Page 1 of 6

Varoluşun Üç Kadim Ayağı (Diniel | Gadiel | Zenahpuryu)

Posted: 21 Aug 2023, 12:18
by GM - Dimensio
Gadiel; Gözlerini yavaş yavaş açmaya başladığında, vücudundaki bitkinliğin tüm uzuvlarına sirayet etmiş olduğunu hissedebiliyorsun. Göz kapakların açılmamak için bir hayli gayret gösterirken zihninin yavaş yavaş açılmaya başladığını fark ediyorsun. Karanlıkla başlayan anıların, tüm belleğini ele geçirmiş gibi davranırken, bir anda kısıtlı anıların hücuma kalkıyor ve karanlıktan sonra yaşananlar ile gözlerin sonuna kadar açılıyor! Derin bir nefes alarak tüm yaşananların bir rüya veya kabus olup olmadığını kontrol ederek yatağında doğruluyorsunuz. Ancak bu anda, aldığın her nefesin gerçek olduğunu ve zihninde geçen onca şeyin de bu gerçekliğin bir parçası olduğunu idrak ediyorsun.

Gerçekliği bir şekilde içine sindirmeye çalışırken, etrafını hızlıca yokladığında, küçük bir odanın içinde tek başına olduğunu görüyorsun. Yattığın yatağın hemen yanında bir başka yatak olsa da, üzerinde yatan veya yatıp kalktığını düşündüğün kimse bulunmuyor. Bu nedenle, odada tek başına kaldığını ve senden başka kimse olmadığını anlayarak uyandığın yeri kontrol etmeye başlıyorsun.

İlk olarak bakışların uyandığın yatağa yöneliyor. Tek kişilik ahşap bir çerçeveye sahip, beyaz çarşaflar ve yastık kılıflarıyla oldukça temiz bir görüntüsü olan yatakta yer yer kıyafetlerinin bıraktığı kir izlerini görebiliyorsun. Ancak bu anda yatağın ve yastığın oldukça rahat olduğunu bir kez daha hissedebiliyorsun. Uyandığın ve yanında bulunan boş yatağın tam karşısında, taş döşeli bir duvar bulunduğunu görüyorsun. Sol tarafındaki duvarda ise büyük bir pencere olduğunu ve pencerenin hemen önünde de kahverengi bir perdeyle odaya girmeye çalışan güneş ışıklarına engel olunmaya çalışıldığını görebiliyorsun. Sağ tarafında ise büyük bir giyinme dolabı görüyorsun. Büyük dolabın birden fazla kişinin eşyalarını alabileceğini düşünüyorsun. Bununla birlikte, dolabın işlemeleri ve kahverengi yapısı, dolabın kaliteli olduğunu anlatmaya yetiyor. Giyinme dolabı, hemen arkandaki duvarla sağındaki duvarın bitişiğine yerleştirilmiş olup, dolabın sağ tarafında bir adet ahşap kapı görüyorsun. Ahşap kapı da kaliteli ve işlemeli bir halde görünüyor gözüne.

Bakışların yavaşça tavana döndüğünde ise, tavanın da tıpkı duvarlar gibi taşla döşeli olduğunu ve yer yer konulan ahşap kolonlarla güçlendirildiğini görebiliyorsun. Tavandan sarkan, ancak pek kullanılmadığı belli olan dört kollu avizenin ise her bir kolunda gaz lambaları olduğunu görebiliyorsun. Avize ve ince bombeli camları olan gaz lambalarının üzerindeki toz, odanın en kötü yanı gibi görünüyor. Uyandığın odanın yerleri ise düz bir desene sahip ahşapla kaplanmış ve açık kalan alanın birçoğu parlak kırmızı renkli bir halı ile döşenmiş görünüyor. Halıda en ufak bir tozun dahi görünmemesi, odanın temizlenmiş olduğunu gösteriyor. Ancak avizedeki toza bakılırsa, odayı temizleyen kişinin burayı es geçtiğini düşünmeden edemiyorsun.

Gözlerin odaya ve gerçekliğe biraz daha alıştığında, odaya yansıyan güneş ışıklarından sabah vakitlerinin olduğunu anlayabiliyorsun. Uyandığın yerin neresi olduğu, buraya nasıl geldiğin, buraya seni kimlerin getirdiği, burada ne işin olduğu ve bunun gibi diğer sorulara aradığın cevaplar, anılarının başladığı karanlıktan farklı olmuyor. Ancak bir şekilde nefes alabiliyorsun ve bir şekilde uyanmış durumdasın. Bu yüzden geriye kalan, bundan sonrasının ne olacağını öğrenmek veya bundan sonrasını bizzat şekillendirmek oluyor.

Henüz daha gözlerini açtığın dünyaya alışmak bile mümkün olmamışken, odanın çalan kapısı gayri ihtiyari olarak toparlanmana neden oluyor. Bununla birlikte, kapıyı çalan kişinin çalış şeklindeki aciliyet doğrudan dikkatini çeken bir husus oluyor. Yatağından doğrulmaya başladığın sırada kapının ardından gelen “Gadiel, Ela ben. Konuşmamız gerek.” şeklindeki ses ile birlikte, bir şeyler anlam kazanmaya başlıyor. Olabildiğince toparlanmanı bekleyen Ela’nın sen buyur etmedikçe girmeyeceğini anlayabiliyorsun. Bununla birlikte kapıya belli aralıklarla vurması da sen bir cevap vermedikçe devam edecek gibi göründüğünden hızlıca toparlanıyor ve Ela’nın içeriye girebileceğini söylüyorsun.

Ela’yı içeriye davet etmenin ardından, Ela’nın yüzündeki donuk ifadeye yapışmış gerginliği hemen görebiliyorsun. Bu yüz ifadesi sana aciliyeti olan bir durumun vuku bulduğunu açıkça gösterirken, Ela da vakit kaybetmek istemeksizin “Böyle alelacele olduğu için kusura bakma, yalnız durum bunu gerektiriyor.” diyor. Durum farkında olduğunu belli eden bu cümleleriyle birlikte Ela “Derhal hazırlanıp Aludir Üssü'nden ayrılarak Yükseliş Konağı’na gitmemiz gerekiyor. Hükümdarımız bir görev için bizi uygun gördü.” diyor. Bu dünyaya yeni gözleri açmış biri olarak ve yaşananların anlamlandırılması bile hemen hemen mümkün değilken, böyle bir durumun içine düşmüş olmanın hayreti ve şaşkınlığı içinde kalıyorsun. Ancak Ela “Normalde iblisini uyandırdığın bir süreç geçirmemiz gerekiyor. Hükmünü sabit kılman… Sonrasında bir organizasyon mülakatına girmen… Fakat bunları yolda halledeceğiz. Tabi organizasyon kısmı hariç…” diyor. Hemen ardından ise odaya girdiği kapıya doğru hareketlenirken “Hemen hazırlan ve bir an önce çıkalım. Aracımız bizi bekliyor.” diyor.

Zenahpuryu; Yaşlı adamdan aldığın cevapların ardından, ne yapacağına karar vermek istediği esnada, birden arkandan birinin omzuna dokunduğunu fark ediyorsun. Kafanı çevirdiğinde ise üzerinde Yükseliş Konağı’ndan çıkarken gördüğün kıyafetleri taşıyan bir adamın olduğunu ve elinde rulo halinde bulunan bir kağıt parçasını sana doğru uzattığını görüyorsun. Adam kağıdı uzatırken “Hükümdarımızın buyruğu.” diyerek durumu açıklığa kavuşturuyor. Ancak adamın bu sözleri senden çok yanındaki yaşlı çifti etkiliyor ve her ikisi de büyük bir saygıyla hareketsiz ve şaşkın bir şekilde kalakalıyor. Hükümdarın lafının bile geçmesi yaşlı çifti dimdik bir pozisyona almaya iterken, buyruğun sana tebliği onların gözlerindeki varlığını birkaç kat değerli kılmış gibi görünüyor.

Adam kağıdı sana teslim ettikten sonra başıyla hafifçe selam vererek yanınızdan ayrılıyor. Sense iple bağlanmış, mum damlatılarak mühürlenmiş kağıdı hızlıca açıyorsun ve sarımsı bir kağıda siyah bir mürekkeple ve oldukça zarif bir el yazısıyla yazılmış yazıyı okumaya başlıyorsun.

“Zenahpuryu,

Buradan ayrılışının üzerinde vakit geçmediğinin farkındayım. Lakin acil müdahale edilmesi gereken bir hadise gerçekleşti. Derhal Yükseliş Konağı’na gelmeni bekliyorum.

Eletha “Visyn” Norkian”
Eletha tarafından yazılmış bu yazıyı okurken bile içinde bir titreme meydana geliyor. Tabi bu esnada yanında bulunan yaşlı çift meraklı gözlerle sana bakmaya başlıyor. Bizzat Hükümdardan buyruk alacak kadar değerli bir şahsiyet olmanın getirisini, yaşlı çiftin gözlerinden rahatlıkla görebiliyorsun.

Diniel; Yren Amaldin’in heykelinin önünde, içinde gayriihtiyari beliren bir saygı ve hayranlıkla heykeli incelediğin sırada, birden arkandan birinin omzuna dokunduğunu fark ediyorsun. Kafanı çevirdiğinde ise üzerinde Yükseliş Konağı’ndan çıkarken gördüğün kıyafetleri taşıyan bir adamın olduğunu ve elinde rulo halinde bulunan bir kağıt parçasını sana doğru uzattığını görüyorsun. Adam kağıdı uzatırken “Hükümdarımızın buyruğu.” diyerek durumu açıklığa kavuşturuyor. Ancak adamın bu sözleri senden çok yanındaki etrafında bulunan kişileri etkiliyor ve her biri büyük bir saygıyla hareketsiz ve şaşkın bir şekilde kalakalıyor. Hükümdarın lafının bile geçmesi insanları dimdik bir pozisyona almaya iterken, buyruğun sana tebliği onların gözlerindeki varlığını birkaç kat değerli kılmış gibi görünüyor.

Adam kağıdı sana teslim ettikten sonra başıyla hafifçe selam vererek yanınızdan ayrılıyor. Sense iple bağlanmış, mum damlatılarak mühürlenmiş kağıdı hızlıca açıyorsun ve sarımsı bir kağıda siyah bir mürekkeple ve oldukça zarif bir el yazısıyla yazılmış yazıyı okumaya başlıyorsun.

“Diniel,

Buradan ayrılışının üzerinde vakit geçmediğinin farkındayım. Lakin acil müdahale edilmesi gereken bir hadise gerçekleşti. Derhal Yükseliş Konağı’na gelmeni bekliyorum.

Eletha “Visyn” Norkian”
Eletha tarafından yazılmış bu yazıyı okurken bile içinde bir titreme meydana geliyor. Tabi bu esnada etrafında bulunan insanlar meraklı gözlerle sana bakmaya başlıyor. Bizzat Hükümdardan buyruk alacak kadar değerli bir şahsiyet olmanın getirisini, insanların gözlerinden rahatlıkla görebiliyorsun.
Off Topic
Bu konuda geçerli olan pasiflik süresi 72 saattir.

Bu konuda Geri Sarım Kartı kullanılabilir.

