Page 1 of 3

Doğum (Aithen | Xaphan | Yofie | Zenahpuryu | Archon | Diniel)

Posted: 26 May 2022, 14:30
by GM - Dimensio
Image

"Bunu elli defa söyledim, herkesi kendin gibi sanma! Sahip olduklarını başkalarında arama!”

Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Gözlerin bedenini aradığında, senden geriye kalanın sadece bir siluet olduğunu görüyorsun. Gökten yere dönmüş bakışların, vücudunu sana yabancı kılıyor. Ancak bir nebze dikkatli bakabildiğin anlık bir zaman zarfında, asıl bedenini ve etrafındaki kişileri seyrettiğini anlayabiliyorsun. Gördüğün siluetin de kendine ait olduğunu bilsen de, asıl bedenini fark etmenle siluete dair tüm izler siliniyor zihninde. Ancak kendini ve etrafındakileri gökten izlemeyi sürdürüyorsun bir şekilde. Neden ve nasıl olduğu konusunda fikir yürütmeye bile tenezzül etmiyor, bu durumu sorgulamıyorsun. Çevrende toplanmış bir avuç kadar insanın suratlarındaki korku ifadeleri, asıl vücudunda hatrı sayılır bir öfkeyle karşılaşmış gibi duruyor. Kendine ait olan zihni okuyamasan bile, vücut hatların ve keskin bakışların bu korkak çapulcu topluluğundan tiksindiğini gösteriyor sana. Korkakların yüzünde sana yönelik saygı dolu ve adeta bir kurtarıcıya dönmüş olan bakışlara karşılık, iğretiyi hissedebiliyorsun.

Bir anda sahnen kararıyor ve gözlerini bir kez daha açtığında, o keskin bakışların sahibi oluveriyorsun. Az önce gökten izlediğin sahneyi şimdi ilk elden tatma fırsatı yakalıyorsun. Korkaklığa karşı hissettiği mide bulantısı, etrafındaki insanları bir anda bertaraf ettirmek istiyor sana. Tahammül seviyen giderek düşüyor ve korkaklık hissi bir çığlık gibi kulaklarını tırmalayıp seni sağır bırakmaya çalışıyor. Korkaklığın sesi, etrafındaki konuşmaları bastırıyor ve onları duymakta epey zorlanıyorsun. Kendini toparladığında ise, insanların ne dediğini duymaya başlıyorsun. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.

“Aithen!”

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Image

“Artık direnmemeli veya buradan gitmelisin… Kaç asır geçtiğinin farkında mısın?”

Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Vücudunda hissettiğin sonsuz bir güç, sanki sana evrendeki tüm kudreti bahşetmiş gibi geliyor. Damarlarında akanın sadece kan değil, sana kudret sunan başka bir sıvı olduğunu bile düşünmeden edemiyorsun. Bir kapıya yasladığın sırtın, sanki sadece kapıyı değil, kapının ardında ne varsa hepsine siper olmuş gibi duruyor. Yüksek kapı, sanki heybetinle kıyaslanamayacak kadar küçülmüş geliyor gözüne. Tam bu anda bakışların hemen karşında duran yüzlerce insanla buluşuyor. Her birinin yüzünde bezgin ve çekingen bir ifade bulunuyor. Ellerinde tuttukları savaş ekipmanları ve üstlerindeki zırhlarla tam teşekküllü olarak bir savaşa hazır görünüyorlar. Hatta bakışlarını biraz daha netleştirdiğinde, hazırlıklarının sadece savaşa değil bir zafere yönelik olduğunu bile görebiliyorsun. Ancak karşındaki gerçeklik, tüm bu hazırlıkların boşa gitmiş olduğunu gösterir gibi duruyor. Sayamayacağın kadar çok insanın senin düşmanın olduğunu anlayabiliyorsun, fakat karşındaki düşmanlardan hiçbiri sana saldıracak kadar cesur görünmüyor. Onlarca yıllık savaşların onlarca yıllık galiplerinin bir adım dahi atmaktan çekindiklerini hissedebiliyorsun.

Bu esnada gök birden kararıyor hemen tepende. Üzerine çöken kara bir bulut, anlık bir şekilde tüm gökyüzünü ele geçirirken, gökten yüzlerine bakmaya doyamayacağın kadar güzel ve yakışıklı savaşçıların indiğini görüyorsun. Gökten inen her bir savaşının sana saygılı bir şekilde baş selamı verdiğini ve ardından karşında yer alan sayısız düşmana saldırdığını görüyorsun. Sayısız düşman sayısız güzellikte insan tarafından yok ediliyor aralıksız olarak. Ortada tek bir düşman dahi kalmadığında, tüm yerin tek bir sesle inlediğini duyuyorsun. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.

“Xaphan!”

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Image

“Orada öyle durma! Henüz düşman geri çekilmeye başlamadı bile!”

Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Gözlerin, ayak parmak uçlarını görebiliyor bu anlarda. Çamurun, tüm tırnaklarının arasına dahi girerek tüm ayağını çirkin bir kahverengiye boyamış olduğunu görüyorsun. Savrulmuş dağınık saçlarından düşen bir ter damlası, bir anda çamurun daha vahşi görünmesine neden oluyor. Ter damlası, çamurun rengini bulanıklaştırıyor ve artık çamurun kızıla çalmaya başladığını fark ediyorsun. Gözlerini sıkı sıkı birkaç kez açıp kapadığında, akan terin aslında dinmek bilmeyen kan olduğunu idrak edebiliyorsun. Gözlerin bir anda havada asılı durmuş avuç içlerine bakıyor. Gökteki bir Tanrı’ya yalvarırcasına açılmış ellerinin hepten kızıla boyandığını görüyorsun. Kanın avcunda yarattığı yapışık rahatsız his, midenden bir bulantıya neden oluyor. Ellerinden kaçırdığın gözlerinle herhangi başka bir şeyi görmeyi umuyorsun, ancak bir anda, ayağının altında ezilmiş cesetleri ve hemen yanıbaşında birbirlerini acımasızca doğrayan insanları görüyorsun. Sanki her birinin kanı suratına fışkırırken, koşmaya başlıyorsun istemsizce. Her şeyden kaçmak istiyorsun, her şeyden uzaklaşmak… Yerden yatanların her birinin ellerinle can vermiş olduğu gerçeği, koşarken suratına çarpan rüzgarla zihnine giriyor. Onlarca, yüzlerce ve hatta belki binlercesi… Hepsini kendi ellerinle…

Ne kadar koştuğunu bilmiyorsun, bilemiyorsun. Birkaç saat, hafta veya ay… Ancak nereye gidersen git, karşında gördüğün tek şey, dinmek bilmeyen cesetler oluyor. Cesetler tükeniyor, ancak bir tek tükenmeyen benliğin oluyor. Kaçıncı kez koştuğunu ve kaçtığını bilmek bile istememeye başlıyorsun. Birbirini takip eden sahneleri ardında bırakmak ve belki de bir kez daha yeniden doğmak. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.

“Yofie!”

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Image

“Bu lanet yerde işimiz sana kaldıysa, bir bok beklemenin anlamı yok!”

Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Kocaman bir sarayın içinde açılan gözlerin, seni bir anda boşluğa düşürüyor. Etrafındaki pahalı eşyalar ve belki de paha biçilemeyecek mücevherlerin sahibini bulmak için gözlerinle tarıyorsun içeriyi. Ancak rahat bir koltuğa kurulmuş, pahalı ipekten kumaşların içerisindeki kendinin, tüm bu eşyaların sahibi olduğunu anlamak birkaç saniyeni alıyor sadece. İki yanında duran iri insanın, tek bir kelamınla karşındakileri yok edeceğine emin oluyorsun. Ne var ki, onların bu sadakatinde en ufak bir sevgi kırıntısı da hissetmiyorsun. Başını tekrar önüne çevirdiğinde, karşında onlarca memnuniyetsiz surat buluyorsun. Bu memnuniyetsiz suratların her birinin, bulundukları durumdan şikayetçi olduklarını ve senden bir çözüm umduklarına inanıyorsun. Her birinin sorununu dinlemeden, sorunun ne olduğunu anlamaya çalışıyorsun. Ancak birkaç saniye içerisinde, esas sorunun kendin olduğunu görebiliyorsun yüzlerden. Hiç kimse suratına en ufak bir sevgiyle bakmazken, her birinin durumlarından dolayı seni suçladığını anlayabiliyorsun. Oysa onlara hiçbir şey yapmadığına ve hatta onları tanımadığına bile yeminler edebilecek durumda hissediyorsun kendini. Kalbin, tüm bu insanların derdini çözmeye çalışsa da, dilinden en ufak bir kelam çıkmıyor. Bir anda, aslında bunları hiç istemediğini fark ediyorsun. Tüm bu insanların senin nezdinde bir anlamı olmadığını… Her birinin gasp edilen haklarından seni suçladığını görüyorsun suratına yerleştirdiğin sinir bozucu bir tebessümle.

Karşındaki yüzleri tararken, kiminin çekip gittiğini görüyorsun iki yana açılan ve muhtemelen altın olan kapıdan. Ancak kapının her açılışı içeriye başka başka insanların dolmasına neden oluyor. Her bir surattaki aynı memnuniyetsizlik giderek daha da umurunda olmamaya başlıyor. Onların bu memnuniyetsizliği ve yaşadıklarını sonuna kadar hak ettiklerine inanıyorsun. Neticede, ortada söz konusu olan bir hak varsa, bunu ancak senin adalet terazinin tartabileceğini ve bu terazinin ağır ucunun her zaman senin arzuna göre belirleneceğini biliyorsun. Bu anda ağızlardan dökülen tek bir kelime duyuyorsun.

“Archon!”

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Image

“Elbette çürüyüp gidecek şeyler için endişelenmemelisin! Bu doğal bir süreç!”

Duyduğun bu ses ile irkilerek kendine geliyorsun bir anda. Bakışlarını olabildiğince seri bir şekilde etrafına yönelttiğinde, bir mezarlıkta olduğunu görebiliyorsun. Karanlık ve kasvetli bu yerin göbeğinde, ayın karanlık yüzünden daha aydınlık olmasan bile, parladığını düşünüyorsun. Burnuna dolan çürümüş et kokuları, yüzüne yerleşmeye çabalayan tebessüm ile ciddi bir mücadele içine giriyor. Az önce duyduğun sesin sahibini bulabilmek için daha dikkatli bakmaya başlıyorsun etrafına. Ancak etrafında hiçbir yüz göremesen de, mezar taşlarını fark edebiliyorsun. Ne var ki, gördüğün mezar taşlarının hiçbirinde herhangi bir yazı bulunmuyor. Taşların genel yapısına baktığında, uzun yıllardır dikili olduklarını düşünebiliyorsun. Fakat seninle konuşan biri olduğuna emin olduğundan, mezarlıkta adımlamaya başlıyorsun. Bir siluet bile olsa görmek istediğin, onu bulmayı arzuluyorsun. Tam bu anda, hemen ardında duyduğun bir hışırtı tüm dikkatini bu yöne çekiyor. Bir mezarın orta yerinden çıkan çürümüş bir el, sana olabilecekleri anlatmaya başlıyor. İçini yavaşça kaplayan korkuya karşı duran tebessüm ile sanki başına gelecekleri seyre dalıyorsun.

Mezardan çıkan eli takip eden kol ve diğer vücut parçaları, karşında uzun yıllar önce ölmüş bir adamın bedenini görülebilir kılıyor. Bu anda koku giderek daha çok ciğerlerine doluyor ve burnunun işlevini yerine getirmemek için çabaladığını hissediyorsun. Hışırtılar bir anda artmaya başladığında, çevreni saran tüm mezar taşlarından çıkan ölü ve çürümüş bedenleri görüyorsun. Her biri üzerine üzerine ve seni kendilerine katmak için gelmeye başlıyorlar. Etrafında kaçacak veya sığınacak bir yer bulamıyorsun. Sanki, tüm bu yaşananlar seni bu ölü ve çürümüş bedenlere dönüştürmek için var olmuş gibi görünüyor. Bu anda ölü bedenlerden tek bir kelime duyuyorsun.

“Zenahpuryu!”

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Re: Doğum (Aithen | Xaphan | Yofie | Zenahpuryu | Archon)

Posted: 26 May 2022, 14:33
by GM - Dimensio
Image

Tamamen karanlık bir yerde gözlerinizi açtığınız anda, etrafınızdakilerle bir anda göz göze geliyorsunuz. Az önce yaşadıklarınız, hissettikleriniz veya duyduklarınızın ne olup bittiğiyle ilgili en ufak bir fikriniz bulunmuyor. Tıpkı kim olduğunuzu bilemediğiniz gibi… Derin bir çığlık içinizdeki tüm varlığı hiçliğe çevirirken, ruhunuzun çekildiğini ve geriye kalan et ve kemik parçalarının sizi oluşturduğunuzu fark ediyorsunuz. Buna karşın ne bir hareket ne de bir ses çıkaramıyorsunuz ilk anda. Ne gördüğünüz yüzler tanıdık geliyor ne de bu yüzleri gören gözleriniz size ait hissettiriyor. Sahibinin rızası dışında işgal ettiğiniz bir vücutta emaneten bulunuyormuşsunuz gibi geliyor size. Aldığınız nefesin ciğerlerinize dolduğunu, ancak bu ciğerlerin size ait olmadığını ve gözlerinizin gördüğünü, ancak gözlerinizin de size ait olmadığını fark ediyorsunuz. Bir anda tüm vücut parçalarınıza karşı aynı duyguları yaşamaya başlıyorsunuz. Fakat bir şekilde, yaşamaya ve nefes alıp vermeye devam edebildiğiniz anlıyorsunuz. Sizi siz yapan zihninizin varlığını koruduğunu idrak ediyorsunuz, kim olduğunuz sorusuna dahi cevap veremiyor olsa da.

