Doğum (Eae | Theo | Inias | Esther | Asuriel | Amriel)
Posted: 26 May 2022, 14:43
“Her işten bir tek nemalananın sen olduğunu görmek, artık beni şaşırtmıyor bile!”
Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Oysa dilinin onlarca kelimeleri art arda sıraladığını duyabiliyorsun. Bu kelimelerin ne olduğu konusunda hiçbir fikrin yoksa da, karşında duran boş suratların bir şeylere ikna etmeye çalıştığını fark ediyorsun. Üzerine dönmüş bakışların durumdan pek memnun olmadıkları her hallerinden belli oluyor, fakat yine de onlara bir şey anlatmaya çalışıyorsun. Ne var ki, karşındaki insanların sen ne yaparsan yap seni anlamayacaklarına emin oluyorsun. Tam bu anda, aslında tüm bu çabanın neden olduğunu da anlıyorsun. Ellerine bulaşan kanın ayaklarının ucunda durmakta olan ölü bir bedene ait olduğunu fark ediyorsun. Ne var ki, bu ayaklarının ucundaki ölü bedenin katilinin kendin olmadığını çok iyi biliyorsun. Fakat, ölü bedenin gözleri adeta dile gelip katil olarak seni addederken, sadece ölü bir bedenden neler elde edebileceğini merak eden biri olduğunu söyleyebilmek senin adına bir hayli güç oluyor.
Bu anda, kafanda karşındakilerin ne dediklerinin ve sana nasıl baktıklarının önemsiz olduğunu hissediyorsun. Onların değer yargıları yerine kendininkileri seçmekte hiçbir sakınca görmüyorsun. Seni sen yapan bu hareketlerinden birileri istedi diye taviz vermenin anlamsız olacağını düşünüyorsun. Ellerindeki kanın esas nedeninin ise, ölü bir bedenden bile nemalanabilecek olmanın verdiği haz olduğunu hissediyorsun. Bir leşten faydalanmak varken, onu çürümeye bırakmanın anlamsız olduğunu düşünüyorsun. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
Bu anda, kafanda karşındakilerin ne dediklerinin ve sana nasıl baktıklarının önemsiz olduğunu hissediyorsun. Onların değer yargıları yerine kendininkileri seçmekte hiçbir sakınca görmüyorsun. Seni sen yapan bu hareketlerinden birileri istedi diye taviz vermenin anlamsız olacağını düşünüyorsun. Ellerindeki kanın esas nedeninin ise, ölü bir bedenden bile nemalanabilecek olmanın verdiği haz olduğunu hissediyorsun. Bir leşten faydalanmak varken, onu çürümeye bırakmanın anlamsız olduğunu düşünüyorsun. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
“Eae!”
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
“Böylesine bir ahmaklığı da ancak senden beklerdim! Başka ne düşünebilirim ki?”
Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Bembeyaz bir hastane odasında, vücudunun neredeyse tamamı bandajlarla sarılmış bir şekilde yattığını fark ediyorsun. Vücudunda pek bir acı hissetmiyor olsan da, ruhunun acı çektiğini anlayabiliyorsun. Bandajların altını bir şekilde görmeyi başaran gözlerin, aslında herhangi bir yaralanmanın olmadığını da sana gösteriyor. Fakat, hastanede olmak ve bir şekilde ruhunun çektiği acıyı dindirmek istiyorsun. Sadece gözlerini açık bırakacak şekilde yapılan bandajlanma sayesinde, etrafındaki birkaç insanı görebiliyorsun. Her birinin yüzünde kocaman bir hayal kırıklığı ve öfkeyi net bir şekilde seçebiliyorsun. Tam sayıyı kestiremesen de, içlerinden birkaç kişinin sana bakmaktan kaçındığını bile fark edebiliyorsun. Oysa, buraya nasıl geldiğinin bile farkında olamıyorsun. Neden böylesine yatırıldığı veya bandajlandığını bilemiyorsun. Ruhunun çektiği acıyı kimsenin idrak edemediğini görüyorsun ve başka bir nedenden dolayı burada bulunduğunu düşünmeye başlıyorsun. Bakışlarınla zihnine girdiğin insanların sana acıyan düşünceleriyle yüzleşmeye başlıyorsun. Hak etmediğin onlarca yüzleşmenin tamamında, ahmak bir davranış sonucu rezil olduğun anları görüyorsun.
