Page 1 of 1

Kararan Karanlığın Karartıları (2. Kısım) | Gadiel

Posted: 10 Feb 2025, 16:59
by GM - Dimensio
Gözlerini açtığın anda bulduğun aydınlık karşısında, istemsizce ellerini gözlerine siper ediyorsun. Adeta tüm göz damarlarını çatlatmak istercesine beliren aydınlık, çevrendekileri görmeni de engelliyor. Dümdüz lekesiz bir beyazlığın içerisinde, yerde yatan tenin bile beyaza sürüklenmiş gibi kalakalıyorsun öylece. Bu görüye daha önce erişmiş olduğunu hissedebiliyorsun. Tertemiz tenin, düzenli saçların ve düzgün traşlı yüzün… Bedenine baktığında, bembeyaz bir kıyafetle buluyorsun ancak bu kez kendini. Adeta ölüp de mezara konulmuş gibi! Sesin sahibini ararken, bir umut cevap bulabilmek ümidiyle sözlerin ağzından dökülürken, aydınlığın ağzından dökülen her bir kelimeyi daha havada süzülemeden yuttuğunu gözlerinle görebiliyorsun. Ne var ki, ruhundaki dinginlikle kavuştuğun sıcaklık, varlığını anlamlı kılmaya başlıyor. Zihninden geçen düşünceler giderek temizleniyor ve zihnini kaplayan sessizlikle aydınlığı kucaklıyor ruhun…

Adımlarının çoktan senden bağımsız bir şekilde ilerlemeye başladığını görüyorsun. Uçsuz bucaksız beyazlığın sonuna ve en beyazın başına ulaşmak ister gibi… Bir adım kadar yakın ve bir ömür kadar uzak bir noktaya, öylece adımlıyor ayakların. Ve aydınlık giderek bir cam parçası gibi kırılmaya başlarken, her bir kırığın arkasından açan yeşillerle yepyeni bir evrene açıyorsun bedenini… Her bir adımında parçalanmaya başlayan aydınlık, sonundan ince cam tanelerine dönüşüp saçına konan kar tanelerine dönüşürken, gözlerin yemyeşil bir düzlüğe bakıyor… Her bakışınla gözlerin daha da büyüyor… Her bakışınla ruhun gerçek huzura sürükleniyor… Her bakışınla, sahne bir başkasıyla dolmaya başlıyor…

Uçsuz bucaksız yeşile atılmış bir bez parçasının etrafında toplanmış olanların suretleri, bakışlarının onlara dönmesiyle şekillenmeye başlıyor. İlk gördüğün ortadan ikiye ayırmış siyah saçları olan bir adam oluyor… Bez parçasının tam karşısında oturmuş ve gözleri direk seninle kesişiyor… Ancak buna rağmen görmüyor bile seni…


Image

Bakışların hemen yanında oturan beyaz saçlı ve siyah kıyafetli kadına yöneliyor… Çekingen bir oturuşla ortamın yüklediği baskıdan bunalmış gibi gözlerini seninkilerle buluşturuyor. Ağzından tek bir kelime bile dökülmese de, sanki kendisini kurtarman için sana yalvarıyor. Fakat, bir şekilde burada bulunan her bir kişinin, bu çekingen kızın en yakını olduğunu hissedebiliyorsun. Gözleriniz kesişiyor, ancak kız da görmüyor seni…


Image

Ortadaki bez parçasının başına oturmuş ve sağ profilinden gördüğün bir başka kadına takılıyor bu kez gözlerin… Gümüş saçları, yeşilin rüzgarında hoyratça savrulurken, ihtişamıyla büyülenmeden edemiyorsun. Masumiyetin en saf haliyle karşılaşmış gibi ruhun işlemediğin günahları daha bağışlarken, onun da sana dönen bakışlarıyla kötülüklerin silindiğini hissediyorsun. Göz göze geldiğiniz anda kızaran yanakları, çoktan sana merhametini bahşediyor. Ancak, o da görmüyor seni…


Image

Bir hışımla arkası sana dönük olan beyaz saçlı adamın vahşiliği ile kuşandığın anda, az önce hissettiğin tüm iyiniyetlerinin birer birer solmasına şahitlik ediyorsun. Adamın keskin bakışları, sanki ruhuna buradan kaçman için yeterli komutu vermiş olsa bile, gözlerini delip geçen bakışları karşısında ayakların hareketsiz kalıyor. Burada olmandan hiçbir şekilde memnun olmadığını yüzüne yansıtabileceği en iyi şekilde aktaran adam, senden tiksindiğini göstermek istercesine bakıyor gözlerinin içine… Ve fakat, o da görmüyor bile seni…


