Yok Olan Hayallerin Avuntuları (Inias | Diniel | Gadiel | Dina | Zenahpuryu)

Locked
User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

07 Feb 2024, 16:25

Düşen yağmur damlalarının cama vurduğu darbeler, kulaklarınıza dolan yokluğun tek isyancısına dönüşüyor. Sanki değişen tek şeyin mevsimler olmadığını vurgulamak isteyen ağır bir yalnızlık hissi, istemsizce düşen yağmur damlalarını ömrünüzle kıyaslıyor. Karanlıkta açılan gözlerinizin size sunduğu yeni hayatınızda, hiçbir şeyi bilmeden ortaya koyduğunuz varlığınıza rağmen yine hiçbir şeyi elde edememiş çaresizlere evriliyorsunuz. Oysa birkaç saniyeye sığmayacak özetinde, tattığınız onca farklı duygunun yerini koca bir boşluğun almasına alışmanız pek de mümkün durmuyor. Dostluklar, emeller, hayaller, idealler ve gerçeklere bulanmış ihanetler… Öncesinde sadece geçmişinize ait bir karanlık, boğazınızda bekleyen bir bıçak keskinliğini hissettirirken, şimdi her bir uzvunuzun kaçıncı kez parçalara ayrılacağını düşünmek dışında bir şey bilemez halde hissediyorsunuz. Ve bu anlarda, düşen yağmur damlalarının sadece değişen mevsimlere mal edilemeyeceğini düşünmeden edemiyorsunuz. Sanki yer de gök de kadere derin bir ağıt yakıyor… Gecenin karanlığı, sinsi yalnızlığın sessizliği ve camlara düşen umuttan yoksun ince yağmur damlaları… Tüm bu sahnenin gerisinde ise, adını kaderden aldığından bahsedilen varlıklarınız…

Yağmur damlalarına dalan gözlerinizi bulunduğunuz odaya çevirdiğinizde, iblis diyarında dönüşünüz akabinde bu odada gözlerinizi açtığınızı bir kez daha anımsıyorsunuz. Ne şekilde ve neden olduğunu bilmeseniz bile, tanıdık oda dizaynı içinde olmanın o an size verdiği güven hissine bir kez daha sarılmak istiyorsunuz. Ancak bu odada aldığınız birkaç nefesin ardından, tüm olanlar topyekun zihinlerinize hücum ettiğinde, aldığınız nefeslerin bile çaresizliğe savrulduğunu fark ediyorsunuz. İlk birkaç günü, sadece odanın içinde yemek yiyerek ve kendinizi toparlayarak geçirmiş olsanız bile, dışarıda dönen bir hayatın varlığını her daim hissediyorsunuz. Odanızdan çıkıp, Aludir Üssü’nün o bilindik koridorlarında gezindiğiniz zamanlarda ise, bulunduğunuz ortamdaki kişilerin size bakışlarında da toptan bir değişiklik seziyorsunuz. Bu ana kadar, alışmakta güçlük çektiğiniz bu bakışlara aldırış etmemiş olsanız bile, bir süre sonra bu bakışların altında kalmanın yükünü hafifletmek amacıyla yetkili birileriyle konuşup kendinizi rahatlatmayı arzuluyorsunuz. Ancak ne var ki, yetkili olarak gördüğünüz kişiler size sadece dinlenmenizi ve vakti geldiğinde tüm konuşmaların yapılacağını söylüyor. Belki de tüm bilinmezliği ortadan yarıp geçecek cümleleriniz, boğazınızda düğümlenip midenize oturuyor ve amaçsız adımlarınız sizi üssün içinde oradan oraya savuruyor.

Birkaç günün ardından, sadece düşünmenin bile verdiği ağırlıktan sıyrılıp kendinizi başkaca şeylere odaklamaya çalışıyorsunuz. Bu anda, kitaplara gömülmenin ve sıradan sohbetlere dalmanın en iyi yöntem olduğunu düşünüyorsunuz. Böylece, kasvete gömülü ruhunuzu sindirmiş gibi odanızın dışına attığınız adımlar, sizleri kitaplara veya başkaca kişilerin muhabbetlerine sürüklüyor. Bu noktada, merak ettiğiniz hususların en başında olan Aclania’nın geçmişiyle ilgili bilgiler edinmeye başlıyor ve ülkenin geçtiği adımları özet niteliğinde bile olsa öğrenmeye başlıyorsunuz. Hükümdarlar, isimleri, ne zaman yaşadıkları ve ne yaptıkları gibi çeşitli bilgilerle kendinizi donatıyor, ancak gecenin çökmesiyle odanıza döndüğünüzde yine o kasvetin içinde kendinizi buluyorsunuz. İhanetlerin, ölümlerin ve öldürmelerin iç içe geçtiği o derin kasvet, gözlerinizi kapatmanızı bile size eziyet görüyor.

Günler geçip haftaya evrilmeye başladığında, artık kulağınıza çalınan dedikodular da artmaya başlıyor. Aclania’nın hükümdarının olmadığı bir döneme girmesi, Aludirlerin ve askerlerin davranışları ile tutumları ve halkın genel durumları gibi konular kulağınıza geliyor. Ancak bu dedikoduların arasında sizi en çok ilgilendireni, bir şekilde isminizin herkesin diline düşmüş olması oluyor. Odanızdan dışarıya çıktığınızda size yönelen bakışların, aslında isminizle başladığını fark etmeniz, mevcut konumlarınızın çoktan farklı bir noktaya geldiğini de size anlatmaya başlıyor. Gördüğünüz saygı ve hürmetin yanında, adeta hayata yeni gözlerini açmış birer Aludir değil de, onlarca yıldır iblis avlayan ve iblislerin en korkulu rüyalarından olan kişilermişsiniz gibi isminizin yayılması, sizi bir şekilde daha da rahatsız etmeye başlıyor. Kimi bakışların soğuk, kimi bakışların endişeli ve kimi bakışların da coşkulu tavırları, ne hissetmesi gerektiği konusunda bile çatışmaya girmenize neden oluyor. Ne var ki, bu şekilde geçen birkaç günün sonunda, artık tüm bakışların içinizden geçip gitmesine alışıyor ve adeta düz bir hayata doğru sürükleniyorsunuz.

Tüm bu süreç içerisinde, bir şekilde sizinle irtibata geçileceğini bilmenizin yanında, bunun elzem olduğunu da fark edebiliyorsunuz. Yaşanan olaylara birinci elden şahit olmanın yanında, bu zamana kadar Aludirleri çekip çeviren Agrupnia’nın da ölmüş olduğu haberlerini işitmeniz, varlığınızın değerini birkaç kat daha arttırmış gibi görünüyor. Bu vesileyle, artık aldırış etmediğiniz bakışlar ile dinginliğe ulaşmayı amaçladığınız bir haftanın sonunda, kendinizi gecenin bir vaktinde, uykusuz geçirdiğiniz gecelerin bir diğerinde bulmanıza neden oluyor.

Düşen yağmur damlalarının cama vurduğu darbeler, kulaklarınıza dolan yokluğun tek isyancısına dönüşüyor. Sanki değişen tek şeyin mevsimler olmadığını vurgulamak isteyen ağır bir yalnızlık hissi, istemsizce düşen yağmur damlalarını ömrünüzle kıyaslıyor. Ömrünüz ise, artık bu saatten sonra sadece sizin elinizde değilmiş gibi duruyor… Bir yanda Eletha, bir yanda Azuldir, bir yanda Organizasyonlar, bir yanda Aludirler, bir yanda askerler ve bir yanda halk… İblisler… İblis diyarından geldiğinizden beri, istemsiz bir şekilde iblislerinizle iletişime geçmediğinizi bir kez daha anımsıyorsunuz. Kiminiz dost, kiminiz rakip ve kiminiz bambaşka nitelikte görse de iblisini, sanki bir şekilde tüm olanları bir kez daha ve bir kez daha yaşayacakmış gibi, iblislerinizle iletişime geçmekten imtina ediyorsunuz. Ancak her birinizi, onların da sizi gibi düşen yağmur damlalarına dalıp gittiğini hissedebiliyorsunuz. Her birinin geleceğin karanlığına savrulduğunu…

Odanızın içinde dönen gözleriniz, tüm rahat görünümüne rağmen size onlarca çivi saplayacakmış gibi duran yatağınızla kesiştiğinde, gözlerinizden akan uykunun yarattığı ızdırabın sonlanması gerektiğini düşünüyorsunuz. Ancak bu ızdırabın, soluk soluğa bir kabusla harlanacağını bilmek, mevcut ızdıraba razı gelmenize neden oluyor. Sadece nefes alıp vermek konusunda istikrar kazanmış düşünceleriniz uyumakla uyanık kalmak arasında gidip gelirken, kapınızın usulca tıklanmasıyla bir başka ızdırabın size müjdelendiğini hissedebiliyorsunuz. Adımlarınız pek de isterik olmasa bile, ayaklarınızı yere sürüye sürüye attığınız adımların ardından kapıya ulaşıyor ve yavaşça kapıyı açıyorsunuz. Kapının hemen önünde duran ve daha önce onlarca kez üste gördüğünüz bir görevlinin sizi nazikçe selamlamasının ardından Organizasyona liderlerinin en üst kattaki toplantı odasında sizi beklediğini haber vermesiyle, dinmeyecek bir ızdıraba veya son bulacak bir kehanete ilerleyeceğinizi hissedebiliyorsunuz. Kapıyı kapatmanızın ardından üstünüze başınıza çekidüzen vermenizin ardından, tüm düşüncelerinizi temizliyor ve kendinizi hazır bir hale soktuktan sonra, odanızdan çıkarak toplantının yapıldığı odaya gidiyorsunuz. İki yana açılan büyük kapının hemen önünde durup bir an düşündüğünüzde ise, artık yeni bir dünyanın yaratılmaya başladığını hissedebiliyorsunuz.

Off Topic
RP’lerinizde iblis diyarından döndükten sonra birlikte zaman geçirdiğinizden veya birbirinizle konuştuğunuzdan bahsedebilirsiniz. Ayrıca, toplantı odasının önünde de konuşmalar yapabilir ve etkileşime girebilirsiniz. Odaya girmek dışında bir tercihte bulunmanız halinde, bunu ayrıca belirtmeniz de gerekmektedir.
Off Topic
Bu konuda geçerli olan pasiflik süresi 72 saattir.

Bu konuda Geri Sarım Kartı kullanılabilir.
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Zenahpuryu
Aclanian Aludir
Aclanian Aludir
Posts: 297
Joined: 17 May 2022, 20:29

08 Feb 2024, 20:33

“Siktir…”

Diye fısıldadı kendi kendine yatağının üzerinde uzanırken. Yağmur damlaları acı bir senfoni gibi kulaklarını doldururken, yanında olan tek şeyin içtiği şarap olduğunu düşünüyordu. Sormak istediği çok fazla soru, bağırmak istediği belki de bir sürü insan vardı. Aklı, yaşananları almıyordu. Bu dünyaya gözlerini açtığında niye sadık olduğunu bile bilmediği birisi tarafından ihanete uğramıştı. Eletha. Onun hakkında bildiği tek şey, bu ülkenin hükümdarı olduğu için onun verdiği görevlere sadık olduğuydu, bunun dışında bir sebep bilmiyordu, buna rağmen yine de ihanete uğrayan kendisi ve arkadaşları olmuştu. Şimdi ise aklındaki bir diğer soru, bundan sonra kime nasıl güveneceği konusuydu. Kendinden önce bir şeyler bilen herkesin ondan bir şeyler saklayabileceği konusu aklının bir köşesindeyken, herkesin düşüncesine şüpheli yaklaşacağını biliyordu. Bunu, istemese bile yapacaktı. Eletha ona bir gerçeği öğretmişti, ne kadar yakın olursan ol, isterse düşman isterse dost, herkesin ihanet etme potansiyeli var.

Kime güveneceği konusunda emin olmamakla birlikte, odada bir gündür sadece yatıp şarap içmenin verdiği etki, çaresizliğini katlıyordu. Ne odadan çıkıyor, ne birileriyle konuşuyor, ne de farklı bir şeyler düşünüyordu. Uyumakta bile zorlanırken, burada kalmanın onu ne kadar darladığını düşünüyordu. Aludir Üssü, adeta bir hapishane gibiydi. Konuştuğu herkesin kelimelerinden şüphe duyacak olmak, daha da nefesini daraltıyordu geçen her bir saniye. Şuana kadar geçirdiği tüm yolculuk, kendinde farklı şeylerin farkına varmasını sağlamıştı. İblis Diyarında hissettiği öfke, öfkenin hissettirdiği canlılık ve güç duygusunu düşünüyordu. Bu düşüncelerinden kurtulamadığı her bir gece, uykuya dalmak için daha fazla şarap içiyor ve gözleri aniden kapandığında rahatladığını düşünüyordu, gözleri tekrardan açılana kadar.

Birkaç günün ardından, kendini kitaplara bırakmıştı. Aclania’nın tarihi hakkında bir şeyler öğrenmek, belki de bu düşüncelerini bir kenara bırakmasını sağlayacaktı. Hükümdarları teker teker okumaya başladığında, bir kişinin yaşadığı olayların onu nasıl değiştirdiği gözüne çarptı. Daha önce de ismini duyduğu o hükümdar, Herius “Arasir” Vala. Herius, daha önce yine adını duyduğu Semiyazah ile evlilik planları kurmuş, ancak Semiyazah’ın sarayı terk etmesiyle bu arzusuna ulaşamamış. Daha sonrasında da aralarında vuku bulacak savaş öncesinde, Arasir tekrardan evlilik teklifinde bulunmuş ve reddedilmiş, bu süreçten sonra Arasir onu kendi elleriyle katletmek zorunda kalmış. Bu olay sonucu, genç adamın kendi gözleriyle gördüğü Staidava ve çevresi Aclania’nın nimetlerinden faydalanamamış, danışma heyetinde bulunan kişiler ise Arasir’in emriyle kılıçtan geçirilmiş. Arasir, bu yaşanan olaydan sonra daha otoriter ve daha keskin kararlar veren, fikirleri beğenilmediğinde hoş görülü olmaktan uzaklaşan, duygusallıktan uzak ve depresif birisine dönüşmüş.

Her insan gibi, Herius “Arasir” Vala’nın böylesine değişmesine sebep olan şey, yaşadığı ağır duygulardı. Bir anlığına, genç adam bu durumu kendi durumuna benzetse de, böylesine ağır bir şey yaşamadığının farkındaydı. İki olay belki de kıyaslanamazdı bile, ancak yakınlık hissettiği konu, yaşanılan olayların insanlarda ağır izler bırakabileceği idi. Aynı, bundan sonra üstü olarak bildiği kişilere şüpheyle yaklaşacağı, onların sözünü durmadan sorgulayacağı gibi. Belki de, onların sözlerini dinlemeyecekti. Artık, birilerinin sözünü dinlemek istemiyordu. Onların sözlerini, sorgusuz bir şekilde yerine getirmek istemiyordu. Sadık olduğunu kanıtlayacak kişi Zenahpuryu değildi, karşısındakilerdi.

