Bu Phemena'nın eğitimi bitti, her şey güzel gidiyorken yemekhane şefiyle tanıştım. Tontiş bir adam, çokta iyi birisi aslında. İlk tanıştığımızda gülümsedi bana, ben de anladım tabi iyi arkadaşlar olacağımızı. Sonrasında aramız daha da iyileşti, ikinci günlerden birinde sohbet etmeye başladık. "Ben senin gibi ne aludirler gördüm ha." Falan gibisinden bir şey dedi, tabii ben de dedim ki "Göremezsin ki." Yani nasıl görecek ki benim gibisini, ikizim yok bir şeyim yok. Bu arada ikiz denen bir şey olduğunu öğrendim, senden bir tane daha oluyor ancak aynı kişiler olmuyorsunuz. Sadece ikinizin de dış görünüşü aynı oluyor. Bu tontişin varmış öyle, tanıştırırım seni falan dedi ama Aludir Üssünden çıkmaya henüz iznim olmadığı için tanışamadım. Bu arada ona Tontiş demeye başladım, o da bana her arkadaşım gibi Zen diyor. Baya yakınlaştık kendisiyle.
Tabi bu günlerden birinde akşam yemeğimi alırken bana gece gelmemi söyledi. Yemekhanenin gece boş olduğunu, birlikte bir şeyler içip sohbet edebileceğimizi söyledi. Gittim, yemekhane harbiden bomboştu, yukarıdan yemekhaneyi aydınlatan loş ışık harici hiçbir şey yoktu. Bal Şarabını çok sevdiğimi söylediğim için güzel bir şarap getirmiş bana tontiş. Sohbetimiz esnasında tabi bu sarhoşluk denen şey yavaş yavaş yaşanmaya başladı, ikimizin de çenesi açıldı. Bir anda konuşmaya daldık, hafiften yanaklarım da kızarmış, gözlerim kısılıyordu. Bu bana birden, şöyle bir şey söyledi: "Sen de küçük çocuktun lan zamanında!" Ne demek lan küçük çocuk? Yumruğumu vurdum masaya aniden, tabi ani bir hareket yapınca kafam döndü biraz, ama toparladım hemen.
"Naşı ya? Ağğrgadaşımm... Bakh Tontişşşş... Ben var ya ben.. Böyle..." Kaslarımı sıktım ikisini birden. "Ben böyle doğdum lağn.... Sen benim doğumumu... Bilin mi?" Tontiş'in gözlerine baktım. Sinirlenmişti biraz, ama ben böyle doğdum arkadaşım. Kaslı doğdum. "Ne demekh lağn güçççük joçuk... Ben koçaman... Adamdımm..." Tabi o da bana dönüp demesin mi, "Lan böyle adam mı doğar? İki metre boyunda adamsın." Tabi anladım sinirlendiğini, ayağa kalkıp hafif yalpalayarak, bir adım attım, ikinci adımı attım oturdum Tontiş'in yanağına. Bıyığını ellemeye başladım, tekrar sinirlendi adam. Elime vurdu sonra. "Lan elleme olum. Karım kızıyor kızıyor." Bu şakayı her yaptığımda karısı kızıyormuş. Bana öyle diyordu yani, anladığım kadarıyla karısına da her şeyi anlatan birisi olduğu için sır tutmuyor.
Sonra kolumu omzuna attım kocaman gülümseyerek. "Seviyom lan seni Tontiş.." Bunu dedikten sonra yemekhanenin ucundaki kızıl bir kafa dikkatimi çekti. Buradan geçiyor muydu yoksa başka bir işi mi vardı bilmiyorum. Gözlerimi kıstım, tanıdık bir yüz olunca kafam bir anda yerine geldi. Bu benim ekibimdeki Dişi Kızıl Kafa'ydı! Tontiş'in omzunda duran kolum yerine diğerini kaldırdım, görünmek için de hafiften yerimden doğruldum. "Dişi Kızıl Kafa! Gel gel! Tontiş'le oturuyoruz gel!" Burada ne arıyor bilmiyorum ama sohbet etmek için uygun bir ortama denk geldi. Tabi, Tontiş yine sinirlenmesin mi? "Tontiş demesene olum bana milletin içinde lan!" "Gerçekten oğlun muyum peki Tontiş?" "Lan!"
Tontiş:
Tabi bu günlerden birinde akşam yemeğimi alırken bana gece gelmemi söyledi. Yemekhanenin gece boş olduğunu, birlikte bir şeyler içip sohbet edebileceğimizi söyledi. Gittim, yemekhane harbiden bomboştu, yukarıdan yemekhaneyi aydınlatan loş ışık harici hiçbir şey yoktu. Bal Şarabını çok sevdiğimi söylediğim için güzel bir şarap getirmiş bana tontiş. Sohbetimiz esnasında tabi bu sarhoşluk denen şey yavaş yavaş yaşanmaya başladı, ikimizin de çenesi açıldı. Bir anda konuşmaya daldık, hafiften yanaklarım da kızarmış, gözlerim kısılıyordu. Bu bana birden, şöyle bir şey söyledi: "Sen de küçük çocuktun lan zamanında!" Ne demek lan küçük çocuk? Yumruğumu vurdum masaya aniden, tabi ani bir hareket yapınca kafam döndü biraz, ama toparladım hemen.
"Naşı ya? Ağğrgadaşımm... Bakh Tontişşşş... Ben var ya ben.. Böyle..." Kaslarımı sıktım ikisini birden. "Ben böyle doğdum lağn.... Sen benim doğumumu... Bilin mi?" Tontiş'in gözlerine baktım. Sinirlenmişti biraz, ama ben böyle doğdum arkadaşım. Kaslı doğdum. "Ne demekh lağn güçççük joçuk... Ben koçaman... Adamdımm..." Tabi o da bana dönüp demesin mi, "Lan böyle adam mı doğar? İki metre boyunda adamsın." Tabi anladım sinirlendiğini, ayağa kalkıp hafif yalpalayarak, bir adım attım, ikinci adımı attım oturdum Tontiş'in yanağına. Bıyığını ellemeye başladım, tekrar sinirlendi adam. Elime vurdu sonra. "Lan elleme olum. Karım kızıyor kızıyor." Bu şakayı her yaptığımda karısı kızıyormuş. Bana öyle diyordu yani, anladığım kadarıyla karısına da her şeyi anlatan birisi olduğu için sır tutmuyor.
Sonra kolumu omzuna attım kocaman gülümseyerek. "Seviyom lan seni Tontiş.." Bunu dedikten sonra yemekhanenin ucundaki kızıl bir kafa dikkatimi çekti. Buradan geçiyor muydu yoksa başka bir işi mi vardı bilmiyorum. Gözlerimi kıstım, tanıdık bir yüz olunca kafam bir anda yerine geldi. Bu benim ekibimdeki Dişi Kızıl Kafa'ydı! Tontiş'in omzunda duran kolum yerine diğerini kaldırdım, görünmek için de hafiften yerimden doğruldum. "Dişi Kızıl Kafa! Gel gel! Tontiş'le oturuyoruz gel!" Burada ne arıyor bilmiyorum ama sohbet etmek için uygun bir ortama denk geldi. Tabi, Tontiş yine sinirlenmesin mi? "Tontiş demesene olum bana milletin içinde lan!" "Gerçekten oğlun muyum peki Tontiş?" "Lan!"
Tontiş:



