Kararan Karanlığın Karartıları (2. Kısım) | Gadiel
Posted: 10 Feb 2025, 16:59
Gözlerini açtığın anda bulduğun aydınlık karşısında, istemsizce ellerini gözlerine siper ediyorsun. Adeta tüm göz damarlarını çatlatmak istercesine beliren aydınlık, çevrendekileri görmeni de engelliyor. Dümdüz lekesiz bir beyazlığın içerisinde, yerde yatan tenin bile beyaza sürüklenmiş gibi kalakalıyorsun öylece. Bu görüye daha önce erişmiş olduğunu hissedebiliyorsun. Tertemiz tenin, düzenli saçların ve düzgün traşlı yüzün… Bedenine baktığında, bembeyaz bir kıyafetle buluyorsun ancak bu kez kendini. Adeta ölüp de mezara konulmuş gibi! Sesin sahibini ararken, bir umut cevap bulabilmek ümidiyle sözlerin ağzından dökülürken, aydınlığın ağzından dökülen her bir kelimeyi daha havada süzülemeden yuttuğunu gözlerinle görebiliyorsun. Ne var ki, ruhundaki dinginlikle kavuştuğun sıcaklık, varlığını anlamlı kılmaya başlıyor. Zihninden geçen düşünceler giderek temizleniyor ve zihnini kaplayan sessizlikle aydınlığı kucaklıyor ruhun…
Adımlarının çoktan senden bağımsız bir şekilde ilerlemeye başladığını görüyorsun. Uçsuz bucaksız beyazlığın sonuna ve en beyazın başına ulaşmak ister gibi… Bir adım kadar yakın ve bir ömür kadar uzak bir noktaya, öylece adımlıyor ayakların. Ve aydınlık giderek bir cam parçası gibi kırılmaya başlarken, her bir kırığın arkasından açan yeşillerle yepyeni bir evrene açıyorsun bedenini… Her bir adımında parçalanmaya başlayan aydınlık, sonundan ince cam tanelerine dönüşüp saçına konan kar tanelerine dönüşürken, gözlerin yemyeşil bir düzlüğe bakıyor… Her bakışınla gözlerin daha da büyüyor… Her bakışınla ruhun gerçek huzura sürükleniyor… Her bakışınla, sahne bir başkasıyla dolmaya başlıyor…
Uçsuz bucaksız yeşile atılmış bir bez parçasının etrafında toplanmış olanların suretleri, bakışlarının onlara dönmesiyle şekillenmeye başlıyor. İlk gördüğün ortadan ikiye ayırmış siyah saçları olan bir adam oluyor… Bez parçasının tam karşısında oturmuş ve gözleri direk seninle kesişiyor… Ancak buna rağmen görmüyor bile seni…

Bakışların hemen yanında oturan beyaz saçlı ve siyah kıyafetli kadına yöneliyor… Çekingen bir oturuşla ortamın yüklediği baskıdan bunalmış gibi gözlerini seninkilerle buluşturuyor. Ağzından tek bir kelime bile dökülmese de, sanki kendisini kurtarman için sana yalvarıyor. Fakat, bir şekilde burada bulunan her bir kişinin, bu çekingen kızın en yakını olduğunu hissedebiliyorsun. Gözleriniz kesişiyor, ancak kız da görmüyor seni…

Ortadaki bez parçasının başına oturmuş ve sağ profilinden gördüğün bir başka kadına takılıyor bu kez gözlerin… Gümüş saçları, yeşilin rüzgarında hoyratça savrulurken, ihtişamıyla büyülenmeden edemiyorsun. Masumiyetin en saf haliyle karşılaşmış gibi ruhun işlemediğin günahları daha bağışlarken, onun da sana dönen bakışlarıyla kötülüklerin silindiğini hissediyorsun. Göz göze geldiğiniz anda kızaran yanakları, çoktan sana merhametini bahşediyor. Ancak, o da görmüyor seni…