Birkaç gün, belki de bir hafta veya biraz daha fazlası, şarap içmekten emin olamadığı bir zaman diliminde kapısı çalmıştı. Belki saatler, belki de sadece saniyeler süren, ancak artık emin olamadığı bir süreç içerisinde yatağından kalkmış ve kapıyı sadece sol gözünün görebileceği şekilde aralamıştı. Karşısında gördüğü, bıyıklı, ancak bu sefer gülümsemeyen iri yarı adamı gördüğünde gözü iyice açıldı, sonrasında kapısını hızla açtı. Ne Gerung’un, namıdiğer Tontiş’in yüzü gülüyordu ne de genç adamın. İlk defa, karşılıklı oldukları bir sırada ikisinin de yüzü gülmüyordu. Birkaç saniye birbirlerine boş boş baktıktan sonra, ilk adımı atan Gerung, samimi bir sarılmayla karşılık vermişti. Birkaç saniye tepkisiz kalan genç adam, oldukça samimiyetsiz bir şekilde kollarını Gerung’un sırtına atmıştı. İçinden ne sarılmak geçiyordu, ne sohbet etmek. Yine de, eski bir dostu görmek içini hafif ısıtan bir şeydi.

Bir ya da iki dakika süren bir sarılmanın ardından ikisi de uzaklaşmıştı birbirinden, ancak elleri birbirlerinin omzunda duruyordu. Gerung, o anda ilk gülümseyen taraf oldu. “İyi misin?” Bu soru, belki de dünyanın en mükemmel sorusu gibi gelmişti genç adamın kulağına. Gözleri hala boş bakıyordu, “Değilim.” Diyerek cevap verdi. Sonrasında ellerini omzundan çekti ve kapıyı kapattı. “Birilerinin beni görmesini istemem.” Dedikten sonra yatağının ucuna oturdu. Yatağının yanına bıraktığı, içi biraz şarap dolu bardağını eline aldıktan sonra bir dikişte bardağı midesine boşalttı. Yanına oturan Gerung, derin bir nefes alıp verdikten sonra söze girdi. “Yanına uğramak için biraz beklemek istedim. Kusura bakma erken gelemediğim için. Etraf biraz, karıştı. Bilirsin işte.” “Getirdin mi?” Gerung, bıyık altından biraz daha fazla gülümsedi, sonrasında belinden bir çanak çıkarttı. “Getirmez miyim?” diyerek cevap verdikten sonra, bardaklarına bal şaraplarını doldurdular. Gerung, yatağın ucunda oturuken, genç adam sırtını duvara yaslamış onun karşısında duruyordu.

“Etraf, ne anlamda karıştı? Neler oluyor?” “Hükümdar meselesi. Etrafı karıştıran şey bu.” Dedikten sonra kocaman bir yudum alıyordu bardağından. “Güz Festivali yapılmayacak, halk endişeli. Hükümdarın ihaneti halkı gelecek hakkında kaygıya düşürdü. Üstelik, ardında bir variste yok ve Agrupnia’nın ölümü de tam bu zamana denk geldi. Halk endişeli. Bir yandan, askeri kanat var. Yeni hükümdarın belirlenmesi için danışma heyeti ve organizasyon liderleri toplandı ve askeri kanata danışmadılar. Bu konuda tepkililer. Hükümdarın normal bir asker olmasını dilemiyorlar ancak yeni bir hükümdarı destekleyecekleri de muamma. Aludirler ile askerler, birbirlerine karşı bir eylem yapmazlar umarım.” Genç adam, ilk defa gülümsedi belki de bu noktada. “Bir kişinin ihaneti, herkesi yaralamayı başarmış.” Bardağından yudumlar almaya devam ederken, Gerung’tan gelecek diğer haberleri dinlemeye başladı.

“Ticaret azaldı, tüccarlar malzeme stokluyor. Bu nedenle ülkere her türlü ürünün fiyatlarında artış başladı. Çiftçiler de fiyatlarını yükseltmeye başladı, ne olacak bilmiyorum. Ekonomik olarakta geleceğimiz bir tehlike halinde.” Dedikten sonra bardağı genç adama doğru uzattı. “Bu demek oluyor ki Zen…” “BUNU ARTIK DAHA PAHALIYA ALACAĞIZ!” Bir şekilde, dostunu güldürmeye çalışan Gerung yaptığı espri karşısında hafif bir tebessüm dışında bir şey göremiyordu. Bu tepkinin karşısında şaşırmamıştı, sakince bir yudum daha aldı bardağından. “Anlat Zen, içinden geçen ne varsa anlatabilirsin.” “Anlatsam ne olacak?” “Biz dost değil miyiz? Konuşmayacak mıyız?” “Gerçekten dost muyuz? Nereden bileceğim?” “Hükümdar olmayışımdan.” Gerung’un pis espiris karşısında Zen’in kaşları çatılmış, buna karşılık teslim olurcasına iki elini kaldıran Gerung, “Tamam, tamam özür dilerim. Sadece yüzünü güldürmek istemiştim. Sen benim dostumsun Zen, Bal Şarabı aşkına! Sana asla yamuk yapmam.” “Bal şarabı aşkına demeseydin inanmazdım.”

Dedikten sonra gülümsedi ve Gerung’un yanına, yatağın ucuna oturdu. Bardağından birkaç yudum daha aldıktan sonra konuşmaya başladı. “Bu yolculuk, çok zordu Tontiş.” “Bütün bir yolculuk mu? En son ne zaman görüşmüştük senle? Şu şey meselesiydi…” “Bristran’dan ilk görevi aldığım zaman.” “Aynen.” Bardaklarını birbirlerine tokuşturup aynı anda kalan son içkilerini bitirdiler. Zen, hiç düşünmeden boş bardağı Gerung’un önüne doğru uzattı, Gerung da senkronize bir şekilde bardağı doldurmaya başladı. “Aslında o göreve basit bir görev olduğu için yollandım. Paschar, Baglis ve Lavnivia, dördümüz bu göreve atanmıştık. Neyse, İblis Diyarına geçiş yaptığımızda, bir sürü iblis cesediyle karşılaştık. Daha doğrusu, onlara ceset denemezdi herhalde. Bildiğin kalıntı gibi olmuşlardı. Bu eserin sahibini ararken, diğerlerinden daha kudretli gördüğüm o iblis karşıma çıktı. Almazath. Başta, grubumuzun lideri olan Paschar’ın önüne geçti ve onunla konuşmaya başladı, ama bir anlık içgüdüyle onun önüne fırladım. Tabi, muhattabı ben oldum bu süreçten sonra.” Dedikten sonra Gerung’un doldurduğu bardağı eline aldı. Birkaç saniye sessizce bekledikten sonra devam etti.

“Almazath’a ismimi söyledim. Diğerlerinin buradan gitmesini, onların buradan gitmesi için Almazath’a hizmet bile edebileceğimi söyledim. Tabi, hizmet etme kısmıyla ilgilenmedi ama ismimin çok değerli olduğunu, bu yüzden teklifi kabul ettiğini söyledi. Onlar gittikten sonra, zoraki bir dövüşe girdim. Aslında niyetim dövüşmek bile değildi. Hizmet etme konusunda ciddiydim, onların kurtulması için hizmet etmeye hazırdım ama bunun yerine beni öldürmeyi tercih etti. Tabi, önce Shy’ı öldürdü. Bir anda, bir anda kafasını gövdesinden ayırdı!” Gözlerinin önüne o korkunç an geldiğinde, o duyguları tekrardan hissetmiş gibi gözleri açıldı. Gerung ise, sakince dinlemeye devam etti. “Çok sinirlendim. Ona karşı yumruklarımla saldırmayı denedim ama nafile. Beni de öldürdü. Bir sürü beyaz cisimden sapladı, sonra Azuldir’in lanet kedisine Shy’ı yemesini söyledi. Buna izin veremezdim, Shy’ın bedeninin üstüne kapaklanabilmek için o cisimleri içimden geçirdim. Son nefesimi, iblis dostumun yanında verdim.”

Gerung, öldüğü kısmını anlattığında büyük bir şaşkınlık içerisine girmişti. “Nasıl öldün la?” “Bildiğin. Son nefesimi verdiğimi hissettim ama, kendi gözlerimi o karanlık yerde tekrar açtım. Orada bir takım bir şeyler yaşandı, bir ışıkla konuştuk falan. Çok öfkeliydim, Shy öldüğü için özellikle. Sonra gözlerimi açtığımda, bu sefer hayattaydım ve Shy’da yaşıyordu. Üstelik, yanımda hükümdar vardı. O zamanlar, öldükten sonra dirilmenin benim bir özelliğim olup olamayacağını düşünüyordum ama, sanırım değilmiş. O konuya da değineceğim. Neyse, sonrasında hükümdarın özel emriyle tekrardan İblis Diyarına yollandık. Bu sefer, kalkan aradığımızı söylediler. Özel bir kalkanmış, ama asıl plan aramızdaki haini aramaktı. Aramızda bir hain olduğunu ve onu bulmamız gerektiğini söylüyordu. Belki de hiçbirimiz gerçek hainle konuştuğumuzu bilmiyorduk. Azuldir haricinde.” Bardağından bir yudum aldı, birkaç saniyelik sessizliğin ardından ayağa kalktı. Odanın içinde volta atarken, bir yandan boştaki elini havada sallayarak konuşmaya başladı.

“Sonra. Sonra ne oldu biliyor musun? İblis diyarına gittik, Vadlena ile dövüştük. O an bir şey fark ettim. Onu öldürmeyi çok istiyordum. Sanki orada öldürsem, büyük bir zafer kazanacakmış gibi hissettim.” İşaret parmağını Gerung’un gözüne sokarcasına yaklaştırdı. “O an, kendimde ilk kez farklı bir şey keşfettim. Onu öldürsem, pişman olmayacaktım. Neden? Nedeni öfkem. Ona o kadar öfkeliydim, o kadar sinirliydim ki, yaşadığımız onca şeyden sonra onu orada öldürmek içimi rahatlatacakmış gibi hissettiriyordu. Tabi o an birde neyi düşündüm biliyor musun? Hükümdarı. Hükümdar, bunların yaşanacağını bilmeliydi. Vadlena ile aramın iyi olmadığını biliyordu, birbirimize duyduğumuz öfkeyi biliyordu ama yine de bizi aynı gruba yerleştirdi. Onun, benden daha tecrübeli olduğu ve beni bir kavgada yenebileceği daha yüksek ihtimalliydi ve bunu biliyordu. Buna rağmen, beni onunla yan yana İblis Diyarına attı.” O an ki öfkesini tekrardan hissetti, günlerdir gerilmiş olan sinirleri tavan yapıyordu, o an ki sinirle tüm bardağı kafasına dikmiş ve elinin tersiyle ağzını sildikten sonra boş bardağını doldurması için Gerung’a uzatmış ve voltasına devam etmişti.

“İblis Diyarından döndüğüm zaman Vadlena’yı şikayet edecek ve kendisinin potansiyel bir tehlike olduğunu söyleyecektim. Bu saçma bir konuşma gibi gözükebilir, üstelik onu öldürmek istediğimi söyledikten sonra ama şöyle düşün. Ben bir sorun çıkarma niyetinde değildim. Görev boyunca normal bir şekilde takılacaktım ama bana ilk saldıran o oldu. Böyle birisi, herkese aynı şeyi yapmaz mı? YAPAR! AMA YOK, BENİ ONUNLA YOLLAYACAKTI İLLA!” Gerung’un uzattığı bardağı aldıktan sonra büyük bir yudum içti. Birkaç saniye soluklandıktan sonra tekrardan açtı ağzını. “Neyse, sonra tabi kavgamızı durduran birisi geldi. Bir iblis daha. Adı Tagrinath. Bize kavgamıza kendi diyarımızda devam etmemizi söyledi, Vadlena’da ona saldırdı. Ben de ona yardım etmemeye kararlıydım. Sonra tabi Vadlena yine götlük yaptı ve ben o iblisle karşı karşıya kaldım. Dövüşümüzde belki kazanan olabilirdik, emin değilim ancak erkenden bitti. Tagrinath, İblis Lordu Vagror’un benden övgüyle bahsettiğini söylüyordu, hatta onunla tanıştırabileceğini söylemişti. Bu benim için bulunmaz bir fırsattı, nasıl dirildiğimi direkt kendisine sorabilecektim! Üstelik, ben Almazath ile olan dövüşte sadece dayak yemiş, üstüne ölmüştüm. Benden övgüyle bahsedilecek hiçbir sebep yoktu! SIFIR!” Ara sıra gerilen siniriyle birlikte bir bağırıyor, bir normal bir şekilde konuşuyordu.

“Buna rağmen, övgüyle bahsedildiğime göre bu dirilmemle alakalı olmalı diye düşündüm. Direkt kendisine sorabilmek için, Tagrinath’la birlikte ilerledim. Ama boktan bir oyunun parçası olacağımı bilmiyordum. İblis Lordu Vagror’un karşısına çıktığımda, Gadiel adlı arkadaşım da geldi. Onu iyileştirdiğini gördüm, ancak ona sorduğumda bana ölüleri henüz diriltemediğini söyledi. Belki de Almazath beni tam olarak öldürmemişti? Ama öldüğümü sonuna kadar hissettim. Belki de, bayılmıştım sadece. Ama bu ikisinin arasındaki ayrımı yapamaz mıydım? Belki de yapamadım.” Gözlerini tavana dikip bir yudum daha aldı bardağından. “Neyse. Sonrasında Diniel’de bize katıldı. E hepimiz orada olunca, asıl olaylar yaşanmaya başladı tabi. Ben de kafama taktım, ölürsem belki yine o kadınla konuşabilirim diye. Çünkü ilk öldüğüm sefer, o bulunduğum karanlıkta öfkemden aldığım gücü anımsayabiliyorum. Mükemmel bir güçtü. Üstelik, Vagror beni bu sebeple övmüşse, ölmemin en iyisi olacağını düşünüyordum. Salaklık mı dersin, aklındaki soru işaretini çözmeye mi çalışıyor dersin bilemiyorum. Beni öldürmesi için Cysa’ya sataştım. Beni öldüreceğinden emindim. Tabi ne oldu? O VAGROR DENEN GÖT BENİ İYİLEŞTİRİP DURDU!” Sinirden faltaşı gibi açtığı gözlerini birkaç saniyeliğine Gerung’un gözlerinin içine dikti.

“Beni. İyileştirdi. Durdu. Amacıma ulaşmama izin vermedi! Geçen her bir saniye, tekmelendiğim her bir an daha da öfkeli hissettiğim. O öfkenin bana güç verdiğinden, beni canlı tuttuğundan emin gibiydim. Vagror’u yok etmek, Cysa’yı öldürmek dışında bir şey düşünmüyordum. Ayağa kalkabilsem, o an ki baskıdan kurtulsam Cysa’nın son nefesini vermesini sağlayacaktım. Bir anlığına, öfkemi yansıttığımda kurtuldum ve masmavi parıldadım, ancak bu sefer olaya Azuldir dahil oldu. Daha sadece yumrukluyordum! Lanet olsun işim daha bitmemişti, Cysa son nefesini vermemişti, ben sana yumruk atıyordum! O piç dahil olmasaydı eminim onu öldürebilirdim!” Hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladı. Nefesi düzenlenene kadar yere bakakaldı, stabil hale geldiğinde konuşmaya devam etti. “Azuldir, kendince bir şeyler konuşmaya başladı. İlk kez burada bir maşa olarak kullanıldığımı öğrendim. Bir piyondan farksızdım. Sadece kullanılmış, hiç bilmediğim bir amaca hizmet etmiştim. Ben de, Azuldir’i indirmeye karar verdim. Son birkaç dakikam kalmıştı ve bilincim kapanacaktı. Bu süreçte, onu indirebilirsem her şey düzelir diye düşündüm. Üzerine koştum, bu sırada Shy bana beni karanlığa hapsedeceğini ve onu affetmemi söylüyordu. Hiçbir şey anlamadım tabi.”