Image

Kırılmış duygularla bakışlarını bez parçasının diğer başında oturan ve sağ profilden gördüğün sarışın kıza baktığın anda, az önce yaşadığın tüm mağlubiyetin izlerini silip atıyorsun ruhunda. Güneşten emanet aldığı saçlarını rüzgara bırakan kadın, derin mavi gözlerindeki dalgaları sana emanet etmek ister gibi bakışlarını sana çevirdiğinde, ruhun sular altında kalıp boğulduğunu ve aynı zamanda gökte uçan en özgür varlık olduğunu hissediyor. Hiçbir şey söylemeden, tüm varlığını sarı saçlarına bırakmak istiyorsun sadece… Yaydığı sıcaklıkta kavrulmayı, sessizce dizine yatıp bir ömür kalkmamayı… Tebessümüyle çakıştığı anda bakışların, eriyen ruhunu ayakta tutmakta zorlanıyorsun. Ne var ki, o dahi görmüyor seni…


Image

Tüm bunlar olurken, bir asalet ile savrulan rüzgara kaptırıyorsun bakışlarını… Diğerlerinin aksine ayakta duran ve haşmetiyle dağları kıskandıran koca adamla karşılaşıyorsun bir anda. Kısık gözleriyle evrene hükmedercesine sana bakan adam, uzun sakallarıyla koca okyanuslarla baş edebilecek gibi görünüyor. Ne gergin ne de rahat bir yüz ifadesine sahip olsa da, tek bir göz kırpmasıyla toprağı ikiye yaracak ve tek bir göz kırpmasıyla göğü aleve verecek gibi duruyor. Bakışlarını, onunla göz göze gelmemek için kaçırmaya çalışsan bile, artık çoktan onun boyunduruğunda hissediyorsun kendini. Gözlerine, ta en derine bakıyor sakallı adam… Ancak, görmüyor seni…


Image

Her bir gördüğün varlık karşısında, şaşkın bakışlar ve kararsız adımlar içerisinde kaldığın anda, bir yandan kaçıp gitmeyi, diğer yandan ise koşup onlara kim olduğunu haykırmak istiyorsun. Ruhunun dinginliği paramparça olup dizginlenemez bir çalkantıyla bedenini titretmeye başlarken, avuç içlerinin terlemeye başladığını ve kararsızlık deryasında yok olmaya yüz tuttuğunu hissediyorsun. Gitmek, terk etmek kadar zor… Terk etmek, gitmekten daha imkansız… Ve tek bir dokunuş ile her yeşilin ruhunda açışı… Gözlerinin sağ elinde hissettiği sıcaklığa yönelişi… Ve gözlerinin tamamen bir boşlukla buluşmasını... Bakışlarının hızla kalkışı… Ve yanında hiçbir kimsenin olmayışı...


Image

Tüm bu umutsuzluğun ve mutsuzluğun kavurduğu ateşle yandığın esnada, gözlerin mor saçlı kadını yakaladığında, sanki bir şekilde kalbinin attığını, ruhunun yaşam bulduğunu hissediyorsun. Kadının yüzünde belirgin bir ifade bulunmaksızın diğerlerine bakarken, bir şekilde o kadına kendini hiç olmadığı kadar yakın hissediyorsun. Her ne kadar kadın, diğer gördüğün kişilerden pek de farksız bir hava yaymazken, aurasını bir iblisle kıyaslamak bile küfre giriyor zihninde… Etrafına attığı sakin bakışlarının altında yatan tereddüdü görebilsen bile, sanki seni cesaretlendirmek için gönderilmişçesine ufka dalıyor gözleri yer yer, gelişini bekler gibi...

Ve tüm bunlardan daha tuhafı, bir şekilde biliyorsun daha önce burada olduğunu...

Her birini duyduğunu...

Ve o heybetli adamın sözlerini...

Hepsini anımsasan bile bir şekilde...

Onlar için var olmamış bir figür gibi göründüğünü...

Re: Kararan Karanlığın Karartıları (2. Kısım) | Gadiel

Posted: 16 Feb 2025, 23:03
by Gadiel
Gözlerimi açtığım anda, kendimi öylesine kör edici bir beyazlığın kucağında buldum ki, istemsizce ellerimi kapatarak o acımasız ışıktan kaçınmaya çalıştım. O beyazlık öyle saf, öyle haşindi ki; sanki tüm varlıkların, tüm anıların silinip gittiği, yalnızca boşluk ve belirsizlikten ibaret bir alemdi. Yerde yatan ten, adeta beyazlığa teslim olmuş, ölüp mezara konulmuş gibiydi. Kendime baktığımda tertemiz tenim, düzenli saçlarım, düzgün traşlı yüzüm… Tüm bunlar, bembeyaz bir kıyafetin altında, varlığımın artık eskisinden çok uzaklaştığının sessiz bir kanıtıydı. Sözlerim, aydınlığın boğucu sessizliğinde, havada kaybolurken, ruhumun derinliklerinde bir sıcaklık, eski benliğimin izlerini yeniden uyandırmaya başladı. Zihnim yavaş yavaş arınırken, o tarifsiz sessizlikle aydınlığı kucaklar gibi oldum.