Bir hışımla arkası sana dönük olan beyaz saçlı adamın vahşiliği ile kuşandığın anda, az önce hissettiğin tüm iyiniyetlerinin birer birer solmasına şahitlik ediyorsun. Adamın keskin bakışları, sanki ruhuna buradan kaçman için yeterli komutu vermiş olsa bile, gözlerini delip geçen bakışları karşısında ayakların hareketsiz kalıyor. Burada olmandan hiçbir şekilde memnun olmadığını yüzüne yansıtabileceği en iyi şekilde aktaran adam, senden tiksindiğini göstermek istercesine bakıyor gözlerinin içine… Ve fakat, o da görmüyor bile seni…

Kırılmış duygularla bakışlarını bez parçasının diğer başında oturan ve sağ profilden gördüğün sarışın kıza baktığın anda, az önce yaşadığın tüm mağlubiyetin izlerini silip atıyorsun ruhunda. Güneşten emanet aldığı saçlarını rüzgara bırakan kadın, derin mavi gözlerindeki dalgaları sana emanet etmek ister gibi bakışlarını sana çevirdiğinde, ruhun sular altında kalıp boğulduğunu ve aynı zamanda gökte uçan en özgür varlık olduğunu hissediyor. Hiçbir şey söylemeden, tüm varlığını sarı saçlarına bırakmak istiyorsun sadece… Yaydığı sıcaklıkta kavrulmayı, sessizce dizine yatıp bir ömür kalkmamayı… Tebessümüyle çakıştığı anda bakışların, eriyen ruhunu ayakta tutmakta zorlanıyorsun. Ne var ki, o dahi görmüyor seni…

Tüm bunlar olurken, bir asalet ile savrulan rüzgara kaptırıyorsun bakışlarını… Diğerlerinin aksine ayakta duran ve haşmetiyle dağları kıskandıran koca adamla karşılaşıyorsun bir anda. Kısık gözleriyle evrene hükmedercesine sana bakan adam, uzun sakallarıyla koca okyanuslarla baş edebilecek gibi görünüyor. Ne gergin ne de rahat bir yüz ifadesine sahip olsa da, tek bir göz kırpmasıyla toprağı ikiye yaracak ve tek bir göz kırpmasıyla göğü aleve verecek gibi duruyor. Bakışlarını, onunla göz göze gelmemek için kaçırmaya çalışsan bile, artık çoktan onun boyunduruğunda hissediyorsun kendini. Gözlerine, ta en derine bakıyor sakallı adam… Ancak, görmüyor seni…

Her bir gördüğün varlık karşısında, şaşkın bakışlar ve kararsız adımlar içerisinde kaldığın anda, bir yandan kaçıp gitmeyi, diğer yandan ise koşup onlara kim olduğunu haykırmak istiyorsun. Ruhunun dinginliği paramparça olup dizginlenemez bir çalkantıyla bedenini titretmeye başlarken, avuç içlerinin terlemeye başladığını ve kararsızlık deryasında yok olmaya yüz tuttuğunu hissediyorsun. Gitmek, terk etmek kadar zor… Terk etmek, gitmekten daha imkansız… Ve tek bir dokunuş ile her yeşilin ruhunda açışı… Gözlerinin sağ elinde hissettiği sıcaklığa yönelişi… Ve gözlerinin tamamen bir boşlukla buluşmasını... Bakışlarının hızla kalkışı… Ve yanında hiçbir kimsenin olmayışı...

