gökyüzü, mavisiyle değil, içimdeki sonsuz karanlıkla dolup taşıyordu.

Belki de bittiğini düşündüğüm an, aslında bir başlangıçtı. Safi bir hatayla inandığım kayıp, içsel bir buluşmaya dönüştü. Sonsuzluğun içinde kaybolmak yerine, kendi karanlığımın yarattığı sonsuzluğumu bulmuştum. Ve böylece, sessizliğin ardında gizlenen bu hissiz, bir sonu andıran yolculuk gerçekte benim varlığımın derinliklerinde saklı olan koca bir karanlığın serüvenine dönüşmüştü.

Dökülen yapraklar gibi karanlığın sonsuzluğuna kendimi bıraktığımda, o sesi bir kez daha duydum. Tüm içtenliği ile fısıldadı bana sonun henüz gelmediğini.

Açıldı gözlerim bir kez daha.

Bu sefer ne karanlık vardı.

Ne de masmavi bir gökyüzü.

Önceki sessizlik, sadece beklenen bir nefes arasındaki o anlık duraksama gibiydi. Karşımda uzanan manzara, beklenmedik bir değişimle karşılaşmış gibiydi. Karanlık kızıl bir ışık tarafından istilya uğradığında, arsız ruhum savaşçın çanlarını çalmak için başta çok hevesliydi; ama karanlık kızılla buluştukça, ortaya çıkan görüntünün sekansı eşsiz bir dansın parçası gibiydi. Önce bir işgali andıran bu görüntü; şimdi sonsuz bir uyumun sekanslarını anımsatıyordu. Bir nefes anı kadar kısa bir anda bir ömür kadar uzunmuş gibi hissettiren acılarım yitip gitmişti. O an anladım ki bu kızıl ışık ne karanlığın acımasızlığına ne de sadece bir masmavi gökyüzüne sığmıyordu.

O an, gözlerim uzun bir süre kapalı kalmış gibi bir kez daha açıldı, beni çevreleyen dünya yeni bir anlam kazanmış gibiydi.

Karanlıkta açtım gözlerimi. Derin bir nefesle içeriye çektim havayı, ancak bu nefes bana yabancıydı. Bedenimde dolaşan kanın ritmi, bana ait olmayan bir melodi gibiydi. Gözlerim, etrafı taradı; tanıdık yüzler aradı, ancak tanıdık olan yüzler bile tanıdık hissettirmiyordu. Anlamaya çalıştım, bu bedenin içinde kim olduğumu, ama her çaba boşa gitti.

Bakışlarım, tanıdık gelmeyen ama dejavu gibi hissettiren bu dünyayı inceledi. Aydınlık ve karanlık arasındaki sınırı belirleyen bir kızıl ışık, gözlerimi kamaştırdı. Bu ışık, içimi bir gizemle doldurdu, adeta ruhumu sırlarla sarhoş etti.

Bedensel duyumlarım, bir başkasının yaşamını hissettirdi bana. Ayaklarımın altındaki zemin, benim ayak izlerimle dolup taşarken, benim olmayan ellerim bir başkasının öyküsünü anlatıyordu. O an, bu bedenin içinde sadece bir konuk olduğumu, gerçek benliğimin nerede olduğunu bilmemenin huzursuzluğunu hissettim.

Benliğim benimle olsa bile.

Sanki yokmuş gibi.

Sanki bir hiçmiş gibi.

Kalbim ağır bir yükten kurtulmuş gibi hafif ama bir o kadar boş ve garip hissettiriyordu. Hiç kimsenin olduğu gibi, bu hiçlik ortasında, yaptığım hiçbir şeyi bilmeyen bir şekilde var olmuştum. Ancak bu his, bir şekilde bana tanıdık geliyodu. Tüm bu duygular, hisler ve karanlık... Bir şekilde tanıdık geliyordu..


***


Karanlık, bir anda kızıla bulandı. Karanlığın arasına sızmış gri tutamlar bir hiçmiş gibi birer birer yenildi o bir çift kızıl göze… Tüm odağım, tüm varlığım o kızıla doğru kuvvetli bir çekimle akıp gitti. O kızıllıkta buldum bir kez daha kendimi. Gadiel olarak var olduğum bu kısa süreli hayatta attığım her bir adımın izi bir kez daha belirdi zihnimde… Ve yaşadığım şeylerin gölgesi kalbimin içindeki o boşluğa birer birer doluştuğunda, kalbim git gide daha ağırlaştı. Anlamsız ve bilinmezlikle dolu şaşkın bakışlarım, önce öfkeye, sonra ise sonsuz bir hüzne boğuldu. Acıyla titreyen bedenim, bu hükümsüzlüğe karşı ufak bir isyanın parçası gibi gözüktü.

O kanlı sahne, bir kez daha gözümün önünde canlandı.

Nodiss bir daha öldü.

Cysa bir kez daha şehvetle güldü.

Bedenim bir kez daha kor alevlerle ölesiye cenk etti.

Ruhum bir kez daha öfkem ve hüznüm arasında yitip gitti.

Acıyla titredi dudaklarım, göz bebeklerim anlamsız bir hüzünle sulandı. Bana tanıdık gelen o yüz, Zenepharyu ismini almaya başladığında zihnimde, o an onunla neden burada olduğumu sorgulamak bile gelmedi aklıma.

Bedenim, zihnim ve ruhumdan ayrı bir çekimle, tamamen bağımsız bir edayla o kızıl gözün sahibine kilitlendiğinde, zihnim bulanık bir çamurlu bataklığın içine gömülmüş kadar bitik ve sönük haldeydi.

Yüce varlığın uzun bekleyişi, ölmemiş olmamın ona getirdiği kutlu zaferi… Sözleri derin bir kudret ve gizem barındıran bu varlığın sözleri zihnimdeki o acı senaryonun karşısında sönük kalıyordu niyeyse… Vicdanımın sızlayan o acısı tüm her şeyi sönükleştiriyordu. Buna rağmen acıyla; ama bir o kadar da boş bir edayla izledim onu. Başka çarem yoktu zaten… Yüce varlığın üzerimizde kurduğu baskı, kalbim acıyla titremese bile beni konuşmaktan, düşünmekten ve en önemlisi hissetmekten alıkoyacak düzeydeydi.

Varlık sözlerine devam ettikçe, zihnim tekrardan kavuştuğu anılarının içerisinden çekip çıkartmıştı sarf ettiği o ismi… Nasıl unutabilirdim ki o ismi? Hayatımın en korku dolu anlarını bana yaşatan varlığın lordu, tam olarak karşımdaydı.

Tüm kudreti ile duruyordu.

Benimle konuşuyordu.

Asi bir tavırla, sözleri sonlandığında bakışlarımı iblislerin lordundan uzaklaştırıp, Zen’e çevirdim. Sözlerine kulak verdim. Benim diriltilmemden bahsediyordu… O yanmış, küle dönmüş bedenin, tekrardan eski haline dönmesi, o sonsuz karanlıkta sürüklenip giderken beni çekip kurtaran o kızıl ışığın bir anlam ve bütünlük kazanması bu anda olmuştu.

Zen, henüz cevap alamadığı sorularının üzerine bir yeni sorularını daha eklemeyi sürdürürken, kalbim tüm bu yeni şeylere kaldıramayacak kadar yorgun ve acı doluydu. Öfke, o kocaman boşlukta bir kez daha var olup, harlı bir alevle kükrerken, kalbimin bir tarafı manasız bir soğukla buz tutmuş kadar ıssız ve toktu.

Bakışlarıma sirayet eden karmaşa, Lordun baskısı ile daha da bulanıklaşırken, başım patlayacak kadar doluydu.

Bir an ağlamak istiyordum.

Bir an ise öfkeyle haykırmak.

