Karanlığın içinde savurduğun cümleler, karanlığın bile ilgisini çekmemiş gibi dağılmaya başlıyor. Ruhuna çöken ızdırabın karanlığa gömülmesi, hala aralı duran gözlerinle gördüğün gerçeği değiştirmiyor. Başından beri, ait olmadığın bir bedende vücut bulmuşçasına yaşadığın hayatın, şimdi ait olmadığın bir karanlığa sürüklenmesi bile acıtmıyor canını. Dalgalanan karanlık, iştahla araladığı ağzıyla senden aldığı bir lokmayla daha da iştahı kabarmış gibi kıpırdanmaya başlıyor. Ne var ki, karanlığın senden aldığı tek şey, her bir nefesinle tükettiğin ruhundan başka bir şey oluyor. Ve ruhun… Çoktan öğütülmeye hazır bir şekilde mutlu mesut kendini teslim ediyor karanlığa.
Bakışlarındaki ağırlık giderek artarken, sözlerine rağmen halen daha aynı soruyu duyman belki de gözlerini hala açık tutabilmenin nedeni oluyor. Sanki birçok kez bu soruyu cevaplamış gibi, kendi cevapların da kulağına ulaşsa bile, her defasında kendine ait değilmiş gibi hissediyorsun sözlerini. Karanlık fısıldıyor, sen mırıldanıyorsun… Karanlık uluyor, sen kükrüyorsun… Karanlık susuyor ve sen yok oluşa sürükleniyorsun. Kırılmaz bir döngünün içindeki tek gerçek olarak gördüğün vücudunun karanlık tarafından sarmalanmasına karşı koymak adına hiçbir şey yapmıyorsun. Zira uzuvların, çoktan ilk uyanışında yaşadığın gerçeği yüzüne vurmak için senden bağımsız bir şekilde hareket etmeye başlıyor. Sağ ayağın ileriye, sol ayağın ise geriye adımlıyor… İnatla bedenini parçalamak ister gibi gerilen bacaklarına karşı, kolların da kendi bildiklerince dalgalanıyor sadece karanlıkta. Ve o tek bir söz bir kez daha yankılanıyor kulaklarında, onlarca kez cevapladığını düşünsen bile…
Gözlerinin ansızın açıldığı cılız bir aydınlığın içerisinde kendini bulduğunda, şaşkın bakışlarla etrafına bakınıyorsun sadece. Ne tanıdık ne de yabancı bir yerde araladığın gözlerin, karanlığın içinde yanan bir gaz lambasının dalgalanan ateşine takılı kalıyor sadece. Kulaklarına dolan tüm seslerin sonlanması, adeta zihninin rahatlamasına neden oluyor. Bir şekilde hala alıp verebildiğin nefeslerin yavaş yavaş bir düzene girmeye başlarken, gözlerin bu kez ahşap tavana takılı kalıyor. Doğrudan karşında olan tavana birkaç saniye boş boş bakmanın ardından, ahşap bir zeminin üzerinde sırt üstü yattığını fark ediyorsun. Birkaç saniye öncesine kadar hükmedemediğin uzuvlarını bu kez kontrol ederek yerden destek alarak doğrulmaya başladığında, ufak bir odanın içinde olduğunu fark ediyorsun. Tam karşında, yerden tavana kadar yükselen ve tüm duvarı kaplayan raflarda dizili yüzlerce kitap seni selamlarken, bakışlarını sağına ve soluna yöneltiyorsun. Aynı manzara bir kez daha seni karşıladığında, bu kez biraz daha doğrularak arkanı görmek için hareketleniyorsun. Bakışlarını arkana doğru çevirdiğinde ise yine tüm duvar kaplayan rafları ve kitapları görüyorsun. Ne var ki, bu rafların tam önünde 180 boylarında, turuncuya çalan sarı saçları bulunan birisini görmenle irkiliyorsun. Hafif öne eğmiş kafasından ve kolunun pozisyonundan, gördüğün kişinin elindeki kitabı okuduğunu düşünüyorsun. Bakışların adamın eline doğru kaydığında ise, adamın elindeki ince bastondan destek alarak ayakta durduğunu görüyorsun. Tam bu anda ise, sanki odanın dört bir yanından gelen sesle irkiliyorsun.
Bir şekilde sırtı sana dönük olan adamın konuştuğunu düşünsen bile, duyduğun sözlerin odanın tümünde yankı bulması sanki tüm duyduklarının gaipten geldiğini fısıldıyor. Bakışlarını bir an olsun ayırmadığın adamın konuştuğuna dair bir emare göstermemesi de bunun sebebi gibi dururken, adamın sert bir şekilde elindeki kitabı kapattığını duyuyorsun. Kolunu yavaşça kaldıran adam, hiç de acelesi olmayan bir şekilde kitabı raftaki yerine koyarken, ahşap zemine usulca vurduğu baston darbeleriyle yüzünü sana döndüğünde, artık onu tamamen görebiliyorsun.