Tüm bu umutsuzluğun ve mutsuzluğun kavurduğu ateşle yandığın esnada, gözlerin mor saçlı kadını yakaladığında, sanki bir şekilde kalbinin attığını, ruhunun yaşam bulduğunu hissediyorsun. Kadının yüzünde belirgin bir ifade bulunmaksızın diğerlerine bakarken, bir şekilde o kadına kendini hiç olmadığı kadar yakın hissediyorsun. Her ne kadar kadın, diğer gördüğün kişilerden pek de farksız bir hava yaymazken, aurasını bir iblisle kıyaslamak bile küfre giriyor zihninde… Etrafına attığı sakin bakışlarının altında yatan tereddüdü görebilsen bile, sanki seni cesaretlendirmek için gönderilmişçesine ufka dalıyor gözleri yer yer, gelişini bekler gibi...
Ve tüm bunlardan daha tuhafı, bir şekilde biliyorsun daha önce burada olduğunu...
Her birini duyduğunu...
Ve o heybetli adamın sözlerini...
Hepsini anımsasan bile bir şekilde...
Onlar için var olmamış bir figür gibi göründüğünü...
Adımlarının çoktan senden bağımsız bir şekilde ilerlemeye başladığını görüyorsun. Uçsuz bucaksız beyazlığın sonuna ve en beyazın başına ulaşmak ister gibi… Bir adım kadar yakın ve bir ömür kadar uzak bir noktaya, öylece adımlıyor ayakların. Ve aydınlık giderek bir cam parçası gibi kırılmaya başlarken, her bir kırığın arkasından açan yeşillerle yepyeni bir evrene açıyorsun bedenini… Her bir adımında parçalanmaya başlayan aydınlık, sonundan ince cam tanelerine dönüşüp saçına konan kar tanelerine dönüşürken, gözlerin yemyeşil bir düzlüğe bakıyor… Her bakışınla gözlerin daha da büyüyor… Her bakışınla ruhun gerçek huzura sürükleniyor… Her bakışınla, sahne bir başkasıyla dolmaya başlıyor…
Uçsuz bucaksız yeşile atılmış bir bez parçasının etrafında toplanmış olanların suretleri, bakışlarının onlara dönmesiyle şekillenmeye başlıyor. İlk gördüğün ortadan ikiye ayırmış siyah saçları olan bir adam oluyor… Bez parçasının tam karşısında oturmuş ve gözleri direk seninle kesişiyor… Ancak buna rağmen görmüyor bile seni…

Bakışların hemen yanında oturan beyaz saçlı ve siyah kıyafetli kadına yöneliyor… Çekingen bir oturuşla ortamın yüklediği baskıdan bunalmış gibi gözlerini seninkilerle buluşturuyor. Ağzından tek bir kelime bile dökülmese de, sanki kendisini kurtarman için sana yalvarıyor. Fakat, bir şekilde burada bulunan her bir kişinin, bu çekingen kızın en yakını olduğunu hissedebiliyorsun. Gözleriniz kesişiyor, ancak kız da görmüyor seni…

Ortadaki bez parçasının başına oturmuş ve sağ profilinden gördüğün bir başka kadına takılıyor bu kez gözlerin… Gümüş saçları, yeşilin rüzgarında hoyratça savrulurken, ihtişamıyla büyülenmeden edemiyorsun. Masumiyetin en saf haliyle karşılaşmış gibi ruhun işlemediğin günahları daha bağışlarken, onun da sana dönen bakışlarıyla kötülüklerin silindiğini hissediyorsun. Göz göze geldiğiniz anda kızaran yanakları, çoktan sana merhametini bahşediyor. Ancak, o da görmüyor seni…

Bir hışımla arkası sana dönük olan beyaz saçlı adamın vahşiliği ile kuşandığın anda, az önce hissettiğin tüm iyiniyetlerinin birer birer solmasına şahitlik ediyorsun. Adamın keskin bakışları, sanki ruhuna buradan kaçman için yeterli komutu vermiş olsa bile, gözlerini delip geçen bakışları karşısında ayakların hareketsiz kalıyor. Burada olmandan hiçbir şekilde memnun olmadığını yüzüne yansıtabileceği en iyi şekilde aktaran adam, senden tiksindiğini göstermek istercesine bakıyor gözlerinin içine… Ve fakat, o da görmüyor bile seni…

