“Kimisi bir nefeste…”
Karşında duran ve Mozumar olarak bilinen, nam-ı diğer Başıboş Kral’a karşı konuşmaya başlıyorsun. Cümlelerin ağzından, keskin bir zehirli oktan beter bir şekilde çıkıyor ve savurduğun her bir kelimeyle onlarca ok doğrudan hedefine, Mozumar’a saplanıyor! Ne var ki, karşındaki iblisten duyduğu hiçbir acıyı, öfkeyi veya mutsuzluğu sezemiyorsun. Bunun kendi yetilerinle ilgisi olmayan bir durum olduğunun bilincinde olduğunda, esasen sözlerine karşı Mozumar’ın tepkisiz kaldığını anlıyorsun. Ancak bundan öte, esas odağın zihnin, oradaki karanlık ve Vybukh oluyor. Gözlerinin önünde alevlerle yıkıma teslim olmuş bir şehrin kaderi, yok etmeye hazır bir iblis ordusu ve iblislerin arasında bile kudretiyle nam salmış bir iblis dururken, artık tüm bu görüntülerin silinmeye başladığını fark ediyorsun. Sanki ruhun, bedenini isterik bir terk edişle müjdesini saçmaya başlıyor karanlığına… Ve bu karanlık, onca aleve, yıkıma ve kudrete rağmen giderek daha da seni sarmalamaya başlıyor. Sanki her şeyin bir anda çözüldüğü ve her çözümün bir kara deliğe savrulması gibi… Birkaç nefes alışverişi sonrası ise, artık ne yer ne de gök kalıyor geriyor. Tıpkı ne karanlığın ne de aydınlığın olmadığı gibi… İsminden önce doğan karanlığın varlığını bahşedişinin ardından, bu kez karanlığın anlamlandıramadığın bir kudretle savrulduğunu seziyorsun sadece. Tıpkı arzularının gerçeğe döndüğü o kutlu ana erişircesine… Hükmün evrenin dört bir yanına ulaşmışçasına… Ve tek bir lokmada yutulup sindirilmeye bile ihtiyaç duyulmaz gibi… Yokluk ve varlıktan ari bir suretle…
“Kimisi bir bakışta…”
İçine savrulduğun düzlemde, ne bir isme ne de bir bedene muhtaç hissediyorsun kendini. Bir anda kendini, varlık bulan tüm düzlemlerin, evrenin ve varsa ruhların aleminin bile üstünde hissediyorsun. Karanlık, artık istemsiz bir bakışınla bile yırtılmaya başlarken, oluşan bu yeni manzarayı insan doğanla tasvir etmen mümkün olmuyor. Sanki hem her şey hem de bir hiçbir şeymişsin gibi… Her bir varlığı sezerken, her bir varlığın da kudretine boyun eğişini vahşi bir kahkaha ile izler gibi… Bir an için bile olsa, sahip olduğunun görünün evrilmesi olarak yorumladığın bu durum karşısında, bu ana kadar görüye dair tecrübelerin ile bunun bambaşka olduğunu anlayabiliyorsun. Yaşadığın bu anın hepsinden çok daha tatmin edici ve kudretli olduğunu hissedebiliyorsun. Tüm bunları anlatmaya sadece tek bir kelimenin yeteceğine, ancak o kelimeyi yazacak binlerce sayfaya ihtiyacın olduğunu idrak etmek, zaten parçalanmış realiten içerisinde seni büsbütün sersemletiyor. Tıpkı her şeye sahip, ancak hiçbir şeyin yok gibi…
“Her şeyi bilir sanır, hiçbir şeyi bilmezken…”
Vybukh’a attığın son bakışların, uykusundan önce dinlediği sahipsiz bir masaldan farksız hissettirirken, onun kaynayan vahşetinin ruhuna akışını hissedebiliyorsun. Bu akış, anlamsızlığın en büyük anlam olduğu varlığını şuursuzca kızıla çalmaya başladığında, bedeninin hareket etmeye başladığını fark ediyorsun. Kendine ait olmayan ancak kendi hükmündeymiş gibi hissettiren bedeninin her bir adımını, yeri titreten bir kudretle selamlıyorsun. Her bir adımın, yeni bir yıkım ve yeni bir doğuşu müjdelerken, kudretini tüm bunları bahşeden ve bunların üstünde olan gibi hissediyorsun. Adımlarının altında parçalanmış onlarca cesede, her bir adımının bir bahşediş olduğunu… Ve bir anda, adete tüm parçalanmış bedenlerden yükselen şanlı bir melodi ile müjdeleniyor ruhun. Kızıla boyanan tablonun tek eksik parçası tamamlanmış gibi…