Re: Varoluşun Üç Kadim Ayağı (Diniel | Gadiel | Zenahpuryu)

Posted: 21 Aug 2023, 15:32
by Zenahpuryu
Beynine koyduğu figürü aramak için gözlerini hızlıca etrafta gezdirmeye başladı. Burası oldukça çeşitli insanlardan bir toplum oluşturmuş gibi duruyordu, zira kimilerinin kıyafetlerinden kalitesizlik akarken, kimilerinin kıyafetlerine bakarak ekonomik durumları anlaşılabiliyordu. Ancak bu duruma rağmen, insanlar birbirlerine fazlasıyla saygılıydı, birbirlerine yol veriyor, selam veriyorlardı. Bu şehir içerisinde ki sosyal statü farkı yaşamlarını etkilemiyordu. Gözüne çarpan diğer bir durum ise, tek başına yürüyen kadın ve erkeklerin arkasından bakılmasına rağmen çiftlerin arkasından kimsenin bakmaması oluyordu. Ahlak seviyesi olarak farklı bir durumdalardı. En azından, çift olanlara saygı duyuyorlardı. En azından belirli bir düzenin oturmuş olması ve burada yaşayan insanların bu düzene saygı duyması, herhangi bir şekilde karşı çıkmaması veya çıkıntılık yapmaması hoşuna gitmişti.

İnsanların nezaketli tavırlarını, adımlamaya devam ettikçe daha fazla görmeye devam ediyordu. Özellikle yaşlı insanlara karşı belli bir saygı duyuluyordu. Karşılaştığı kişilerin kıyafeti, ekonomik durumu, alımlı olup olmaması veya paspal olması önemli değildi, ilk selamı küçük olanların vermesi ya da yaşlı kişilere yol verilmesi, bu nezaketin örneğiydi. Kalabalık çocukların aileleriyle birlikteyse onlardan bir adım geri veya ileri olacak şekilde yürümesi, birlikte oyanyan çocukların ise kalabalıktaki insanları rahatsız etmemek adına özen gösterdikleri davranışları, eğitimin küçük yaşta başladığını belli ediyordu. Bu kadar sistematik insanların olması ne kadar eğlenceli olabilirdi bilmiyordu, ancak illaki işin görünmeyen tarafında bu şehrinde büyük bir eğlencesi olmalıydı. Yine de bunu keşfetmeden önce, Wuther'i bulmak adına yaşlı birisini arama düşüncesi ile gözlerini etrafta çevirmeye başladı.

Yaklaşık 10 dakika süren bir ilerlemenin ardından, üç katlı bir yapının zemin katında bulunan dükkanın önünde yaşlı bir çift görüyordu. Önünde durdukları dükkan pekte büyük olmayan bir restoranttı. Adı bile Valerin Yemekleri olan restorantta geleneksel yemeklerin yapıldığını düşünüyordu. Belki vakti olsaydı buranın lezzetlerini tatmak isterdi ancak şimdilik öyle bir vakti bulunmuyordu. Gördüğü yaşlı çift, dükkanın önüne yığılmış bir çuvalın içinden patates çıkarıyor, bunları büyüklüklerine göre başka çuvallara koyuyorlardı. Hallerinden oldukça memnun görünen çift, Zen'in yüzünü de gülümsetmişti. Çiftin dükkanının önüne geldiğinde, çok kısa süreli bir gözlem fırsatı daha doğmuştu. Çiftlerden erkek olanı 70'li yaşlarının başında gibi duruyordu ve boyu 170 civarıydı. Boyu ile orantılı duran vücut hatları, adamın hala kendine baktığını gösteriyordu. Kırışık suratına rağmen gür beyaz saçları kafasındaki şapkadan dışarı taşıyordu. Kadın ise 60'lı yaşlarının başında gibi duruyordu ve hemen hemen adamla aynı boylardaydı. Kadının da kendine baktığı aşikardı, hatta kırışıklıklardan kurtulsa 40'lı yaşlarına dönebilecek gibi duruyordu.

Yaşlı adam yerinden doğrulup kendisine doğru baktıktan sonra, Zen cümlelerini kuruyor ve bir cevap bekliyordu. Adam, Wuther diye birini duymadığında söylüyor, ardından kadında aynı şeyi tekrarlıyordu. Kütüphane fikrini vermesinin ardından içten içe hiç öyle bir şey düşünmediği aklına gelmişti. Kadın, Julianus Junius Taenaris diye birisinden bahsettikten sonra adam sanki kendisi hatırlamış gibi davranıp ismini tekrarlamış ve kendisinin bir tüccar olduğunu, çok memleket gezip gördüğünü söylüyordu. Valerin asillerinden olsa da insanlara yardımcı olmayı seveceğini söylüyordu. Biraz düşündükten sonra tam cümleye girecekken Yükseliş Konağı'ndan çıkarken gördüğü kıyafetleri taşıyan bir adam kendisine elinde rulo halinde duran kağıt parçasıyla yaklaşmış ve Hükümdarın Buyruğu olduğunu söylemişti. Yaşlı çift, büyük bir saygıyla hareketsiz ve şaşkın bir şekilde kalmıştı, hükümdarın lafının geçmesi bile onları dimdik bir pozisyon almaya itmişti. Adam ayrıldıktan sonra kağıdı açmış ve okumaya başlamıştı.

Acil müdahale edilecek bir hadise olması sebebiyle hükümdar tarafından Yükseliş Konağı'na çağrılmıştı. Vücundaki titremenin ardından yaşlı çifte gözünü çevirdiğinde meraklı gözlerle kendisine baktığını görebiliyordu. Bizzat hükümdarın kendisinden emir alacak kadar değerli biri olmasının getirisini yaşlı çiftin gözlerinden görebiliyordu. Ruloyu geri sardıktan sonra "Of ya." demişti. "Daha yeni konaktan çıkmıştım, kafamdaki soruları soracaktım Wuther'ı bulup, neyse. Acil bir durummuş, gitmek gerek." Belinde asılı duran şarap matarasının kapağını açtı, bir yudum şarabı boğazından midesine yolladıktan sonra kapağını kapatıp beline geri koydu. Ardından yaşlı çifte döndükten sonra Valerin'in genel saygı çerçevesini düşündü. Selamı önce kendisinin vermesi gerekiyordu, bu yüzden elini uzattı tokalaşmak adına. "Kusura bakmayın, dediğim gibi acil bir durummuş gitmem gerek. Yardımlarınız için teşekkür ederim. İsmini öğrenebilir miyim amca? Görev bittiğinde geri dönersem, restoranınızda Valerin'in bilmediğim lezzetlerini tatmak isterim." diyerek konuşmasını sonlandırmıştı. Adamla el sıkıştıktan ve ismini öğrendikten sonra tekrar selam verecek ve Yükseliş Konağı'na gidecekti.