En sonunda tüm bu karmaşanın arasından sıyrılıp bakışlarıma ufakta olsa söz geçirebildiğimde bakışlarım lortun olduğu tarafa bakmaktaydı.

"Lord Vagror, iblislerin yüce hükümdarı..." dedim, kendi içimde derin bir duraksama yaşayarak. Gözlerim, anlamsızca avuç içlerime daldı, sanki karanlık bir geçmişin izlerini okuyordum. Saygıyla, yavaşça başımı kaldırarak Lord'a doğru bakışlarımı yükselttim. "Çok kez duydum kudretinizi ve bugün bu kudretin sonsuzluğuna tanıklık ettim. Küller içinde kaybolan bu bedeni eski ihtişamına kavuşturan bu güç, acaba masum Noddis'i de yeniden hayata döndürebilir mi?"

Sesimdeki titreme, sormaktan çekindiğim, yitirdiğim ve geri alamadığım şeylere dair bir hüzün taşıyordu. Gelecek cevabın içimde bir yerlerde kalan son umut parçasını da yok etmesinden korkuyordum belki de. Çünkü sözlerim, sadece dile getirilenlerin ötesinde, bir iç çekişin ve kaybolmuş bir umudun yankılarını içeriyordu. "Bu güç, bedenimdeki acıyı yok ettiği gibi kalbimdeki acıyı da yok edebilir mi?" diye sormam, kendi içimdeki yaralara işaret eden bir çığlık gibiydi.

Merak ettiğim, özlemle beklediğim tüm sorular, o an anlamını yitirmiş gibi hissettiriyordu. Kim olduğum, neden burada olduğum, neden beklenildiğim... Bu sorular, şimdi birer hiçlik gibi, değersiz ve anlamsızdı. Hiçbirini sormadım, çünkü soramadım. İdrak edemediğim bu durum bile, beni yitip giden o canı düşünmekten alıkoyamadı. Bir umutla beklediği geleceği, bir an içinde ölüme terk etmekten daha beter ne olabilirdi? Bunu engelleyememiş olmanın acısı, kalbimden nasıl silinebilirdi ki? Bir zamanlar hayatımın merkezinde olan soruların cevapları, şimdi ne kadar da anlamsızdı. Belki garipti ve uygunsuzdu yaratılışıma… Belki yanlıştı bir iblisin uğruna bu kadar öteye gitmek; fakat dürüst olmak gerekirse yanlış gibi hissetmiyordum. İnsaniyetim ve insanlığa olan sorumluluğum, yaratılışın var ettiği o masumiyetin önüne geçemiyordu.

Re: Varoluşun Üç Kadım Ayağı (3. Kısım) (Zenahpuryu | Gadiel | Diniel)

Posted: 17 Nov 2023, 14:54
by GM - Dimensio
Karanlığın içinde yankılanan tok ses, ruhunuza işlemeyi ve orada yankılanmayı sürdürürken, ilk söze giren kişi Zenahpuryu oluyor. Varlığını sürdüren bir çift kırmızı gözün, sanki tüm karanlığa yayılmış gibi içinize sinmesiyle sayesinde, ağzınızdan çıkan her bir kelimenin dinlenildiğini ve hiçbirinin de karanlığın dalgalarında kaybolmadığını hissedebiliyorsunuz. Zenahpuryu sorularına sorarken, bir yandan da parmaklarını hareket ettirip ettiremeyeceğini kontrol ettiğinde, parmak uçlarını hafifçe oynatabildiğini görüyor. Bunu yapmak, Zenahpuryu için epey zor bir hal alsa bile, bir şekilde bu baskıya ve havaya alıştıktan sonra, vücudunu daha kolay hareket ettirebileceği inancına sürükleniyor. Buna karşın Gadiel konuşmaya başladığında, gözlerine dalmış bakışlarını kaldırmak istese bile, bunu hiçbir şekilde yapamadığını fark ediyor. Sözleri ağzından dökülse bile, bir şekilde vücudunun diğer uzuvları sonsuzluğa mühürlenmiş gibi geliyor.

Her ikinizin de sözleri tamamlanmasının ardından, tok ses bir kez daha yayılıyor karanlığın içerisinde. Karanlığın her bir zerresinden ve dalgalanmaların en derininden gelen bu tok ses“Bir yanlışı düzeltmeme izin verin. Gadiel huzuruma geldiğinde ölü değildi. Kalbi halen daha atıyordu.”diyor. Bu sözlerden sonra Zenahpuryu kırmızı gözlerin tüm parlaklığı üzerinde odaklanmış gibi hissederken, tok ses“Ayrıca, kudretim tüm iblisleri ve insanlığı aşsa bile, ölü bir bedeni diriltebilme kudretine erişebilmiş değilim.”diyor. Bu sözlerinin ardından daha derinden gelen bir sesle“Henüz.”diyerek cümlesini tamamlıyor tok ses.

Karanlıktan gelen cevaplar ruhunuzun derinliklerine işlemeyi sürdürürken tok ses tekrar duyulduğunda bu kez bakışların kendisinde yoğunlaştığını hissediyor Gadiel. Kırmızı parlaklığın altında, gözleri kamaşan ve donmuş bakışlarını kaldırmakta bile zorlanan Gadiel, bir şekilde bu baskının altında nefes alıp vermeye çalışırken tok ses“Nodiss… Kardeşinin aksine iyi bir iblisti. Bir ejderhanın tüm kudretini yaşıyordu. Ancak kardeşi, sapkınlığın ucuz bir taklidinden ibaretti. Ve dediğim gibi, ölenleri geri getirme kudretine henüz erişmiş değilim. Ruhun bedeninde olduğu sürece, her türlü yaranı tedavi edebilirim. Arzu edersem, ölümün kıyısında olan her bir insan ve iblise, ikinci bir hayatı yaşama imkanı sunabilirim. Fakat kudretim ne ölülere tesir eder ne de ruhundaki yaralara. Kaldı ki, Gadiel, ruhundaki yaranın varlığı beni mutlu edendir.”diyor.

Karanlığın içindeki kırmızı gözlerin parıltısı, bir anda Gadiel’in üzerinden ayrılıp her ikinizi de hükmü altına almak ister gibi dönüyor. Ortama çöken sessizlik, tok sesin bir kez daha karanlığın dalgalarından ruhunuza erişmesiyle son buluyor. Tok ses tüm heybetini ve ağırlığını üzerinizde hissettirecek şekilde“Buradan ancak ben arzu edersem kurtulabilirsiniz. Burası benim dünyam! Tıpkı iblis diyarı gibi… Bu yüzden Zenahpuryu, bana verebileceğin hiçbir şey, arzumu tatmin edemez. Bu yüzden Gadiel, kalbindeki ızdırap yok edilemez! Çünkü siz ve burada olmasını arzu ettiğim diğer kişiler… Bu dünyaya ve iblis diyarına hükmettiğim gibi, insan diyarına da hükmedeceğimin müjdesini yayacak olanlarsınız! Diyarınızın kaderi, bir seçimin sonucuna bağlı kalacak ve sizler de bu kaderin tayin edicileri olarak unutulup gidileceksiniz!”diyor. Tok ses, sanki karanlığın içinde onlarca ve ruhunuzda ise yüzlerce kez yankılanmasının ardından bir kez daha dile geliyor.

"İşte bu yüzden, doğduğunuz günden beri sizi bekliyordum. Doğduğumdan beri, kaderi tayin etmeniz için bekliyordum.”

Re: Varoluşun Üç Kadım Ayağı (3. Kısım) (Zenahpuryu | Gadiel | Diniel)

Posted: 19 Nov 2023, 22:45
by Gadiel
Gözlerimi açtığımda, bilinmezlikle dolu karanlık bir aleme daldım. İlk duyduğum, ruhuma saplanan o tok sesti. O an, bedenimin hareket etmediğini, ancak sözlerimin bu sonsuzlukta yankılandığını hissettim.