Bardağını biraz salladıktan sonra kalan birkaç damlayı da boğazından midesine indirdi ve Tontiş’e doğru uzattı. Tontiş, boş bardağı doldururken büyük bir dikkatle Zen’i dinliyordu. “Mutlak karanlığın içinde kaybolmaya hazırken, bizi kurtaracağına inandığım kişi, yani Eletha geldi. En azından, bu karanlıktan bizi kurtarmaya başlamıştı. Bu arada, küçük bir detay ama bilincim kapanırken Azuldir’in suratına da güzel bir yumruk indirmiştim. Sonrasında, Azuldir tekrardan çenesini açtı ve ne oldu biliyor musun? Asıl hain Eletha çıktı! Amına koyduğumun yerinde tam olarak iki defa kullanıldım. İKİ!” Artık, bir yerde sinirini tutamamış ve tüm gücüyle duvara yumruk atmıştı. Bir yumruk daha ve ardına bir yumruk daha. Bir hışımla arkasını dönmüş ve Gerung’e kendini işaret parmağıyla işaret ederek, gözleri sinirden patlayacak şekilde açılmış bir halde konuşuyordu. “Biri beni kullanan Eletha, diğeri Eletha’yı durdurmak için beni kullanan Azuldir! Neden bizim böyle bir şeyden haberimiz yoktu? Boş birer maşadan ibarettik! Bunun sebebi ne biliyor musun? Bunu bilecek kadar güçlü değildik! Kafamın etini yiyor ama değildik, DEĞİLDİK!” İşaret parmağını doğrulttuğu eliyle hızlıca Gerung’un elinden bardağı kaptı ve kafasına dikti. Yarısına kadar nefes almadan içtikten sonra, odanın bir ucundan diğer ucuna attığı adımlar hızlanmıştı.

“Eletha’yı sadece biz durdurabilirmişiz. Bizi gücendirdiyse affedecekmişiz. Güç burada başlıyor. Burada…” Boştaki eliyle sinirle şakağına vurmaya başladı. “Olanları göremeyecek kadar saf, birilerinin oyununda maşa olacak kadar güçsüzüm. Bu gerçeğin suratıma bir anda vurulması kadar canımı acıtan bir şey olmadı. İhanet, güçsüzlük, hiçbir şeyin farkında olmadan herkesin maşası olmak! İnsanları o kadar tanımıyorum ki, o kadar bilgisizim ki, hiçbir şeyin farkında olmadan oradan oraya oynatıldım!” Kalan yarım bardağı da bir dikişte içtikten sonra bardağı sinirle cama doğru fırlattı. “Son anlarımda buradan gitmeyi düşündüm. Aclania’yı terk etmeyi ve belki bir gün güçlendiğimde geri dönmeyi düşündüm. Dışarıda, insanları keşfetmeyi, bilgilerimi güçlendirmeyi düşündüm. Bundan sonra, hüküm almak istemiyorum. Ben bir hükümdar olmak istemiyorum ama benim hükmüm geçsin istiyorum. Bu güçsüzlükle, bu nasıl olacak ki? Burada, tekrardan kandırılmadığımı, tekrardan kandırılmayacağımı nereden bileceğim?” Gerung’un yanına, bütün yorgunluğunu atarcasına sert bir şekilde oturmuştu. Gerung, sakin bir şekilde bardağından bir yudum almış ve sağ elini Zen’in omzuna koymuştu.

“Bunu bilemeyeceksin Zen. Bunu kimse bilemeyecek. Sana insanlara güvenmen için bir konuşma yapmayacağım ama buradan gitme konusunda, onu bilemiyorum işte. Yani tam şuanda burayı terk etsen, güçlenip gelsen ne olacak?” “Nasıl yani?” “Sen son zamanlarda insanların sana nasıl baktığını fark etmedin tabi değil mi?” “Hayır. Ne olmuş ki?” “Sizlerin isimleri herkes tarafından duyuldu. Herkes size saygı gösteriyor. Konumlarınız çok farklı artık. Sanki yıllardan beridir iblis avlayan, iblislerin en korkulu isimleri sizmişsiniz gibi yayıldı isimleriniz. Tabi, herkesin düşünceleri farklı bu noktada. Kimisi endişe duyuyor, kimisi coşku. Bu konuda nasıl hissedeceğin de sana kalmış.” Zen’i bir gram tatmin etmeyen bu konuşmanın ardından elini Gerung’un bardağına doğru uzatıyordu. “Lan yerdeki bardağını alsana, benimkine niye sulanıyorsun?” “Lan versene işte.” “Lan yok, git al yerdekini.” Zen, isteksiz bir şekilde kalkmış ve yerdeki bardağını almış ve tekrardan yatağına oturup uzatmıştı. “Doldur bari.”

“Neyse Zen. Dediğim gibi, en azından bazılarının gözünde değerleriniz birkaç kat arttı. Bu noktada, Aclania’yı terk etmek seni nasıl bir duruma sokar hiç bilmiyorum. Üstelik, askerlerin durumunu da anlattım. Aludir’lerin geleceği konusunda benim de endişelerim var. Özellikle asker meselesiyle alakalı endişelerim.” Doldurduğu bardağı Zen’e uzattı. “Aludirler ile askerler arasında bir gerginlik olsa ne yaparım fikrim yok. Ama bildiğim bir şey var, bundan sonra kimseye sadık olduğumu falan kanıtlamayacağım. Gerekirse hükümdar, gerekirse başka bir şey, hiç fark etmez bundan sonra bana sadık olduklarını kanıtlayacaklar. Kimseye boyun eğmeyi düşünmüyorum. Bunu kabullenemeyeceklerse, taşıdığım bu nişanı atmaya hazırım.” Diyerek cebinde taşıdığı Güç Muhafızları Birliği nişanını gösteriyordu. Birkaç saniye elinde sallamış, sonrasında tekrardan cebine koymuştu. “Her bir kelime için, her bir emir için, hepsinden hesap soracağım.” “Kendine dikkat et yeter Zen. Ben yapacağın her eylemi destekleyebilirim ancak, kendine dikkat etmen gerek. Daha içeceğimiz çok şarap var.” İkilinin birbirine sıcak gülümsemesi tekrardan yerine gelmiş ve bir süreliğine kafasını dağıtmayı başarmıştı Zen. Birkaç saatlik konuşmanın ardından, alkolün de etkisiyle Zen’in gözleri kendiliğinden kapanmış ve tekrardan ızdırapla dolu bir güne açacağı gözlerini rahatlatmaya başlamıştı.

Birkaç gün daha, kendisiyle iletişime geçileceğini bilen Zen birkaç gün daha beklemişti. Kapısı tekrardan çaldığı bir gün, ayaklarını zar zor ileriye doğru götürmüş ve kapıyı açmıştı. Kapının önünde duran görevli, Organizasyon liderlerinin en üst kattaki toplantı odasında onu beklediğini söylüyordu. Sonunda bir şeyler yaşanacaktı, Zen hesap sorabilecekti. Görevlinin suratına sinirle kapıyı kapatmış ve hızlıca hazırlanmaya başlamıştı. Kollarına altın rengi kolluklarını geçirmiş, saçlarını topladıktan sonra sahte mücevheratlı alın bandını takmıştı. Masanın üstünde duran son bardak şarabı dikip bitirmiş toplantının yapıldığı odanın yolunu tutmuştu. Adrenalin, heyecan ve öfke damarlarında gezinmeye başladığında, kendini biraz daha canlı hissediyordu. Kendisi gibi çağırılan diğer Aludir’lere baktı. Bir kadın ve bir erkek harici diğerlerini tanıyordu. Gadiel ve Diniel. Gadiel’in omzuna sağ elini nazikçe koymuş ve boş gözlerle gülümsemişti. “Umarım iyisindir.” Bir cevap beklememiş ve elini çekmişti. Diniel’in omzuna da elini koymuştu. “Seni görmek güzel. Umarım sen de iyisindir.” Omzunu bir kere sıkarak samimiyetini belli etmiş ve gözlerini kapıya devirmişti. “Daha fazla sohbet etmek isterdim ancak öğrenmemiz gerekenler var.” Gözlerini son bir kez Diniel’in gözlerine dikti. “Şu konuşulacaklar konuşulsun, şarap ısmarlayayım.” Bir cevap beklemiyordu, ancak yine de cevap gelme ihtimaline karşın birkaç saniye beklemişti. Bir cevap verecekse gülümseyerek dinleyecek ve ardından hızlıca toplantı odasına girecekti. Herhangi bir saygı belirtisi göstermeyi düşünmüyordu, gözleriyle direkt olarak Bristran’ı arayacak ve ona doğru ilerleyecekti. Kimsenin dur emrine ya da başka bir emrine itimat etmeyecek, direkt olarak ona ulaşacaktı.
Image

KÜNYE
İsim: Zenahpuryu
Cinsiyet: Erkek
Yaş: 20
Boy: 1.98
Kilo: 98
Sınıflar: Toplayıcı - Saldırgan - Savaşçı
Mevcut GP/AGP/İGP: 0 GP / 0 AGP / 5 İGP
Mevcut Para: 13250
İtibar: 8

PROFİL
Güç: 10
Dayanıklılık: 10
Çeviklik: 10
İrade: 15
Zeka: 8

Aludir Statları
Görü: 11
Hakimiyet: 6
Mevcudiyet: 7

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar

Şarap Matarası (1 Litre Bal Şarabı)
KÜNYE
İsim: Shyrlonay
Cinsiyet: Erkek
Boy: 1.10
Kilo: 90
Tür: Ejderha
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 13
Güç: 6
Dayanıklılık: 6
Çeviklik: 5
Arun: 8
Duren: 2
İrade: 9

YETENEKLER

Korkulu Bakış

TEKNİKLER

Metal Ejderinin Öfkesi (5. Düzey)
Metal Ejderinin Onuru (1. Düzey)
Keskin Metal
Metal Hükümdarının Silüeti
Hükümdar (0. Düzey)

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
User avatar
Diniel
Aclanian Aludir
Aclanian Aludir
Posts: 278
Joined: 30 May 2022, 22:32

09 Feb 2024, 07:40

Gözlerimi yavaşça aralamıştım bir anlığına geçmişim hiç yokmuşçasına. Sanki biraz önce bir hiçliğin içerisinden gizlice var olmuşça sessiz bir uyanıştı bu. Bilmediğim anılarıma göre tanıdık geliyordu gözlerimin o an gördükleri. Bu atmosfer bilindik idi benim için. Ardından bu uyanışın ilk uyanışıma benzediğini hatırladım ancak hatırlamamla beraber bütün anılarım beynime hücum ediyordu adeta. Zihnim karanlığın renkleriyle doluşurken göz bebeklerim hissettiğim korkuya direnemeyip titriyor, avuçlarım kendiliğinden kapanıp çenem olabildiğince kasılıyordu. Gözlerim fal taşı gibi açılmış, bir anda yatağımdan fırlamıştım üzerimdeki çarşafı fırlatıp atarak. Karanlık havada açtığım gözlerim odadaki kasveti arttırıyorken bense atmosferden çok daha tehlikeli şeylerin her an ortaya çıkabileceği ile temkinle bakındım etrafıma. Odanın ufak aydınlatmaları etrafımı görmemi sağlıyor olsa da görmekten öte, duyduğum yağmur tıkırtıları dikkatimi çekiyordu. İlk defa görmüş olmama karşı nedense yakınlık hissediyordum bu sese. Suskun zihnimle fırlamış olduğum konumdan kendimi yavaşça toparlayarak sakin adımlarla cama doğru ilerledim. Dışarıda neler olduğu seçilemiyor olsa bile dışarı bakıyordum. Parmak uçlarımı pencereye dayadığımda yağmurun tıkırtılarını hissedebiliyordum. Odadaki aydınlatmalardan camda yansıyan yüzümü koyu da olsa görebiliyordum. Dudaklarım umutsuzluğumu dışarıya vuruyordu. Ancak kendimle göz göze geldiğimde gördüğüm donuk bakış bir an o karanlık varlığımla yeniden karşılaşmış gibi hissetmiş, sımsıkı yummuştum gözlerimi. Bu hissiyat bir anlığına kalbimi durdurmuş, başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissettirmişti bana. Derin bir nefes alıp sırtımı pencereye yaslamıştım. Avuçlarımı pencerenin kenarına destekleyip başımı cama yaslamıştım. Konuşmak istemiyordum. Kendimle bile konuşmak istemiyordum. Usulca nefesimi verip gözlerimi yavaşça araladım.

Birkaç gündür doğru düzgün bir şey yiyemiyor olmamla birlikte neredeyse hiç konuşmuyordum. Ne birileriyle ilgili bir şey sormuş ne de özel bir isteğim olmuştu. Yemek yiyor, ılık bir şeyler içiyor ve uyuyordum. Kimsenin bana ilişmiyor oluşu içinde bulunduğum rahatsızlığa karşı bir nebze şans oluyordu benim için. Belki de bilerek kimseyi bana rahatsızlık vermemeleri için tembihlemişlerdi kim bilir…

Sessiz geçen günlerin bir akşamında yatağımın yanı başında yerde dizlerimi içime çekip kendi kabuğuma çekilmiştim odada yalnız olsam bile. Sanki odadan bile kendimi soyutlamak istiyordum. Odada gözümü açtığımdan bu yana geçen sürede artık kendimle konuşabilecek kadar iyileşmiş olmalıydım ki ağzımdan “Ben…” kelimesi dökülebilmişti. Başımı gömdüğüm dizlerimden kafamı yavaşça kaldırırken gözlerim dalgınlıkla boşluğa düşmüştü. Baktığım şeyi görmeyi arzulamıyor ancak, gördüğümü de yadırgamıyordum.

“Neden bunları yaşadım?”

Sorduğum soru bir an için çok mantıklı gelmiş ancak geçen saniyelerin ardından oldukça yersiz hissetmiştim. Sebebi kendimdeydi bunu biliyordum. O nedenle bu soruyu sormama gerek yoktu. Vagror’un yarattığı baskıyı üzerimde hissetmiyor olmak bile bir an kötü bir şey mi olacak hissiyle tüylerimi ürpertmişti. Ürperti ile kendi varlığımı hissedebilmiştim yeniden. Hala yaşamaya çabaladığımı hatırlatmıştı bu bana. Aklıma anılar geliyordu. Eletha ile geçirdiğim vakit sırasında bana onunla mı gitmek istediğim yoksa kendimle ilgili gerçeği mi öğrenmek istediğimi sormuştu. Her türlü arkadaşım olduğunu düşündüğüm bu kişiden ihanete uğrayacak olsam da belki kendimle ilgili olanı seçseydim bugün en azından ihanete uğramışlık hissiyatım hafifler miydi? Dalgın bakışlarımın içerisinde Raldrin’in varlığı içerisinde kayboluyor oluşum yeniden cereyan ediyor gibi geliyordu ancak aynı hissiyatı hissedemiyordum. O yokluk hissi yeniden hatırlanamayacak kadar benzersiz bir etkiye sahipti. Hiçliğin bir parçası olmak gibi tanımlanabilirdi belki. Adını ağzıma alamadım iblisimin. Hiç olmadığım kadar yalnız hissediyordum kendimi. Azuldir de Eletha da parmağında oynatmıştı beni. Hepsi bilgisizliğimden kaynaklanıyordu bunu biliyordum. Kendimce yaşadığım sebepsiz barışçıl hareketlerimi kendi idealleri için kullandılar. Yumruğumu sıkıp etrafı kırıp dökmek istiyordu ruhum ancak bunu yapmak yalnızca çaresizliğimi dışa vuruyor olmam olurdu kendime. Ancak yine de kızgın ve kırgındı kalbim. Dudaklarım istemsizce büzülmüş gözyaşlarımı tutamamıştım. Başımı dizlerime gömüp sessiz tutmaya çalıştığım hıçkırıklarla ağladım.