Bakışlarınız birbirinizin üstünde geziniyor. Ne var ki, gördüklerinizden ziyade kendinize anlam vermeye çalışıyorsunuz. Karanlık içerisindeki siyah dalgalanmalar ile birlikte, kısa bir anlığına da olsa bulunduğunuz ortama odaklanmanızı sağlıyor. Gözünüz, siyah dışında ve dalgalanmaların yarattığı siyaha çalan grilikler dışında başka ayırt edici hiçbir şey görmüyor. Bastığınız zemin, adeta boşluktaymışsınız gibi hissettiriyor, ancak aynı anda ayaklarınızı yerden kaldıramayacak kadar güçlü bir çekimin varlığına da karşı koyabileceğinizi düşünmüyorsunuz. Kokudan soyut bu ortamda son olarak fark edebildiğiniz şey, havanın giderek ağırlaştığı ve ciğerlerinize dolmakta zorlandığı oluyor. Elbette bunun iç dünyanızda yaşadığınız boşluk mu olduğunu veya havanın gerçekten mi ağırlaştığını tam olarak anlayamıyorsunuz.

Bir hiç kimse olarak, hiçliğin ortasında, hiçbir şekilde ne yaptığınız bilmeyerek var olmuş oluyorsunuz. Hepsi bu.

Off Topic
İlk konunuzda sizlere başarılar dilerim. Konuda herhangi bir yazım sırası bulunmamaktadır. Konuda uygulanacak pasiflik süresi 96 saattir. Bu aşamada pasiflik kurallarına bir kez daha göz atmanızı tavsiye ederim. Hepinize iyi RP'ler dilerim.

Re: Doğum (Aithen | Xaphan | Yofie | Zenahpuryu | Archon)

Posted: 26 May 2022, 21:44
by Xaphan
Karanlıktan sıyrılan parlak çakıl taşlarının korkusuyla kendini geri attı. Ne olduğunu anlamadan sırt üstü yatar buldu kendini. Oysa emindi sırtını bir şeylere yasladığına. Kanındaki adrenalin tüm algılarını, düşüncelerini takip edebilmesini sağlıyordu. Göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşen her şey bir ömürdü Xaphan için. Bu sayede hissedebilmişti arkasında bir şey olmamasından duyduğu emniyeti. Kaçabilir miydi bilinmez, ama en azından deneyebilirdi.

Boş karanlığa bakan gözleri kafasını kaldırmasıyla tekrar havada asılı duran çakıl taşlarına döndü. Beyaz, parlak çakıl taşları. Hepsinin ortasında ise koyu lekeler. Korkuyordu, kaçmak istiyordu. El ve ayaklarıyla kendini geriye iterek uzaklaştı çakıl taşlarından. Bir yandan da korku naraları koyuveriyordu ağzından. "Aauhhh... Aaauuuhh..." Stresle ciğerlerinden boşalttığı hava kontrolsüzce titretiyordu ses tellerini. Ne yere sürtünen ellerinin ne de vücudunu çevreleyen kumaşın farkındaydı. Kafası ateş gibi sıcaktı. Apış arası ise uzaklaşmaya çalıştıkça ıslanıyor ve ısınıyordu.

Uzaklaşmaya çalışırken fark etti bu çakıl taşlarını havada asılı tutan siluetleri. Ne idüğü belirsiz bu karaltıların ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Hiçbir şey bilmiyordu. Karanlıktaydı ama buraya nasıl gelmişti, ne işi vardı burada, kimdi... Tek bildiği şey ölmek istemediğiydi. Ne olursa olsun hayatta kalması gerektiğini biliyordu. Hayatta kalma düşüncesi ölmüş olabileceğini aklına getirdi. Sürünmeyi bırakıp bir an durdu Xaphan. Boşa bakan gözleri istemsizce siluetlere ve çakıl taşlarına takıldı. Karanlığa bir nebze de olsa alışan gözleri düştüğü yanılgıyı fark etmesini sağladı. Bir grup insan ve kendisi gibi sağa sola bakınan gözleriydi karşındakiler. Ölü mü canlı mı olduğuna dair ise hala bir fikri yoktu. "Ya hala yaşıyorsam..." Yaşıyor olma ihtimali bile ölüm korkusunu tetiklemişti. En derinlerinde yatan ilkel içgüdülerine teslim etti kendini. Sessizce tüm vücudunu yatırdı ve gözlerini kapadı az önce olanların fark edilmediğini dileyerek. Görünmeyen bir şey avlanamazdı, ölüler ikinci kez öldürülemezlerdi.

Göz kapaklarının kapanmasıyla görüntüler hücum etti beynine. Karşısındaki sayısız düşman cesedi, kanında dolaşan kudret ve kara fırtına bulutlarından yağan parlak şimşekler. Sırf bu görüntü bile kendini güçlü hissetmesine yetmişti. Ne var ki korkusu her şeyden daha güçlüydü. Sesini çıkarmadan yatmaya devam etti. Göz kapaklarının ardından oynayan görüntüyü bir kez daha görmeyi dileyerek daha da sıkı yumdu gözlerini.

Re: Doğum (Aithen | Xaphan | Yofie | Zenahpuryu | Archon)

Posted: 28 May 2022, 00:21
by Zenahpuryu
Kulaklarında yankı yapan bir cümle, zihninin tekrardan canlanmasına imkan sağlarken, tüm bedeninde inanılmaz bir korku hissettirmişti. Faltaşı gibi açılmış gözlerimi gezdirmeye başladı mezarlığın karanlığında. Burada, durduğu bu çirkin yerde parlayan tek şeyin kendi olduğunu düşündürtüyordu. Bir gecenin üzerine aniden doğmuş dolunay gibi parladığını hissediyordu. Her ne kadar, gördüklerine rağmen gülümsemeye çalışsa da, buradaki koku, karanlık ve korku, dudaklarının yukarıya kıvrılmasına karşın büyük bir engeldi. Kulaklarına dolan sesin sahibini bulmak için gözlerini etrafta gezdirmeye başlarken, mezar taşlarına dikkat etmeye başladı. Uzun yıllardır burada dikili gibi duran, isimsiz mezar taşlarına bakmaya başladı. O an, kulaklarının duyduğu şeyden emindi, birisi ona seslenmişti, bu sebepten dolayı o an varoluşun anlamını sorgulayamadı. Mezar taşlarının altında yatan ve artık nefes almayan o adamların geçtiği varoluş döngüsünü düşünmekten acizdi. Duyduğu sesin peşinden koşturmak, onun için çok daha büyük bir arzuya dönüşmüş durumdaydı. Her attığı adım, gözler önüne serilmiş mutlak gerçeği inkar ederken, sadece kulaklarında yankılanmış olan o sesi aramak için ileri gidiyordu. Bir hışırtı, tüm dikkatini çekmeyi başarırken, mezarın orta yerinden çıkan bir ele karşı tüm kuvvetini sergilemeye çalışıyordu yüzüne oturmaya çalışan küçük tebessüm. Ne kadar başarılı olabildiği tartışılabilecek bir konuydu, lakin bütün damarlarında gezmeye başlayan korkuya karşı dimdik ayakta durmaya çalışıyordu.