Lordun varlığı, kırmızı gözlerinin ışığıyla adeta beni delip geçti. İçime işleyen bu gözler, her kelimenin dikkatle dinlendiğini ve hiçbirinin kaybolmadığını hissettirdi. Ancak, sesim anlamsız bir titremeyle yükseldiğinde, gözlerimi kaldırmak istesem de başaramadım. Sözlerim dökülsede, bedenim sonsuzluğa mühürlenmiş gibiydi. Sözlerimize karşın lordun tok sesi tekrar duyulduğunda, gerçeği duydum. Ölü olmadığımı, kalbimin hala atmakta olduğunu öğrendim. Bu sese odaklandığımda, içimde bir sarsıntıyla karşılaştım. Henüz ölüleri diriltemediğinden bahseden yüce iblis, bir gün bu kudrete nail olabileceğine inanıyordu. Bu cümleler beni derin bir düşünceye sürükledi. Ne olduğumu anlamaya çalışırken, bu varlığın karşısında bir hiç olduğumu fark ettim. İstemsizce bu karanlık alemin sınırlarını ve benim kaderimi sorgulamaya başladım.

Karanlıkta, kırmızı ışıltının altında donmuş bakışlarımla varlığının baskısını hissediyordum. Kamaşan gözlerimle bile tok sesin odak noktası olmuştum. Bedenim bu baskı altında nefes almaya çalışıyordu, sanki her hareketim karşı konulmaz bir güçle engelleniyordu.

Çaresiz ve bitkindim.

Tok sesin yankısı, ruhumun derinliklerine nüfuz ederken, içime işleyen bu gerçeklerle başa çıkmak zorundaydım. Nodiss ölmüştü ve lordun sözlerine baktığımda o gerçekten ölümü hak etmeyendi.

Çaresizlikle birlikte tüm kalbimi saran o acı aynı zamanda tüm o baskının altında beni dinç tutan güç gibiydi.

Kırmızı gözlerin parlaklığı üzerimizden ayrılıp her şeyi kuşatan bir hükümle döndüğünde, karanlığın sessizliği tok sesin yeniden duyulmasıyla yarıldı. Karanlığın sessizliği, kırmızı gözlerin parlaklığı altında bir hüküm gibi etrafa yayılıyordu. O an, adeta bir iç çekişme içindeydim; bu karanlık atmosfer, beni ve Zenahpuryu'yu sarmalıyor, sanki varlıklarımızın her bir zerresini kontrol etmek istiyordu. Tok sesin yeniden duyulmasıyla, bu hüküm altında hissettiğim baskı daha da arttı. O an, karanlık beni ve Zenahpuryu'yu sanki hükme almak ister gibi bir atmosfer oluşturuyordu.

Sözleri, karanlığın içinden yankılanarak ruhumu karıştırdı. Bu sözler, içimdeki karanlıkla beni birleştirdi, bir anlam arayışına itti.

Otoritesini belli ediyordu her bir zerresi ile. Beni ve Zenahpuryu'yu kontrol etme arzusu, hissettiğim baskının artmasına neden oldu. Tok sesin heybetiyle yankılanan sözleri, sanki her bir kelime bedenimi sarmalıyordu. Onun dünyasına hükmetme isteği, benim içimdeki karmaşıklığı daha da derinleştirdi. Hatta sözlerinden anlaşılıyordu ki, o sadece kendi dünyasına değil, tüm her şeye hükmetmek istiyordu.

O an içimdeki çatışmalar daha da derinleşti. Onun isteklerine karşı içsel bir direniş hissettim. Ancak baskısı o kadar büyüktü ki, içsel çatışmalarımın sadece bir yankı olduğunu hissettim.

Konuştukça kelimeleri, ruhumu daha da çalkalıyordu. Sözleri sanki beni ve Zenahpuryu'yu bir oyuncak gibi yönetmek istediğini ima ediyordu. İrade ve kontrol arasındaki mücadele, içimdeki çatışmalarımı yoğunlaştırıyordu.

Bu sözlerin etkisi altında, içimdeki karmaşa daha da büyüdü. Belki de gerçek özgürlük, dış etkilerden bağımsız olarak kendi seçimlerimizi yapabilmekti. Belki de bu karanlık atmosfer, asıl özgürlüğümüzü ve irademizin değerini sorgulamamıza yol açıyordu.

Bu düşünceler içinde kaybolurken, karanlığın baskısı altında varoluşsal bir sınav veriyor gibi hissettim. Özgürlük ve irade arayışım, bu karanlık dünyanın içinde kaybolmuş gibi görünüyordu.

Nodiss’in acısı kalbimi parçalayan kocaman bir hançerken, önce zihnimde birilerinin bana ihtiyacı olduğunu fısıldayan ses belirdi, sonra ise lordun emellerinin oluşturabileceği kaos ortamının çok küçücük bir kısmının hayali görüntüsü… Acıyla titreyen bedenim, bu sefer korku ve ümitsizlikle titredi. O kaosun ufacık bir hayal görüntüsü bile beni uyandırdı.

“Tüm iblislerin lordu, mutlak gücün ve kudretin sahibi.” Diye tekrarlayacaktım onun konumunu kendi ağzımdan. "Karanlığın sarmaladığı bu dünya içinde, baskı altında hissetsem de, bir masumun ölümünün acısı ile yıkılmış olsamda özgürlüğümü kaybetmiş değilim. İçimdeki irade, herhangi bir hüküm altında bükülmez. Senin isteklerin ve hükümlerin, benim varlığımı yönetemez. Her birimiz, kendi irademizin ve seçimlerimizin sahibiyiz.

Senin dünyan, benim özgürlüğümü ellerimden alamaz. Baskın isteğin, benim içimdeki direnci ve özgürlüğü yok edemez. İçimdeki acılar, irademdeki kuvveti zayıflatamaz. Bu karanlıkta bile, benim kararlarım ve seçimlerim benimdir."
Diyecektim kararlılık ve belki de güçlükle; ama inançla.

“Beni bin yılda burada tutsanız, varlığım ve kaderim bu çıkarlar uğuruna doğmuş olsa bile küllerinden, acıyla ve kudretinin baskısı altında bir karınca gibi hissetsem dahi… Hükmün, bu diyarları aşıp, bu fani bedenimin var olduğu diyarlara ulaşacak olsa dahi, egemenliğin benim kalbimde geçersiz olacaktır.

Öyleyse mutlak kudretiniz ve gücünüz, bir gün bir ölüyü diriltecek olsa bile, inanırım ki benim kararlarımı etkileyemez ve adımı tarihin hiçbir kısmında değersizleştiremez. Çünkü bilirim ve inanırım ki Gadiel'i benden daha iyi tanırsınız Lord Vagror.“
Sözlerim sonlandığında belki tir titreyecekti bedenim, belki cümlelerim baskısıyla kesilecekti; ama bakışlarım o iradesinden hiç yoksun olmayacaktı. Acıyla kanasa bile kalbim, kaderin bana biçtiği görevi laiki ile yerine getirecektim.

Re: Varoluşun Üç Kadım Ayağı (3. Kısım) (Zenahpuryu | Gadiel | Diniel)

Posted: 20 Nov 2023, 02:26
by Zenahpuryu
Sözlerimin ardından cümleye giren Gadiel'i dinlediğimde, suratımda istemsiz bir şekilde gülümseme oluşuyordu. Noddis denilen kişiyi yeniden hayata döndürüp döndüremeyeceğini sorguluyor, bir yandan da bedenindeki acıyı yok ettiği gibi kalbindeki acıyı da yok edip edemeyeceğini sorguluyordu. Belki de duygularını bu kadar açık bir şekilde dile getirebiliyor olması beni gülümseten unsurdu. Bu sırada, zorlaya zorla parmaklarımın uçlarını oynatabildiğimi fark etmiştim. Biraz daha zorlayabilirsem, bu baskıya ve havaya alışabilirsem kesinlikle daha kolay hareket ettirebilirdim parmaklarımı. Ancak uzuvlarımın ne kadarını kullanabilirdim, onu bilemiyordum.