Bakışlarındaki ağırlık giderek artarken, sözlerine rağmen halen daha aynı soruyu duyman belki de gözlerini hala açık tutabilmenin nedeni oluyor. Sanki birçok kez bu soruyu cevaplamış gibi, kendi cevapların da kulağına ulaşsa bile, her defasında kendine ait değilmiş gibi hissediyorsun sözlerini. Karanlık fısıldıyor, sen mırıldanıyorsun… Karanlık uluyor, sen kükrüyorsun… Karanlık susuyor ve sen yok oluşa sürükleniyorsun. Kırılmaz bir döngünün içindeki tek gerçek olarak gördüğün vücudunun karanlık tarafından sarmalanmasına karşı koymak adına hiçbir şey yapmıyorsun. Zira uzuvların, çoktan ilk uyanışında yaşadığın gerçeği yüzüne vurmak için senden bağımsız bir şekilde hareket etmeye başlıyor. Sağ ayağın ileriye, sol ayağın ise geriye adımlıyor… İnatla bedenini parçalamak ister gibi gerilen bacaklarına karşı, kolların da kendi bildiklerince dalgalanıyor sadece karanlıkta. Ve o tek bir söz bir kez daha yankılanıyor kulaklarında, onlarca kez cevapladığını düşünsen bile…
Gözlerinin ansızın açıldığı cılız bir aydınlığın içerisinde kendini bulduğunda, şaşkın bakışlarla etrafına bakınıyorsun sadece. Ne tanıdık ne de yabancı bir yerde araladığın gözlerin, karanlığın içinde yanan bir gaz lambasının dalgalanan ateşine takılı kalıyor sadece. Kulaklarına dolan tüm seslerin sonlanması, adeta zihninin rahatlamasına neden oluyor. Bir şekilde hala alıp verebildiğin nefeslerin yavaş yavaş bir düzene girmeye başlarken, gözlerin bu kez ahşap tavana takılı kalıyor. Doğrudan karşında olan tavana birkaç saniye boş boş bakmanın ardından, ahşap bir zeminin üzerinde sırt üstü yattığını fark ediyorsun. Birkaç saniye öncesine kadar hükmedemediğin uzuvlarını bu kez kontrol ederek yerden destek alarak doğrulmaya başladığında, ufak bir odanın içinde olduğunu fark ediyorsun. Tam karşında, yerden tavana kadar yükselen ve tüm duvarı kaplayan raflarda dizili yüzlerce kitap seni selamlarken, bakışlarını sağına ve soluna yöneltiyorsun. Aynı manzara bir kez daha seni karşıladığında, bu kez biraz daha doğrularak arkanı görmek için hareketleniyorsun. Bakışlarını arkana doğru çevirdiğinde ise yine tüm duvar kaplayan rafları ve kitapları görüyorsun. Ne var ki, bu rafların tam önünde 180 boylarında, turuncuya çalan sarı saçları bulunan birisini görmenle irkiliyorsun. Hafif öne eğmiş kafasından ve kolunun pozisyonundan, gördüğün kişinin elindeki kitabı okuduğunu düşünüyorsun. Bakışların adamın eline doğru kaydığında ise, adamın elindeki ince bastondan destek alarak ayakta durduğunu görüyorsun. Tam bu anda ise, sanki odanın dört bir yanından gelen sesle irkiliyorsun.
“Bu sen misin Diniel?”
…
“Kayıp ruhunun sürüklenmesi burada son mu buluyor?”
…
“Kaderi kabullenmek gerçekten böyle bir şey mi?”
…
“Ve kader, zalimlikten başka bir şey getirmez mi?”
…
…
“Kayıp ruhunun sürüklenmesi burada son mu buluyor?”
…
“Kaderi kabullenmek gerçekten böyle bir şey mi?”
…
“Ve kader, zalimlikten başka bir şey getirmez mi?”
…
Bir şekilde sırtı sana dönük olan adamın konuştuğunu düşünsen bile, duyduğun sözlerin odanın tümünde yankı bulması sanki tüm duyduklarının gaipten geldiğini fısıldıyor. Bakışlarını bir an olsun ayırmadığın adamın konuştuğuna dair bir emare göstermemesi de bunun sebebi gibi dururken, adamın sert bir şekilde elindeki kitabı kapattığını duyuyorsun. Kolunu yavaşça kaldıran adam, hiç de acelesi olmayan bir şekilde kitabı raftaki yerine koyarken, ahşap zemine usulca vurduğu baston darbeleriyle yüzünü sana döndüğünde, artık onu tamamen görebiliyorsun.
“Sence kadere zalim yaftasını yapıştırmak…”

“… bu kadar kolay mı, Diniel?”

“… bu kadar kolay mı, Diniel?”