Adımlarım, sanki artık benden bağımsız, kendi kaderini çizen varlıklara dönüşmüş gibiydi. Uçsuz bucaksız beyazlığın sonuna, en beyazın ötesine doğru ilerleyen her adım, hem yakın hem de bir ömür kadar uzak bir yere götürüyordu beni. O beyazlık, ince bir cam parçası misali çatlamaya başladı; her çatlak, ardında serpi yayılan yeşilin en taze tonlarını, umut dolu bir evrenin kapılarını aralıyordu. Saçlarıma konan o minik ışık parçacıkları, kar taneleri gibi, gözlerimin önünde yemyeşil bir düzlük oluştururken, ruhum her bakışta gerçek huzurun kollarına bırakılıyordu. Tüm bu manzara, etrafımda beliren yabancı yüzlerin, solgun hayallerin ve unutulmuş hikayelerin sahnesine dönüşüyordu.

Yeşilin enginliğine serilmiş, üzerinde ince bir bez parçasının titreyen dokusunda, varlıkların siluetleri yavaşça belirmeye başladı. İlk karşılaştığım, ortadan ikiye ayrılmış siyah saçlı bir adamdı; bezin tam karşısında oturuyor, gözlerimle kesişen bakışları bana derin bir sessizlik fısıldıyordu. Fakat, o an, sanki ben orada yokmuşum gibi, beni görmediğini fark ettim.

Bir sonraki adımda, hemen yanımda oturan beyaz saçlı, siyah kıyafetli bir kadının çekingen bakışlarıyla karşılaştım. O, bulunduğu ortamın yüklediği bastırılmış umutsuzluğu, sessiz çığlıklarını gözlerimde canlandırırcasına bana bakıyordu; sanki, beni kurtarmam için içten bir yalvarışta bulunuyordu. Fakat, etrafındaki her varlık, onun en yakınıymışçasına onu sarmış, o kadar da benim varlığımı hissedemez olmuştu ki…

Bez parçasının diğer ucunda, sağ profilinden izlediğim gümüş saçlı bir kadın, yeşilin rüzgarında savrulurken, masumiyetin en saf halini yansıtıyordu. Göz göze geldiğimiz anda, yanaklarında beliren hafif kızarıklık, bana merhametin en ince dokunuşunu sunuyordu; o an ruhumda, geçmişin karanlık günahlarının eriyip gittiğini, kötülüklerin silindiğini hissettim. Fakat ne yazık ki, o da beni göremiyordu.

Ardından, arkamda beliren beyaz saçlı bir adam, yüzünde keskin bir hışımla bana dönük duruyordu. Onun delip geçen bakışları, ruhumun en derinlerine kadar işlemiş, varlığımın ne kadar gereksiz olduğunu fısıldıyordu. Sanki, oradan kaçmam için emredilmiş gibiydi adımlarım; ama ne yaparsam yapayım, onun soğuk bakışlarından kaçıp kaçınamayacağımı anlıyordum. Yüzündeki tiksinti, benliğimin artık bir yabancı, var olmamış bir hayalet olduğunu haykırır gibiydi.

Kırık kalbimin hemen karşısında, bez parçasının diğer ucunda oturan sarışın bir kız, güneşten armağan edilmiş saçlarını rüzgara bırakarak bana bakıyordu. Derin mavi gözleri, sanki içimde boğulacak fırtınaları dindirecek kadar huzurluydu; o bakış, ruhumun sular altında kalıp boğulurken aynı anda gökyüzünde özgürce süzülmesini arzulatıyordu. Tüm varlığımı onun sıcaklığına teslim etmek istedim; fakat o da, ne yazık ki, beni görmüyordu.

Tüm bu telaş içinde, rüzgarın asaletle savrulduğu bir anda, koca, haşmetli bir adam karşımda belirdi. Gözleri, sanki evrene hükmetmeye yetkili, derinlerde kaybolan sırları fısıldayan bir güçle doluydu. Uzun sakallarıyla, tek bir göz kırpışıyla toprağı yarabilecek kudrette, bakışları ise bana ulaşmaktan kaçınır, beni varlığımın anlamsızlığına mahkûm ediyordu. O da, benim varlığımı fark edemeyen, beni göremeyenlerden biriydi.

Her bir yüzün, her bir bakışın arasında kaybolduğum o anlarda, kaçmak mı, yoksa haykırarak kimliğimi ilan etmek mi istediğimi bilemez haldeydim. Ruhumun dinginliği, yerini dizginlenemez bir çalkantıya bırakmış, bedenim titremeye başlamıştı. Avuçlarım terlemiş, kararsızlık girdabında yok olmaya yüz tutarken, gitmek ve terk etmek arasındaki farkı anlamak imkânsızlaşmıştı. O an, her bir dokunuşun, her bir sıcaklığın, her boşluğun beni tamamen içine çektiğini fark ettim… Fakat hiçbir dokunuş, hiçbir sıcaklık bana ait değildi.