Sözlerimiz bittiğinde Vagror tekrardan söze girerek bir yanlışı düzeltmek istediğini söylüyordu. Gadiel'in huzuruna geldiği zaman ölü olmadığını, kalbinin halen attığını söylüyordu. Bir anlık şaşkınlıkla birlikte sözlerine iyice kulak vermiştim. Kudretinin iblisleri ve insanlığı aşmasına rağmen, ölü bir bedeni diriltecek kudrette olmadığını belirtiyordu. Sonrasında ise Nodiss denen kişi hakkında konuşuyor ve kardeşinin aksine iyi bir iblis olduğunu söylüyordu. Gadiel'in bir iblis hakkında endişelenmiş olması, nedense ona olan güvenimi de arttırıyordu. Sözde düşmanlarımız için böylesine endişe duyan ve iyilik dilenen bir adama güvenmemenin saçma olduğunu düşünüyordum. Ancak Vagror, ruhunun bedende bulunduğu sürece her türlü yarayı tedavi edebileceğini, ancak ölüyü diriltemeyeceğini tekrardan ekliyordu.

Vagror konuşmalarına devam ederken, parmaklarımı oynatmak için tüm çabalarımı ortaya koyuyordum. O ise, buradan ancak kendisinin arzu etmesi dahilinde kurtulabileceğimizi, burasının onun dünyası olduğunu söylüyordu. Bu sebeple, ona verebileceğim hiçb ir şey onu tatmin edemezmiş. Bu yüzden, Gadiel'in kalbindeki ızdırap yok edilemezmiş. Burada olmasını arzu ettiği kişilerin ve bizim, insan diyarına da hükmedeceğimin müjdesini yayacak kişiler olduğumuzu söylüyordu. Diyarımızın kaderi, bir seçimin sonucuna bağlı kalacakmış ve bizde bu kaderin tayin edicileri olarak unutulup gidecekmişiz. Doğdumuz günden beri bizi beklediğini, doğduğu günden beri kaderi tayin etmemiz için bizi beklediğini söylüyordu.

Gadiel, benden önce söze girerek egemenliğini kabul etmeyeceğini belirtiyordu. Uzun konuşmasının ardından gülümsemiştim. "Seni alkışlamak isterdim Gadiel ama malum, elimi kolumu oynatamıyorum." Diyerek konuşmasını beğendiğimi belirtiyordum. Sonrasında ise Vagror'a yönelik olarak söze giriyordum. "Lord Vagror, benim sormak istediğim şahsi bir mesele var. Almazath'la olan dövüşümle alakalı. Almazath'ın beni öldürdüğüne eminim, peki neden ayaktayım? Almazath beni öldürdükten sonra, tam olarak neler yaşandığını anlatmanızı istesem, yapar mısınız? Zira, Tagrinath benden övgüyle bahsettiğinizi söyledi, ancak ben övgüyle bahsedebileceğiniz hiçbir mesele göremiyorum o kavgada. Eğer yanlış düşünmüyorsam, ben öldükten sonra yaşananlar beni ben yapan şeyler olmalı, Zenahpuryu'yu yaşatan şey her ne ise, kendimi tanımama yardımcı olmalı." Dedikten sonra kısa bir sessizliğe gömüldüm. "Zenahpuryu'yu tanımama, yardımcı olur musun Lord Vagror?"

Re: Varoluşun Üç Kadım Ayağı (3. Kısım) (Zenahpuryu | Gadiel | Diniel)

Posted: 21 Nov 2023, 10:10
by GM - Dimensio
Off Topic
Diniel konuya dahil olmuştur.
Diniel; Tek bir solukta gözlerin karanlığın içinde açıldığı anda, ilk önce vücudunu nefes alıp vermeye zorluyorsun. Derin bir çığlık içindeki tüm varlığı hiçliğe çevirirken, ruhunun çekildiğini ve geriye kalan et ve kemik parçalarının seni oluşturduğunu fark ediyorsun. Buna karşın ne bir hareket ne de bir ses çıkaramıyorsun ilk anda. Gözlerin başkaca iki insana dair yüzleri görse de, ne yüzler tanıdık geliyor ne de bu yüzleri gören gözlerin sana ait hissettiriyor. Sahibinin rızası dışında işgal ettiğin bir vücutta emaneten bulunuyormuşsun gibi geliyor. Aldığın nefesin ciğerlerine dolduğunu, ancak bu ciğerlerin sana ait olmadığını ve gözlerinin gördüğünü, ancak gözlerinin de sana ait olmadığını fark ediyorsun. Bir anda tüm vücut parçalarına karşı aynı duyguları yaşamaya başlıyorsun. Fakat bir şekilde, yaşamaya ve nefes alıp vermeye devam edebildiğini anlıyorsun. Seni sen yapan zihninin varlığını koruduğunu idrak ediyorsun, kim olduğun sorusuna dahi cevap veremiyor olsa da.

Bakışların diğer iki kişi üstünde gezmeye başlıyor, içine yayılan kızıllığa karşı. Ne var ki, gördüklerinden ziyade kendine anlam vermeye çalışıyorsun. Karanlık içerisindeki siyah dalgalanmalar, kısa bir anlığına da olsa bulunduğun ortama odaklanmanı sağlıyor. Gözlerin, siyah dışında ve dalgalanmaların yarattığı siyaha çalan grilikler dışında başka ayırt edici hiçbir şey görmüyor. Bastığın zemin, adeta boşluktaymışsın gibi hissettiriyor, ancak aynı anda ayaklarını yerden kaldıramayacak kadar güçlü bir çekimin varlığına da karşı koyabileceğini düşünmüyorsun. Kokudan soyut bu ortamda son olarak fark edebildiğin şey, havanın giderek ağırlaştığı ve ciğerlerine dolmakta zorlandığı oluyor. Bunun iç dünyanda yaşadığın boşluk mu olduğunu veya havanın gerçekten mi ağırlaştığını tam olarak anlayamıyorsun.

Bir hiç kimse olarak, hiçliğin ortasında, hiçbir şekilde ne yaptığını bilmeyerek var olmuş oluyorsun. Ne var ki, bu his bir şekilde tanıdık geliyor. Tüm bu hisler, duygular ve karanlık… Bir şekilde tanıdık…

Image

Karanlık dalgalanmaların ardında, tüm bu yaşadıklarına bir anlam yüklemeye çalıştığında, bir anda griliklerin arasında beliren bir çift parlak kırmızı göz, sanki bu karanlığın içine ilk düştüğün andan sonraki tüm anılarını ve tecrübelerini zihnine hücum ettiriyor! Sadece göz açıp kapayana kadar geçen süreçte, yaşadığın tüm acılar, mutluluklar, hüzünler ve sana dair ne varsa bir çırpıda ruhunda vücut bulurken, parlak kırmızı gözlerin sesini duyuyorsun.


“Diniel… Bize katılmanı bekliyordum.”

Bu sözlerin ardından parlak kırmızı gözlerin üzerinde gezindiğini ve ağır bir otorite kurduğunu fark ediyorsunuz. Ancak bu anda, gözlerin içinde bulunduğun karanlıktaki Zenahpuryu’yu ve Gadiel’i bir anda hatırlayıveriyor. Senden daha önce burada oldukları belli olsa bile, durumları genel itibariyle senden farklı olmayan Zenahpuryu ve Gadiel, sanki sana adeta yoktan var olmuşsun gibi baktıkları sırada, karanlığın içinde tok ve yankılanan ses bir kez daha konuşmaya başlıyor ve odağın bir kez daha ona kayıyor.