Artık tüm enerjim tükenmiş, yere serilmiş halde ne kadar süre ağladığımı bile hatırlamaz halde bulmuştum kendimi. Uykululuğun getirdiği yorgunlukla, yarı karanlığın ortasında hareket eden tek şey aydınlatmaların ufak hareketleriyken hala nefes alıp veriyor olduğumu hissedebiliyordum. Sol elimden destek alıp yere oturdum. Sağ elimle ağlamaktan kurumuş gözlerimi ovuşturduktan sonra saçlarımı hafifçe toparlama hissiyatı hissettim. Derin bir esnemenin ardından yavaşça ayağa kalkmaya çalışıyorken sol bacağımdaki uyuşmuşlukla neredeyse yere düşüyordum. Bacaklarımdaki dermansızlık nedeniyle kendimi camın önüne götürmek güç geliyor olsa da başarmıştım. Camın karşında karanlığa doğru bakıyorken vücudumu esnetme gereği hissettim. Hala penceredeki yansımadan kendime bakamıyor olsam da bu kadar perişanlığın artık yettiğinin farkındaydım. Yarın artık bir şeyler yapmam gerekiyordu.

Ertesi gün odamdan o günden beri ilk kez ayrılmıştım. Görevlilerin bakışlarındaki değişikliği hissedebiliyordum ancak sebebini de az çok tahmin edebiliyordum. Cehennemin ortasından gelmiş Aludir karşısında duruyordu. Bilgim dışında birileri bir şeyler anlatmış gibi görünüyordu. Belki de Azuldir olacakları öngörüp birilerine haber vermesi için önden ayarlamıştı kim bilir? Bakışları aldırış etmemeye çalışıyor olsam da rahatsız ediciydi. Benim niyetimse yeni şeyler öğrenip bu bilgisizliğimden kurtulmaya çalışmaktı. O nedenle kitaplara gömülüyor ve geçmiş hakkında bilgi edinmeye çalışıyordum. Etrafta konuşulanlar ise Eletha’nın ihanetinin bugüne etkilerini öğrenebiliyordum. Eletha ile ilgili geçmişte yazanlar gördüğüm bilgiler içerisinde önceki hükümdarın öğrencisi olup olmadığı konusunda kafamda soru işareti oluşmuştu. Raldrin’i de bu kadar basit bir şekilde iyileştirebilmesi belki kutsal bir iyileştirme bilgisinin olmasındandı kim bilir?

Eletha’nın adının geçtiği her satırda belli bir rahatsızlık hissediyor olsam da ondan kaçmayacağımı bildiğim için özellikle okuyordum. Ertesinde geçirdiğim bir gün içerisinde etraftakilerden askeri durum ve halk ile ilgili pek çok söylenti duymuştum. Gördüğüm saygı ve ismimin anlamsızca yüceltilmiş olması, dahası ismim herkesin diline düşmüş olması ekstra bir rahatsızlık sebebi vermesine sebep olmuş olmasına rağmen buna karşı kayıtsız kalmak en iyi seçenek gibi geliyordu. Bir de insanların tepkileriyle uğraşamazdım şimdi. İhtiyarın ölüm haberini almam zaten kötü giden durumun daha kötü gidecek olduğunun habercisi gibi gelmişti. Onun konumunun sıradan bir konum olmadığını biliyordum. Dahası geçmişte aurasını da hissedebilmiştim ve emindim ki o öylesine birisi değildi.

Ağzımda yayılan tatlılık bir an afallamama sebep olmuş şaşırtmıştı beni. Elime baktığımda tuttuğum bardağın içerisinde tatlı bir içecek olduğunu biliyordum ancak o kadar uzun süredir güzel şeylere odaklanamamıştım ki bu tatlı içecek bana hala dünyaya dair bir şeyleri sevdiğimi hatırlatmıştı. Bu içeceği Zen’in adını Tontiş diyerek beni keklediği Gerund’dan almıştım. İçeceğimden büyük bir yudum daha alıp, karşımda özensizce yerleştirdiğim kalın kitabın yanına nazikçe koyduktan sonra kitapta kaldığım satırı ararken aklıma ilk kez okuyabildiğimi fark ettiğim zaman gelmişti. Okuduğum ilk metin Eletha’nın bana gönderdiği mektuptu ve okurken inanılmaz keyif almıştım. Bir araç ile karalanmış bir şeyler gözle takip edildiğinde zihinde anlamlı varlıklara döndüren bir sihir gibiydi bu! O zaman bununla çok eğlenmiş olsam da şimdi keşke daha farklı şekilde öğrenmiş olsaydım diyordum. Eletha konusu yeniden zihnimde dolanıyorken krallığın da sorunları olduğunu görebiliyordum. Hükümdar yoktu ve yeni hükümdar arayışları başlamıştı hatta belki de biliniyordu ancak ben bilmiyordum. Böylesine şaşırmazdım açıkçası. Zaten ne bilmemize izin veriyorlardı ki? Onlar ne kadarını bilmemizi isterse o kadarını biliyorduk ve böylece kukla gibi oynatılıp duruyorduk. Ansızın gelen öfkeyle kaşlarım çatılmış, kitabın üstünde parmağımı tıklatır bulmuştum kendimi. Bir kere ‘cık’ layarak kafamı kaldırdım ve duruşumu düzleştirdikten sonra içeceği iki el tutup kokusunu burnuma çektim sakinleştireceğini umarak. Öyle de olmuştu açıkçası. Bardağın sıcaklığı elime hoş bir hissiyat verse de krallığın gideceği yolun sonu hoş şeylere çıkmayacak gibi geliyordu. Açıkçası bu sessiz bekleyiş üstlerin de zamanı geldiğinde benim bilgilendirileceğim söylendiğinde kuşkularımı iyice arttırıyordu.

Bardaktan son yudumumu alıp kitabı kapadım ve alıp bir elimde kitap diğer elimde bardakla odamın yolunu tutmak için hareketlendim. Etraftakilerin bakışlarını görmezden gelebilmeyi başarıyordum artık. Bunu zihnimde dönen düşüncelerin bozulmamasından anlayabiliyordum. Ne yavaş ne de hızlı adımlarla ilerlemeyi sürdürdüm.

Askerler doğal olarak yeni hükümdarın bir Aludir olmamasını isteyeceklerdi ancak askerlerin Aludir’lere karşı nasıl bir üstünlüğü olabilirdi ki? Bu da beni düşüncelere itiyordu. Hükümdar olan kişi Eletha gibi en kudretli olan kişi mi olmalıydı? Öyleyse bu yeni bir Eletha yaratma ihtimalini arttırmaz mıydı? Şimdiye kadar herkesin Eletha’nın ağzından çıkacak kelimeleri ilahi bir söz gibi sorgusuz kabul ettiğini görmüştüm ancak bu bir tek bana farklı geliyor olamazdı. Azuldir ise buna açık bir örnekti. Ancak bu genelin kudretinden dolayı tapınırcasına Eletha’ya biat ettikleri gerçeğini değiştirmiyordu. Tek sebebi kudretli olması olmamalıydı. Belki de kudretli olmamalıydı. Böylece hükümdar olsa bile bir gün her şeyi mahvetmeye karar verdiğinde buna yetecek gücü tamamen kendisinde bulamazdı. Odamın kapısına gelmiş yavaşça açıp ardıma kapamıştım. Kitabı ve bardağı masanın üstüne koyduktan sonra kapalı perdelere doğru yönelip hala bulutlu da olsa ışığın içeri girmesini istemiştim. Perdeleri açıp bunu sağladıktan sonra yeniden düşüncelerin beni beklediğini fark ediyordum.

Bu düşüncelerimin diğer tarafında ise kudreti yetersiz kalan bir hükümdar kendisinden güçlüler tarafından kontrol edilemez miydi? Azuldir gibi kaç özel güçlü Aludir vardı bu dünyada bilmiyor olmama karşı güçsüz insan bir hükümdar bu kadar Aludir içerisinde etkinliğini nasıl gösterebilirdi? Aludirler sıradan insanlara faydadan çok zarar veriyor gibi gelmesine sebep oluyordu bu da. Şu anda bile etrafıma istediğim kadar zarar verebilirdim ve kayıpların geri dönüşü olmayacağı için bu ciddi bir yıkıma sebep verirdi mantıken. Ancak her şeye rağmen bu iblislerin ve Aludirlerin varlığı gerçeğini değiştiremezdi.

Azuldir bütün iblisleri yok etmeyi söylerken bundan bahsettiğini anlayabiliyordum artık. Biz Aludir’lerin varlığı insanlar için her zaman bir tehdit ve iblislerimiz de her zaman bir şantaj aracı olarak varlığını sürdürecekti her ne kadar bütün Aludir’lerin bu şekilde davranmaya hiç niyeti olmasa bile. Peki, iblislerin yok oluşu insanlığa barışı mı getirecekti? Yalnızca insanlarla dolu bu boyutta Aludir denen sınıfın ortadan kayboluşu tam olarak nasıl bir fayda sağlayacaktı insanlığa? Eski Aludir’lerin kendi sınıflarını oluşturup insanlar üzerine hüküm kurduğu tarihte yazılıydı. Dahası bu Aludirlerin kendi hedefleri sebebiyle insanları savaşa sürükledikleri de yazılıydı. Gücü elinde tutan istekleri doğrultusunda insanlarını da beraberinde sürüklemiş gibi görünüyordu ancak o kadar çok insan var ki kim gönüllü kim gönülsüz buna katılmışsa da bunun hesabını yapacak değildim.

Krallığın üzerine düşünceler kafamı yormuş ve bir köşeye oturup geçmişten hatıraları hatırlamaya bırakmıştım kendimi. Çiçek bahçesi aklıma gelmişti. Eletha artık orasıyla ilgilenemeyeceği için benim bakmamda bir sorun olur muydu acaba… Bana sahip olduğu tek şeyin oradaki çiçekler olduğunu söylemişti. Her şeye sahip olsa da, iki diyara da hükmetse de sadece bu diyardaki çiçeklere sahipti. Zihnimden geçen bu cümle bir an korkuyla sarsılıp tutuldum. Eletha bana söylemişti! Eletha beni ilk gördüğünde iblis diyarına da hükmettiğini söylemişti! Gözüm tarih kitabına kaydı. O kitapta yazılı olmayan bilgilere sahiptim ben. Kahraman Ehsin ve Visyn’in ondan devraldığı kudret ile kendi kudretini kullanarak bütün iblisleri o anahtarlarla gittiğimiz boyutu var edip içine hapsetmişti. Bunun bedeli ise etrafındaki bütün insanlığı yok etmekten geçiyordu. Bunları biliyor olmama rağmen Eletha’dan hiçbir şey yapmayacakmış, bundan kimse etkilenmeyecekmiş gibi üzerine yeterince düşünmemiş olmamın sonunda böyle bir sona çıkmıştım. Hükmettiği boyuta neden beni görev için gönderdiğini veya oradaki iblis lorduna karşı dediklerine rağmen nasıl olur da bir hükmü olmadığını sorgulamadım. O zamanki bilgilerimle sadece kafamı karıştırmış olan bu bilgilere karşı şu an başıma gelenlerin bir tesadüf olmadığını artık kesin bir şekilde anlıyordum. Yine de Visyn, gerçekten de Visyn’in kaderini yaşayacaksa bu sefer neyi ne için yok etmeyi göze alıyor olduğunu bilmem gerekiyordu. Kaderinde iblisleri o boyuta devasa bir bedel ile mühürlemiş Visyn’in kaderi iblislerin tarafında geçmekte nasıl tekrar edebilirdi? Eğer tekrar edecek ise bu insanlığın sonu demek değil miydi? Ancak bu kudretinin varlığına ters olmaz mıydı? Birileriyle bununla ilgili konuşmalıydım ancak gizli bilgilere kimin sahip olduğunu nereden bilebilirdim? Dahası konuşacağım kişinin doğruları söylediğine nasıl emin olabilirdim? İnsanlığın gerçekte pek de umurumda olduğunu sanmıyordum ancak yaşanılabilecek bir yer olmadıkça daha doğrusu böyle güzel içecekleri içebileceğim bir yer olmadıkça geriye ne kalıyordu ki? Dünyaya cehennemi yaşatıp Visyn’in kaderiyle kesişen bir hayata sahip olmanın kimseye bir kazanç getireceğini sanmıyordum. Duygularım gitgide yatışıyordu. Hala eksik bir şeyler vardı ancak Eletha’dan çok kendimle ilgili eksiklik hissediyordum. Henüz hatırlamaya cesaret edemediğim iç dünyamda gördüğüm o anların siluetleri gözümde canlanmaya başlayınca zihnim bir anda sustu ve bir kere yutkunarak bu konuyu kapattım şimdilik.

Monoton geçen günler boyunca kendimi bilgiler edinerek kandırıp dikkatimi dağıtmaya ve aldığım yenilgi ve ihaneti hatırlamamaya ne kadar gayret edersem edeyim başarılı olduğum söylenemezdi. Uykusuz geçirdiğim gecelerin ne zaman son bulacağını bilmiyordum. Durgun, düşüncesiz ve odanın içindeki diğer nesneler kadar cansız gibi duruyordum yatağın bir köşesinde. Yeni bir kıvılcım, yeni bir bahane arıyordu ruhum ne kadar başarısız olsa da. Adını anmaktan korktuğum ejderhamın hislerini duyabiliyor gibi geliyordum artık. Ancak ne ona ne de kendime kurabileceğim bir cümle bulamıyordum hatırlamaktan korktuğum olanlarla ilgili. Okuyacak daha ne var ki diye kendi kendime yalandan soru sordum. Tamamen vakit geçirip bu bitmez döngüden kurtarabilir miydi beni okumak? Yatağımda öyle solgunlukla uzanırken kapının tıklanması bu soruları sormama son veriyordu. Yavaşça doğrulup uyuşuk adımlarla kapıya varıyor ve kapıyı açtığımda karşımda bir görevli buluyordum. Nazik selamına karşı en ufak bir tepki vermeden ne diyeceğine odaklıydım. Organizasyon liderlerinin üst kattaki toplantı odasında beni beklediğini söylediğinde kuşkulu bir ifade takınıvermiştim. Yine bir şeyler çevrildiği ortadaydı ve sorulacak çok soru vardı. Hepsi bir araya geldiğine göre neyle karşılaşacaklarını da biliyor olmalılardı. Yine de bu saatten sonra sayıları benim için bir anlam ifade etmiyordu. Ölü toprağa su serpilmişçesine yüzümdeki donuk ve durgunluk silinmiş, yerine ciddi bir ifade yer almıştı haberi almamla beraber. Başımla görevliyi onaylayıp “Anladım” dedikten sonra kapıyı kapatıp hızla toplantıya hazırlanmaya başladım. Tansiyonumun gitgide arttığını hissetmem şimdiye kadar hissettiğim berbatlıktan daha az berbatlığa geçişten miydi bilmiyordum ancak neden bu kadar süre boyunca bu odaya tıkılıp kaldığımı sorguladım bununla beraber. Hızlı olmalı ve bu sefer dertleri neymiş öğrenmeliydim.