Tüm umutsuzluk ve mutsuzluk arasında, yanımda bir kıvılcım beliriverdi: Gözlerim, mor saçlı bir kadını yakaladı. Onun yüzünde belirgin bir ifade olmadan, diğerlerine nazire nazire bana bakması, kalbimin yeniden attığını, ruhumun yeniden yaşam bulduğunu hissettirdi. O, diğerlerinin arasında, sanki bana özel bir mesaj fısıldarcasına, ufka dalar, gelişimi bekler gibiydi. Tüm bunların ötesinde, o an bir garip tanıdıklık vardı; sanki, daha önce burada bulunmuş, her bir sesi, her bir sözü duymuşum gibi…

Ve şimdi, tüm bu yabancı yüzler arasında, kim olduğumu, nereden geldiğimi haykırmak isterken; her bir bakış, her bir adım, bana varlığımın aslında ne kadar unutulmuş, ne kadar değersiz olduğunu fısıldıyordu. Tüm bu çalkantı, tüm bu yalnızlık içinde, ben—Gadiel—varlığımın ardında kaybolan, unutulmuş bir figür olarak; sessizliğe gömülmüş, geçmişin yankıları arasında kaybolmuş bir gölgeye dönüşmüştüm.

Belki de, bütün bunlar bir zamanlar var olduğum, kimliğimi iddia ettiğim o anların sadece unutulmuş bir yansımasıydı. Ne kadar çaba sarf etsem de, artık kimse beni göremiyordu; ben, var olmamış bir figür olarak, o asırlık beyazlığın ve yeşilin ortasında, kaybolmaya mahkumdum...

...
...
...

Ama hayır! Ben bu değildim.

Hatırlıyordum. Her birini, sözlerini ve bakışlarını... Çatıldı kaşlarım, hızlandı kalp atışlarım. Buradaki olağan akışa aykırı bir şekilde uzandı elim mor saçlı kadına doğru hızla. Bu sefer ben onun elini tutmak istedim ve sabırsızca diğerlerine doğru adımlamak için saniye saydım.

Bu sefer her şey farklı olacaktı.

Re: Kararan Karanlığın Karartıları (2. Kısım) | Gadiel

Posted: 21 Feb 2025, 13:41
by GM - Dimensio
Bez parçasının etrafına kümelenmiş kişilerin arasında mor saçlı kadına karşı hissettiklerinle, onun elini tutmak için hareketleniyorsun yerinden usulca. Adımların, sanki havaya düşen ağırlıksız damlalardan ibaret gibi sessiz ve tınısız bir hal almışken, karşındaki kişilere yaklaşmanın huzursuzluğu düşüyor gözlerine. Daha öncesinde gördüğün bir sahnenin, sensiz ve duygusuz bir tekrarından ibaret gibi önüne serilmiş gerçekliği sorgulamadan edemiyorsun. Varlığını tüm anlamlı kelamlardan sıyırıp anlamsız bir karanlığa iten bakışların seni teğet geçmesiyle, gerçeklik algının tamamen yok olduğunu hissedebiliyorsun. Kimisinin sesini duyduğunu, kimisinin seni kabullendiğini, kimisinin seni reddettiğini ve en önemlisi de o tek bir tanesinin senin elinden tuttuğunu anımsıyorsun. Ancak bu anımsama, sanki sana ait olmayan bir anıyı küstahça çalıp kendininmişçesine dillendirmenden çok da farklı zuhur etmiyor zihninde. Bu yüzden, sessiz ve tınısız adımlarının bulanıklaşmaya başladığını fark ediyorsun. İleriye atılan adımların geriye, geriye atılan bir adımın ise yüzlerce metreye bedel olduğu adımlar…

Ufka dalmış gözleriyle yüzüne düşen endişeli bir ifadeyle duran mor saçlı kadın, tüm bu anlamsızlığının içinde tutunduğun tek dal gibi oturduğu yerden yavaşça kalkarken, bez parçasının etrafındakilerin bakışlarının da ona döndüğünü görebiliyorsun. Fakat gözlerin, bir şekilde mor saçlı kadının gözlerine kilitlenmiş bir haldeyken, kadının bakışlarının seni delip geçtiğini hissediyorsun. Sanki hiç yokmuşsun, sanki dokunsan hissedemeyecekmişsin gibi… Adımlarındaki anlık duraksama, bu hiçlik duygusuyla tutuşmaya başlarken, ruhunun çekilişiyle sürdürebiliyorsun adımlarını sadece. Ve sadece birkaç metre kalana kadar ilerliyor adımların, bilinmezliğin derinlerine. Ta ki, tek bir sesleniş duyana kadar…

“Dur!”

Mor saçlı kadının ağzından dökülen bu tek söz, sadece adımlarını değil belki tüm dünyayı da durduruyor. Alamara’daki katliam, yanan alevler, atan kalbin… Her biri tek bir sözle durmuş gibi zamansız bir hal alırken, mor saçlı kadın usulca adımlıyor bedenine doğru. Onu takip eden diğer gözler sana döndüğünde, her birinin ayrı bir yüz ifadesi takındığını görebiliyorsun. Öfke, umut, mutsuzluk, umursamazlık… Her biri tarafından görülebilir bir hale geldiğini fark etsen bile, buna kayıtsız kalmak zorunda hissediyorsun kendini. Mor saçlı kadın sadece birkaç adım uzaklıkta kalıp gözlerinin içine bakarken, kadının gözlerindeki mutluluk ile suratındaki mutsuzluğun nasıl harman olduğunu görebiliyorsun. Nihayet kadın soluk almayı hatırlamış gibi ciğerlerine sessiz bir nefes doldurmasının ardından yavaşça ellerine dokunuyor.