Mezardan çıkan elin diğer uzuvları yavaşça çıkıp çürümüş bir et parçasını oluşturmaya başlarken, kaskatı kesilmiş bir şekilde ayakta durmaya çabalıyordu. Bu et parçasından yayılan koku gitgide daha fazla burnunu katletmeye başlarken, diğer mezarlardan da çıkmaya başlıyordu et parçaları. Vücudu, kontrolü ona bırakmaktansa kendi eline almış gibi davranıyordu bu çürümüş bedenler üzerine yaklaşırken. Geriye doğru atmıştı vücudu her saniye daha fazla titremeye başlayan ayaklarını. Bu bedenler, onu kendilerine katmak için davranıyorcasına üzerine gelirken, gözleri kaçacak bir yer arayışına çoktan girmişti. Ancak o anda, zihnine bir çivi gibi vuran, ancak ne olduğunu tam hatırlayamadığı bir kelime ile kendine geldi. Belki de, kendine gelmedi. O kelimenin tam olarak ne olduğunu hatırlayamıyordu, tek bildiği öncekinden daha karanlık bir yerde gözlerini açtığıydı. Bir rüya mıydı gördükleri, bir anı mıydı, hiçbir şey bilmiyordu. Etrafındaki insanlara göz gezdirirken, kafasını ellerinin arasına alıp tekrardan gözlerini kapadı. Mezardan kurtulmuş olduğuna sevinirken, neden burada olduğuna dair bir anlam veremiyordu. Burasının neresi olduğu hakkında bir fikri yoktu, gerçi, bir fikri olabilecek miydi?

Soluduğu hava hızla ciğerlerine dolmaya başlarken, daha güçlü bir nefes çekiyordu öncekine nazaran. Her seferinde, daha çok hava doldurmak için uğraşıyordu, sanki son nefeslerini alıyormuşçasına. Varoluş döngüsünün tam olarak hangi kısmında yer aldığından emin olamıyordu. Yaşamın neresindeydi? Belki de, ölümün pençesine düşmüştü, yeni bir yaşama ilk adımını atmış, varoluşun başka bir parçasına gözlerini açmıştı. Bu sırada beyni ölüm gerçekliğini idrak ettiğinde zonklamaya başladı. Ya yaşamı sona erdiyse, ki bunu bile hatırlamıyor olması onu daha fazla tedirgin ediyordu. Bir hiçliğin ortasına doğmuş, hiçliğin ortasında yaşamını yitirmiş bir et parçası olduğunu düşünmek durmadan beynine yıldırım çakıyordu. Yanında yığılan adamı, hiç tanımadığı birini gördüğünde istemsiz bir şekilde adımlamaya başladı ona doğru. Adımları hem korkak, hem de isteksiz bir şekilde ilerliyordu, sanki vücudunun kontrolünü yitirmiş gibiydi. Ciğerlerine durmadan hava çekmeye çalışırken, yığılan adamın omzuna doğru elini uzatmaya başladı. Zangır zangır titreyen elleri yere yığılmış bedenin omzuyla buluştuğunda, biraz sıkarak ileri geri oynatmaya başladı. Eli, çaresizce “Kalk” dercesine oynatıyordu adamın omzunu. Nerede olduğunu, niye olduğunu bilmediği bir yerde yalnız kalmak istemiyordu. Belki de, ölüm gerçeğiyle yüzleşmek istemiyordu. Yanında, yaşayan birileri olduğundan emin olmak istiyordu, gördüğü insanlardan birinin bir anda yere yığıldığını görmek, başına büyük ağrı saplanmasına sebep oluyordu. İstemsizce, çaresiz bir şekilde adama seslendi en sonunda elini durduramayarak. “İyi misin?” Kiminle konuştuğunu, niye konuştuğunu bilmiyordu, sözcükler bir anda ağzından çıkmış, sadece bu soruyu sormak aklına gelebilmişti. Etrafına odaklanamamış, bütün odağını yere yığılmış olan bu adama vermişti. Çaresizce cevap vermesini bekliyordu, burada bu adam gibi herkesin yığılabileceğini düşünmek istemiyordu.

Re: Doğum (Aithen | Xaphan | Yofie | Zenahpuryu | Archon)

Posted: 28 May 2022, 11:04
by Archon
"Archon!"

Gözlerini bilinmezliğe açmıştı. Archon! Gözlerini açtığı anda bomboş beynini dolduran ilk şey olmuştu bu kelime. Beyninin içinde bu kelime yankılanırken, boş bakan gözleriyle bakınmaya başlamıştı etrafına. Niye buradaydı? Neler olmuştu? Etrafındaki insanlar kimdi? Hiçbirisinin cevabı yoktu. Sonra soruları biraz daha basite indirgemeyi denemişti. Adı neydi? Kaç yaşındaydı? Beyninde hiçbir sorunun cevabını bulamıyordu. Ufacık da olsa bir sorunun cevabını alabilmek için etrafını taradı tekrardan. Hiçlik. Acaba ölmüş müydü? Vücudu, kalbinin daha da hızlanmasıyla ritmik olarak hareket etmeye başlamıştı. Sanki beynine "BEN DAHA ÖLMEDİM!" dermiş gibi. Bulguları bir süre taradıktan sonra, beyni ölmediğine kanaat getirmişti. Bir sorunun cevabını almış olmanın mutluluğu, içinde bulunduğu durumun umutsuzluğu arasında kaybolup gitmişti. Beyni, bir sorunun cevabını bulunca daha da zorlamaya başlamıştı kendisini. Aklından geçen bin bir türlü soru arasından bir kaç tanesini çekmişti tekrardan. Kendisine ne diyecekti?

Gözlerini açmadan önce gördüğü imgeye anlam vermeye çalışıyordu. Bir rüya mı görmüştü? Geleceği miydi yoksa bu gördükleri. Emin değildi. Belki de geçmişiydi bu gördükleri. Kanıtları bulana kadar bu gördüklerinin geçmişi olduğunu varsayacaktı. Bu halde, ismi de ağızlardan çıkan o tek kelime olmalıydı. Archon. Beyni, biraz önce tattığı mutluluğu tekrar tatmak için elinden geleni yapıyordu. İsmi bu kelime olmayabilirdi. Gördükleri de belki başka birisinin hayatıydı. Yine de, bir mutluluk lazımdı yaşama tutunmak için. O mutluluğu da hayali cevaplardan buluyordu.

Beyni, geri dönmüştü hayali cevaplardan sıkılıp gerçeklere. Etrafındaki insanlara göz gezdirdi tekrardan. Tam o sırada, bağırarak geri geri sürünen bir tanesine dikildi gözleri. Nefes alamıyor gibiydi. O anda kalbinin hızlı atmasının nedenini farketti. Nefes alamıyordu. Nefes almaya çalıştıkça ciğerleri parçalanacak gibi oluyordu. Ağzını açıp bağırmayı düşündü bir an, yerde geri geri sürünen o adam gibi. Lakin bunu yapmasının herhangi bir şeye yararı olacak mıydı? Anca etrafındaki insanların daha da strese girmesine neden olacaktı. Şu an içinde bulundukları durumda isteyeceği son şeydi stres.