Hızlı sayılabilecek adımlarla koridorda ilerleyip kapının önüne geldim. Diğerlerinin de toplanıyor olduğu sırada tüm dikkatim biraz sonra yaşanacaklar üzerindeyken omzumda hissettiğim el ile afallıyordum. Zen omzumdan tuttuğunu fark ettiğimde iyi olduğumu temenni etmişti. Gözlerindeki boş bakış kendisinin hiç iyi olmadığı izlenimi verse de bu hiç şaşırtıcı olmazdı. Zaten o vahim günden beri hiçbiriyle iletişime geçmemiştim. O an ona ne tepki vereceğimi bilemesem de biraz öncesine kadar çatılı kaşlarım normale dönmüş ve daha sakin bakışlarla başımla onaylamıştım yalan bile olsa. Gözlerini bana yeniden diktiğinde konuşulacaklardan sonra şarap ısmarlayacağını söylediğinde “Konuşulanların ardından bu üs hala yerinde duracak olursa neden olmasın” diyordum sakince. Ardından Inias'a dönüp yüzünde nasıl bir ifade olduğuna bakacaktım. İçeri girdiğimizde içeridekilerin kimler olduğuna, biz içeri girdiğimizde takındığı tavırlara ve odadaki materyallere dikkat edecektim.
Last edited by Diniel on 12 Feb 2024, 08:43, edited 1 time in total.
KÜNYE
İsim: Diniel
Cinsiyet: Kadın
Yaş: 24
Boy: 1.64
Kilo: 52
Sınıflar: Toplayıcı - Dengeli - Elementalist
Mevcut GP/AGP/İGP: 0/0/5
Mevcut Para: 48000

PROFİL
Güç: 6
Dayanıklılık: 6
Çeviklik: 6
İrade: 6
Zeka: 10

Aludir Statları
Görü: 5
Hakimiyet: 9
Mevcudiyet: 10

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
İBLİS KÜNYE
KÜNYE
İsim: Raldrin
Cinsiyet: Erkek
Boy: 1.75
Kilo: 60
Tür: Ejderha
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 7
Güç: 7
Dayanıklılık: 6
Çeviklik: 9
Arun: 9
Duren: 6
İrade: 8

YETENEKLER:
Saf Öfke

TEKNİKLER:
Buzul Fırtına - A Rank
Daha hızlı! - C Rank
Soğuk Diyar - B Rank

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
Image
User avatar
Inias
Posts: 174
Joined: 20 May 2022, 16:48

09 Feb 2024, 18:53

Hayır...

Bu böyle olmamalıydı...

İnias, İblis Boyutu'nu terk edip Yaşam Boyutu'na geçtiğinde birçok beklentisi vardı. İmparatorluğunu ilk defa bilincini yitirmeden kullanabilmişti. İlk defa bir iblisi bozguna uğratabilmişti. İlk defa zamana ve uzaya dahi söz geçirebilmişti. İlk defa görevini başarıyla tamamlamıştı. Övgü bekliyordu, ödül bekliyordu, hükümdarını bekliyordu, canlılığı ve renkleri bekliyordu. Hiçbirini alamadı. Ne övgü, ne de ödül. Ne canlılık ne de renk. Sadece keder, sadece kasvet, sadece ihanet. Hükümdarının ihanet haberi ona fazla geldi. Bir an için aklını yitireceğini sandı. İnanmakta o kadar zorlandı ki, her an reddedebilir. İlk günler karamsarlıkla ve sorgulamayla geçti. Onu bulunduğu oda değil, kendi aklının derinlikleri hapis tutuyordu. İçinden asla çıkamayacağı bir labirent gibi. Bağırmak çağırmak, sormak ve sorgulamak istiyordu. Yapamıyordu. Boğazı düğümleniyordu. Nefret ediyordu bu durumdan. Kendini o kadar zayıf hissediyordu ki. Her şey büyük bir kötülüğün habercisi gibi geliyordu ona. O kadar iç karmaşa yaşıyordu ki, Kho'Raktar aklına gelebilecekler listesinde sonlardaydı. Onu bu kin beslediği iğrenç durumundan kitaplar kurtarmaya başladı. Şükürler olsun ki, bilgiye erişimi vardı. Kendini edinimlerine verdi. Aclania'yı okudu. Halkını okudu. Geçmişini okudu. Hükümdarlarını ve getirdiklerini okudu. Burada kesinlikle bol bol bilgi vardı. Sistemlerin ortaya çıkışını öğrendi. Bazı hükümdarlara hayran kaldı. En sıradan ve rastgele kişiden en büyük ve önemli kişiye olan yolculukları ilham vericiydi. Askeriye ile ilgili okurken aklına Agrupnia geldi. İşte o zaman gülümseyebildi. Açıkçası buraya döndüğü yapmak istediği iki ziyaret vardı. Biri Agrupnia'nın mezarına, biri Serbest Bölge'ye. Agrupnia ile paylaşmak istedikleri vardı. Aynı anda, Kho'Raktar'ı karşısına alıp konuşması gerekenler de vardı. Anlaşılan, bunlar beklemek zorundaydı. Kitaplar ruhani buhranı çözemedi ama iyi geldi ona. Onu bu acizlikten sonunda kurtaran ise gelen toplantı haberi oluyor. Sonunda bir aksiyon olacağı haberi onu bu olumsuz kısır döngüden kurtarıyor ama maalesef iyi bir haber değil bu. Endişe, korku, karamsarlık ve daha niceleri hiçbir yere gitmiyor. Uykusuzluk, kabuslar ve garip felaket tellahlığı da öyle. Hiçbir suçu yokken suçlanacakmış gibi hissediyor İnias. Hiçbir günahı yokken cezalandırılacakmış gibi. Anlam veremediği saçma sapan bir karmaşa bu. Bu o değil. Bu o olamaz. O belirsizlikten haz etmez. O şüpheden haz etmez. O suçlu da değil, günahkar da. O ne yapması gerekiyorsa onu yaptı. Komutlara, kurallara, astlık ve üstlüğe uydu. Kimse onu yargılayamaz. Odadan ayrılmak olumsuz, ağır ve baskın, durgun düşüncelerin ve duyguların geride kalmasına ancak çok daha büyüklerinin ön plana çıkmasına neden oluyor. Öfke; haklı bir öfke ve ciddi bir sinir. Hükümdarı nasıl ona sırtını döner? Nasıl ona ihanet eder? Bu kadar kolay mı? Çocuk oyuncağı mı bu? Kim ne cüret ile ona bu aşağılık durgun duygu ve düşünceleri hissettirir? Kim ne had ile onu olduğundan daha aşağıda kılmaya çalışır? Kapının önüne geldiğinde durgunluğunu yitiriyor. Yerine hareketlilik geliyor. Az sonra organizasyon liderleri ile görüşecek. Az sonra en büyük değişim resmileşecek. Çok zeki olmasa da, kesinlikle farkında. Aclania'da artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Her şey değişmek üzere. Gözlerini ilk açtığından onu yeni bir yaşam karşılamıştı. Şimdi ise onu yeni bir dünya düzeni karşılayacak. Ancak, bu sefer uslu bir çocuk gibi oturup ne denilirse razı olmayacak. Önemsiz bir paçavra gibi kenara atılmayacak. Kim ve ne olduğu belli. Kim ve ne olduğu asla reddedilemeyecek kadar büyük. Kim ve ne olduğu asla reddedilemeyecek kadar önemli. O bir İmparator! O bir Kishen! O Kudretin ve Öfkenin Emsali, İki Diyarın Savaşçısı Kho'Raktar'ın sahibi! O İnias ve İnias'ın söz hakkı var!

Açın kapıyı! İnias geliyor!
Image
KÜNYE
İsim: Inias
Cinsiyet: Erkek
Yaş: 24
Boy: 1.80
Kilo: 75
Sınıflar: Toplayıcı - Dengeli - Savaşçı
Mevcut GP/AGP/İGP: 5/0/5
Mevcut Para: 11.000

PROFİL
Güç: 6
Dayanıklılık: 6
Çeviklik: 6
İrade: 5
Zeka: 5

Aludir Statları
Görü: 5
Hakimiyet: 6
Mevcudiyet: 5

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
KÜNYE
İsim: Kho'Raktar
Cinsiyet: Erkek
Boy: Dokuz Metre
Kilo: Altı Yüz
Tür: Dev
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 8
Güç: 8
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 2
Arun: 2
Duren: 8
İrade: 8

YETENEKLER

Büyülü Beden

TEKNİKLER

Dörde Katla 1. Düzey
Kaynayan Beden
Kaçış Yok

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
User avatar
Dina
Posts: 158
Joined: 13 Nov 2022, 05:50

12 Feb 2024, 03:41

Neler olduğunu anlamaya çalışıyorum. Zümrütlerle dolu bir odadayım. Işıldıyorlar. Olabildiğince parlak, ahunun göklerdeki dansı kadar zarif. Bir çığlık kadar ürkünç. Ve saldırıyor yüzüme. Kartal pençeleri, ışıktan oklar... Buruşturuyorum yüzümü. Her defasında buruşturuyorum, atıyorum bir kenara. Başka bir yüz takıyorum sonra. Beğendiğim her yüzde, beğendiğim vücutlarla yeni bir role giriyorum. Sevdiğimden ya da beğendiğimden değil. Hayatta kalmak için daha iyi bir yol bilmiyorum. Bir kez denedim. Deliliğin sınırında gezdim. Hikmetsizliğin, cahilliğin ve kör kuyuların tadını almış bir nefes olarak bitişimi gördüm. İçten içe nasıl da eridim... Bana kimse yardım etmedi. Kimseden de yardım dilenmedim. Düşmanın hançeri, bir başka düşmanın böğrünü deştiği an yumruklarım inmeye devam etti. Düşmana salladığım her sillede, kendi gerçekliğimi adım adım bitirdim. Bir pipetle çekmiş gibiydim ruhumdaki son kırıntıyı. Kendimi öldürmeyi dilemedim. Ancak öleceğimi bile bile atladım boşluğa. Zihnimin saraylarında gezdim. Düşman beni, beni kendimi düşündüğümden daha çok düşünüyormuş meğer. Tekrar karşıma çıktı. Hikmetsizlik, cahillik; bana deliliğin sınırını bir kez daha gösterdi. Gülümsedim ve devam ettim. Yumruklar böğrünü ezerken hasmımın, ölmeyi diledim. Minik bir an olsa dahi, öleceğimi kabullendim ve rahatladım. Bu kadar bilinmez, bu kadar gerçeklikten uzak bir yerde delirmemek elde değildi. Kendimde olmadığım her an, deli gibiydim zaten. Bedenimde birden çok beni taşırken, bir de ben olmaktan uzak, habis bir varlığın uğultusunu taşıdım. Vahşi, hırçın, kötücül, aç ve cahil. Kendim ile olan dertlerime her gün bir yenisini eklerken onun beni içten içe bitirişine şahitlik ettim. Çok fazla şansım yoktu. Önümde tek bir çizgi vardı. Yürümeyi seçtiğim çizgi, benim seçimim değildi.

Düşünceleri yüzüne düşen yağmur ile silinip giderken, toprağa karışıyordu. Dina, seçim falan yapmamıştı. Seçim hakkı hiç bir zaman olmadı.

Ona yöneltilen her bir bakış, nezdinde umursamaz tavırlarını biraz olsun perçinliyordu. Merak üstün geliyordu doğal olarak. Yüksek ihtimalle yine bir şey bilmiyordu. Vakıf olduğu hiçliği özümsemeyi hiç becerememişti. Tanımadığı yüzlerin, tanıdık bakışları onu biraz sinirlendirmişti belki de. Huysuzluğunu kısa sürede gömmeyi başarsa dahi, bu üssün kasveti onu gerim gerim geriyordu. Bir kaç gün çabuk geçmişti. Dinlenmeyi denese de, yatağına yattığı her vakit; kendini odasının içinde oradan oraya savrulmuş buluyordu. Farklı elbiseler deniyor, farklı aksanlarla konuşmaya çalışıyor, duvarlara bir şeyler çiziyordu. Uzaktan bakıldığında deli denilecek cinsten bir yaratığa dönüşmüştü.

Sarfettiğim her söz, attığım her yumruk, yürüdüğüm her yol planlanmış ve tasarlanmış gibiydi. Dostum olduğunu söyleyenler ile düşmanım olduğunu bildiklerim tarafından bir sonraki hamlem nedensizce biliniyordu. Yabancılığını çektiğim bu evrende, bildiğim her şeyin yalandan ibaret oluşunu anlayışım ise kısa sürmedi. Geldim işte, yine buradayım. Olmak istemediğim bir yerdeyim. O soğuğu tekrar hatırladım. Kulağıma dolan acı iniltileri, bir düşmanla verdiğim zihin savaşı ve kan gölü. Bana yaşadığımı hissettirdi. Tadamadığım hazzın, bekçisi olmaya karar vermiştim. Ne acı! Kendimden tiksinecek kadar tanımıyorum kendimi. Kendime acıyamıyor, kendimi buruşturup atamıyorum! Kendi içimde, kendi tutsaklığımı besliyorum! Sonra da kapılardan geçiyorum. Şimdi ise buradayım. Tanımıyorum kimseyi. Tanımak dahi istemiyorum. Sadece orada olmak istiyorum. Benim için bir şey olduğunu biliyorum. Orada beni çağıran ne varsa, onu bulmak istiyorum. Gerekirse ölümümü kucaklamak, zaferimle barışmak. Hiç bir şey bilmediğim bu dünyada, kibirli kalbimin bana fısıldadığı tek şey bu işte.

Koridorlarda yürüdüğü her vakit, yöneltilen bakışların biraz daha keskinleştiğini hissediyordu. E tabii günler geçtikçe bunun sebebini biraz olsun anlıyordu. Artık hükümdar yoktu. Bununla birlikte komutan da mefta. İnsanlar onun ismini biliyor ve ismiyle sesleniyordu. Ne hoş. Yalnızlığa alışkındı. Boşluğa katlanırdı. Can sıkıntısı onun için fikirlerini daha şairane şekilde sunabileceği vakitlerden ibaretti. Pek umursamıyordu. İçindeki yalnızlık ve karanlık büyümeye devam ettikçe, içinde yer etmiş diğer varlığa hiç ihtiyaç duymadı. Onun yardımına ihtiyaç duyarsa, korkmaya başlardı. Korkunun tadını aldığı an ise kendisinden şüphe edecekti. Buna izin vermedi. Orada öylece kalmasını istedi.