Out: Kurgusal olarak şarap matarasını nasıl dahil edebilirim bilemedim, bir anda var ettim. Yanlış bir durum olursa kaldırabilirim.

Re: Varoluşun Üç Kadim Ayağı (Diniel | Gadiel | Zenahpuryu)

Posted: 21 Aug 2023, 18:32
by Diniel
Amaldin Meydanı ben heykelin bulunduğu o özel alana giderken sanki geçen her saniye daha da kalabalıklaşıyor gibiydi. Adımlarımı sürdürürken bir yandan da etrafımı incelemeye devam ediyordum. Fark ettiğim üzere buradaki insanlar giyimlerinden dolayı birbiri üzerine bir alt üst sınıfı oluşturmuyordu. Herkes birbirine saygılı görünüyordu. Acaba bu gerçekte ne kadar böyleydi? Üzerindeki kıyafetleri kalitesiz insanları görünce aklıma bandajlarım gelmişti. Giyecek bir şey bulamamış da bandaj sarmışım gibi hissetmiştim etraftaki insanları inceledikçe. Ancak yine de bandajların kalitesiz olmaması durumu iyice garipleştiriyordu. Yine de etraftakiler kendilerini iyi de olsa kötü de, bir şekilde örtüyorlardı. Benim böyle bir tarzı seçmemdeki sebep ne olabilirdi acaba? Diğer yandan düşününce kalitesiz kıyafetleri de yeni görmüştüm. Şehir olarak oldukça güzel görüntüsü olsa da insanların bir kısmının bu şekilde giyinik olması mantıklı gelmiyordu. Belki de bu insanlar başka bir yerden buraya gelmişlerdi. Sonuçta buraya fazlaca ilgi var değil mi?

Tek gezen insanların arkasından bakıldığını görünce acaba beni de birileri süzüyor mudur düşüncesiyle istemsizce kaşlarımın çatılmasına sebep oluyordu. Sivilleri kafaya takmaya gerek olmadığı konusunda kendimi ikna edip etrafımdakilere aldırış etmeden yürümeyi sürdürmeyi seçiyordum bu yüzden. Yürürken çevrede olan biteni izlemek bana insanlar hakkında daha fazla bilgi edinmeyi sağlıyordu. Yine de sanırım el ele tutuşan çiftler görmek beni en çok etkileyen şey olmuştu. Mutlu bakışlar, sakin veya telaşlı adımlara rağmen yaşanılan o mutluluğun dışarıya taşmasını görüyor olmak çok garipti. Bu yüzden zihnimi aşırı bulandırmadan adımlarımı hızlandırıp ihtişamlı binanın girişine kadar geliyordum. Devasa binanın çevresindeki özel detaylara kalabalıkla uğraşmamak için çok da dikkat edemeden içeri girdiğimde dikkatimi çeken ilk şey Yren Amaldin Heykeli oluyordu. Sırf heykeli korumak için görevli on kişi bu heybetli heykelin önemini aklıma koymuştu. Böylesine detaylı ancak eskimişliğin getirdiği o aşınmalar ile belki de kat kat parıltılı ve görkemli durabilecek heykelin insanlar için önemsiz olabileceği fikrine ihtimal vermiyordum. Ne kadar mükemmel görünümü olsa bile benim için bunun bir değeri olmasa bile asıl dikkat ettiğim şey Yren Amaldin’in görünüş olarak kanatları ve mızrağı yok sayarsak yakışıklı bir görüntüsü olduğuydu.

Benden sonra gelip benim beklememi fırsat bilip önümden geçip giden insanları yeniden fark ediyordum bu görüntü büyüsü çözüldükten sonra. İnsanlar heykelin önünde ellerini birleştirerek bir şeyler mırıldandığını görünce bunların ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım açıkçası. Yren Amaldin neyin nesiydi de heykeli insanları mıknatıs gibi kendine çekiyordu ki? Heykele yaklaştıkça mırıltıların dua içerikli sözler olduğunu duyabilmemle sivilleri iyice garip bulmaya başlamıştım. Belli bir mesafe heykele yakınlaşabildikten sonra bu devasa yapının altında kafamı kaldırıp ona bakıyor olmak pek bir şey hissettiremiyordu. Ancak bu da normal bir his değildi sanırım, anlayamamıştım. Bakışlarımı kaldırıp heykelin yüzüne çevirmiş, sanki yeterince süre bakarsam heykel bana cevap verecekmiş hissi ile “Yren Amaldin, neyin nesisin sen?” diye mırıldanmıştım. Bakışlarım heykelin üzerindeyken omzumdaki dokunma hissiyatı ile bir anda metalden bir varlıkmış ağırca kafamı yüzümde ciddiyetin en belirgin ifadeleriyle bana temas eden varlığa dönüyordum. Karşımdakinin konağın koruyucuları görünümüne sahip olduğunu gördüğümde şaşırmıştım açıkçası. Daha yeni dışarı çıktığım için acaba Amelina’dan dolayı bir sorun mu çıktı diye zihnimde düşünceler daha yeni canlanırken adam bana kağıt uzatıyordu. Eletha’dan mesaj geldiğini öğrendiğimde sakince rulo kağıt parçasını alıyordum. Bu sırada ise ortamda bir anda bir sessizlik ve ciddiyet çökmesi ile etrafa ‘ne var?’ diye bakınırken Eletha’nın buyruğunun iletilmesinin bile siviller için ne kadar önemli bir olay olduğunu kavrayabiliyordum.