“Ve insan, kurtulduğu insanlığından daha üstün bir mertebeye terfi eder…”
Mozumar ile arandaki mesafe, sahip olduğun kudretle birlikte önemsizlikten başka bir şeyi ifade etmezken, her şeyi görebilen gözlerin sadece zırhında açık bir nokta aramaya başlıyor. Mozumar’ın zırhı, en ufak dokusuna kadar gözlerinin önüne serilirken, neredeyse bu dokular arasında bile en ufak bir boşluk olmadığını görüyorsun. Mozumar’ın etten kemikten değil, zırhtan kemikten bir iblis olduğunu bu sayede rahatlıkla anlayabiliyorsun. Mozumar’ın tüm bu görüntüsünün altında, onun da sadece bir iblis olduğunu anladığın gibi… Bu haliyle keskin dişlerini sapladığın anda, Mozumar’ın zırhından koca bir parça koparabileceğini hissediyorsun. Bir başka sonsuz senaryonda pençelerinle göğsünü parçaladığını ve bir diğerinde ise, kuyruğunu bir kırbaç gibi savururken bedenini ikiye ayırdığını… Tüm bu hisler, anlık olarak duraksamana neden oluyor. Zaman kavramının anlamsız olduğu bu boyut içerisinde, kendi bedenini çoktan bırakıp gitmişken tüm düşüncelerinin Vybukh’a özgü uzuvlarla dolu olması derin bir anlamsızlığa itiyor varlığını. Oysa bu ana kadar her bir yaşananın “Dina” ismine ait olduğu konusunda hiçbir tereddüdün olmuyor. Varlıkla hiçlik arasında sıkışan ruhun, buna rağmen kızıla hükmetmekten geri durmuyor… Ruhun, tüm bu anlamsız girdabın içerisinde nereye savrulacağını görmek adına hep daha uzağına gidiyor. Ne uzansan tutabileceğin ne de baksan görebileceğin, anlamsız ve boş bir uzağa…
“O an geldiğinde, geriye kalan sadece yıkımın kendisidir…”
Varlığın, Vybukh’un varlığı altında sindirilip gitmeye başlarken, bunun makus bir talihten ötesi olup olmadığını sorgulamaya başlıyorsun. Birkaç saniye öncesine kadar her şeye kadir olan varlığının giderek Vybukh tarafından yok edilmesi, tüm kızıllığın bir anda sonsuz bir karanlığa evrilmesine neden oluyor. Neredeyse bir renk cümbüşü gibi düzensiz ve paramparça bir düzlem, tüm bu karmaşanın içerisinde seni dehşetle selamlıyor. Daha önce tatmadığın, hissetmediğin her türden yok oluş varlığının anlamı haline gelmeye başlıyor. Varlığını terk eden ruhunun çırpınışlarının acı feryatları kulağına dolarken, tek dileğin kulaklarının bir an önce sağır olması oluyor. Gözlerin, gözyaşları yerin kan damlatmaya başlarken, kör olmanın ne denli bir lütuf olduğunu hissediyorsun. Naçar bedeninin pompaladığı kanın zifiri karanlığı, artık var olmamanın nasıl bir hediye olduğunu anlamanı sağlıyor. Kudretin acizliğe, varlığın ölüme sürüklenmiş gibi…
“Ve insan, işte o anda gerçek bir Aludir olduğunu anlar.”
…
“Aludir… Bir insandan öte… Bir iblisten kudretli… Tıpkı bir… İmparator gibi.”
…
“Ancak kudretsiz bir İmparator, sadece bir insandan ibarettir. Ne ötesi ne berisi…
...
…
“Aludir… Bir insandan öte… Bir iblisten kudretli… Tıpkı bir… İmparator gibi.”
…
“Ancak kudretsiz bir İmparator, sadece bir insandan ibarettir. Ne ötesi ne berisi…
...