Vücudundan kendiliğinde sıyrılmaya başlayan bandajlar, bir anda çıplak vücudunun ortaya çıkmasına neden oluyor. Odanın içerisinde bulunan kadınların çığlıkları tüm hastaneyi inletirken, sana çeşitli ithamlarda bulunan insanların üstün bir çabayla üzerini kapatmaya çalıştıklarını fark ediyorsun. Bir anda, onlara yardımcı olmak ve bu rahatsız durumdan kurtulmak için yatağından doğrulduğun sırada, üzerine çullanmaya çalışan birine kafa atıyorsun! Bir anda alnından kanlar fışkırmaya başlayan adam acıyla yere düşerken, insanlar da ikiye bölüyor ve kimileri acemice senin çıplak vücudunu örtmeye çalışırken kimileri de kafasını patlattığın adama yardımcı olmaya çalışıyor. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
Vücudundan kendiliğinde sıyrılmaya başlayan bandajlar, bir anda çıplak vücudunun ortaya çıkmasına neden oluyor. Odanın içerisinde bulunan kadınların çığlıkları tüm hastaneyi inletirken, sana çeşitli ithamlarda bulunan insanların üstün bir çabayla üzerini kapatmaya çalıştıklarını fark ediyorsun. Bir anda, onlara yardımcı olmak ve bu rahatsız durumdan kurtulmak için yatağından doğrulduğun sırada, üzerine çullanmaya çalışan birine kafa atıyorsun! Bir anda alnından kanlar fışkırmaya başlayan adam acıyla yere düşerken, insanlar da ikiye bölüyor ve kimileri acemice senin çıplak vücudunu örtmeye çalışırken kimileri de kafasını patlattığın adama yardımcı olmaya çalışıyor. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
“Theo!”
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
“Keskinlik mi daha önemlidir yoksa savurmayı bilmek mi? Konu sen olduğunda, var olman yeterli gibi.”
Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Büyük bir coşku ve cümbüşün içinde açılan gözlerin, vücudunun rahatsız bir ortamda bulunduğunu gösteriyor sana. Bakışların, gayet yüksek ve heybetli görünen tavana yaklaşıp uzaklaşıyor durmadan. Vücudunda hissettiğin eller, bazen seni itiyor, bazense kavrıyor. Bir anda kendini bulduğunda, insanların seni onlarca metre havaya fırlatıp tekrar yakaladığını görüyorsun. Tavana her bir yaklaşma, sanki ruhunun daha çok kıvançla dolmasını sağlıyor. Duyduğun haykırışların, çığlıkların ve kahkahaların zorlu bir savaşın ardından ancak galip taraf tarafından sergilenebileceğini anlıyorsun. Bu sayede, biten bir savaşın ardından gelen zaferin kutlandığını anlayabiliyorsun. Seni esas düşündüren şey ise, neden gökyüzüne kavuşturulmaya çalışılan insanın sen olduğu oluyor. Yavaşça seni tutan eller bu kez ayaklarının üstüne basmana olanak verdiğinde, etrafındaki tüm insanların sana gururla ve gıptayla baktığını fark edebiliyorsun. İnsanların gözlerindeki parlama, sanki senin varlığından ileri geliyor gibi görünüyor.
Nereye yönlendirdiğini bilemediğin adımların senin başka yüzlerle karşılaşmana neden olurken, bu kez bakışlarınla adeta diğer insanların bakışlarının ardındaki savaşı görüyorsun. Her bir savaş manzarasında düşmanlarını tek bir hamleyle bertaraf eden bedenini gördüğün anda, tüm bu gururun ve gıptanın nedenini görüyorsun. Gördüğün her bir suret sana onlarca düşmanın katledilişini gösteriyor ve ruhun da bu kudretin keyfini çıkarmaya başlıyor. İnsanların baştan beri sürdürdükleri haykırışın bir anda anlamlanmaya başladığını fark ediyorsun. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
Nereye yönlendirdiğini bilemediğin adımların senin başka yüzlerle karşılaşmana neden olurken, bu kez bakışlarınla adeta diğer insanların bakışlarının ardındaki savaşı görüyorsun. Her bir savaş manzarasında düşmanlarını tek bir hamleyle bertaraf eden bedenini gördüğün anda, tüm bu gururun ve gıptanın nedenini görüyorsun. Gördüğün her bir suret sana onlarca düşmanın katledilişini gösteriyor ve ruhun da bu kudretin keyfini çıkarmaya başlıyor. İnsanların baştan beri sürdürdükleri haykırışın bir anda anlamlanmaya başladığını fark ediyorsun. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
“Inias!”
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
“Her şeyin güzelliği özünde olabilir, ancak özün en saf hali senin içinde!”
Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Gözlerini açtığın anda, ucu sonsuzluğa uzanan bir çiçek bahçesinin içerisinde buluyorsun kendini. Aklının alabildiği tüm renkleri içerisinde barındıran çiçeklerin güzel kokuları ciğerlerini nüfuz ediyor. İstemsizce aldığın derin nefesler, ruhuna dinginlik getiriyor. Neden ve nasıl var olduğunu bilmediğin bu ortamda olmaktan son derece mutlu olduğunu hissedebiliyorsun. Bu yüzden, bu yerin tadını çıkarmak dışındaki diğer tüm düşünceler ve sorular zihnine geldiği gibi silinip gidiyor. Ancak içinden gelen gizem dürtüsü, seni bu yerin var oluşundan ziyade etrafındaki kişilere yöneltiyor. Çiçekleri koparan, onları koklayan, üzerlerinde koşup eğlenen şen insanların saçtığı neşe, yüzünde büyük bir tebessüm yaratıyor. Ne var ki, sayamayacağın kadar çok insanın belirmesiyle başlayan süreçte, bu sonsuz bahçenin çoraklaşmaya başladığını fark ediyorsun. Toprak giderek susuzluktan çatlamaya başlarken, tüm bu çatırdamaları ruhunda hissediyorsun. Bir anda, tüm bu insanların ellerinle yok etmek istiyorsun. Onları öldürmek, senin için çok insancıl bir çözüm gibi görünüyor. Tüm bedenini ele geçiren bu dürtüyle, en yakınında gördüğün insana doğru hızla koşmaya başlıyorsun.
Adımların en yakındaki insana ulaşamadan birden kesiliveriyor. Bastığın çorak toprakların, sen adım atmaya başladığında tekrar çiçeklerle dolmaya başladığını fark ediyorsun. Ardına baktığında, sadece adım attığın yerde biten eşsiz çiçekleri görebiliyorsun. Tüm bu tabiatın var oluşu ve güzelliği attığın adımlarla var oluyor. Benliğin, ortamdaki insanların yarattığı kaosu şenliğe çeviriyor. Tüm bakışların bir anda üzerine çevrildiğini hissediyorsun ve tüm bu habitatın uyum içerisinde seninle konuştuğunu fark ediyorsun. Bu anda ağızlardan ve çiçeklerden dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
Adımların en yakındaki insana ulaşamadan birden kesiliveriyor. Bastığın çorak toprakların, sen adım atmaya başladığında tekrar çiçeklerle dolmaya başladığını fark ediyorsun. Ardına baktığında, sadece adım attığın yerde biten eşsiz çiçekleri görebiliyorsun. Tüm bu tabiatın var oluşu ve güzelliği attığın adımlarla var oluyor. Benliğin, ortamdaki insanların yarattığı kaosu şenliğe çeviriyor. Tüm bakışların bir anda üzerine çevrildiğini hissediyorsun ve tüm bu habitatın uyum içerisinde seninle konuştuğunu fark ediyorsun. Bu anda ağızlardan ve çiçeklerden dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
“Esther!”
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
“Artık kalkmalısın, senin kalkman lazım!”
Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Yitik bir toprağın üzerinde duran bedeninin ne kadar harap olduğunu anlamak bile sana güç geliyor. Tek bir kasını bile oynatacak cesareti kendinde bulamıyorsun. Nerede, ne zamandır ve her şeyden önemlisi neden bu halde olduğunu bile anlayamıyorsun. Mevcut durumuna bir ad vermek bile senin için sonsuz bir işkence gibi geliyor. Bu anda, kollarından seni tutan iki kişi görüyorsun. İkisinin de sıradan insanlar olduğunu biliyorsun, ancak ikisinin de yüzleri bomboş bir tablo gibi duruyor. Bu bomboşluk, gerçek anlamında bir bomboşluk. Ne bir göz ne bir burun ne de insana dair bir uzuv. Ancak onların insan olduğu konusunda hiçbir tereddüdün bulunmuyor. Seni zorla kaldırmaya çalışırlarken, çaresiz bir korkunun, dehşetin içinde var olduklarını anlıyorsun. Bir şeylerin kendilerini yok etmesinden kaçmak isteyen ve o bir şeye senin karşı koymanı arzulayan kişilerin çaresiz çabalarına bakakalıyorsun sadece. Neden seninle uğraştıkları konusunda dahi bir fikrin olmuyor. Etrafına bakınmaya çalıştığında, kollarına girenler gibi yüzlercesi olduğunu görüyorsun. Her birinin sana baktığını ve sende bir şey umduklarını. Oysa kendini, neden var olduğunu bile bilemeyecek kadar yitik durumda hissediyorsun.