“Ben, İblis Lordu Vagror’um… Sen henüz gelmeden önce, Zenahpuryu ve Gadiel ile bir sohbete başlamıştık. Senin de bu konuşmada olmanı arzuladım, zira sen de Zenahpuryu ve Gadiel gibi hükmümü müjdeleyecek olanlardansın.”

Parlak kırmızı gözlerin bu sözleri şimdilik senin için anlamsız bir durum yaratsa bile, Zenahpuryu ve Gadiel’in bir şekilde konuya hakim olduklarını düşünerek, şimdilik neler yapabileceğini ve duruma nasıl ayak uydurabileceğini düşünüyorsun. Bu esnada parlak kırmızı gözlerin baskısı hafifçe üstünden çekiliyor ve her üçünüze yöneliyor.

Genel; Zenahpuryu ve Gadiel için adeta yoktan var olmuş gibi beliren Diniel’in ortaya çıkmasıyla birlikte, durumların ne hal alacağını düşünmeye başlıyorsunuz. İblis Lordu Vagror ile konuşmanız, Diniel’in bu ansız var oluşuyla kesintiye uğramış olsa bile, Gadiel durumu içine sindirmesinin ardından konuşmaya başlayan kişi oluyor.

Gadiel konuşmaya başladıkça her bir kelimesinin bir öncekinden daha kararlı ve daha net çıktığını hissedebiliyor. Her ne kadar en ufak bir uzvunu bile hareket ettirmek Gadiel için imkansızlıkla eş değer olsa bile, adeta ruhunda atan bir kalp tüm sözlerin en kudretli şekilde ağzından dökülmesine olanak sağlıyor. İblis Lordu Vagror’u inkar eden sözlerine rağmen, Gadiel üzerindeki baskının ne arttığını ne de azaldığını hissediyor. Tüm bu alemi kabul ettirmiş olan İblis Lordu Vagror’un, bir şekilde konuşmayı sürdürmeyi arzuladığı ve bu nedenle müdahalede bulunmadığı düşüncesi kafasında dolanmaya başlıyor Gadiel’in. Sözleri sonlandığı anda ise, kararlılığı ve inancı tüm ruhunu çoktan ele geçirmiş oluyor. Ne bir titreme ne de bir korku beliriyor…

Gadiel’in konuşmasını sonlandırmasının ardından Zenahpuryu’nun lafa girmesiyle, Zenahpuryu tüm odağın kendine yöneldiğini hissedebiliyor. Bir şekilde parmaklarını daha rahat hareket ettirebilir olsa bile, henüz daha uzuvlarını etkili kullanmaktan uzak oluşuna rağmen, tıpkı Gadiel’in yaşadığı gibi konuşmasında herhangi bir tereddüt barındırmayan Zenahpuryu sorularını sormayı başarabiliyor. Cümleleri sonlandığı anda ise kırmızı gözlerin bir kez daha parıldamasına şahitlik ediyorsunuz. Kırmızı gözlerin parlamasıyla birlikte odağın karanlığın içinde yayılması, her birinizin kırmızı gözlerin etkisi altında kalmanızı sağlıyor. Bunun ardından karanlıktan yankılanan tok ses bir kez daha duyuluyor ve“Diniel… Nihai emelim, içinde olduğun benim dünyama ve iblis diyarına hükmettiğim gibi, insan diyarına da hükmetmek. Bunu kabul etseniz de etmeseniz de, kaderi tayin edecek olan sizlersiniz. Tıpkı Zenahpuryu’nun sorduğu sorunun cevabının, kaderden başka bir şey olmadığı gibi.”diyor. Tok sesi yankıları karanlıkta ve kulaklarınızda etkisini sürdürmeye devam ederken, karanlıktan baskının hafifçe artmaya başladığını hissedebiliyorsunuz. Bununla birlikte Zenahpuryu bu baskıyı biraz daha fazla hissettiği anda, tok ses bir kez daha yankılanıyor karanlıkta ve“Hizmetkarım Almazath’ın seni öldürmesi, benim arzumdu Zenahpuryu. Sen ve senin gibilerin, gerçekten kaderin tayin edicileri olup olmadığınızın ufak bir denemesiydi bu. Sonuçlar ise, arzu ettiğimden farklı değildi. Her biriniz, yeniden doğuşunuzu kaderinizle birleştirip var olmuş kişilersiniz. Yani sizi siz yapan, yeniden doğduktan sonra yaptıklarınızdan ziyade, yeniden doğuşunuzdu.”diyor.

Tok ses, ruhunuza seslenircesine yaptığı konuşmasından sonra keskin bir suskunluğa sürüklenmiş gibi görünürken, kırmızı parlak gözlerin sizlere biraz daha yaklaştığını hissedebiliyorsun. Her ne kadar bu yakınlaşma normal şartlar altında gözlerin sahibini bizzat görmenize imkan tanısa bile, karanlık ve içindeki dalgalanmalar tüm bu olması gerekenleri anlamsız kılmaya yetiyor. Tok ses hedef seçmeksizin bir kez daha yankılandığında“Hükmümü kabul edip etmemeniz artık anlamsız. Kader doğuşunuzla yazıldı ve ben, İblis Lordu Vagror, kaderlerinizi karanlığa gömecek olanım! Sizler, kaderinizin sunduğu isimlerle yaşayanlar… Kudretimin en azılı düşmanları ve hükmümün sonsuz isyankarları! Doğmuşlardan Öleni… Doğmuşlardan Kucaklayanı… Ve Doğmuşlardan Bilemeyeni… İsminizi yaşatmak için, beni, İblis Lordu Vagror’u şimdi durdurabilir misiniz? Yoksa gelmekte olan fırtınayı mı bekleyeceksiniz? Söyleyin, isminizi yaşatabilmek için önünüzdeki karanlığı yok edebilecek misiniz?”diyor. Önceki konuşmalarından farklı olarak, tok ses adeta açık ve korkusuz bir meydan okumayla bu sözleri dile getirirken, yavaş yavaş baskınlığını da arttırmaya başlıyor üzerinizde.

Re: Varoluşun Üç Kadım Ayağı (3. Kısım) (Zenahpuryu | Gadiel | Diniel)

Posted: 22 Nov 2023, 22:20
by Gadiel
Zenahpuryu ve ben, adeta ansızın var olmuşçasına beliren Diniel’in ortaya çıkmasıyla, geleceğin nasıl şekilleneceğini düşünmeye başladık. İblis Lordu Vagror ile olan konuşmamız, Diniel’in bu beklenmedik varlığıyla kesintiye uğramış olsa da, ben durumu içime sindirdikten sonra konuşmaya başlayan kişi oldum.

Her kelime ağzımdan döküldükçe, her biri bir öncekinden daha kararlı, daha net geliyordu. Her ne kadar en ufak bir uzvumu bile hareket ettirmek benim için imkânsız olsa da, adeta ruhumda atan bir kalp, sözlerimi en güçlü şekilde ifade etmeme olanak sağlıyordu. İblis Lordu Vagror’a karşı yapılan inkârımın rağmen, üzerimdeki baskının ne arttığını ne de azaldığını hissediyorum. Tüm bu evreni kabul ettiren İblis Lordu Vagror’un, konuşmamı sürdürmeyi arzuladığı ve bu yüzden müdahale etmediği düşüncesi kafamda dolanmaya başlıyor.

Sözlerim sona erdiğinde, içimdeki kararlılık ve inanç, tüm ruhumu ele geçirmiş durumda. Herhangi bir titreme veya korku belirtisi gözlemlenmiyor… Bu an, tıpkı bir destanın sonsuz bir döngüsü gibi, sonsuza kadar sürebilecekmiş gibi hissettiriyor.