Adam kağıdı teslim ettikten sonra başıyla hafif selamına karşılık aynı şekilde cevap veriyordum ona. Yeterince uzaklaştığını gördükten sonra kağıdın mührünü bozup düzgünce açıyordum. Mührü kırmak ve kağıdı düzeltmek nedensiz bir keyif verse de asıl keyif veren yazanları okumanın olacağını düşünmemle, Eletha’nın güzel el yazısını okudukça bu keyif yerini pişmanlığa bırakıyordu. “Madras ile bir daha görüşme fırsatını nerden yakalayacağım şimdi…” diye içime sıkkınlık düşerken gözlerimi kapatıp bıkkın bir nefes veriyordum. Ancak Eletha’nın acil durumda bana ihtiyacı olduğuna göre konu büyük ihtimalle iblislerle ilgiliydi. O halde geri dönmek için daha fazla beklememem gerekiyordu. Durumun ciddiyeti Madras olayını artık yendiği sırada hızlı adımlarla meydana dönecek, konak yolunda ilerlerken gördüğüm ilk sivil at arabasının önüne geçip Güç Muhafızları Aludir Nişanı’mı gösterip emir kipinin en sert tonlarında “Beni Yükseliş Konağa götürmeni istiyorum!” diyecek ve at arabası ile dönecektim.

Re: Varoluşun Üç Kadim Ayağı (Diniel | Gadiel | Zenahpuryu)

Posted: 21 Aug 2023, 23:43
by Gadiel
Sessizlik... İlk uyandığım anımda etrafımı saran sessizlik, gerçekliğin soğuk tokadı gibi bedenime çarptı. Ardından uykunun sıcacık kucağından çıkıp gerçek dünyanın buz gibi kollarına kendimi bıraktığım anlar, tüylerimi diken diken etti.

Bir an için bir kez daha karanlık ve sessiz bir dünyada, uyanıp gerçekliğin sınırlarına dayanmaya çalışıyormuş gibi hissettim. Gözlerimi yavaşça açarken, bedenimdeki bitkinlik tüm uzuvlarıma yayılan ağır bir hastalık gibi hissettiriyordu. Göz kapaklarımın direnci, açılmak için bile yetersiz gibi gelirken, zihnim yavaşça aydınlanıyordu. Adeta karanlıkla aydınlık arasında bir dalga gibi sallanıyordum, gerçekliğin eşiğine doğru akıntıya kapılmış bir balık yavrusu gibi hissetmem ise kaçınılmazdı.

Anılar yavaşça gelmeye başladı, gözlerim bir anlığına açıldı. Almazath, Ela ve Nueamsa... Bir derin nefes alarak tüm bunların bir rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu sorguladım. Yatağın rahatlığında hala uyuyor olabileceğimi düşündüm. Ama o an, yatağın rahatlığı ve gerçekliğin soğukluğu arasında bir denge kurarak kendimi kabul ettim.

O an itibarıyla gerçekliği anlamaya çalışırken, etrafıma daha fazla odaklandım. Etraftaki sessizliği kendi düşüncelerimle doldurmaya çalışırken, önce uyandığım yatağa baktım. Beyaz çarşaflarla örtülü ahşap çerçeveli yatak, basit ama temiz bir görünüme sahipti. Karşımdaki boş yatak, yanımdaki yatağın yalnızlığını daha da vurguluyordu. Ardından bakışlarım taş süslemeli duvara kaydı, yanımdaki yatağın hemen karşısındaki duvar. Bu arada sol tarafta büyük bir pencere olduğunu fark ettim. Kahverengi perde, güneş ışığının içeri sızmasını engelliyordu. Tek vasfı buymuş gibi gözükmesine rağmen, perdenin mevcut halinden odaya birilerinin çıkıp girdiğini düşünmeden edemiyordum.

Bunu fark ettikten sonra sağ taraftaki büyük giyinme dolabına ve sonra tavana baktım. Detayları inceledim, bu eşyaların kalitesi ve işçiliği etkileyiciydi. Ahşap kaplama dolap, odanın zarifliğini yansıtıyordu. Tavandaki dört kollu avize, gaz lambalarıyla aydınlatılıyordu, ancak tozlu camları odaya hafif bir duman perdesi çekiyordu.

Etrafıma daha fazla göz attıkça, odanın ahşap zemini ve parlak kırmızı halısı da dikkatimi çekti. Temiz ve düzenli görünüyordu, ancak hafif bir toz tabakası avizenin camlarını kaplamıştı.

Gözlerimi, odanın içine yayılan sabah ışığına doğru çevirdim. O an itibarıyla gerçek dünyada olduğumu biliyordum. Ancak neden burada olduğumu, neler yaşandığını ve bu dünyanın nasıl bir yer olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bu düşünceler zihnimde dönüp dururken, kapının sert bir şekilde tıklatılmasıyla irkildim. Ardından, kapıyı çalanın telaşlı çarpıntısını duydum.

Bu beklenmedik kapı sesi, içimde tuhaf bir tanıdıklık hissi uyandırdı. Tıpkı geçmişte hissettiğim bir şey gibi. Kapının ardından gelen ses, kulağıma hafif bir yankıyla ulaştı. Sesi tanıyordum, bu ses benim için önemliydi. Kapının ardındaki kişi Ela'ydı.

Ela'yı içeri davet ettim. Yüzündeki ifadeyi dikkatle okumaya çalıştım. Endişeli bakışları ve telaşlı tıklatışları, sorunlu bir durumun habercisiydi. Sözlerini dikkatle dinledim, Aludir Üssü, Yükseliş Konağı, iblisini uyandırma süreci... Her bir kelime, zihnimde gizli bir kilit gibi dönüyordu. Daha yeni uyanmıştım ve bu dünyayı anlamaya çalışırken, bir yandan da yeni bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalıyordum.

Ela'nın söylediklerini dinlerken, içimdeki karışık duyguların yankılandığını hissettim. Tüm bunların anlamını çözememiş olsam dahi güvenim Ela'ya tamdı. Acelece konuşmasının ardından, kendimi toparladım ve onu takip etmeye hazırlandım. Geleceğin bilinmezliğine adım atmak, geçmişin hayaletlerini unutmak ve yeni bir başlangıç yapmak zorundaydım. Her şeyden öte Ela’yı yüz üstü bırakamazdım.

Geriye dönüp baktım, odanın detayları gözümde canlandı. Ardından Ela'ya döndüm ve onunla birlikte yola çıkmak için kendimi hazır hissettim. "Ela, tüm bu yaşananların ne anlam ifade ettiğini bilmiyorum ama sana güveniyorum. Hadi gidelim." dedim. Yürürken zihnimdeki karmaşık düşünceleri düzeltmeye çalışacaktım. Çünkü o an Almazath'ı, Nueamsa'yı ve İblis diyarında olup biten her şeyi anlamaya çalışıyordum, ama bu düşüncelerin üzerine kafa yordukça tüm her şeyi iç içe geçtiği bir labirentte kendimi kaybolmuş gibi hissediyordum. Bu yüzden ilerlerken ilk fırsatta, "Ela, İblis diyarında neler olup bittiğini bana anlatabilir misin? Hatırlayamadığım o boşluk neden var?" diyecektim; çünkü içimdeki merak ve bilinmezlik hissi, öğrenme isteğimi daha da artırıyordu.

Re: Varoluşun Üç Kadim Ayağı (Diniel | Gadiel | Zenahpuryu)

Posted: 22 Aug 2023, 12:04
by GM - Dimensio
Zenahpuryu; Elini tokalaşmak adına yaşlı adama uzattığında, yaşlı adam sanki ömrü boyunca bu anı beklemiş ve kendisine bir lütuf sunulmuş gibi elini tutuyor. Bir anda elini bırakmak istemez gibi sıkmaya başlayan adama karşı cümlelerin bittiğinde “Enomius… Enomius Maniakes Beyim!” diyor. Hemen ardından tıpkı kendisi gibi bakan eşini gösteren adam “Eşim Galla Maniakes! Her zaman bekleriz Beyim, şeref verirsiniz!” diyor. Galla ise eşinin sözlerinin ardından “Size en lezzetli yemeklerimi sunacağım Efendim, hiç kuşkunuz olmasın! En kısa sürede bekliyoruz Efendim!” diyerek duygularını dile getiriyor. Elini biraz da zorlayarak Enomius’tan kurtarmanın ardından ise, geldiğin yoldan geri dönerek Yükseliş Konağı’na ilerliyorsun.

Diniel; İnsanların şaşkın ve hayran bakışları arasında Eletha’nın buyruğunu okuduktan sonra harekete geçiyorsun. Kalabalık içerisinde ilerlediğin sırada insanların sana parıldayan gözlerle baktığını, birkaç çocuğun ise seni parmaklarıyla göstererek kocaman gülümsediklerini görüyorsun. Bu anda evren üzerinde attığın her bir adımın kutsallığını fark eder gibi göğsün göklere yükselirken, zihnin görebileceğin ilk at arabasında oluyor. Kalabalığın nispeten azaldığı meydanın sokağına vardığında ise, gördüğün ilk at arabasının önüne geçiyor ve nişanını göstererek cümleni kuruyorsun. At arabasını süren adam nişanını gördüğü anda birden at arabasından aşağıya atlıyor ve saygılı bir şekilde hafifçe eğilerek seni selamlıyor. Hemen ardından ise “Buyurun Hanımım, nereye isterseniz gidebiliriz!” diyerek karşılıksız bir itaat örneği gösteriyor. At arabasının ön kısmına yerleşmenin ardından ise, adam hiç vakit kaybetmeden geldiği yönün tersine çevirerek Yükseliş Konağı’nın yolunu tutuyor.

Zenahpuryu&Diniel; Her ikiniz de hemen hemen aynı anda Yükseliş Konağı’nın giriş kapısının bulunduğu alana geliyorsunuz. Kapıda karşılaşmanızla birlikte, birden kapıda duran iki adamın hızlıca kapıyı açması, Hükümdar tarafından beklendiğinizi açıkça ortaya koyuyor. Ancak buna karşın konağın bahçesinde herhangi bir hareketlilik görmüyorsunuz. Birbirinizle konuşarak konağın bahçesine giriyor ve binanın giriş kapısına ilerliyorsunuz. Sizin yaklaşmanızla birlikte binanın giriş kapısının da açılması, en ufak bir zaman kaybı yaşanmasının istenmediğini gösteriyor. Yükseliş Konağı’na girdiğiniz anda ise, kapıda beliren iri bir asker Eletha’nın sizi taht odasında beklediğini söylüyor. Tüm bu acil durum çağrısına karşılık konağın içinde sıradışı bir hareketlilik bulunmaması dikkatinizden kaçmıyor.

Gadiel; Ela’ya hazır olmanı söylemenin ardından birlikte odadan çıkış yapıyorsunuz ve üssün koridorlarından hızla inip aşağıya iniyorsunuz. Çıkışa yöneldiğin sırada rastladığın birkaç kişi sana ve Ela’ya saygılı bir şekilde selam veriyor, ancak hiçbir şekilde yürüyüş hızınızı değiştirmeden üssün çıkış kapısına doğru ilerliyorsun. Birkaç kat aşağıya inmenin arından iki tarafında da merdiven bulunan oldukça geniş bir hole varıyorsunuz. Asma kat gibi duran kattan aşağı inmenizle bu geniş hole ulaşmanız mümkün görünüyor. Holün ucunda gördüğün büyük kapı, üssün çıkış noktası olduğunu adeta bağırıyor. Kafanı hafifçe yukarıya kaldırdığında ise, dev bir avizenin tavana takılı olduğunu görüyorsun. Avize, son derece şık ve pahalı bir görüntü çiziyor. Ayrıca, merdivenlere serilmiş olan parlak kırmızı renkte bir halı bulunuyor. Halının kenarlarında altın rengi işlemeler, halının da epey pahalı olduğunu sana açık açık bağırıyor. Yüzlerce kişiyi içinde barındırabilecek genişlikte holde ise ortada bulunan yuvarlak ve koyu bir yeşil ağırlıklı halıyı görebiliyorsun. Bunun yanında, holün ortasındaki uzun kolonlardaki işlemeler de, bu yerin özellikle bu şekilde dizayn edildiğini ve bir hayli emek ve para harcandığını sana gösteriyor. Duvarlarda ise neredeyse yere kadar inen pencereler, odanın bir hayli aydınlık olmasını sağlıyor. Ancak pencerelerin kenarlarına toplanmış uzun perdeler de, holdeki tüm şatafata üstün bir şekilde tamamlıyor gibi görünüyor.