Yerdeki adam geri geri sürünürken, başka bir tanesi ayaklanıp adama doğru ilerlemeye başlamıştı. Önce bir eliyle omzundan tutup silkmişti. Devamında adamın sesini duymuştu. İyi misin? Şu an içinde bulundukları durumda hiçkimsenin iyi olacağını düşünmüyordu. Nerede olduklarını bilmiyordu. Ne yapacaklarını bilmiyordu. Peki herkes kendisi gibi miydi? Yoksa hiçbir şeyi hatırlamayan sadece Archon'muydu? Bu sorunun cevabını bulmalıydı. Ama tek başına çözebileceği bir sorun değildi. "Bırak şimdi onu. Kendisine gelir birazdan." Boşuna efor sarf etmeye gerek yoktu. Herkesin beyni aynı şekilde çalışmıyordu ve herkesin içinde bulundukları durumu idrak etmesi için farklı bir süreye, farklı yaklaşımlara ihtiyacı olacaktı. Gözleriyle diğer insanları da süzdü teker teker. Hemen ardından bir soru yöneltti herkese. "Neredeyiz bilen var mı? Ya da bir şeyler hatırlayan? Hiç bir şey hatırlayamıyorum. Sadece gözlerimi açmadan önce gördüğüm bir kaç imge."

Sözlerini sarf ettikten sonra bir dizinden destek alarak ayağa kalktı. Elleriyle önce içinde bulunduğu vücudu yokladı. Herhangi bir yerinde acı yoktu, lakin hissediyordu. Ölmüş olamazlardı. Yani tahminen. Peki şimdi ne yapacaklardı? Bir şeylerin kendiliğinden gelişmesini mi bekleyeceklerdi? En mantıklı çözüm bu gibi duruyordu şimdilik. Bir şeylerin gelişmesini bekleyip, duruma göre hızlı, anlık kararlar verebilirlerdi. Ama öncesinde, herkesin neler düşündüğünü, neler hissettiğini çözmeliydi. Bunun için de etrafındakilerin soruya cevap vermesini bekleyecekti.

Re: Doğum (Aithen | Xaphan | Yofie | Zenahpuryu | Archon)

Posted: 28 May 2022, 15:35
by Yofie
Başına yıldırım düşmüş gibi titreyerek kendisine geldi. Birisi ona seslenmişti. Dalıp gitmiş olmalıydı. Nerede olduğunu ve ne yapıyor olduğunu hatırlamasa da bir şeyler yapıyor olması gerektiğine dair bir hisse kapılmıştı. Ayakları çamur içindeydi. Saçlarından şıpır şıpır damlayan ter damlalarıyla birlikte çamur daha da sıvılaşıyor ve balçık halini alıyordu. Bundan kurtulması gerektiğini düşündü. Midesi bulanmıştı. Kendini yıkamak ve temizlenmek istedi. Etrafta böyle pis dolaşmak ona hiç yakışmıyordu. Sanki çamurlar ayak parmaklarının tırnaklarından içine giriyor ve ruhunu da kirletiyorlardı. Öyle ki çamur gittikçe kızıllaşıyor gibi görünmeye başlamıştı ona. Gözlerini sımsıkı yumup yeniden açtı. Daha da kızıl olmuştu. Pis elleriyle gözlerini ovuşturup yeniden açtı. Görüntü değişmemişti. Çünkü bu bir çamur değildi. Saçlarından kan damlaları dökülüyordu. Nabzının yükselmeye başladığını hissetti. Kimin kanıydı? Havada iki yana açılmış avuç içlerine baktı. Ne zaman tanrıya yalvarmaya başladığını hatırlamıyordu bile. Hatta tanrıya mı yalvarıyordu ondan da emin değildi. Bildiği tek şey ellerinin kan kırmızısına bulanmış olmasıydı. Kan kokusu ciğerlerini doldururken midesinin öğürme refleksi ile kasıldığını hissetti. Bundan nefret etmişti. Gitmek istiyordu. Bu gerçek değildi. Hiçbir şey gerçek değildi. Bakışlarını dehşetle yeniden zemine çevirdiğinde ayaklarının altındaki cansız bedenleri ve etrafında birbirlerini öldüren insanları fark etti. Bir savaşın ortasındaydı. Buraya nasıl gelmişti? Bu bir rüya olmalıydı. Gitmek istiyordu. Gitmek istiyordu. Eve gitmek istiyordu. Evi neresiydi? Bir evi var mıydı? Koşmaya başladı. Nereye koştuğunu dahi bilmiyordu, sadece koşuyordu. Tüm bu insanları o öldürmüştü. Tüm bu canlara kıymıştı. Yaşama haklarını ellerinden almıştı. Dolu dolu geçecek ömürlerine bir son vermişti. Bu doğru olamazdı. O asla öyle bir şey yapmazdı. Masum bir cana asla kıymazdı. Sonuçta o... Kimdi?

Sonsuzluk boyunca koştu. Sadece koştu. Hiçbir şey düşünmemeye çalışarak koştu. Nefesi kesilmiyordu, yorulmuyordu, sadece koşuyordu. Cesetler gittiği her yerde üzerine üzerine geliyordu. Sanki ölü bedenlerden oluşan bir okyanusun ortasındaydı ve yüzerek karaya ulaşmaya çalışıyordu. Cesetlerin asla sonu gelmiyordu. Çığlık atmak ve haykırmak istedi. Artık koşmak istemiyordu. Bilinmezliğin ortasında bu kadar çaresiz hissetmek istemiyordu. Bedeninden nasıl sesler çıktığının bile ayırdında değildi. Duyduğu tek bir kelime vardı. Yofie. Yofie?

Hiçliğin ortasında bir yerde gözlerini açtı. Etrafında tanımadığı dört adam daha vardı. Biraz evvel ne yaşamıştı? İstemsizce avuç içlerini ve ayaklarını kontrol etti. Temizdiler. Kan yoktu. Bulundukları ortamda kan kokusu da yoktu. Karanlıkta seçebildiği kadarıyla yaralı veya ölü de yoktu. Kendini sakinleştirmeye çalıştı. Neredeydi? Bu insanlar kimdi? Bundan da önemlisi, kendisi kimdi? Tırnaklarını, bacaklarını, kollarını ve omuzlarını inceledi. Bu onun bedeni miydi? Hiçbir şey ona tanıdık gelmiyordu. Aklını mı yitiriyordu? Panikledi. Bu onun bedeni değil gibiydi. Başkasının bedenini çalmıştı. Böyle bir şey nasıl olabilirdi ki? Bir başkasının bedenini çaldıysa kendi bedeninin neye benzediğini hatırlaması gerekirdi üstelik. Hatırlamıyordu. Hiçbir şey bilmiyordu. Hiçbir şeyden haberi yoktu. Kollarını kendine sararak yavaşça yere çöktü. Korkmuştu. Etrafında birtakım sesler ve inlemeler işitiyordu. İnsanların konuştuğunu hissediyordu ancak kulak veremeyecek kadar şaşkınlık içerisindeydi. Başını ellerinin arasına alarak sakinleşmeye ve zihnini berraklaştırmaya çalıştı. Ne yaparsa yapsın hiçbir şey ona tanıdık gelmiyordu. Nefes almakta zorlanmaya başlamıştı.