Koluna giren iki insanın çaresizliği ile yere yığılıyorsun. Bu kez, az önce gördüğün yüzlercesinden ikisi geliyor yanına ve bir kez daha seni kaldırmaya çalışıyorlar yerden. Ve sonra bir kez daha yığılıyorsun. Ancak yüzlercesi vazgeçmiyor senden ve bir kez daha, bir kez daha ve bir kez daha deniyorlar. Sonu hiç bitmeyecek bir döngü gibi giriyorlar koluna ve her birinin bomboş suratlarından hiçbir ses çıkmıyorken, hepsinin suratlarında senden beklenen umudu okuyabiliyorsun. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
Koluna giren iki insanın çaresizliği ile yere yığılıyorsun. Bu kez, az önce gördüğün yüzlercesinden ikisi geliyor yanına ve bir kez daha seni kaldırmaya çalışıyorlar yerden. Ve sonra bir kez daha yığılıyorsun. Ancak yüzlercesi vazgeçmiyor senden ve bir kez daha, bir kez daha ve bir kez daha deniyorlar. Sonu hiç bitmeyecek bir döngü gibi giriyorlar koluna ve her birinin bomboş suratlarından hiçbir ses çıkmıyorken, hepsinin suratlarında senden beklenen umudu okuyabiliyorsun. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
“Asuriel!”
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
“Hiçbir şey hissetmiyorsun öyle değil mi? Açtığın bu yaralara rağmen ne merhamet ne de başka bir şey?”
Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Karanlık bir zindanın içerisinde, rutubetli ortamın kokusu ciğerlerine dolarken, bir elinde uzun bir kırbaç, diğer elinde ise bir timsah makası olduğunu görüyorsun. Her iki aletten de yere damlayan kanlara baktığında, ayaklarının dibinin adeta kan gölüne döndüğünü görüyorsun. Kanların çıkış noktasını bulmak için bakışlarını yerden kaldırıp, karşındaki duvara döndürdüğünde, bir anda onlarca insanın kazıklara bağlanmış bir şekilde sana baktığını görüyorsun. Her birinin vücudundaki onlarca yara izi ve yüzlerindeki derin ıstırap suratında kocaman bir gülümseme yaratmaya başlıyor. Bakışların, sıradaki kurbanını seçmek için karşındaki kişileri taradığında, bir anda bu seçimi kırbaçla yapmanın daha mantıklı olacağını düşünüyorsun. Elindeki kırbacı acımasızca ve kime geleceğini umursamadan savurmaya başladığında, kulaklarında onlarca yıldır duyduğun sesler yankılanmaya başlıyor. Duyduğun her bir ses, kırbacı savuruşunu ve yüzündeki sırıtışı arttırıyor, ancak bir türlü hedefinin kim olacağına karar veremiyorsun. İçlerinden birini seçmek, yapabileceğin en büyük haksızlık gibi geliyor gözüne. Bu yüzden umarsızca savurmaya devam ediyorsun kırbacını. Kimin öleceğini, kimin vücudunda onarılmayacak yaralar bırakacağını ve kimin ne kadar çok kanayacağını hiç düşünmeden.
Saatler ve belki de günler sürüyor bu kırbaçlama aşkın. Ancak onca geçen zamana karşı, sanki daha ilk kez kırbacını havaya kaldırmışsın gibi hissediyorsun. Vücudunda kalmayan takati bir nefesle yenilemek istiyor ve daha çok acı haykırışı duyarak tatmin etmek istiyorsun arzusu dinmeyen zihnini. Fakat yorgunluk, önce elinden timsah makasını düşürmene neden oluyor. Kan gölünün için kaybolup giden timsah makasını, bu kez kırbacın izliyor. Ellerinden kayıp giden kırbaç, sanki tüm varlığını da beraberinde götürüyor. Zindanın karanlığı içine çöküyor ve kulaklarındaki acı inlemeler siliniyor. Garip ve sürekli tekrarlanan tek bir kelime duyuyorsun. Dikkat kesildiğinde, tüm açtığın yaraların seninle konuşmaya başladığını fark ediyorsun. Her bir yara konuştukça, acısını hissediyorsun. Akıttığın kandan oluşan gölde bu kez benliğin kaybolmaya başlıyor. Bu anda açtığın yaralardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
Saatler ve belki de günler sürüyor bu kırbaçlama aşkın. Ancak onca geçen zamana karşı, sanki daha ilk kez kırbacını havaya kaldırmışsın gibi hissediyorsun. Vücudunda kalmayan takati bir nefesle yenilemek istiyor ve daha çok acı haykırışı duyarak tatmin etmek istiyorsun arzusu dinmeyen zihnini. Fakat yorgunluk, önce elinden timsah makasını düşürmene neden oluyor. Kan gölünün için kaybolup giden timsah makasını, bu kez kırbacın izliyor. Ellerinden kayıp giden kırbaç, sanki tüm varlığını da beraberinde götürüyor. Zindanın karanlığı içine çöküyor ve kulaklarındaki acı inlemeler siliniyor. Garip ve sürekli tekrarlanan tek bir kelime duyuyorsun. Dikkat kesildiğinde, tüm açtığın yaraların seninle konuşmaya başladığını fark ediyorsun. Her bir yara konuştukça, acısını hissediyorsun. Akıttığın kandan oluşan gölde bu kez benliğin kaybolmaya başlıyor. Bu anda açtığın yaralardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.
“Amriel!”
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