Tıpkı bir kaç gün önceki gibi, kapısı aralandı. İlerledi. Takip etti. Vardığı noktada bir toplantı olacağını biliyordu. Meraklı zihni, suratında yer etmeye başlamıştı. Yanakları kıpırdıyor, gözleri fıldır fıldır çevresini tarıyordu. Nitekim kapının önündeki diğer insanlar gibi, o da buranın yabancısıydı. Kendine, diğerlerine bir yabancıydı. Avuç içlerini sıktı, diğer insanların durduğu pozisyonun en gerisine attı kendisini. En arkada durmaya gayret gösterecekti. Biri bir şey sorarsa, dilini yutmuş gibi kekelemeye başlardı. Başka da bir planı yoktu.
Image
Karakter - Künye
Image
İsim: Dina
Cinsiyet: Kadın
Yaş: 21
Boy: 165
Kilo: 48
Sınıflar: Toplayıcı - Saldırgan - Elementalist
Mevcut GP/AGP/İGP: -
Mevcut Para: 9.550
İtibar: 6


Profil
Güç: 1
Dayanıklılık: 2
Çeviklik: 3
İrade: 6
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 4
Hakimiyet: 6
Mevcudiyet: 2

Ekipmanlar/Eşyalar
-
İblis - Künye
Image
İsim: Vybukh
Cinsiyet: Erkek
Boy: 2.25
Kilo: 217
Tür: Yaratık
Seviye: Razguk

Profil
Varlık: 5
Güç: 6
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 6
Arun: 7
Duren: 4
İrade: 5

Yetenekler
Element Yaratıcısı

Teknikler

Azgın Canavar - C Rank
Misket Bombası - C Rank
Kuyruk Kırbacı - B Rank

Ekipmanlar/Eşyalar
Bel Çantası
3 adet Cam Fanus
2 adet Yağ Matarası
40 adet Demir Bilye
User avatar
Gadiel
Aclanian Aludir
Aclanian Aludir
Posts: 198
Joined: 05 Jun 2023, 02:04

12 Feb 2024, 05:07

Camın üzerine düşen yağmur damlaları, sanki geçmişin hikayelerini anlatıyor gibiydi. Her bir damla, dostlukların, hayallerin ve ideallerin izini taşıyordu; geçmişin aydınlık günlerini hatırlatıyordu bana. Ancak şimdi, o aydınlık günlerin yerini yalnızlık ve çaresizlik aldı. İçimdeki boşluk, zaman zaman beni paramparça etmeye çalışıyor gibi hissettiriyordu. Yağmurun hışırtısı, sanki kaderin ince alayıymış gibi yankılanıyordu kulaklarımda. Karanlığın içinde, yalnızlığın sessizliğinde, adımın bile kaderin bir cilvesi olduğu söylenen bir dünyada, hayatın anlamını arıyordum. Belki de bu arayış, beni daha güçlü kılıyordu. Belki de erdemim, bu zorlu yolculukta yolumu aydınlatıyordu. Ancak şunu biliyordum ki, yağmurun düşüşüyle birlikte içimdeki umut hiçbir zaman tükenmeyecekti.

Gözlerimi yağmur damlalarının dansına daldırdığımda, odayı tanıdık bir şekilde bulmak içime huzur verdi. İblis diyarından geri döndüğüm anı hatırladım, nasıl olduğunu tam olarak bilmesem de, bu oda beni koruyan bir sığınak gibi hissettirdi. Ama her nefes aldığımda, zihnimdeki karmaşık anılarla boğuşuyor gibi hissettim.

Başlangıçta, yalnızca odada kendi düşüncelerime dalmakla yetindim. Ancak zamanla, dış dünyanın sürekli varlığı içimi huzursuz etmeye başladı. Aludir Üssü'nün koridorlarında dolaştıkça, insanların gözlerindeki değişimi fark ettim. Bu yeni bakışlara alışmak zor olsa da, zamanla onlar altında ezilmekten yoruldum. Yetkililerle iletişim kurmayı istedim, içimdeki karmaşayı paylaşmayı umdum. Ancak onlar sadece sabırlı olmamı ve daha sonra konuşabileceğimizi söylediler. İçimde biriken sözler, boğazımda bir yığın haline gelip mideme kadar indi ve sonunda amaçsızca üssün içinde dolanmaktan başka bir çare bulamadım.

Günler birbirini izleyen iki arsız sokak köpeği gibi hızla geçip giderken, hayatımda değişen pek az şey oldu. İnsanların bakışları altında ezilen yaşantım, hala büyük bir belirsizlik içinde ilerliyordu. Zamanımın çoğunu bu belirsizliği kırıp geçirmek ve bilgisizliğimi gidermek için kitap okuyarak geçiriyordum. Az bir kısmını ise insanlarla sohbet ederek ve bu dünya hakkında konuşarak geçiriyordum. Bu dünyaya açık gözlerle baktığımı düşünerek, fırsatları sonuna kadar değerlendiriyordum. Aclania olarak adlandırılan ülkenin tarihini, Eletha öncesindeki tüm hükümdarların yaşamlarını öğrenmiştim. Bu yaşantılar sayesinde, Aludir topluluğunun nasıl oluştuğunu anlamıştım. Ancak bana neden yıllardır iblislerle mücadele eden bir Aludir gibi davranıldığını anlayamıyordum. İnsanların gözlerindeki hayranlık, korku veya merak zaman zaman rahatsız edici boyuta ulaşıyordu. Bu hürmet ve saygıyı hak ettiğimi düşünmüyordum, ancak neden olduğunu da bilmiyordum.

Aslında tam olarak bilmiyorum demek haksızlık olabilirdi. Tüm o yaşanan şeylere bizzat şahit olmamız, o an orada bulunan herkesi muhtemelen benimle aynı konuma getiriyordu. Nasıl olduğunu bilmesem de, insanlarla konuşmalarım sırasında daha iyi tanıma fırsatı bulduğum ve öldüğünü öğrendiğim Agrupnia’nın ölümü aslında tüm bu yaşadıklarımızla bağlantılıydı. Eletha’nın ihaneti sonrası, tüm bu olup bitenleri toparlayacak ikinci adam kendisiydi muhtemelen; ama onun da talihsiz ölümü, bu bilinmezlik içerisinde bir anda ortaya çıkan bizleri gereksiz bir şekilde değerli kılmıştı muhtemelen.

Düşen yağmur damlalarının camı vurduğu o tokatlayıcı sesler, kulaklarıma dolan yalnızlığın tek başkaldıranı gibi gelirken, sanki değişen tek şey mevsimler değilmiş gibi ağır bir yalnızlık hissi sarmıştı beni. İstemsizce düşen yağmur damlalarıyla ömrüm arasında bir karşılaştırma yapar gibi olmuştum. Ömrüm artık tamamen benim kontrolüm dışında gibi duruyordu. Eletha'nın, Azuldir'in, çeşitli organizasyonların, Aludirlerin, askerlerin ve halkın arasında bölünmüş bir şekilde duruyordum. Nueamsa ve Ela gibi değer verdiklerimden ise ben kendim uzak kalmak istiyordum. Sanki onlarla yüzleşmeye hazır değil gibiydim. Ela’nın akıbeti hakkında bir fikrim yoktu ama dalıp gittiğim o yağmur damlalarında ben nasıl kayboluyorsam, bir süredir içimdeki o karanlıkta yitip gittiğini hissettiğim Nueamsa’nın da benzer şekilde o yağmur damlalarının sekansında akıp gittiğini hissedebiliyordum.

Gözlerim uykunun yorgunluğuyla ağırlaşmış, yatağa dönüp bakarken, içimde bir isteksizlik vardı. Uykuya dalmak istiyormuş gibi görünsem de, adımlarım bir türlü yatağa gitmek istemiyordu. Bilinçaltım, kabuslarla dolu bir geceye girmek istemediği için direniyordu. Derin bir uykuya hasret bedenim, isteksiz bir şekilde yatağa doğru ilerlerken, ruhum kabusların korkusuyla titriyordu. Yatağa varmama birkaç adım kalmışken, adına kader dediğimiz olgu beni bu bataklıktan kurtaracak o eli mi uzatmıştı yoksa daha da derine itecek o tekmeyi atmak için mi ortaya çıkmıştı bilmiyordum ama o kapı kaderin bir cilvesiyle çalmış gibi gözüküyordu. Adımlarım bu bilinmezliğe, tıpkı yatağa olduğu gibi isteksiz ve savsak adımlarla ilerlerken kendimi bir anda o kapının önünde bulmuştum. Yavaşça ama kendimden emin bir şekilde açtığımda kapıyı, belki defalarca kez gördüğüm o yüzü bir kez daha görmüştüm; ama bu sefer ne kahvaltı için, ne de gündelik hayatla ilgili herhangi bir şey için kapıma gelmişti bu kişi.

Bu sefer, bir süredir cevabını aradığım o sorulara sual bulabileceğim anın haberini vermek için gelmişti. Organizasyonların liderleri tarafından çağrılmaktaydım. Muhtemelen sadece ben değil, o ana şahitlik eden herkes o odada olacaktı.

Derin bir nefes, anlamsızlıklar bütünü olarak ifade edebileceğim hayatımın bir sonraki anına doğru hareket etmeden önce sığındığım ilk durağım olmuştu. Ardından üstümdeki kırışıkları ufak bir çırpınma ile düzelttikten sonra adımlarımı beklendiğim odaya doğru yöneltmiştim. İki yana doğru açılan kapının dibinde bittiğimde, o kapıyı fiziken açmaya hazır olsam bile, mental olarak beni bekleyen şeye hazır mıydım emin değildim.

Tıpkı benim gibi orada bulunan diğer herkese ufak bir baş selamı verdikten sonra, Zen'in sıcak kanlı tavrına ise hafif bir tebessüm ile; "Ne kadar iyi olunabilirse, o kadar işte. " demekle yetinebildim.
Image
KARAKTER
KÜNYE
İsim: Gadiel (Gad’iil)
Cinsiyet: Erkek
Yaş: 25
Boy: 1.72
Kilo: 70
Sınıflar: Sezici - Dengeli - Elementalist
İtibar: 7
Mevcut GP/AGP/İGP: AGP 10 / İGP 5
Mevcut Para: 3.000 Aclania Pulası

PROFİL
Güç: 7
Dayanıklılık: 7
Çeviklik: 7
İrade: 16
Zeka: 7

Aludir Statları
Görü: 10
Hakimiyet: 8
Mevcudiyet: 4

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
İBLİS
KÜNYE
İsim: Nuemsa (Hırçın Çocuk)
Cinsiyet: Kadın
Boy: 172
Kilo: 26
Tür: Peri
Yatkın Olduğu Teknik Sınıfı: İllüzyon
Yatkın Olduğu Element: Işık – Doğa (Elemental)
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 7
Güç: 4
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 4
Arun: 13
Duren: 13
İrade: 5

YETENEKLER
Çaresiz Haykırış

TEKNİKLER
Kutsal Boynuz (A seviye)
Kör edici Işık (C seviye)
Peri Dokunuşu (D seviye)
Öfkeli Peri (C seviye)
Doğanın Yargısı (A-rank / Karakteristik teknik)

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
User avatar
GM - Dimensio
Game Master
Game Master
Posts: 1852
Joined: 31 Jan 2022, 13:20

12 Feb 2024, 16:42

Odanın önünde toplanmanızın ardından, birbirinizi belki de ilk kez görmüş olsanız bile, tüm yaşadıklarınızın acısının bir kez daha damarlarınızda gezinmesine engel olamıyorsunuz. İçinizde biriken ve bir hışımla atmayı arzuladığınız her bir duygu, tekrar gün yüzüne çıkıp dişlerinizin gıcırdamasına, gözlerinizin devrilmesine ve yüzünüzün ekşimesine neden olsa bile, bir şekilde omuzlarınızda hissettiğiniz düzensiz yük yığını sizi hayatta tutmayı başarıyor. Belki de birkaç saniyeye denk gelen bakışmalarınızla birlikte bile, yaşadığınız tüm hisleri birbirinize aktarabiliyorsunuz. Her birinizin ayrı bir vücudu, ayrı bir iblisi, ayrı bir yaşanmışlığı, ayrı bir hisleri, ayrı bir isimleri ve ayrı bir kaderler bile olsa, sanki o birkaç saniye içerisinde tüm bunlardan sıyrılıp yekpare bir şekilde yaşıyorsunuz anı. Bunun ne kaderinizle ne de Aludir olmanızla bağdaşan bir tarafı olmadığını ve olayın tamamen insani bir durumdan ileri geldiğini hissedebiliyorsun. Hiçbir özelliği olmadan sıradan insanlar olsanız bile, bu anın bu şekilde geçeceği noktasına en ufak bir tereddüdünüz olmuyor. Sonunda ise, dilinizden dökülen birkaç kelamın ardından heybetli kapı iki yana açılıyor ve içeriye doğru adımlamaya başlıyorsunuz.

Odanın içine girdiğiniz anda, beklediğinizden daha büyük ve havadar bir mekan sizi karşılıyor. Camlara vuran yağmur damlalarının sesi odayı bu dünyaya ait kılan tek detay gibi gözünüze çarpsa da, hiçbiriniz odanın diğer detaylarıyla ilgilenmeden bakışlarınızı doğrudan odanın ortasındaki geniş masaya çeviriyorsunuz. Masanın iki kenarına oturmuş tüm bu kişilerin organizasyonların liderleri olduğunu biliyorsunuz. Nitekim, ait olduğunuz organizasyonların liderlerinin sizi gördükleri anda yüzlerinde diğerlerinde ayrı bir ifadenin belirdiğini de anlık olarak görebiliyorsunuz. Yine de, tüm heybeti ve ferahlığına rağmen odanın içine dolmuş kasvetin ağır kokusunu ciğerlerinizin en derininde hissedebiliyorsunuz. Hızlı bir şekilde masayı taramaya başlıyor ve gördüğünüz her bir yüzü aklınıza kazımaya başlıyorsunuz.

Masanın size göre sağ tarafının en uzak noktasında oturan kişi… Kraliyet Savaşçıları Birliği’nin lideri Vearis… Elinde tuttuğu uzun piposundan çektiği ince bir nefesi gözlerini sizden ayırmadan verirken, Vearis hareketlerindeki nezaket ve akıcılık aklınıza yazdığınız ilk özelliği oluyor. Nefesini verirken hafifçe yaladığı dudakları, normal bir zamanda onu fazlasıyla seksi bir görünüme kavuşturacak olsa bile, bir şekilde yaydığı aura ile onun yanına yaklaşmanın bile imkansız olduğunu hissedebiliyorsunuz. Bu haliyle Vearis’in herkesin arzuladığı ancak kimsenin erişemeyeceği o kutsal varlık olabileceği yönündeki düşünceler kafanızda dönüp durmaya başlıyor. Ancak, bu insani duyguları hızlıca kenara bırakıp, bakışlarınızı diğer kişiye çevirmeyi tercih ediyorsunuz.

Masanın size göre sol tarafının en uzak noktasında oturan kişi… Utanç Temizleyiciler Birliği’nin lideri Curena… Yüzünden akan despot ve sert ifade, esasen Curena’nın onca yıllık yaşamanın da en net özeti oluyor. Dik bir şekilde oturduğu sandalyesinde, kafasını çevirmeksizin gözlerini size doğru devirmiş olması, onun otoriter yapısını apaçık belli ederken, Vearis’in üflediği dumandan kaçınmak için kendince verdiği ufak nefesleri de net bir şekilde fark edebiliyorsunuz. Bu haliyle onun mevcut konumunda oturmaktan da pek haz etmediğini anlasanız bile, bu detayı ileride kullanabilmek adına şimdilik göz ardı ederek bakışlarınızı bir başka kişiye yönlendiriyorsunuz.

Masanın size göre sağ tarafında Vearis’in hemen yanında oturan kişi… Harcanmış Adalet Birliği’nin lideri Nacse… Yüzündeki donukluk ve çökük gözleriyle birlikte, mağrur duruşu nedeniyle ortamdaki belki de en soğuk kişi olarak gözünüze çarpan Nacse, sert ile donuk arası bir bakışla size bakarken onu insandan ziyade bir varlık olarak nitelendirmenin daha uygun olabileceğini düşünüyorsunuz. Zira, tenin ruhu çekilmiş bir insan kadar soluk ve bakışlarının da ölü bir balıktan hallice olmasına rağmen, bir şekilde onun insanı boğan bir auraya sahip olması sizi huzursuzluk kapılarına doğru sürüklüyor. Birkaç saniyeden daha uzun süren bir bakışmanın, ruhunuzu da esir alacağına yönelik şüphelerinizle birlikte bakışlarını bir başka kişiye çevirmenin iyi olacağını düşünüyorsunuz.