Kırılmış duygularla bakışlarını bez parçasının diğer başında oturan ve sağ profilden gördüğün sarışın kıza baktığın anda, az önce yaşadığın tüm mağlubiyetin izlerini silip atıyorsun ruhunda. Güneşten emanet aldığı saçlarını rüzgara bırakan kadın, derin mavi gözlerindeki dalgaları sana emanet etmek ister gibi bakışlarını sana çevirdiğinde, ruhun sular altında kalıp boğulduğunu ve aynı zamanda gökte uçan en özgür varlık olduğunu hissediyor. Hiçbir şey söylemeden, tüm varlığını sarı saçlarına bırakmak istiyorsun sadece… Yaydığı sıcaklıkta kavrulmayı, sessizce dizine yatıp bir ömür kalkmamayı… Tebessümüyle çakıştığı anda bakışların, eriyen ruhunu ayakta tutmakta zorlanıyorsun. Ne var ki, o dahi görmüyor seni…

Tüm bunlar olurken, bir asalet ile savrulan rüzgara kaptırıyorsun bakışlarını… Diğerlerinin aksine ayakta duran ve haşmetiyle dağları kıskandıran koca adamla karşılaşıyorsun bir anda. Kısık gözleriyle evrene hükmedercesine sana bakan adam, uzun sakallarıyla koca okyanuslarla baş edebilecek gibi görünüyor. Ne gergin ne de rahat bir yüz ifadesine sahip olsa da, tek bir göz kırpmasıyla toprağı ikiye yaracak ve tek bir göz kırpmasıyla göğü aleve verecek gibi duruyor. Bakışlarını, onunla göz göze gelmemek için kaçırmaya çalışsan bile, artık çoktan onun boyunduruğunda hissediyorsun kendini. Gözlerine, ta en derine bakıyor sakallı adam… Ancak, görmüyor seni…

Her bir gördüğün varlık karşısında, şaşkın bakışlar ve kararsız adımlar içerisinde kaldığın anda, bir yandan kaçıp gitmeyi, diğer yandan ise koşup onlara kim olduğunu haykırmak istiyorsun. Ruhunun dinginliği paramparça olup dizginlenemez bir çalkantıyla bedenini titretmeye başlarken, avuç içlerinin terlemeye başladığını ve kararsızlık deryasında yok olmaya yüz tuttuğunu hissediyorsun. Gitmek, terk etmek kadar zor… Terk etmek, gitmekten daha imkansız… Ve tek bir dokunuş ile her yeşilin ruhunda açışı… Gözlerinin sağ elinde hissettiği sıcaklığa yönelişi… Ve gözlerinin tamamen bir boşlukla buluşmasını... Bakışlarının hızla kalkışı… Ve yanında hiçbir kimsenin olmayışı...

Tüm bu umutsuzluğun ve mutsuzluğun kavurduğu ateşle yandığın esnada, gözlerin mor saçlı kadını yakaladığında, sanki bir şekilde kalbinin attığını, ruhunun yaşam bulduğunu hissediyorsun. Kadının yüzünde belirgin bir ifade bulunmaksızın diğerlerine bakarken, bir şekilde o kadına kendini hiç olmadığı kadar yakın hissediyorsun. Her ne kadar kadın, diğer gördüğün kişilerden pek de farksız bir hava yaymazken, aurasını bir iblisle kıyaslamak bile küfre giriyor zihninde… Etrafına attığı sakin bakışlarının altında yatan tereddüdü görebilsen bile, sanki seni cesaretlendirmek için gönderilmişçesine ufka dalıyor gözleri yer yer, gelişini bekler gibi...
Ve tüm bunlardan daha tuhafı, bir şekilde biliyorsun daha önce burada olduğunu...
Her birini duyduğunu...
Ve o heybetli adamın sözlerini...
Hepsini anımsasan bile bir şekilde...
Onlar için var olmamış bir figür gibi göründüğünü...