Merdivenlerden aşağıya doğru inmeye devam ettiğinde, iki yanındaki sütunda ve üstündeki kemerinde ince işçilik eseri işlemler olan ve yerden yüksekliği 4 metreyi bulan kapı gözüne daha da büyük ve heybetli görünmeye başlıyor. Kapının üzerindeki desenler de daha görünür olmaya başlamasıyla, iki yana açılabilen ve genişliği de 2 metreye yakın kapı daha hayranlık uyandırıcı bir görüntü yaratıyor. Normal bir zaman diliminde kapıyı detaylıca incelemek istesen bile, Ela hızlıca iç cebinden çıkardığı avuç içi büyüklüğünde bir cismi kapının aşağı yukarı belinize denk gelen kısmındaki bir boşluğa yerleştiriyor ve kapının iki kapısı oldukça sessiz bir şekilde iki yana açılmaya başlıyor.

Ela, iki yana açılan kapıdan yerleştirdiği cismi geri aldığı anda kapı tekrar kapanmaya başlarken, Ela ile birlikte üs binasının dışına ilk adımlarını da atıyorsun. Dışarıya dair ilk fark ettiğin şey içinde bulunduğu binanın dışarıdan da bir hayli büyük göründüğü oluyor. Sağına ve soluna uzanmış yeşillik alan, huzuru ve nizamı sembolize eder gibi gözlerine doluyor. Karşıda duran ve sanki sonsuzluğa uzanan surlar ise, tüm bu huzur ve nizamın yegane koruyucusu gibi görünüyor. Taş zemin yol, surun çıkış kapısına kadar devam ediyor. Surlardaki kapının hemen sağ tarafında ise, bir görevli olduğu az çok görebiliyorsun. Sizin çıkış yaptığınızı fark eden bu görevli, hemen önünde duran kolu ittiriyor ve bu hareketle birlikte surlardaki kapı da iki yana açılmaya başlıyor. Kapı aralandıkça, karşında ağaçlık bir alan olduğunu görebiliyorsun. Bununla birlikte, nereye çıktığını bilmesen bile, önünde topraktan geniş bir yolun olduğunu da görebiliyorsun. Bakışlarını hemen yakınına indirdiğinde ise, bir tamamen tahtadan inşa edilmiş, kenarları ve üstü beyaz bir branda parçasıyla neredeyse silindirik bir şekilde kapatılmış at arabasını ve onu çekmeye hazır kahverengi sıradan bir atı görüyorsun. Bu at arabası, daha çok yük taşımacılığında kullanılan türden gibi duruyor.

Ela at arabasını bineceğiniz işaret ediyor ve at arabasını sürecek olan orta yaşlı adam yanınıza gelerek arka tarafı sizin için ayarladığını söylüyor. Ela adama teşekkür ettikten sonra at arabasının arkasına yöneliyor ve üstü kapalı kısma geçiyorsunuz. Ela ile birlikte düz tahta zeminden ibaret olan yere oturmanızın ardından, ona sorunu sormaya karar veriyorsun. Bu soruna karşılık olarak Ela “Bunların hepsini sana anlatacağım, merak etme. Ancak şu an önceliğimiz iblis ile aranızdaki bağ.” diyor. Ela’nın bu sözlerinden belli bir konuda aceleci olduğunu anlayabiliyorsun. Bu yüzden konuyu üstelemek yerine at arabasının hareket etmesiyle birlikte kendini hafif tıngırtılara bırakıyorsun.

At arabasının içinde sessizce yaptığınız birkaç dakikalık ilerlemenin ardından Ela “Normalde belli bir prosedürden geçmen gerekse de, şartlar ilerlemeni bu şekilde yapmana neden oldu. O yüzden beni dikkatli dinlemelisin. Çünkü önümüzde uzun bir zaman dilimi yok.” diyor. Hemen ardından kafasından kısaca bir hesap yaptığı belli olan Ela bakışlarını tekrar sana indirirken “En fazla 2 günümüz var.” diyor. Bu konuda bir çekincen bulunmadığını görmesiyle birlikte Ela “Temel bilgilerle başlamam gerekiyor. İblis diyarına girdikten sonra, bir iblisle bağ kuran kişiye Aludir unvanı verilir. Yani şu an için sen de bir Aludirsin. Bunun sana günlük hayatında birçok faydası olacak, ancak şimdilik konumuz bu değil.” diyor. Şimdilik önemsiz olarak gördüğü detaylarla seni boğmak istemediği belli olan Ela “İblis diyarı ve insan diyarı, aynı anda varlıklarını sürdüren ancak genellikle birbirleriyle etkileşime girmeyen iki dünyadır. Aludirler, bu iki diyarda da varlıklarını sürdüren ve kabul ettiren kişilerdir. Ancak bu hükmü iblislerin kabul ettiğini söylemek güç. Biz Aludirler, insan diyarını huzursuz eden veya insan diyarı açısından tehlike oluşturan iblisleri ortadan kaldırmakla görevli kişileriz.” diyor. Bu aşamada hafifçe soluklanan ve konuşması her zamankinden daha hızlı tonda olan Ela sözlerine “Fakat nasıl ki her iki diyar arasında genellikle etkileşim olmuyorsa, insanlar ve iblisler arasında da bu etkileşim sınırlıdır. Bu biraz tek taraflı gibi görünse de, bir insanın bir iblise doğrudan zarar verebilmesi genellikle mümkün değildir. Bu nedenle, huzuru bozan iblislere karşı edindiğimiz iblisleri kullanmak durumunda kalmaktayız. Tüm bunları sağlayacak şey ise, bağ kurduğun iblis üstündeki hükmünü tam anlamıyla kurmandan geçiyor. Yani şimdilik senden asıl istediğim şey, bağ kurduğun iblisi nasıl kullanacağını öğrenmen. İblislerin de bir iradesi olması nedeniyle, bu bahsettiğim şeyler hemen kazanılamayabilir. Ancak dediğim gibi, maksimum 2 günümüz var.” diyor.