Gözlerini açtığın acı, sanki bir anlığına yaşadığın tüm duyguları zihninden silip atmaya çalışıyor. Bu acı vücudunu öyle kontrol altına alıyor ki, hiçbir uzvun hareket etmiyor. Görüşün içerisinde, Mozumar ile yanındaki iblisler ile Vybukh olduğunu seçebilsen bile, mevcut bulanıklık hali kimin kim olduğunu söylemeni bile zorlaştırıyor. Parmak uçlarındaki titremeler tüm bedenini zangır zangır ele geçirmeye başlarken, ilk çözülen uzvun bacakların oluyor. Bir anda gerginlikten çıkıp boşalan bacaklarına hükmün geçmiyor ve kendini bir anda yerde buluyorsun. Tüm o hissettiklerinden sonra içine düştüğün bu aciz durum, zihninin sana kalan ufak bir kısmındaki öfkeyi beslemeye başlarken görüşün de yavaş yavaş gelmeye başlıyor. İlk önce birkaç adım ötenden duran Mozumar’ı, ardından Mozumar ile aranda duran Vybukh’u görüyorsun. Gözlerin Vybukh’un sırtını görse bile, sanki bir anda birkaç saniye önce yaşadığın her bir hissi, katbekat acı bir tatta hissediyorsun. Görüşün düzelmeye devam ettikeç, Mozumar’ın yanındaki diğer dört iblisi de seçebilmeye başlıyorsun, Vybukh’un sağ ve sol tarafında ikişerli olarak sıralanmış halde. Ve tüm kızıllığı ile seni selamlayan göğün altında, Vybukh’un çenesinin altından girip kafasının üstünden çıkan yoğun bir şekilde kızıla boyanmış iki parlak kılıç ile göğüs kısmının önünden girip sırtından çıkmış yoğun bir şekilde kızıla boyanmış başkaca iki parlak kılıcı görüyorsun! Vybukh’un iki yana düşmüş kolları ve savrulmayı bırakmış kuyruğuna gözün iliştiğinde, Vybukh hala ayakta gibi görünse bile, onu ayakta tutanın bedenini delip geçen koca kılıçlar olduğunu anlayabiliyorsun. Kılıçlar, göğü tiksindiren en melun sesleriyle Vybukh’un bedeninden çıktığında ise, Vybukh Mozumar’ın ayaklarının dibine yığılıyor sadece… Ne bir hırıltı ne de bir öfke hissediyorsun Vybukh’tan gelen… Sessizlik ve yaralarından yere akan yoğun kızıl kan…
Gözlerin Vybukh’un hareketsiz bedeniyle yüzleşmeyi sürdürürken, gerçekliği reddeden zihnin Mozumar’ın sesiyle dolmaya başlıyor. Mozumar “Bir kral olduğumu söyleseler de, sana bir kral olduğumu söylemedim insan… Ben sadece hükmeden bir komutanım. Safsataların İblis Lordu Vagror’un kudretine gölge düşürmez! Ve ben, Mozumar, İblis Lordu Vagror’un 11 Havarisinden biri olarak, onun emri altında olmaktan dolayı gurur duymaktan başka bir şey hissetmem.” diyor. Bu sözlerinden sonra ayaklarının dibindeki Vybukh’un hareketsiz bedenine bir bakış atan Mozumar “Sense, fethedilmeye değmeyen bir çöpten ibaretsin.” diyor. Mozumar’ın bu sözlerinin ardından yanında bulunan dört iblis Vybukh’un yanından ayrılarak sana doğru ilerlemeye başlıyor. Bedenin, hala daha verdiğin komutları yerine getirmekten uzak bir haldeyken, üzerine gelen dört iblisin kılıçlarından akan Vybukh’un kanının, birazdan seninkine karışacak olmasını anlamak ise hiç de güç olmuyor.
Gözlerin Vybukh’un hareketsiz bedeniyle yüzleşmeyi sürdürürken, gerçekliği reddeden zihnin Mozumar’ın sesiyle dolmaya başlıyor. Mozumar “Bir kral olduğumu söyleseler de, sana bir kral olduğumu söylemedim insan… Ben sadece hükmeden bir komutanım. Safsataların İblis Lordu Vagror’un kudretine gölge düşürmez! Ve ben, Mozumar, İblis Lordu Vagror’un 11 Havarisinden biri olarak, onun emri altında olmaktan dolayı gurur duymaktan başka bir şey hissetmem.” diyor. Bu sözlerinden sonra ayaklarının dibindeki Vybukh’un hareketsiz bedenine bir bakış atan Mozumar “Sense, fethedilmeye değmeyen bir çöpten ibaretsin.” diyor. Mozumar’ın bu sözlerinin ardından yanında bulunan dört iblis Vybukh’un yanından ayrılarak sana doğru ilerlemeye başlıyor. Bedenin, hala daha verdiğin komutları yerine getirmekten uzak bir haldeyken, üzerine gelen dört iblisin kılıçlarından akan Vybukh’un kanının, birazdan seninkine karışacak olmasını anlamak ise hiç de güç olmuyor.