Masanın size göre sol tarafında Curena’nın hemen yanında oturan kişi… Güç Muhafızları Birliği’nin lideri Bristran… Dik oturuşu, öne çıkardığı göğüs kısmı ve dimdik başıyla adeta tek başına gurur simgesi gibi görünen Bristran’ın bu duruşuyla mevcut heybetini en üst düzeye çıkardığını rahatlıkla hissedebiliyorsunuz. Bakışlarındaki keskinliği koruyarak sizleri süzen Bristran’ın, özellikle Zenahpuryu’ya takılı kalan gözleri, onun iç dünyasında kopan fırtınalardan sadece bir avucunu size sunsa bile, bu sizlere ziyadesiyle yetiyor. Yaşanan tüm bu hadiselerin onun nezdinden kocaman bir hayal kırıklığı olduğunu anlamak ve bu hayal kırıklığının ise sönmeyen bir öfkeye dönüştüğünü görmek sizin adınıza hiç de zor olmuyor. Bu nedenle, kasvet dolan ruhunuzun tutuşup alev almaması için bakışlarınızı bir başkasına çevirmeniz gerektiğini rahatlıkla idrak edebiliyorsunuz.

Masanın size göre sağ tarafında Nacse’nin hemen yanında oturan kişi… Arındırma Birliği’nin lideri Veruan… Adeta vahşi ormanların tamamını bir gecede fethetmiş ve bugün ise fethedecek başka topraklar bulmak için yanıp tutuşan bir edayla etrafında bakınan Veruan, bu zaman diliminde sizlere sadece birkaç saniye ayırmayı uygun görüyor. Sanki onun nezdinde, besin zincirinde tenezzül dahi edilmeyecek besin kaynaklarıymışsınız gibi hissettiğiniz anda, Veruan’ın özellikle Bristran’a karşı hoşnutsuz bakışları da gözünüzden kaçmıyor. Bu haliyle Veruan’ın kişiliğini az çok anlayabilseniz bile, onun görüp görebileceğiniz en vahşi yaratıklardan biri olduğu yönündeki düşünceleriniz, her an bu kişiliğin bilinmeyen bir yönünü ortaya çıkarabilecek gibi görünüyor.

Masanın size göre sol tarafında Bristran’ın hemen yanında oturan kişi… Sadakatin Sefaleti Birliği’nin lideri Rarona… Sanki tüm bu kasvetin içinde kendisinin neden var olduğunu dahi anlamamış gibi, ürkek bakışlarıyla etrafına bakınmakla yetinen genç bir kız… Namını üsteki Aludirlerden duymuş olsanız bile, karşınızda adeta ışıldayan bir güzelliğiyle tüm bu ortamdan kendisini ayırmayı başarabilen Rarona, sizin odaya gelişinizle birlikte adeta kurtarıcına erişmiş gibi tebessüm ediyor sizlere. Çevresindeki gerginlik ve baskıdan oldukça bunalmış bir halde, gönlünden bir an önce buradan kurtulmanın yattığı fark edebiliyorsunuz. Ancak onunla göz göze geldiğiniz anda, istemsizce onunla birlikte Aclania’nın ormanlıklarından saatlerce koşmak ister gibi hissediyorsunuz. Bu haliyle Rarona ve Vearis arasındaki o derin farkı da rahatlıkla seziyor ve bakışlarınızı bir diğer kişiye yöneltiyorsunuz.

Masanın size göre sol tarafında, Veruan’ın hemen yanında oturan kişi… Kutsal Miras Birliği’nin lideri Hanbium… Odada bulunan tüm kişilerden farklı olarak, asaletiyle rengini bir çırpıda belli eden Hanbium, sanki sizlerin ruhunu da tek bir bakışıyla okuyor. Üzerindeki kıyafetten saç ve sakal tıraşına kadar zarafeti ortaya koyan Hanbium’un gerçekten 56 yaşında olup olmadığını bile sorgulamaya başlıyorsunuz. Yüzünde en ufak bir kırışıklık bulunmaması bir yana, adeta ışıl ışıl parlayan derisiyle birlikte ulu bir aziz portresi çizen Hanbium, sadece duruşuyla bile neden buradaki kişiler arasında yer aldığını açıkça ortaya koyuyor. Bakışlarındaki bilgelikle harmanladığı duruşunun Hanbium’un en büyük silahı olabileceğini ise bu anda rahatlıkla kavrıyor ve bir diğer kişiye doğru bakışlarınızı sürüklüyorsunuz.

Masanın sol tarafında, Rarona’nın hemen yanında oturan kişi… Öncüler Birliği’nin lideri Ungu… Odadaki tüm kişilerin kendine has duruşları ve auraları olsa bile, bunlardan en garip olanı kesinlikle Ungu oluyor. Bir kadının sahip olması gereken vücuttan epeyce sıyrılmış ve vücudu bir erkeğe göre bile fazla irice olan Ungu’nun yüzüne yerleşmiş sert ifadesi, onun cinsiyetten ari bir insan olduğu izlenimi uyandırmasına neden oluyor. Özellikle hemen yanında oturan Rarona ile istemsiz bir kıyasa girdiğiniz anda, Ungu’nun devasa vücudu ve yapılı hali, Rarona’nın adeta bir çöpten ibaret görünmesine bile neden oluyor. Ancak buna rağmen, Ungu’nun koca bir dağı andıran duruşunun sadece bununla sınırlı kalmadığını ve bir şekilde bakışlarıyla bile yüzlerce insanı yarattığı dağın yamacında koruyabileceğini hissedebiliyorsunuz. Bakışlarınız bu anda, değişik bir gerginlikle birlikte bir başka kişiye doğru çevrilmeye başlıyor.

Masanın sağ tarafında, Hanbium’un hemen yanında oturan kişi… Koruyucular Birliği’nin lideri Shourer… Parlak saçları, gözleri, kusursuz yüz hatları, zarif duruşu, büyülü ağız yapısı… Shourer’in gökten inen bir melek olduğuna dair edebileceğiniz tüm yeminler tek bir çırpıda ruhunuzdan dile gelirken, odanın içerisinde yüzünde tebessüm olan tek kişinin kendisi olması ilginç bir şekilde sizde hiç olumsuz bir duygu barındırmıyor. Shourer’in yüzüne düşebilecek en ufak bir mutsuzluk emaresinin bile koca bir şehrin yok oluşuna tercih edebilecek yüzlerce insan olduğunu hissetmek, esasen tüm bu melek görünümünün altındaki kudreti de açığa çıkartıyor. Parlak gözleri sade bir erkek güzelliğinden ziyade, kusursuz bir kudretin habercisi gibi ruhunuza süzülürken, bu bakışların altında kendinizi giderek rahatsız hissetmeye başlıyor ve gözlerinizi masadaki bir diğer kişiye çeviriyorsunuz.

Masanın sol tarafında, Ungu’nun hemen yanında oturan kişi… Keskin Sükunet Birliği’nin lideri Ruzanac… Odadaki herkesten farklı olarak, yüzüne takmış olduğu maskeyle birlikte onun yaşı veya duygularıyla ilgili bir çıkarımda bulunmanız imkansız bir halde olsa da, tüm bu derin kasvetten onun da nasibini aldığını hissedebiliyorsunuz. Ungu’nun yanında fiziken daha ufak bir görünüm çizse bile, bir şekilde yaydığı aurayla heybetini ziyadesiyle hissettiren Ruzanac’ın, sahip olduğu statüden bağımsız olarak, öyle alelade bir Aludir’den çok daha fazlası olduğunu rahatlıkla sezebiliyor ve adeta Ruzanac’ın da bunu sezmenizi istediğini hissedebiliyorsunuz. Bu nedenle de, bakışlarınızın odadaki son kişiye kaymasının şu an için doğru bir tercih olduğunu düşünüyorsunuz.

Masanın size yakın uç kısmında oturan kişi… Vahşi Savaşçılar Birliği lideri Boaldir… Onunla ilgili duyduğunuz ilk dedikodu, Curena’nın eşi olduğu yönünde olsa bile, bu kişinin Aludir Ordusunun eski Komutanı Agrupnia’nın çocukluk arkadaşı olduğu, onunla birlikte büyüdüğü ve onunla birlikte savaştığı gibi anlatılar bir kez daha zihninizde canlanırken, istemsiz bile olsa ruhunuzun derinliklerinden derin bir saygının kopup geldiğini fark edebiliyorsunuz. Ancak, masaya hızlıca bir kez daha göz attığınızda, her ne kadar masada oturan her bir kişinin kendine has bir tavrı olsa bile, en büyük ortak noktalarının Boaldir’e karşı olan saygılı tutumları olduğunu rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Bu haliyle Boaldir’in burada yer alan en saygıdeğer kişi konumunda olması, yaydığı aura ile iç içe geçtiğinde, onun hükmüyle en vahşi iblisleri bile yok edebileceğini hissediyorsunuz. Ancak buna rağmen, Boaldir’in yüzündeki sakin ve hoşnutsuz ifade, sanki tüm bu hislerinizin istem dışı vuku bulmasına karşı bir tepki gibi geliyor sizlere. Adeta Boaldir, tüm bunları bir çırpıda hissetmenizi değil, tüm bunları yaşatmanızı arzuluyor. Odanın içinde birbiriyle uyum içinde çarpışan auraların Boaldir’e tek bir dokunuşta dahi bulunmamasını da ancak bununla izah edebiliyorsunuz.

Odada bulunanlara ilişkin, birkaç saniyelik zaman dilimi içinde kendinizce çıkarımlar yapmanızın ardından, bundan sonraki kısım için kendinizi ayarlamaya başlıyorsunuz. Ancak bu esnada size sırtı dönük olması nedeniyle zar zor baktığını görebildiğiniz Boaldir, puslu ancak derinden gelen bir ses tonuyla “Lütfen karşı tarafa geçebilir misiniz?” diyor. Boaldir’in kibar denilebilecek şekilde çıkan sözlerini, adeta katı bir emir edasıyla uygulamaya koymanızla birlikte adımlarınızı masanın diğer uç tarafındaki boşluğa doğru götürmeye başlıyorsunuz. Siz adımladıkça, odadaki kişilerin sizleri süzdüğünü ve kendilerince çıkarımlarda bulunduğunu da rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Buraya ne sıfatla ve ne için geldiğinizi tam olarak bilemiyor olsanız bile, bir şekilde bu anın zorunlu olduğunu da bilerek kendinizi özgüveninizle de doldurmayı ihmal etmiyorsunuz.

Adımlarınız masanın diğer ucuna geldiğinde duruyor ve birbirinizin yanına konuşlanarak beklemeye başlıyorsunuz. Bu esnada masadakilerin ilgileri ve bakışları da bir nebze olsun üzerinizden ayrılıyor ve bu durum düşünceleriniz daha müdahalesiz ve size ait olacak şekilde varlık bulmasını sağlıyor. Tüm bu toplantı işlerini yöneten kişinin Boaldir olduğunu fark ederek, bakışlarınızı olabildiğince ona doğru yönelttiğinizde, Boaldir hafif bir nefes alıyor ve ardından sizleri süzmeye başlayarak konuşmaya başlıyor. Puslu ve derinden gelen sesiyle bile olsa bulunduğu konumun hakkını verir gibi duran Boaldir “Kim olduğumuzu bildiğinizi düşündüğüm için, tanışma faslını geçiyorum. Sizleri beklettiğimizin ve belki de canınızın bir hayli sıkılmasına neden olduğumuzun farkındayız. Ancak, tüm bu yaşananlar… Bilirsiniz…” diyor. Hafifçe bir nefes vererek sanki geçmişin ruhunda ve yüreğinde bıraktığı ağırlığı atmaya çalışan Boaldir, birkaç nefesin ardından “Demek istediğim, yaşadıklarınızın oldukça zorlu ve acı verici olduğunu biliyoruz. Bu yüzden kendinizi toparlayabilmeniz için sizi sıcağı sıcağına sıkıştırmak istemedik.” diyor. Boaldir bu sözlerinin ardından bakışlarını üzerinizden geçirmesinin ardından “Eğer içinizde olan biteni konuşamayacağını düşünen varsa, onu bir süre daha bekleyebileceğimizi söyleyebilirim. Her şeye ilk elden sizlerin şahit olduğunu düşününce, sanırım biz büyüklerin size ayak uydurması gerekiyor.” diyor.

Boaldir, son sözlerini söylerken bakışlarını sizden ayırıp masaya doğru çevirdiğinde, bazı hoşnutsuz dalgalanmaların yaşandığını hissediyorsunuz. Kimsenin birbirine en ufak bir ters bakışı olmasa bile, havada çarpışan auraların yarattığı bu hoşnutsuzluk, sanki Boaldir tarafından bilinçli bir şekilde yaratılmış gibi geliyor sizlere. Özellikle tüm bu hoşnutsuzluğun Boaldir’in son kelimeleriyle vücut bulması, oda içerisinde bulunan herkesin her konuda aynı fikirde olmadığını ve hatta bu hususlarda sorunların daha derine inebileceğini bile gösteriyor. Bu haliyle de Boaldir sessizliğe gömüldüğünde, üzerinize dönen birkaç net olmayan bakış bulunsa bile, herkesin sizin ağzınızdan dökülecek sözleri beklediğini hissedebiliyorsunuz.
Bu hesaba atılan özel mesajlar kontrol edilmemektedir.
User avatar
Inias
Posts: 174
Joined: 20 May 2022, 16:48

13 Feb 2024, 16:43

Rahatsız oluyor...

Zerre kadar hoşuna gitmiyor...

Onu sinirlendiriyor...

Masadaki her bir varlık teker onun benliğini en derin noktaya kadar etkiliyor ve özgür iradesinin dışında duygu ve düşünce akımlarına zorluyor. Teker teker her biri ona farklı deneyimler yaşatıyor. Hiçbirini engelleyemiyor, Hiçbirini karşı gelemiyor, hiçbirini kesemiyor. Bu sadece öfkeye neden oluyor. Aşağıda olduğunun bu kadar açık ve bariz olması bir işkence onun için. Tek bir istisna var. O da Boaldir. Sadece Boaldir'in üstünlüğünü dert etmiyor. Savaşçı olduğunu için mi? Agrupnia ile olan ilişkisi yüzünden mi? Kim bilir? Tek katlandığı üstünlük onun ki. Kendisi Kraliyet Savaşçıları'na mensup olsa bile o birlikten o kadar uzak kaldı ki maceraları sonucunda, o birliğinin liderinin kurduğu üstünlükten bile tiksinmeye başlıyor. İşin çok daha kötü bir tarafı da var. İnias onların sandığı gibi bir tanık değil. O hiçbir şeye tanık olmadı. Tanık olan birilerinin olduğunu dahi şu an öğrenmiş bulunmakta. Yanındakilerin hepsi veya biri veya birkaçı ilk elden tanık oldu demek bu. Konuşsalar gerçekten çok iyi olacak çünkü İnias'ın tanık olmadığı ortaya çıkarsa onu burada tutmazlar. Şu an sinir bozucu bir değersizlik ve işe yaramazlık hissediyor. Nefret ediyor. Bundan nefret ediyor. Ağzını açsa diyecek hiçbir şeyi yok. Ağzını açmasa Boaldir'e asla yapmak istemediği bir saygısızlık yapacak. İki arada bir derede kalıyor. İki ucu boklu değnekten farksız. Konuşmak zorunda olduğuna kanaat getirdiğinden dolu gözüken boş sözcükler sarf etmekten başka seçenek göremiyor.