Benden sonra konuşan Zen, konuşmasını bitirdiğinde, tüm kudreti ile bir kez daha söze girdi Lord. Sözcükleri sonlandığında ise kalbimden yükselen bir hissiyatla bir nefret sezdim. Kaşlarım titredi, nefesim ciğerlerimi yaktı.

Bir anda söze girdim.

"Lord Vagror,"
dedim, ve kalbimden yükselen o güçle eş zamanlı olarak bakışlarımı konuşmama eşlik ettirdim. "Karanlık olanın kaderini karanlığa bulayamazsınız. Ben zaten karanlığım." Tok bir tonla, neredeyse karanlığa aitmişim gibi dudaklarımdan süzülen sözcüklerin ardında bir tebessüm saklıydı.

Bir direniş ya da çırpınma içinde olmadım, çünkü biliyordum ki, bu baskıyı bedensel bir çaba ile yenemezdim. Gücümün kaynağı, kaslarımın gücü değil, Eletha'ya söylediğim gibi, içimde yatan inancımındı.

Kalbimdeki bu güçle sarıldım, içimdeki karanlığa doğru yönelerek. Lord Vagror'un betimlediği en karanlık yerlere bile açık olan bu iç dünyamda, kendimi buldum. İnandığım kalbimin gücüne ve sığındığım karanlığın derinliklerine olan inancım, baskının üstesinden geleceğime olan inancımı besledi.

İnandığım şeyler ve varlığımın temsil ettiği değerler için, Lord'un karşısında dimdik duracaktım. Ona, kolay bir hedef olmadığımı gözlerinin içine bakarak söyleyecektim. Bedenim, bir dağ altında ezilmiş gibi olmaktan özgürleşecekti.

Bir zamanlar baskı altında ezilmiş bedenim, artık özgür ve hafif bir kuş gibi olacağına inanıyordum. O zaman, benim adıma ve inandıklarıma göre duracak, Lord'un karşısında dimdik dikilirken ona diyecektim ki;

“İşte, karşındayım. Belki ismimi yaşatmak, belki kader istediği için belki de dünyanın selameti için… Öyleyse sen söyle! Bizi bizden iyi tanıyan sen, gerçekten bizi yok edebileceğine inanıyor musun? Öyleyse neden duruyorsun iblislerin en kudretlisi?”

Re: Varoluşun Üç Kadım Ayağı (3. Kısım) (Zenahpuryu | Gadiel | Diniel)

Posted: 22 Nov 2023, 22:59
by Zenahpuryu
Diniel'in gelişi, gelecek insanların tamamlanıp tamamlanmadığını düşündürtürken, Gadiel söze girmişti. Gadiel konuşmasına devam ederken gülümseyerek Diniel'e fısıldadım. "Benim şu şarap çanağına uzansana, ben uzanamadım da..." dedikten sonra bütün dişlerimi gösterecek kadar gülümsedim. Her ne kadar boktan bir durumda olsakta, biraz gülümsemenin zararı olmayacağını düşünüyordum. Gadiel'in sözleri sonlandığında, kafamda kurduğum cümleleri ağzımdan dökülen kelimelerle birlikte dökülmeye başladım. Bu süreçte parmaklarımı daha rahat hareket ettirebildiğimi fark ediyordum ancak uzuvlarımı hareket ettirmek için hala büyük bir mücadele vermek zorundaydım. Belki de, fiziksel bir acı çekmek bu süreci kısaltabilirdi. Ruhumda hissettiğim baskıyı çekeceğim bir fiziksel acıyla bastırabilirsem, çok daha rahat hareket edebileceğimi düşünüyordum. Ancak, bunu yapabilmek için tek şansım, dilimi ısırmaktan geçiyor olmalıydı. Bütün gücümle, gözlerimi karartarak dilimi ısırabilirsem, uzuvlarımı hareket ettirmek konusunda rahatlayabilirdim.

Ancak hareket ettirsem ne yaşanacaktı?

Sözlerim bittiğinde, Diniel'e seslendim sadece onun duyabileceği bir şekilde. "Herhangi bir yerini hareket ettirebiliyor musun?" Eğer benden daha hızlı bir şekilde gelişim gösterip, baskıdan kurtulabiliyorsa bu bizim için iyi olabilir. Sorumun ardından söze girdi Lord Vagror. Öncelikle Diniel'e hitaben konuşmaya başladı, insan diyarına da hükmetmek istediğini belirttikten sonra kaderi tayin edecek kişilerin bizler olduğunu söyledi. Sorduğum sorunun cevabı ise, "Kader" miş. Almazath'ın beni öldürmesi, onun arzusuymuş. Ben ve benim gibilerin, kaderin tayin edicileri olup olmadığının ufak bir denemesiymiş. Sonuçlar, arzu ettiğinden farklı değilmiş ve bizi biz yapan yaptıklarımızdan ziyade, yeniden doğuşumuzmuş.

Kader...

Yine, kader kelimesi...

Sanırım, kader değiştirilemiyor...

Ondan kaçılmıyor...

Kaderimizi, kabullenmek...

Zorundayız...

Hükmünü kabul edip etmememizin anlamsız olduğundan bahsederken, kaderlerimizi karanlığa gömecek olan kişi olduğunu söylüyordu. Hafiften kıkırdamaya başlamıştım, Doğmuşlardan Öleni kelimesini duyduğumda kıkırdamalarım yavaştan kahkahalara dönmeye başlıyordu. Hala içimde tuttuğum bu kahkahalar, ismimi yaşatma kısmında yavaş yavaş dışarı çıkmaya başlıyordu. Vagror'un cümleleri bittiğinde, baskınlık artmaya başladığında, kahkahalarımı daha fazla içeride tutamayıp bu dünyayı inletecek şekilde gülmeye başlamıştım. Öfke, acı, çaresizlik, her duygunun birbirine karıştığı çarpık kahkahalarımın ardından kendimi kaybetmişçesine bağırarak konuşmaya başladım.

“Karanlık, ışığın yokluğundan başka bir şey değildir. Karanlığı var eden de yok eden de ışığın bizzat kendisidir. Tıpkı duygular gibi… Mutsuzluk, ancak mutluluğun yokluğuyla oluşur. Umutsuzluk, umudun olmadığı anlamını taşır. Ve intikam… Kötülüğe kötülükle karşılık vermek… Görüyorsun ki iyiliğin olmamasından ibaret…”


Öfkenin kahkahaları...

“Karanlıkta yazgısını bilmeden gözlerini açan sen! Karanlığın içerisinde en kadim yazgıları bulan sen! Doğumu Zenahpuryu olarak müjdelenen sen! Yazgısını ismi olarak taşıyan sen! Karanlıktan da karanlık olmayı dileyen… Ne karanlık revadır yazgına ne hüküm sürer yazgın karanlıkta! Bil ki, karanlığı işlesen de kanına, karanlık düşmez gölgenin altına!”

Çaresizliğin kahkahaları...

“Zenahpuryu… Yazgına verilen bu ismi gururla taşı! Senin yazgına değebilecek siyah bir nokta bile yoktur! Karanlık, senin için asla var olmayacaktır…”

Kahkahalardan nefesim kesildiğinde sustum. İçime gömüldüm birkaç saniye. Kararımı vermiştim, fiziksel bir acıyla ruhumdaki baskınlıktan kurtulacak ve hareket etmeyi başaracaktım. Bunu yapabilmemin tek yoluysa, tüm gücümle dilimi ısırmaktan geçiyordu. Kısa bir süre zihnimi toparladım ve tüm gücümü çenemde biriktirdim.