Odadaki adamlardan birinin sesini duydu. Bir şey hatırlayan var mı diye soruyordu. Bir anda başını kaldırarak etrafındakilerin yüzlerini inceledi. Hepsi en az onun kadar korkmuş ve şaşkınlık içerisindeydiler. Yalnız değildi. Yalnız değildi! Yalnız olmadığını fark etmek yüreğini bir nebze olsun ferahlattı. Kendini zorlayarak çöktüğü yerde yeniden ayağa kalktı. Önce kızıl saçlı olduğunu düşündüğü adama sonra da herkese yönelerek cevap verdi. "Bilmiyorum, hiçbir şey hatırlamıyorum." dedikten sonra aklına hiç sormak veya düşünmek istemediği o soru geldi. "Öldük mü?" Öldüyse neden hiçbir şey hatırlamıyordu? Tanrının cezası mıydı bu? Belki de çok kötü bir insandı ve hak ettiğini buluyordu. Buna inanmak istemese de düşüncesi dahi kalbinin acıyla sıkışmasına sebep oldu. Böyle olsun istememişti.

Re: Doğum (Aithen | Xaphan | Yofie | Zenahpuryu | Archon)

Posted: 30 May 2022, 01:08
by Aithen
"Sanmıyorum z-"

Kurmaya başladığı cümleyi unutarak uyandı Aithen. Gözlerinin önündeki silueti kendisiyle ilişkilendirdi ama sebebini bir türlü anlayamadı. Etrafını inceledikçe daha da yabancı hissetti ve gözlerini ovuşturup tekrar bakması gereken yere baktı. İşte o zaman öz benliğini ve kendisiyle ilişkilendirdiği herkesi hissetmeye başladı. Bu hisse alıştıkça siluete duyduğu anlamsız aidiyet hissini yitirdi. Yüksek bir yerden benliğini umursamazca izlemeye devam ederken kendiyle ilişkilendirdiği kişinin küçümseyici bakışlarını süzdü. Sahi, neden etrafındaki insanlar onu yüceltiyor ve kendilerini gömüyorlardı? Herkes kendisi gibi olsaydı ne kadar daha güçlü bir topluluk olacaklarını hayal bile edemiyordu. Malum gökten izlediği sahnede kendisine yaklaşabilecek tek bir kişi bile yoktu. Peki neden bu senaryoyu kendisiyle ilişkilendirdiği vücudun dışından, bir yabancı gibi izliyordu? Bu gerçekliği sorgulamaya başladığı anda gözlerini kapatmasıyla kendini bu vücudun konumunda buldu. Etrafındaki insanların acizliği midesini bulandırdıkça duymaya başladığı ses artıyor ve her şeyi gittikçe daha da çekilmez hale getiriyordu. Bir süre sonra ses o kadar arttı ki etrafındaki insanlara bile odaklanamamaya başladı. Bir çıkış yolu olmalıydı, daha ne kadar dayanabilirdi ki? Hayır, tabii ki dayanacaktı. Bu hikayeyi başlatan kişi oydu, değil mi?

Kendine olan güvenini toparladığı anda etrafındaki insanların sesi kulaklarında yankılandı.

"Aithen!"

Bir anda kendini karanlık bir mekanda buluyor. Önce yok oluşunu, sonra da oluşumunu izliyor. Etrafındaki insanları süzüyor, kim olduklarını anlamaya, yüzlerini tanımaya çalışıyor. Bir süre sonra tanıyamayacağına o kadar emin oluyor ki kendisinin gözlerinden baktığı bedene ait olamayacağını düşünüyor. Fiziksel benliğinden tamamen kopmuş olduğunu anlıyor ancak zihninin belirginliği onu az da olsa rahatlatıyor. Etrafındaki olaylar ne kadar anlaşılmaz olursa olsun, çevresindeki insanların belirginleşmesi ve bulunduğu ortamın yabancı olsa da netleşmesi ile bilinci yerine geliyor. Kendine geldiği anda yanındaki kızın sesini duyuyor ve etrafını kolaçan ediyor. "Elbette ölmedik. Herkes dikkatli olsun. Buradan sağ çıkacağız arkadaşlar, şüpheniz olmasın. Beni takip edin." diyor ve bulundukları belirsiz yerde hangi yöne gittiğini bilmese de yürümeye başlıyor.

Re: Doğum (Aithen | Xaphan | Yofie | Zenahpuryu | Archon)

Posted: 30 May 2022, 10:35
by GM - Dimensio
Karanlığının dalgaları arasında açılan gözlerinizle ne yaşadığınızı veya yaşayıp yaşamadığınızı anlamlandırmaya çalışıyorsunuz. Neredeyse her biriniz, bir soru cümlesiyle yaklaşıyor içine düştüğünüz karanlığa. Ne yapacağınız veya size ne olduğu bile meçhulken mavi gözlü, soluk tenli ve siyah saçları olan adam kendisini öne atarak fikirlerini beyan ediyor. Bilinmezliğin içerisinde atmaya başladığı adımlar, sanki başka bilinmezliklere ve karanlığa yol alıyor. Birkaç adım, birkaç bin metreden uzun ve birkaç milimetreden kısa oluyor. Attığınız her adımın sonunda, geldiğiniz yer uyandığınız yer oluyor. Zaten, karanlığın içerisinde adım atıp atmadığınız konusunda bile tam olamıyorsunuz.

Karanlıktan ve boşluktan kurtulmak için adımlamaya devam edecek gibi görünseniz de, ardınızdaki karanlıktan gelen sizi azarlarcasına sert ve keskin bir kadın sesiyle bir anda kesiliyor. “Bok var gibi yürümeye devam edin! Önünüzü göremiyorsunuz, bir de yürümeye çalışıyorsunuz!” diyerek bir anda dikkatinizi çeken sözlerin geldiği noktaya kafanızı çeviriyorsunuz. Geçmişinize dair hatırlamadığınız hiçbir şeyin içerisinde sizin umutsuzluğunuzu ve çaresizliğiniz körüklemeye çalışan bu sözlere karşı içinizden karşı koyma içgüdüsü bile bulamıyorsunuz ve sesi sahibine odaklanmaya başlıyorsunuz.




Karanlığın içerisinde gümüş rengi saçlarıyla beliren 170 cm boylarında olan, yüzünde gergin ve mutsuz bir ifade size doğru yaklaşan kadının sert adım sesleri karanlığı yarıp geçiyor. Yüzündeki gerginlik nedeniyle çatılmış kaşlarının altında parlayan gözlerinden attığı bakışlarını her birinizin üzerinde gezdirerek size doğru yaklaşan kadın adımlamayı kestiğinde, aranızdaki birkaç metre mesafe kalıyor sadece.