“Gerçekten sen misin?”

“Gadiel?”

Re: Kararan Karanlığın Karartıları (2. Kısım) | Gadiel

Posted: 23 Feb 2025, 23:52
by Gadiel
Nefesim, kadının bakışında donakaldı. Sözleri kulaklarıma değdiğinde, bir kor parçası düşmüş gibi yaktı kalbimin izlediği yolu. "Gerçekten sen misin?" sorusu, kulaklarımda yankılanan bir balta gibi böldü sessizliği. Ciğerlerimdeki hava çekilirken, dilim taş kesildi. Ben miyim? Dişlerimin arasına sızan bir kum tanesiydi bu soru. Yutkundum, ama boğazımda kilitlenen daha çok acıydı.

Etrafımızda asılı kalan gözler, bedenimi delmeye çalışıyordu. Birinin kaşları öfkeyle çatılmış, diğerinin dudakları titriyordu. Hepsi, bez parçasının üzerinde dans eden gölgeler gibiydi. Ama mor saçlı kadın... O, hepsinin ötesinde duruyordu. Gözlerindeki o garip harman: Gülümsemeyen dudaklar, ışıldayan irisler. Sanki içimdeki çatlağı görüyor, parmak uçlarıyla dokunup kanatıyordu.

İsmimi yineledi tekrardan, bu kez ismim bir hançer gibi saplandı göğsüme. Benim adım bu muydu? Hafızam, yanmış bir kitabın sayfaları gibi kararmıştı. Alamara'daki alevler miydi hatırladığım, yoksa şimdi söndürdüğüm bir yangın mı? Ellerim titredi. Kadının bakışları arasında kaybolmuş gerçekliğim, bir hiç kadar hafifti. Belki de gerçekten yoktum. Belki de hepsi, bir çöl serabıydı.

"Ben..." Sesi kırdım, kırılan her cam parçası boğazımı çizdi. Gözlerimi kaçırdım. Uzaklarda, bez parçasının üzerine düşen gölge dalgalanıyordu. Kaç kez yaşadım bu sahneyi? diye geçirdim içimden. Belki de hep aynı döngüde, aynı adımları atıyordum: İleri gitmek, geri çekilmek, yokluğa savrulmak.

Gözlerim, onun ensesindeki mor bir bukleye takıldı. Rüzgârda sallanan o saç, bir zamanlar... Bir zamanlar ne? Hafızamda bir çığlık yankılandı. Alevler, kan, bir elin sımsıkı kavrayışı. Sonra... Hiçlik.

Peki ya lütuf? Lütuf, benim gibi bir hiç için miydi? Adımı atmayı denedim, ama ayaklarım yere kök salmıştı. Zihnimdeki karanlık, bir canavar gibi homurdanıyordu. Kimdim ben? Bir katil mi? Bir kurtarıcı mı? Yoksa sadece... bir hayalet mi?

Sadece ellerime baktım. Hâlâ titriyorlardı. Hâlâ yanıyorlardı.

Belki de cevap, yürümekteydi. Yeniden... O mor buklenin peşinden.

"Gadiel'im. Sizler gibi, bir şeylere inanmış herkes gibi... Bir şeyleri bir arada tutmuş her canlı ve cansız gibi."

Re: Kararan Karanlığın Karartıları (2. Kısım) | Gadiel

Posted: 07 Mar 2025, 12:43
by GM - Dimensio
Ağzından çıkan sözler, en sıcak rüzgarları dindirmeye ve hatta patlayan lavları dahi dondurmaya yeten bir soğuklukta dökülürken ağzından, donan tek şey sana dönük bakışlar olmuyor. Sözlerin, adeta zamanı da ansızın ve isteksizce dondurmuş bir şekilde zamansız bir dehlize sürüklerken varlığını, tüm ortamdakileri de yarattığın girdaba katıyorsun. Her bir yüzde barınan kendine özgü ifadelerin giderek dehşete ve korkuya dönüşmesine şahit olurken, varlığının ne derece yersiz olduğunu görebiliyorsun. Karşındaki mor saçlı kadının titreyen bakışları, tüm bu dehşetin yegane sembolü olurken, çoktan kelimelerin tükendiğini ve sonsuzluğun dahi ucunda olduğunu anlayabiliyorsun. Bugüne kadar tüm yaşadıklarını dikkate aldığında, hiçbir şeyin bu sessizlik kadar canını yakmadığını da fark ediyorsun. Onca ihanet, onca mücadele, onca çaba… Hiçbirinin bu denli yıkık hissettirmediğini rahatlıkla anlayabiliyorsun.