Şimdi yapmam gereken tek şey, biriktirdiğim tüm gücü çıkardığım dilime aktarmak ve dilimi koparmak! Çekeceğim acının, beni ruhumdaki baskınlıktan kurtaracağından eminim... Fiziksel olan, ruhsal olana üstünlük kuracak...

Madem ki bir ışığım, yazgımı kabulleniyorum...

Arkadaşlarımı karanlıkta bırakmamak için...

Dilimi ısırarak çekeceğim tüm acıyı kabulleniyorum!

Buradan kurtulmak ve arkadaşlarımı kurtarmak için...

Re: Varoluşun Üç Kadım Ayağı (3. Kısım) (Zenahpuryu | Gadiel | Diniel)

Posted: 23 Nov 2023, 23:09
by Diniel
Tüm duygularımı derinlemesine yaşarken tek bir noktaya odaklanmak üzere olan duygularım ağırlığını yavaşça kaybediyor ve dağılıyordu etrafımda yoğunlaşan karanlık dalgalanmanın üzerimdeki tesiriyle beraber. Tüm bu hafiflik yok oluyor olduğumu mu gösteriyordu bilemiyordum ancak bilincimin yerinde olmasıyla beraber herhangi bir otoritem kalmadığı için yapabileceğim tek şeyin kendimi akışa bırakmak olduğunu hissediyordum.

Gözlerimi açtım anda kendimi bambaşka bir sonsuzluğun içinde bulmuştum. Devasa yükseklik ve genişliği bulunan bu yerde yapının şeklini idrak etmeye başladığımda burasının bir taht odası olduğunu anlayabiliyordum. Karşımda perde ile örtülmüş gibi göremediğim bir alan bulunuyordu ancak kötü tarafı, bu karanlığın içerisinde İblis Lordu Vagror olduğunu hissedebiliyordum. Azuldir’in ihanetine uğrayıp Vagror’un hizmetkârları tarafından onun karşısına çıkarılmak istendiğimi bu aşamada kavrayabilmiş olsam da üzerine kafa yormak için vaktim bulunmuyordu çünkü tüm dikkatimi bu karanlık ele geçiriyordu.

Bakışlarım bana tanınmış gibi gelen kısa aralıkta ardıma dönüyor ve ıslak gibi görünen taşları, odanın içerisine herhangi bir giriş çıkış yeri olmadığını görmemle beraber bundan sonraki geleceğimde yaşanacak olanlar için hiç olmadığım kadar dikkatli ve odaklı olmam gerektiğini anlayabiliyordum. Birkaç metre ötemde diz çökmüş ve boyunlarını neredeyse yere kadar eğmiş üç iblis olduğunu görmüştüm. Diz çöktüğü varlığın karşısında gösterdikleri bu hareket saygının çok ötesindeydi. İlahın karşısında duruyorlarmış gibi bir görüntüyü andıran bu iblisler, tapındıkları varlığın isteğiyle nefes alıp verebiliyormuş gibiydi. Öyle ki bunu gerçekleştiriyor olmak bile kabahatmiş gibi duruyordu.

Neler olduğunu bilmiyor olmamla beraber ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum. Ne bu iblislerin hislerine sahiptim ne de etkin olabileceğimi hissediyordum. Dehşet dolu ortamın içerisinde kaybolmuşluk hissiyle beraber bakışlarım da yavaşça yere düşmeye başlarken duvarları inleten tok ses kulaklarıma dolduğunda bakışlarım sesin kaynağını aramak üzere yükseliyordu. Sesin bir yön göstermiyor oluşu bir çözüm sunmuyordu bana. Etrafta gezinse bile bir şey bulamamış olması hissettiğim kaybolmuşluğun içerisine yeni bir bilinmezlik etkiyordu. Ancak bir anda belirdiğini gördüğüm kızıl gözlere çekilmişçesine kilitlenmişken aynı tok ses adımı çağırıyordu.

Kızıllık giderek artarken bana ne olacağı konusunda yakınımdaki iblislerin hareketsiz oluşu, sesin sahibinin isteği olmadan da hiçbir zaman hareket etmeyeceğinin haberini bana veriyor gibi geliyordu. Tamamen yanılmış olsam da güvenliğim için sığınabileceğim tek düşünce bu oluyordu. Elli metre ilerideki kızıllığın sahibinin varlığı iyice ortaya çıkmaya başlarken neredeyse yakınımdaki iblislerden bir farkım kalmayacak seviyede baskıyı üzerimde hissetmeye başlamıştım. Karşımda olan biteni izlemek dışında tepki veremediğim durum içerisinde zihnim de suskunluğunu koruyup esir alınmış bedenimi kurtaramayacağını kabullenip bekliyordu. Bu sırada görüşümde bariz bir titreme olduğunu fark ediyordum. Ancak buna biraz daha dikkat verebildiğimde aslında titreyenin göz bebeklerim ve bedenim olduğunu anlıyordum. Kızıllığın toplandığı yerdeki gözlere odaklanıyordu titreyen bakışlarım çaresizce. Gördüğüm şey ise bir çift gözden öte, bir tür çekim ve baskının kaynağından başka bir şey değil gibiydi. Fiziksel gözlerin çok daha ötesinde bir tür etki merkezi gibiydi. İnsani olarak yapabileceğim hemen her türlü fiziksel davranışı geçiriyor olsam da bedenim onun hükmüyle çoktandır hareket etmeyi bırakmıştı. Yeniden harekete geçebilmem için ise onun hükmüne ihtiyacım var gibi hissediyordum.

Bu, bugüne kadar hissettiğim bütün hislerin üzerine hâkimiyet kuran bir histi. Böylesine bir sıkışmışlık ve çaresizlik içine hiç düşmemiştim. Bu, Eletha veya bir başkasının üzerine kurduğu baskıya karşı direnip direnç kazanmaya başlamamın ötesindeydi. Gözlerin sahibi gitgide ortaya çıkarken tahtında oturmuş Vagror’u net bir şekilde görebiliyordum artık. İblislerin onun hükümdarlığı altında neden tapınırcasına sadık olduğunu anlayabiliyordum artık. Duygularım içerisinde kaybolmuşken, duyduğum tok ses ile kendime gelebilmiştim. Bana hoş geldin demesine karşı en ufak bir sıcaklık oluşmamıştı yüreğimde. Ancak ben sözleri üzerine düşünemeden gözlerindeki parlama artmış ve bulunduğum tüm yer etkisi ile sarsılmaya başlamıştı. Sonrasında mı? Kendimi yalnızca onun karanlığına teslim etmiştim.

Tek bir solukta gözlerim karanlığın içinde açılıyordu. Temel yaşam fonksiyonum olan nefes alıp vermeyi kullanmaya çalışıyordum. Zihnimde sessizliğin dışında hiçlik bulunuyordu. Beden? Bu beden, kime aitti? Hiçliğe dönüyordu bakışlarım. Başka iki insana ait yüzleri görüyordum. Başkasına ait olan bu gözlerin penceresinden bu yüzlere bakıyor olsam da yalnızca insan olduklarını ayırt edebiliyordum. Yabancısı olduğum bu ortamda bir şekilde bulunabiliyor olmama karşı, hiçbir şey hakkında bir hatırımın olmamasıyla içimde bir yabanilik hissi beliriyordu. Ne kendim, ne de içinde bulunduğum bu bilinmezlik içerisinde daha çok kendime odaklanmış gibiydim. Bir şeyleri sorgulamadan, etrafımda olup bitenleri görüyor olmam zihnimde ilk düşüncelerimi oluşturuyor sayılırdı. Bir zemine basıyordum ancak bu karanlık gerçekten de bir zemin miydi? Eğilip ellerimle de test etmeliydim sanırım. Gerçi bu hisseden el benim ellerim miydi?