Image


Sanki her birinizi tanıyor ve biliyor gibi görünen gümüş saçlı kadın özellikle bakışlarını mavi gözlü, soluk tenli ve siyah saçları olan adamda tutarken “Eee, nereye gidiyordunuz? Zaten cehennemin bir ucuna düşmüşsünüz, başka cehennemlere mi gideceksiniz?” diyor, az önceki çabanıza ithafen. İnsani iç güdülerinizle içine düştüğünüz kurtuluş çabalarına pek karşılık vermemiş görünen kadın kollarını hemen göğsünün altına birleştiriyor ve sağ ayağının ucunu yere vurarak gergin postürünü daha da arttırıyor. Giyinişi ile farklı biri olduğunu belli eden kadın “Ne bok yemeye çalışıyorsunuz veya ne bok yiyeceksiniz umurumda değil. Ancak burada sizden sorumlu olan kişi olduğum için şimdilik geberip gitmemeniz gerekiyor. Şu anda bulunduğunuz yer İblis Diyarı.” diyor. Adeta sizlerden pek de hoşlanmadığını yüzünüze vuran kadın hepinizi süzerek içindeki nefreti dökerken “Hepinizin fark ettiği üzere, geçmişinize ve kendinize dair bir bok hatırlamıyorsunuz. Bunu hatırlamayacaksınız da. Çünkü İblis Diyarı’nda gözlerini açabilen birinin zihni boşluğa düşer ve boşlukta da geçmiş veya gelecek var olmaz. Bu yüzden, kim olduğunuz, nasıl biri olduğunuz gibi soruları şimdiden siktir edebilirsiniz. Nasılsa bunlara bir cevap bulamayacaksınız.” diyerek konuşmaya başlayan kadın, sanki boş bir çabanın içinde gibi kuruyor cümlelerini. Belli bir prosedürün ürünü olduğunu anlayabildiğiniz bu cümlelerinden sonra “Yani anlayacağınız, bugün yeniden doğmuş bebeklersiniz ve ben de altına sıçan bebeklerden hiç haz etmem! Bu yüzden, her adımınızda götünüzde bok olduğunu bilin ve bu diyara girebildiniz diye kendiniz ayrıcalıklı falan hissetmeyin!” diyor.

Gergin ve neredeyse öfkeli bir şekilde konuşan kadın sözlerini bu noktada keserken, hepinize tek tek bir daha bakıyor ve ardından “Sorunuz falan varsa sorun, ama abuk subuk sorulara cevap vermem. Daha bir sürü işimiz var ve ben de hiçbirinizin boklu bezini değiştirmek istemiyorum! Benim adımVadlenave bana efendim diye hitap edebilirsiniz!” diyerek sessizliğe gömülüyor.

Re: Doğum (Aithen | Xaphan | Yofie | Zenahpuryu | Archon)

Posted: 30 May 2022, 17:24
by Archon
Herkes yavaş yavaş kendisine gelip bir şeyler söylemişti. Neredeyse herkesin aklında aynı soru vardı. Öldük mü? Bu sorunun cevabı kendisinde de yoktu. Boş gözlerle etrafına bakınırken istemsizce oluşturdukları grubun içinde sivrilik rolünü üstlenmek isteyen birisi çıkmıştı. Adam konuşurken bakışlarını çevirmişti adama doğru istemsizce. Sivri'ye döndüğünde ilk dikkatini çeken şey olmuştu karanlığın içinde parlayan mavi gözleri. Karşısında duran Sivri'yi kafadan ayağa süzdükten sonra kararını vermişti içinde bulunduğu grupla ilgili. Önyargılı yaklaşmasına gerek bile kalmamıştı. Mavi gözlü olan grubun sivrisiydi. "Ben liderim beni dinleyeceksiniz." diye ortalıkta gezinecekti muhtemelen. İlk sözlerinden bile belli ediyordu bunu. Grubun içindeki tek kadın olan kişi ise grubun zekilerinden birisiydi. Ani, fevri kararlar almaktan ziyade içinde bulunduğu durumu sorguluyan birisiydi. Kadını süzerken dikkatini ilk çeken yine karanlığın içinde parıldayan kızıl gözleri olmuştu. Hafif yukarı çekik gözleri ile derin bir bakışa sahipti, her ne kadar onun da kafasının içi şu an boş olsa da. Sivri'ye nazaran Derin'in söyleyeceklerine dikkat kesilebilirdi. Derin'i süzmeyi bıraktığı gibi bakışlarını ayakta durmakta olan, yerde geri geri kaçan adama yardım etmek isteyen kişiye çevirdi. İri yarı duran bu adam kendi üzerine geliyor olsa bir durup korkabilirdi. Lakin bu kadar cana yakın, yardımsever birisi olduğunu görünce bu düşüncesinden anında vazgeçti. Grubun yardım eli rolünü üstlenecek, tüm zorluklara ilk başta göğüs gerecek kişisi, kalkanı da belliydi. Kalkan'dan sonra bakışları son olarak yerde yatan, sadece bağıran ve korkak bir şekilde geri geri kaçan adama dikti bakışlarını. Çok fazla süzmek istememişti bu korkak kişiliği. Grubun Pısırık'ı da belli olmuştu. Kafasında bu tarz düşünceler dönüp, bütün gruba bir bir isim takarken beyni kendisine bir isim takmak için durdu. Bu grupta bir rol üstlenmeli miydi? Yoksa her şeyi akışına mı bırakmalıydı? Bu işi gruptaki diğer kaderdaşlarının halletmesine izin verecekti. Kendisine bir rol belirleyip bu rolü herkese dayatmak haddine değildi en nihayetinde.

Herkes yavaşça kendisine gelip ayaklanırken yavaşça kalkmıştı ayağa. Vücudunu Sivri'ye çevirip, gözlerini mavi parıltılara diktikten sonra başlamıştı sözlerine. "Bu denli bilinmezliğin içinde, muhtemelen hiçbir şey hatırlamıyorken nasıl oluyor da bu denli kendine güvenen ve bilgi sahibi birisi olabiliyorsun? Şahsen bu fevri hareketinden sonra seni takip etmektense burada durmayı yeğlerim."

Sözlerini sarf ettikten bir süre sonra arkasından duyduğu çok sert bir kadın sesi ile irkilmişti. Kendisine ait olmayan vücudu, irkilme işlemini çok kısa tutup direkt dönmüştü sesin geldiği yöne doğru. İlk olarak kadının saçları dikkatini çekmişti. Gümüş rengi saçları, gözlerindeki karanlığı yarıyordu adeta. Gümüş rengi saçlarından bakışlarını kadının gergin yüzüne, hemen ardından ise git gide yaklaşmakta olan bedenini süzmüştü dikkatlice. Herhangi bir tehdit algılamamıştı kadından. Aksine, neden burada olduklarını, kendilerine ne olduğunu bilen tek kişi bu kadınmış gibi duruyordu. Kadın konuşmasına Sivri'ye seslenerek başlamıştı. Mantıklı bir soru sormuştu kadın. Sorunun cevabını alıp almaması çok önemli değilmiş gibi sözlerine devam etmişti.

İblis Diyarı? Tam olarak bir şeyleri açıklığa kavuşturmamıştı bu sözler beyninde. Bu iki kelime boşluğa doğru süzülürken, kadın konuşmasına durmadan devam ediyordu. Neredeyse hiçbir şey öğrenememiş olsa bile, kadının her kelimesinde beynine yeni bilgiler yükleniyordu. Bu bilgileri işleyip, iyice süzdükten sonra bazı şeyleri anlayabileceğini, hiç olmadı kadına sorabileceği bir kaç soru çıkacağını umuyordu kadın konuşmasını yavaş yavaş bitirirken.