Ellerinde hissettiğin donuklukla birlikte, mor saçlı kadının elleri kayıp giderken ellerinin arasından, kaybettiğin tek şeyin canın, mor saçlı kadın veya Nuemsa olmadığını anlayabiliyorsun. Sanki tüm hayallerin, geleceğe dair umutların ve bir inanmışlığın da yarattığın buzulda paramparça olduğuna şahitlik ediyorsun. Sadece birkaç saniyeden ibaret bu zaman dilimi, sonsuzluğun ne şekilde sonlandığını anlatmaya yetiyor sana. Yok olmuş nefeslerinden emanet kalan vücudunun, tüm bu manzara ile ruhuna azap oluşu karşısında, bir kez daha çaresizliğin tanımını yaşıyorsun.

Ne var ki, her şey tam da bu esnada oluveriyor! İçinde bulunduğun gerçeküstülüğün ardından saklanan bir mırıltı, tüm azametiyle yayılmaya başlıyor. Donuk bakışlar artık ardındaki ufka dönerken, üzerine çöken bir sıcaklıkla bedenini hissetmeye başlıyorsun. Bakışların, diğerlerininkileri takip eder gibi ardına döndüğünde ise, ilk gördüğün o deniz mavisi parıldayan gözler oluyor. Onca yaşanmışlığın izlerini taşıyan çizgili yüzde barınan bu parıldayan gözlerde, onca yılın hikayesinin yattığını görebiliyorsun. Çökük omuzları ve bembeyaz saçları, onu yaşlandıranın zaman değil gördükleri olduğunu açıkça belli ediyor. Aldığı her bir nefesi hissediyor ve her attığı adımla yaklaşmasını gözlüyor gibi bakışların bu mavi gözlere kilitlendiğinde, sanki bir şekilde 165 santim boylarındaki yaşlı adamın sözlerini çınlıyor kulağına. Sana sadece birkaç metre kala adımlamayı kestiğinde, bir şekilde yıllar önce kaybettiğin çok eski bir dostu görmüş gibi canlandığını hissediyorsun. Tüm bu hislerinle birlikte, mor saçlı kadının sesini duyuyorsun tınısız, ne hissedebileceğini bilmediğini belli eden bir ses tonuyla.

“Sen- Burada ne işin var?”

Image

… Wuther!”

Re: Kararan Karanlığın Karartıları (2. Kısım) | Gadiel

Posted: 10 Mar 2025, 23:51
by Gadiel
Sözlerim dökülüyordu. Ama sadece ses değildi bunlar—zamansızlığın içine mühürlenmiş birer çatlak gibi dökülüyordü. Soğuk, varlığımı bileyen bir bıçak gibi havaya karışıyordu. En sıcak rüzgârları boğan, lavları dahi taş kesen bir soğukluktu bu. Ama dondurduğum yalnızca rüzgârlar değildi. Zaman da, bakışlar da, bu anın içinde hapsoluyordu adeta.

Gözler bana bakıyordu—ve içlerinde, tıpkı aynaya düşen ilk çatlaktaki gibi, dehşeti görüyordum sadece. Korku, fark edilen ama inkâr edilen bir gerçeğin yankısı gibi yüzlerden yüzlere sıçrıyordu bulaşıcı bir hastalık gibi. Konuştuğumda, yalnızca kelimelerim değil, odamın duvarları gibi sıkışan bu an da yankılanıyordu.

Ama en çok o…

Morun en derin tonlarını içinde saklayan gözleri, sessizliğin içinde yankılanan bir çığlık gibi titriyordu. Tüm dünyanın ağırlığı, omuzlarına çökmüşçesine sendeleyen bu bakışlar, şimdi beni izliyordu. Ben ise zamanın, aniden çöküp içime aktığını hissediyordum. Kelimelerim tükeniyordu, tıpkı güneşin ışığını yitirmesi gibi, tıpkı sonsuzluk denilen şeyin ufkunda bir yarık açılması gibi.

İşte o zaman anlıyordum: Bugüne dek tattığım hiçbir ihanet, kazandığım hiçbir zafer, kaybettiğim hiçbir şey… Bu sessizliğin içimde açtığı yara kadar gerçek olmamıştı.

Ellerim… Hâlâ oradalar mıydı? Yoksa buzun içinde kaybolan eski bir hatıradan mı ibaretlerdi artık? Parmaklarımın arasından süzülen bir yokluk hissi vardı. O gidiyordu. Mor saçlı kadının elleri, bir zamanlar bildiğim ama şimdi artık hatırlayamayacağım bir sıcaklığı taşırken, benden kopup gidiyordu. Ama bu kaybediş yalnızca ona dair değildi.

Daha derinde bir şey çatlıyordu.

Umudun en ince ipliklerinden ördüğüm gelecek, şimdi ayaklarımın altında çırılçıplaktı. Bir zamanlar tutunduğum hayaller, içinde yaşamak için inşa ettiğim rüya şehirleri, varlığımı anlamlı kılan ne varsa—hepsi, titrek bir nefesle birlikte parçalanıyordu.

Ve ben, sonsuzluğun da bir sonu olduğunu öğreniyordum.

Ve tam o anda oluyordu.