"İnce düşünceniz için teşekkür ederim ancak hazır olup olmamızın hiçbir önemi yok. Konuşulması zorunlu olan bir konu var ve bu konu bugün bu an konuşulacak. Eminim aludir arkadaşlarım konuyu en iyi şekilde anlatacaktır."
Image
KÜNYE
İsim: Inias
Cinsiyet: Erkek
Yaş: 24
Boy: 1.80
Kilo: 75
Sınıflar: Toplayıcı - Dengeli - Savaşçı
Mevcut GP/AGP/İGP: 5/0/5
Mevcut Para: 11.000

PROFİL
Güç: 6
Dayanıklılık: 6
Çeviklik: 6
İrade: 5
Zeka: 5

Aludir Statları
Görü: 5
Hakimiyet: 6
Mevcudiyet: 5

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
KÜNYE
İsim: Kho'Raktar
Cinsiyet: Erkek
Boy: Dokuz Metre
Kilo: Altı Yüz
Tür: Dev
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 8
Güç: 8
Dayanıklılık: 8
Çeviklik: 2
Arun: 2
Duren: 8
İrade: 8

YETENEKLER

Büyülü Beden

TEKNİKLER

Dörde Katla 1. Düzey
Kaynayan Beden
Kaçış Yok

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
User avatar
Diniel
Aclanian Aludir
Aclanian Aludir
Posts: 278
Joined: 30 May 2022, 22:32

14 Feb 2024, 05:53

Kapının önünde toplandığımızda ortak kaderi yaşayan farklı kişiler olarak aynı duyguları yaşadığımı hissedebiliyordum Zen ve Gadiel ile. Inias’ın adını Azuldir o son dakikalarda vermiş olsa bile o yeni gelen kızı tanımıyordum. Tanımadığım kıza ise dönüp bir iki saniye kadar bakma gereği duydum burada bizimle toplandığı için. Nispeten arkada durması dışında onu tanımadığım diğerlerinden ayıran özelliği, şu geçen hafta içerisindeki rahatsız edici bakışı kendisinin bana vermemiş olduğuydu. Diğer görevliler beni gördüğü an hemen kendince bir tavır takınıyor ve mutlaka kim olduğumdan dolayı o rahatsız edici bakışa sahip oluyor olmasına karşı bu kişi asıl doğal olan davranışı sergiliyordu. Daha fazla onunla ilgilenmeden önümü döndüm. Bir araya gelmemizin ardından yakın geçmişimizin hisleri üzerimden bir kere daha geçerken Zen’in cümleleri ve aldığı karşılık ile canlılık belirtisi gösterebilmiştik yine de.

Kapı açıldıktan sonra içeriye sağlam adımlarla ilerliyordum. Geniş bir mekân bizi karşılıyordu. Mekânın ortasında geniş masa, iki yanında da organizasyon liderleri yer alıyordu. Bu kadar kalabalık görünmelerini beklemiyordum açıkçası. Aslında düşününce, onlardan bir beklentim de bulunmuyordu. Güzel bir kadın, gizemli görünüşlü bir adam, organizasyon liderim, devasa boyutuyla garip görünüm veren bir başka adam, kutsal görünümlü birisi daha ve diğerleri… Onların kim olduklarını biliyordum. Görünümlerini de aklıma kazıyor olsam da bu saatten sonra onları daha farklı bir şekilde tanımlamama gerek olup olmadığı konusunda karar vermeye çalışmıyordum bile. Yine de masada en saygın görünen kişi Boaldir oluyordu. Ölen ihtiyarın arkadaşıydı kendisi ve belki ihtiyar kadar olmasa da onun da saygı gördüğü gayet açık bir şekilde anlaşılabiliyordu.

Yine farklı bir sebeple toplatılmıştık. Ancak bu seferki toplanmanın bu sefer nasıl sonlanacağına onlar karar verecekti. Boaldir’in bize göre sırtı dönük kalmıştı konumu itibarı ile. Sağlam adımlarımı sürdürüp istenilen konuma gelmiş, dik ve katı duruşumla adeta meydanın ortasında, her an savaşacakmışım gibi bir hisse kapılmıştım diğerlerine karşı. Umarım çabucak konuya girerlerdi.

Nitekim Boaldir konuşmayı başlatan ve sanırım yöneten kişi olacaktı ki cümleleriyle bir giriş yapmıştı. Ardından bir nefes alıp yaşadıklarımızın zorlu ve acı olduğunu söylemişti sanki bunları kendisi de deneyimlemiş gibi. Bu nedenle bizi hemen sıkıştırmamış olduklarını söylediğinde kaşlarım hafifçe çatılmıştı istemsizce. Konuşamayacak varsa ona vakit tanınacağını söylediğinde çatılan kaşım gevşemişti. Anlıyordum burada olanları. Yine aynı şeyleri yaşatmaya niyetleri vardı. Yine üsttekiler istediklerini elde edip sonrasında odalara gönderilecek ve sonraki emri yerine getirmek için beklememiz istenecekti. Konuşmak istemesek bile bunu ancak erteleyebilirdik. Yani mutlak kuralları yine onlar koyuyordu ancak değişen bir şey vardı artık. Ben Eletha’ya bağlıydım başkasına değil. Artık Eletha da hükümdar olmadığına göre hiçbiri artık umurumda değildi. Hiçbirini kendime efendi belleyemezdim bu saatten sonra.

Sözlerinin ardından bakışlarını masaya çevirdiğinde bu dediklerinden bile bazılarının hoşnut olmadığını yayılan bu kaotik auradan anlayabiliyor olmam biraz önceki düşüncelerimde ne kadar haklı olduğumu ispat ediyordu bana. Bu sefillere hiçbir şey anlatma gereği duymuyor olmama karşı bilgi almak zorundaydım. Burada kalma nedenim bundan ibaretti artık. Burada konuşulacak olanı dışarıdan öğrenemeyecektim. Bakışlarım bir an Keskin Sükûnet Birliği’nin lideri Ruzanac’a kaymıştı. Eletha’dan doğrudan emir alan kişilerin lideri oydu. Diğerlerinden mutlaka farklı bir konumu olmalıydı. Uzun süre ona bakmanın onunla ilgili düşüncelerim olduğunu belli edeceğini tahmin edebiliyordum ancak benim amacım da o kısa bir iki saniyelik bakış ile bunu iletebilmekti.

İlk konuşanın kim olacağını bende istemsiz bir merak uyandırsa da Inias bu merakımı derhal gideriyordu. Konuşmasına girerken bakışlarım ona dönüyor ve onda farklı bir ruh hali görebiliyordum. Ancak o sözlerini söylerken sözlerinin yarattığı etki kafama vuruyorlarmış gibi oluyor ve giderek ciddi bir duruş alıyordum. Kollarımı göğüs hizamda kavuşturduktan sonra bir iki saniye sakince nefes alıp bakışlarımı masadakilere çeviriyordum. Onlara istediklerini bir çırpıda verecek değildim. Ancak yine de sakin kalmaya çalışsam da dişlerimi öfkeyle sıktığımı fark etmiştim. Buraya hikâyenin bir parçası olarak getirilmiş ve geçmişten beri planlanan bir strateji içerisinde bir piyon olduğumu hissediyordum. Tıpkı Azuldir’in oyunlarında beni oynattığı gibi!

Hiçbirine güvenmek gibi bir sebebim bulunmadığı gibi bir anda ağzımı açıp kaçının bu yaşananların olacağını önceden bildiğini tüm nefretimle sorsam, karşımdakilerin tavırları tamamen kaotiklik ve beni küçümseme cüretini gösterecek türden olacaktı. Buna cevap olarak ise hepsini öldürüp burayı da yıkmam gerekecekti! O nedenle ağzımı kapalı tutabiliyordum. Ayrıca şimdi daha ılımlı konuşursam bile büyük balığı hatta belki de balıkları ürkütebilirdim. Kanıtlayamayacağım suçlamalara Azuldir’den aldığım o kısa eğitimden yola çıkarak bulaşamazdım. Şimdi değildi.

Ağzıma dolan alevi zor da olsa yutup yerini dondurucu soğukluğa bırakıyordum. Kavuşturduğum kollarım onlara karşı ne tür tavır aldığımı açıkça gösteriyor olmalıydı. Ardından içimdeki soğukluğu dışarı vurarak sakinlik izlenimi veren sözlerimi söyledim.

“Buraya neyi başarmak istediğinizi öğrenmek için geldim. Yine de diğerlerinin neler söyleyeceğini ve ne cevaplar vereceğinizi dinleyeceğim”

Visyn'in ihanet ettiğini nereden bildiklerini belki de kendileri söylerler kim bilir?
KÜNYE
İsim: Diniel
Cinsiyet: Kadın
Yaş: 24
Boy: 1.64
Kilo: 52
Sınıflar: Toplayıcı - Dengeli - Elementalist
Mevcut GP/AGP/İGP: 0/0/5
Mevcut Para: 48000

PROFİL
Güç: 6
Dayanıklılık: 6
Çeviklik: 6
İrade: 6
Zeka: 10

Aludir Statları
Görü: 5
Hakimiyet: 9
Mevcudiyet: 10

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar
İBLİS KÜNYE
KÜNYE
İsim: Raldrin
Cinsiyet: Erkek
Boy: 1.75
Kilo: 60
Tür: Ejderha
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 7
Güç: 7
Dayanıklılık: 6
Çeviklik: 9
Arun: 9
Duren: 6
İrade: 8

YETENEKLER:
Saf Öfke

TEKNİKLER:
Buzul Fırtına - A Rank
Daha hızlı! - C Rank
Soğuk Diyar - B Rank

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
Image
User avatar
Zenahpuryu
Aclanian Aludir
Aclanian Aludir
Posts: 297
Joined: 17 May 2022, 20:29

14 Feb 2024, 21:16

Odaya girdiği anda, ilk hedefi Bristan’ı gözüne kestirmek olsa da diğer insanlar oldukça dikkatini çekmişti. Ancak aralarında parlayarak dikkatini çeken iki kişi vardı; Vearis ve Shourer. Vearis belki de güzelliğiyle, hareketlerinin kibarlığıyla gönlünü kaptıracağı türden bir kadındı. Nitekim, tanımadığı insanlara olan güvenini yitirmesiyle bu durum sadece göz zevki olarak kalıyordu. Diğeri ise, neredeyse tüm fiziksel özellikleriyle bir meleği andırıyordu. Odanın içerisinde yüzü gülen tek insan O idi, belki de bir şekilde kendine güveni tamdı ya da her şeye iyi yönden bakmasını biliyordu. Hangisi olduğu konusunda emin değildi, ancak bu gülüşün ardından bir şeylerin yattığına emindi. Kudreti, neredeyse her bir özelliğinden anlaşılabilecek kadar güçlüyken, bu duruma tepkisi sadece yumruğunu sıkmak olarak kalmıştı genç adamın.

Gözlerini Bristran’a döndürdüğünde, onun gözlerindeki hayal kırıklığını görmek zor değildi. Bunu haksız bulmuyordu, zira Güç Muhafızları Birliği üyesi olarak kendisine gelen emir en güçlü olması gerektiği yönündeydi. Buna rağmen, arkadaşlarını kurtarmak için Aclania’ya ihanet etmeyi göze alarak Almazath’a yalvarmış, üstüne üstlük gittiği çoğu yerde bozgunla dönmüştü. Fiziksel olarak güçsüz olduğunu kabulleniyor olsa da, kendisinin yaptığı şeyi herkesin yapabileceğine inanmıyordu. Belki, Bristran bunu anlayacak kapasitedeydi, belki de hiçbir zaman anlamayacaktı. Gerçi, onun neye kızgın olduğunu bile tam olarak bilmiyorken, kendi zihninin içinde birkaç sebep sıralamış ve bunlardan Eletha’ya karşı ezilmek haricinde diğerlerine kendince birkaç sonuç çıkarmıştı.

Zen, güçsüz değildi, arkadaşları için her şeyi yapabilecek bir adamdı, kendisiyle birlikte gelen üç kişiyle birlikte ölmektense, onların canını kurtarmak için hayatının geri kalanını feda etmeye hazırdı. Fiziksel olarak güçlü olmasa da, kalbinin güçlü olduğuna emindi.

Herkese birer birer göz gezdirdikten sonra, konuşmaya başlayacak olan Boaldir’e gözlerini dikti. Curena’nın eşi ve Agrupnia’nın çocukluk arkadaşı olan bu adam, saygıyı hak ediyordu. Ancak bu saygıyı ona gösterip gösteremeyeceğinden emin değildi. Zira hiçbir şey bilmediği bu dünya hakkında yine bu durumundan faydalanılıp kullanılmak istemiyordu. Ona, içten içe saygı duyacak olsa da bunu dışarıdan belli etmeyecekti. Yanındakilerle birlikte adımları masanın diğer ucuna gelmiş ve yan yana konuşlanmışlardı. Ne konuşulacağını sabırsızlıkla beklemeye devam ederken, Boaldir söze girmiş ve tanışma faslını geçtiğini, yaşadıklarımızın zorlu ve acı verici olduğunu bildiğini söylüyordu. Hafif bir tebessümle karşılık vermişti Zen, onun bilmediğine emindi. Kendilerini toparlamaları için kısa bir süre verilmiş ve sonrasında toplanılmıştı. İçlerinde olan biteni konuşamayacak olan varsa da, onu bekleyebileceklerini belirtiyordu.

Zen, henüz söze girmeye niyetli değilken, Inias ortaya atlayarak herkes adına konuşmuştu. Sonrasında söze girense, Diniel oluyordu. Kendisi gibi, Diniel’de onların konuşmasını arzuluyordu. Zen, gözlerini Boaldir’in gözlerine dikti, sesi tok ve kendinden emindi.

“Neden buraya toplandık? Bilgisizliğimizden faydalanıp, Azuldir ve Eletha gibi bizi kullanabilmeniz için mi?”


Çok sade ve basit bir soru sormuştu. Sorusu bittiğinde, Boaldir’e diktiği gözlerini bir sinirle Bristran’ın gözlerine dikti. Öfkesini tam olarak kime yönelteceğini bilmiyordu, öylesine baskın bir hissiyatı nerede patlatacağını bilmeyen bu adamın en büyük korkularından birisi ise, zamansız bir şekilde, hiç olmayacak bir yerde patlamak olacaktı.
Image

KÜNYE
İsim: Zenahpuryu
Cinsiyet: Erkek
Yaş: 20
Boy: 1.98
Kilo: 98
Sınıflar: Toplayıcı - Saldırgan - Savaşçı
Mevcut GP/AGP/İGP: 0 GP / 0 AGP / 5 İGP
Mevcut Para: 13250
İtibar: 8

PROFİL
Güç: 10
Dayanıklılık: 10
Çeviklik: 10
İrade: 15
Zeka: 8

Aludir Statları
Görü: 11
Hakimiyet: 6
Mevcudiyet: 7

Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar

Şarap Matarası (1 Litre Bal Şarabı)
KÜNYE
İsim: Shyrlonay
Cinsiyet: Erkek
Boy: 1.10
Kilo: 90
Tür: Ejderha
Seviye: Razguk

PROFİL
Varlık: 13
Güç: 6
Dayanıklılık: 6
Çeviklik: 5
Arun: 8
Duren: 2
İrade: 9

YETENEKLER

Korkulu Bakış

TEKNİKLER

Metal Ejderinin Öfkesi (5. Düzey)
Metal Ejderinin Onuru (1. Düzey)
Keskin Metal
Metal Hükümdarının Silüeti
Hükümdar (0. Düzey)

İBLİSİN ÜZERİNDE TAŞIDIĞI EKİPMANLAR/EŞYALAR
Locked

Return to “Aludir Üssü”