Vadlena. Kadın, isminin bu olduğunu söylemişti. Bu isim, doğal olarak boş beyninde hiçbir şey çağrıştırmamıştı. Vadlena sözlerini bitirdiği anda kafasında bir ton soru oluşmuştu. İblis Diyarı neresiydi? Eğer buraya yeni geldilerse, şimdiye kadar yaşadıkları evren neresiydi? Gördüğü imgeler ne anlama geliyordu? Neden buraya gelmişlerdi? Kendi istekleriyle mi buradalardı yoksa zorla mı gönderilmişlerdi? Bu diyara bir giriş varsa bir çıkış da olmalıydı. Peki bu diyardan çıkmak için ne yapmaları gerekiyordu? Ya da çıkmalarına izin var mıydı? Kafasında beliren tonla sorudan sadece bir kaçı bu denli kendisini öne çıkartmıştı. Vadlena soru sorabileceklerini söylemişti. İçinde bulunduğu grupta herkesin merak ettiğini, cevabının basit olduğunu düşündüğü bir soru ile başlamak istemişti. "Vadlena, ismin buydu değil mi? İblis Diyarı tam olarak nedir ve bizim burada ne işimiz var?"

Re: Doğum (Aithen | Xaphan | Yofie | Zenahpuryu | Archon)

Posted: 30 May 2022, 18:48
by Zenahpuryu
Kızıl Kafa, yerdeki adamı bırakması için seslense de sadece kafasını döndürmüş, ardından tekrar odağını yerde yatan adama vermişti. Kızıl Kafa’yı dinledikten sonra, cevap vermek için biraz beklemişti. Zaten ona ilk cevabı veren aralarındaki kız olmuştu, son sorusu ise genç adamın zihnindeki baskıyı daha fazla arttırmıştı. “Öldük mü?” Bu soruyu sorgulamak istiyordu, ancak işin gerçekliğinden de bir o kadar kaçmak istiyordu. Gerçekten öldülerse bile, bunu kabullenemeyecek gibi duruyordu. Belki de, şimdilik bu gerçeği kabullenmek istemiyordu. Tekrardan kulaklarına dolan bir erkeğin sesine karşılık bu sefer odağını vermemişti. Kendisini takip etmesini söyleyen adama karşılık vermemişti, yerde yatan birisi varken kalkıp onu takip edemezdi. Yerde öylece uzanmış adama tekrardan baktı, derin bir nefes aldı, istemsizce gülümsedi büyük bir cesaretle. Sanki, vücudu bunu yapmaya alışkın gibiydi, bu gülümseme ile birlikte kendine güveni bir nebze daha artmıştı. Yerde yatan bu adamı burada bırakamayacağını biliyordu. Baygın mıydı, ölü müydü bilmiyordu, yine de onu bırakamazdı. Kafasını çevirmeden konuşmaya başladı, “Hiçbir şey hatırlamıyorum ben de. Kendimi hatırlamıyorum, sizleri tanıyorsam bile hatırlamıyorum. Benimde zihnimde dolanan tek şey, bir rüya gibi gelen o görüntüler. Gerçek miydi, zihnimin oyunu mu bilmiyorum.” Kızıl Kafa’ya cevabını verdikten sonra, yerdeki adamı sakince kucaklamak için harekete geçti. Hem sağlam bir şekilde adamı kavramaya çalışıyor, hem de dikkatli olmaya çalışıyordu. “Seni bırakmayacağım burada. Eğer uyanıksan ve yürüyecek gücün yoksa, sana yardım edeceğim. Bırakmamı istediğin zaman bırakırım.” Adamın uyanık olup olmadığını bilmiyordu, bu yüzden her ihtimale karşı sakince konuşmuştu adama karşı.

Kucakladığı adamı sıkıca kavradıktan sonra diğerlerine doğru döndü. Daha yeni tanışmışlardı ve ufak bir gerginlik çıkıyor gibiydi. Kızıl Kafa, kendisini takip etmelerini isteyen adamı sorgulamış ve dediğini yapmayacağını belirtmişti. Haksız değildi, ancak bu gerginliğin büyümesini de istemiyordu. “Hadi ama baylar.” Dedi gülümseyerek. “Gerginliğe gerek yok, ancak Kızıl Kafa haksız da değil. Bizden farklı bir şey biliyorsan söylemen iyi olur, çünkü hiçbir şey bilmediğimiz bir durumda bize söylenen şeylere güvenmek zor olabiliyor.” İki adama da gülümsedi kocaman, aralarındaki gerginlik onu ilgilendiren bir durum değildi ancak burada, bir tehdit altındalarsa hepsi birbirine ihtiyaç duyacaklardı. Daha fazla konuşup, bu gerginliğin oklarını üzerine almak istemiyordu. Bu yüzden yeteri kadar ve yerinde konuşmak idealdi. Konuşması bittiğinde, karanlığın ardından gelen o azarlayıcı, sert ve keskin sese ilişti kulakları. Bu ses, içlerinden birinden gelmiyordu. Farklı biriydi, burada bulunan ancak görmedikleri, duymadıkları birisiydi. Sesin olduğu yöne doğru çevirdi kafasını önce, sonrasında bedenini çevirdi. Mutsuz, kısa boylu kadın karanlığın içinden onlara doğru çıkarken dikkatlice bakmakla yetindi sadece. Ne cevap verebildi ilk sözlerine, ne de cevap vermeyi düşündü. Sadece, dikkatli bir şekilde bakıyor ve daha fazla kelimenin çıkmasını bekliyordu. Kadın, herkesi süzmüştü önce, durakladıktan sonra, gözleri tek birinin üstünde kalmıştı. Kendisini takip etmelerini söyleyen adam.

Kadın ağzını açtığında, genç adamın kafası daha fazla karışmaya başlıyordu. Cümlelerinden sadece bir kelime ayıklamıştı. Cehennem. Kadın, gerginliğini daha da belli edercesine bir duruş alırken, kendisinin onlardan sorumlu olduğunu belirtiyordu. Ayrıca bulundukları yer için bir isim vermişti bile, İblis Diyarı. Genç adam pek anlam veremediği bu kelimeleri dinlemeye devam ediyordu sessizce. İblis Diyar’ına düşen birisinin zihninin boşluğa düştüğü, bu yüzden geçmiş ve geleceğin var olmadığını ve bu sebeple hiçbir şey hatırlamadıklarını söylüyordu. Kadın, kendilerine yeni doğmuş bebekler olduğunu belirtirken, buraya girebildikleri için ayrıcalıklı hissetmemeleri gerektiğini belirtmişti. Soruları varsa sormalarını, ancak abuk subuk sorulara cevap vermeyeceğini söylemiş, ardından isminin Vadlena olduğunu eklemişti. Kızıl Kafa ilk soruları sorduğunda, bunun yeterli olduğunu düşünmüştü. Gerekli olan soruları sormuştu, daha fazla sorulacak bir şey yoktu. Kollarındaki adama baktı tekrardan, sonrasında Vadlena’ya döndü. “Buradan tam olarak nereye varacağız? Yürüdükçe bir yere ulaşamıyor gibiyiz. Sen nereden geldin?” Gerçekten, buradan nereye gideceklerini merak ediyordu. Kadın nereden gelmişti, genç adam ve diğerleri nereye gidecekti? Bu kadar bilinmezlik içinde, aydınlatılması gereken birkaç soru vardı. Kızıl Kafa’nın sorularının yanında, bu soruların da bir önemi olduğunu düşünüyordu.