Zamanın çatlaklarından süzülen bir mırıltı… Öyle eski, öyle derindi ki, yalnızca kulaklarımda değil, kemiklerimin içinde yankılanıyordu. Önce sıcaklık çöküyordu üzerime, kanımda unuttuğum bir his gibi dolaşıyordu. Sonra, sanki her şey önceden yazılmış gibi, bakışlar ardımdaki ufka kayıyordu. Ve ben de dönüyordum.

Deniz mavisi gözler…

Sanki binlerce kez göz göze gelmişiz gibi bana bakıyordu.

İçten içe o gözlere bakan herkesin, içinde bir zamanın uyandığını hissettiğini biliyordum. Bense, çok daha fazlasını görüyordum sanki. Yılların omuzlarına yüklediği ağırlık, yorgun bir bedende taşınıyordu ama gözler—gözler hâlâ ışıyordu. Bu adamı yaşlandıran şey zaman değil gibiydi, gördükleriydi. Nefesi, taşları aşındıran rüzgâr kadar eski, bakışıysa bir çağın küllerini içinde saklayan bir vadiden farksız hissettiyordu.

Adımları yankılanıyordu sonsuzlukta.

Sanki, çok uzun zaman önce unuttuğum bir ismi, bir anıyı, bir şeyi hatırlıyormuşum gibi içimde bir çatırtı hissediyordum.

Sonra, mor saçlı kadının sesini duyuyordum.

Dudaklarının arasından dökülen kelimeler, ne hissetmesi gerektiğini bilemeyen birinin tınısını taşıyordu.

Gözlerimse, kulaklarımın aksine odağını Wuther'ın üzerinden çekemiyordu. Sanki bunu bir ihanet olarak algılıyordu.

"Seni hatırlıyorum."
bir çift kelime döküldü o an ağzımdan sadece... Sanki bu iki kelimelik cümle, sadece aklımdan geçenler değildi. Binlerce yıllık bir birikintiden sızan ufak bir duygu seli gibiydi. Onu gördüğümde sadece yakın gelecekteki o hatıralarda değil, sanki binlerce yıldır tanıyormuşum gibi hissediyordum.

Re: Kararan Karanlığın Karartıları (2. Kısım) | Gadiel

Posted: 21 Apr 2025, 17:06
by GM - Dimensio
Onların karşısında olmak, olmak istediğim son yerdi bu hayatta… Daha önce sadece iki kez karşılaşmıştık, biri ölmeden önce, diğeri ise görmeden önce… Şimdi ise, bir kez daha buradaydım, hiç olmak istemesem de. Çünkü artık konu ne ölmekti, ne de görmek… Bu ikisi, basit birer arzu kalıyordu sadece. Bu yüzden, olmak istemesem bu yerde, olmak zorundaydım… Haklılardı sordukları soruda, ne işim vardı burada? Pekala biliyorlardı aslında, neden yaşadığımı ve neden gördüğümü bildikleri gibi. Kendi hayatları içerisindeki tuhaf bir tesadüften öteye olmayan varlığıma verdikleri bu tepki, vücut bulan başka bir tuhaf tesadüfe sirayet ediyordu oysa. Sahi ya, burada ne işim vardı? Bir gizden ibaret varlığımı sergilememin ne gibi bir amacı olabilirdi? Her birinin gözlerinden okunan bu şaşkınlığı sindirmek, bir göz açıp kapamak kadar kolaydı. Gözlerim görüyordu, görmemesi gerekenleri… Ancak burada, bu gözlerin bir hükmü de kalmıyordu. İşte burada olmamın yegane sebebi buydu…

Sindirilen bakışlar eşliğinde duyduğum sesin sahibine döndüğümde, sadece başımı onaylamakla yetiniyordum. Beni hatırlaması, gerçeğin ta kendisiydi. Onun bu sözleri, diğerlerinin bakışlarındaki şaşkınlığı daha da arttırmışsa da, dinginliğim onlara verdiğim ders olmuştu, ne haddimeyse. O, Gadiel, beni hatırlıyordu, işitmişti her bir sözümü… Bundan yıllar sonrakileri de bu andan öncekileri de… Bir suya okunan masalı da duymuştu, kenar köşede toplanmış halka anlattığım hakikatleri de…

Onun doğumuna şahitlik eden gözlerim, onun nasıl büyüdüğünü, nasıl serpildiğini ve nasıl yitip gittiğini de görmüştü… Tek bir şartı vardı bu gözlerin, gördüklerini unutmak üzerine. Şu an, o şart, o yemin çatırdıyordu her bir bakışımda… Her bir nefesimle, gözlerime çekilen milleri hissedebiliyordum. Ondan aldığım mirasın, artık yitip gideceğini bilsem bile, kaderin yok olmasına izin veremezdim… Onun beni aradığını biliyordum… Ancak benim sayesinde onu görebileceğini ve ona ulaşabileceğini… Fakat bu yemini çoktan bozmuştum… Onun ismini fısıldamıştım duyması gerekene… Gün dönecekti, gün kararırken gözlerimde… İşte bu yüzden buradayım, son bir kez görebilmek adına…