Havanın giderek ağırlaşmaya başladığını hissetmemle bunun içinde bulunduğum bilinmezlik durumundan mı yoksa gerçekten fiziki bir durum mu olup olmadığını anlayamıyordum. Yine de bu anlamlandıramazlık ve bilmezlik hissi bana yabancı gelmiyordu. Bu his…

Vagror’un gözleri parıltısını ortaya koyduğunda yaşadığım tüm anılar zihnime hücum ediyordu. Bir göz açıp kapama süresi kadar süren bu vakitte belki de Vagror’un huzuruna çıktığım andakine kıyaslanamayacak bir his yerleştiriyordu. Bu yaşanan olay, hafızamı kaybetmenin öncesindeki tüm yaşanmışlıklarımı unutmamın bana ne demek olduğunu öğretmişti. Nasıl bir duygu içerisinde olmam gerektiğini bile bilemez durumdaydım. İlk kez, çaresizdim…

Işığın sahibi tok ses adımı çağırıp onlara katılmamı beklediğini söylemişti. O an, biraz önce benim için bir hiç olan Zen’in varlığını fark etmiştim yeniden. Gadiel ile burada ne işleri olduğunu sormak şu an için bir tür komediden ibaret olur gibi geliyordu hissettiklerimle beraber. Otorite sahibinin konuşmasını dinliyordum. Benim onun hükmünü müjdeleyecek olduğumu söylemişti. Bu nasıl ve neden olacaktı bilmiyordum ancak burada neler döndüğünü anlamamış olsam da daha öncesinde ikisi bunları bildiğini düşündüğüm için en azından bu konuda sorun yaşamayacağımı hissediyordum.

Sözlerinin ardından üzerimde kurduğu baskı hafifçe çekilip üçümüze birden yöneliyordu. Gadiel’in konuşmaya başlamasıyla, Vagror ile konuşulabildiğini anlamıştım. Söyledikleri kadarıyla Vagror’un hükmünün insan boyutuyla bir ilgisi olacağını öğrenmiştim. Gadiel’i ondan daha iyi tanıdığını söylediğinde bunun ne alakasını olduğunu sorgulamıştım. Sonrasında ise Zen konuşmuştu. Nispeten kendi havasından şaşmayan Zen, yine de Vagror’un hükmü altında olduğunu haykırıyor gibiydi. Şahsi bir konusu hakkında soru sormuştu Vagror’a. Dahası Zen, öldüğünü söylemişti. Ardından o da Zenahpuryu’nun kim olduğunu sormuştu Gadiel gibi.

Bunun ardından bir fısıltı duymuştum Zen’den gelen. Ancak buna karşı yapabileceğim tek şey, derin, kederli bakışlarımla ona halimi yansıtmak oluyordu. Keşke o tüm bu yaşananlara rağmen gülümseyerek bir şeyler söylemesine cevap verebilseydim.

Vagror’un ikisine cevap vereceğini düşünüyor olsam da tok sesi bana yönelttiğinde dehşetin kapıları yeniden aralanmış gibi hissediyordum. Ancak kasıtlı olarak üzerimdeki baskıyı hafifletmiş olmalıydı onunla konuşabilmem için. Titreyen göz bebeklerimi durdurmaya çalışıyor olsam bile bunu başarmış sayılmazdım. Sözlerini ruhuma işlermişçesine dinliyordum. İki diyara da hükmetme isteğini söylediğinde başımdan aşağı kaynar sular dökülüyordu adeta. Bana sözlerinin ardından Zen’e cevabını verirken arttırdığı baskıyı derinlere işlerken, buna karşı elimde yapabilecek bir şey yokmuş gibi hissediyordum. Zen’e sözlerinin ardından hepimize birden odaklanıp bizi sıfatlarla adlandırdıktan sonra bu sıfatlar içerisinde ‘Doğmuşlardan bilemeyeni’ olanını kendi üzerime alıyordum üzerime en çok yakışanı olduğu için. Şimdi mi harekete geçeceğimizi yoksa fırtınayı mı bekleyeceğimizi soruyordu baskısını giderek arttırırken.

Bir anda söze giren Gadiel olmuştu. Karanlığın kendisi olduğunu söyledikten sonra, onun karşısında olduğunu ve bunu insan boyutu için yaptığını dile getirmiş, ardından ona meydan okumuştu. Gadiel’in sözlerinden mi, yoksa karşısında durduğum manzaradan dolayı mı bilinmez, bakışlarım giderek çaresizliğe dönerken mutsuzluğumu dışa vuruyor olduğumu gizleyemiyordum bile. Ardından Zen’in kahkahalarını işitiyordum. Bakışlarımdaki tedirginlik, Vagror’a bir an olsun gözlerimi ayırırsam yok olabileceğim den dolayı mıydı yoksa Zen’den mi kaynaklanıyordu bilmiyordum.

İsimler, kader, yaşanan ve yaşanacak olanlarla bağlantılı görünüyordu. Her defasında bunu birileri söyleyip duruyordu zaten. Diniel’in ne olduğunu bilmiyor olsam da, biraz önce tekrar deneyimlediğim olayda olduğu gibi kendim için bir yabancı olmak dışında bir şey değil gibi duruyordu. Bu yabancıyı hatırlamıyor oluşum, neler yaptığımın ve yapabileceğimin farkında olmayışıma da sebebiyet veriyordu hemen her konuda. Yine de bir şekilde, hayata sıfırdan başlamış olsam da ayaklarım üzerinde durmayı başarabileceğimi düşünüyordum Vagror ile karşılaşana kadar. Esir alınmış bedenime karşı kımıldamakta bile başarısız olduğum şu anlarda yapabileceğim tek şey düşünmekti. Vagror ne yapmaya çalışıyordu? Ona karşı çıkacak sözler söylememizi mi istiyordu? Yoksa bizi küçük zararsız yaratıklar olarak görüp sindirdikten sonra kendi emelleri için kullanmayı mı planlıyordu? Vagror kaderimizin var olduğunu ve bu kaderin yok edicisini de kendisi olacağını söylemesi neyden kaynaklanıyordu? Tesadüfi olarak buraya getirilmiş olma ihtimalimiz yoktu. Yani, kaderimiz onun planları yolunda engel çıkarıyor olmalıydı. Bizi buraya getirmişti çünkü kim olduğumuzu biliyordu. Burada bize karşı ezici cümleler kuruyordu, çünkü eğer bunu yapmayıp doğrudan harekete geçmezse başaramayacağına inanıyordu. Bizi acele ettiriyordu. Böylece acele edip hata yapacaktık ve hatamızdan faydalanacaktı. Ben kimim bilmiyordum ancak Vagror’u üzerinde epey düşündürüp plan kurduran biri olduğumu artık biliyordum. Ancak tüm bu düşüncelere sahip olsam da en büyük sorun, hala karşısında ne yapabileceğimi bilmiyor oluşumdu. Titreyen göz bebeklerim durulmuştu ezici baskı ortadan yok olmamış olsa bile.

“Yeşeren çayırlar, büyüyen fidanlar görmüştüm. İçerisinde minik sevimli canlılar, çeşitli çiçekler bulunduruyordu”

Gözlerim yavaşça yumuluyordu tamamen kapanmadan. Dalgınlığa düşüyordu.

“Bazılarının çirkin olduğunu bile düşünmüştüm ancak bu da doğanın bir parçasıydı. Ve bir amaçla seyahat etmek, yeni şeyler görmek, hep zaman ilgimi çekmiş, beni hayat dolu hissettirmişti. Ve hayat dolu vakitler sona erdiğinde… Geriye onlardan yalnızca külleri kaldı…”

Dedikten sonra dalgın bakışlarım bir anda keskinleşiyor ve Vagror’a “Neler olacağını biliyorsun ancak bunun önüne geçmek istiyorsun… Dene bakalım” diyordum.