Tek bir yutkunuşun ardından açılan gözlerim, Gadiel ismiyle bilinenden kayarak diğerlerine kaymaya başlıyordu. Haksız bir mirasçıdan ibaret varlığımın onları tiksindirdiğini bile hissedebiliyordum… Ancak bu yolda tek haksız mirasçı olmadığımı, onlar kadar biliyordum… O’nun soktuğu çomakla kırılan dişlilerin arasından doğmuştu Zenahpuryu ismiyle bilinen… Sonrasında O da silinmeye çalışılmıştı benim gibi kaderden… Şimdi bir kuytuda çürüyordu, muhtemelen… Çünkü Onların yasalarını çiğnemiş ve insanlara müdahale etmişti bir kere… Hayat vermek bir yana, bu müdahalenin bile cezası çoktan belliydi… Fakat bilmiyorlardı ki, O, Onların yok olmasın diye atmıştı kendini çürüyen kaderin kollarına…

Sessizliğim, en büyük çığlıktan tesirli olsa bile, yitip gidecek olan varlığımın son bir ses vermesi gerekiyordu. Bu yüzden, kararan bakışlarıma rağmen gözlerimi çeviriyordum her birinin üzerinde. Aldığım derin nefesin, son nefes olduğunu bilerek ağzımı araladığımda ilk çıkan ses “Hatırlamana sevindim, Gadiel olarak bilinen…” demek oluyordu. Bu, Gadiel olarak bilinene son seslenişimdi, bir elveda…

“Ben de sizlerin karşısında bulunmaktan hoşnut değilim, ey Kadimler! Gözlerinizin içindeki nefreti, bana bakmadığınızda bile görebiliyorum. Lakin, varlığımla sizlerin varlığını lekelediğim bu son anlar… Ey Kadimler! Ne kendim için ne de aranızdaki yitip gidenler için buradayım… Siz ki, Ey Kadimler, her ismin anlamını bilenlersiniz! Siz ki, Ey Kadimler, her yazgının şahitlerisiniz! Siz ki, Ey Kadimler, kaderi ellerinde tutanlarsınız! Ve Siz ki, Ey Kadimler, insanların kaderi konusunda bile kendinize muhalefetsiniz! İşte buradayım! İşte buradasınız! Ve işte burada, Gadiel olarak bilinen! Bir bakışta defedebilirsiniz ve yaşamlarınızı devam ettirirsiniz, hiçbir şey olmamış gibi… Veya, içinizi kemiren kurtları beslemek yerine, güvenebilirsiniz Gadiel olarak bilinene ve diğerlerine… Bu yeşilliğinizin kanlarınızla yıkanacağı günün gelmesini mi arzularsınız, Ey Kadimler, yoksa sizi bu kandan uzak tutacaklara inanmayı mı? İşte burada gözlerim, bir kez daha sizin karşınıza çıkmak için görmemek üzere… Ve işte burada ruhum, bir gelecek için ayaklarınıza serilmek üzere… Seçim de sizin, can da sizin, karar da sizin, kader de sizin, Ey Kadimler!”

Sözlerim sonlandığı anda, gür sakallı Kadim’de takılıyordu gözlerim. Silinip giden bakışlarımı zar zor Gadiel olarak bilinene çevirirken, ruhumun bedenimden çekilişini hissediyordum. Mutluydum, aldığım her bir nefesle… Mutluydum, en azından artık Gadiel olarak bilinen ve diğerlerinin var olduğunu gördüğüme… Artık huzurla karanlığa geçebilirdim…

“Söylesene Visyn… Sana layık olabildim mi?”


Bir anda açtığın gözlerin, sanki eşsiz bir rüyadan uyanmış gibi sarsıyor vücudunu. Bakışların heyecanla kavrulmuş toprağı ve kızıla çalınmış göğü arasa bile, daha önce benzer bir şekilde uyandığın odada olduğunu görüyorsun. Zihninde biriken bir uğultu, boğuk bir sesin sana ulaşmasına engel oluyor. Ansızın kaldırdığın başın yastığına koyduğunda ise, o eşsiz rüyadan geriye kalan tek bir cümle oluyor. Yaşlı, sakallı adamın sözleri…

“Gadiel… Wuther’in sözleri kuşkusuz ki kararımızı güçlendirdi… Bu yüzden, yaşa Gadiel! Bu sana bahşettiğimiz bir hayat değil, gerçekleşmesini arzulamadığımız kaderin bir hediyesi… Bu yüzden, yaşa Gadiel, isminle…

...

Çünkü ismin Gadiel…

...

Çünkü isminin anlamı…

...

Kardeşlik…”

Re: Kararan Karanlığın Karartıları (2. Kısım) | Gadiel

Posted: 29 Apr 2025, 16:27
by GM - Dimensio
Off Topic
Konu sonlanmıştır.

Konu Sonu Ödülleri
  • 150 GP
  • 100 AGP
  • 100 İGP
  • İtibar +2