Normal şartlar altında bu kadar konuşmadığı her halinden belli olan Ela, biraz soluk soluğa kalarak konuşmasını kesiyor. Bu esnada ise sen de anlatılanları tekrar zihin süzgecinden geçirme imkanı buluyorsun. Ela birkaç kez aldığı derin nefesin ardından ise “Aludir olmak bir seçim gibi gelebilir, fakat Aludir olabilmek seçimden ötedir. Çünkü sıradan bir insanla aramızdaki fark, bizim iblislerle bağ kurmamızı sağlayan bir enerjiye sahip olmamızdır. Qen adı verilen bu enerji, sadece Aludir olabilecek kişilerde mevcuttur. Qen’e sahip olmayan kişiler iblis diyarına girdikleri anda varlıklarını sürdüremezler, ancak bizler bu enerji sayesinde iki diyarda varlığımızı sürdürür ve iblislerle etkileşime girebiliriz.” diyor. Bu sözlerinden sonra Ela “Yani anlayacağın, herkes Aludir olmak istese bile, Qen’e sahip olmayan kimse Aludir olamaz. Bu yüzden bu bir seçim değil, kaderdir.” diyor. Bu kısma kadar anlattıklarında herhangi bir sıkıntı olmadığını görmesinin ardından ise “İblislerinizle bağ kurarken, Qen’den de faydalanacaksın. Bunu bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde gerçekleştirebilirsiniz. Aslında Almazath ile yaşadığımız, bilinçsiz bir bağ kurma durumuydu denilebilir. Ancak esas bağı kurmanla birlikte, iblisin varlığını da bünyende taşımaya başlayacaksın. Yani şu anda, tek bedende iki varlık olarak bulunuyorsun da denilebilir. Bedenin esas sahibi olduğundan, bu noktada iblisine hüküm sürdüğünü düşünebilirsin. Hüküm sürme kelimesini özellikle seçtim, zira kuralları koyan ve sınırları belirleyen kişi olmak zorundasın. Aksi takdirde, hüküm sürecek olan iblisin olacaktır. Bunun önüne geçebilmenin ilk adımı da, iblislerini uyandırmak veya onları dış dünyada var etmek için bir komut bulmaktır. Bunu bir emir olarak da addedebilirsin. İblisinin üzerinde tam bir kontrol sağlaman için, onu uyandıracak komutu bulman gerekir.” diyor.

Ela, bu konuşmalarından sonra bir kez daha nefes nefese kalmış gibi dururken, iç cebinden çıkardığı ince deriden bir mataranın kapağını açıyor ve su olduğunu düşündüğün sıvıdan birkaç yudum alıyor. Diliyle dudaklarındaki nemi almasının ardından matarayı sana uzatan Ela “Tamamen zihnine, duygularına ve iblisine odaklanarak iblisinle iletişime geçmeye çalış. Onu var edecek veya uyandıracak komutu ona bildir. Bu süreç biraz sancılı olabilir, ancak bunu başaracağından şüphem yok.” diyerek cümlelerini ve uzun konuşmasını sonlandırıyor. Bu ana kadar dinlediklerin ise, at arabasında ilerlediğini ve nereye gittiğini dahi sana unutturmaya yetiyor.

Re: Varoluşun Üç Kadim Ayağı (Diniel | Gadiel | Zenahpuryu)

Posted: 22 Aug 2023, 12:31
by Zenahpuryu
Karşısındaki yaşlı adamın tepkisi Zen'i hem şaşırtmış, hem de hayal kırıklığına uğratmıştı. İnsanlardan böyle bir saygı veya hayranlık beklemiyordu, onlarla iç içe olarak yaşamak isteyen birisi için garip bir durumdu. Yine de onların bu tepkisini kısmen anlayabiliyordu, özellikle Guuste'den sonra her Aludir'in kendisi gibi olmadığını, biraz daha üstte olduklarının farkında olduğunu ve bunu gösterdiklerini düşünüyordu. İnsanları bu duruma alıştırması biraz zor olacak gibi duruyordu, ancak pes etmeyecekti. İstediği hayat, böyle bir şey değildi. Karşısındaki yaşlı adamın ismini zihnine kazımıştı. Enomius Maniakes. Eşinin ismi ise Galla Maniakes. Aynı soyadları taşıyorlardı. Belli ki insanlar bir birliktelik yaşayınca aynı soyadları paylaşıyorlardı. Zenahpuryu. Onun bir soyadı yoktu, eşi olsaydı, eşinin soyadını mı kullanmak zorunda kalacaktı? Düşündürücü bir soruydu.

Galla Hanım, kendisine en lezzetleri yemeklerini sunacağını, en kısa sürede beklediğini söylüyordu. Zen, elini sıkıdan sıkıya tutan adama karşı elini kurtarmadan önce son bir kez söze girmişti. "Enomius amca, Galla teyze, benden büyüksünüz. Konumum veya kim olduğum önemli değil, lütfen bana Zen diye hitap edin. Dostlarım bana Zen derler. Bana efendim, beyim demenize gerek yok, lütfen sizden biriymişim gibi, oğlunuz gibi davranın. Hem böylesi benim de içimi rahat ettirir." dedi kocaman gülümseyerek. Ardından biraz zorlayarak elini Enomius'tan kurtarmayı başardı ve Yükseliş Konağı'nın yolunu tutmaya başladı.

Kendisiyle hemen hemen aynı anda eski arkadaşı Diniel'de giriş kapısına varmıştı. "Aa, Diniel! Naber?" diyerek elini kaldırarak selam vermiş ve adamın kapıyı açmasının ardından yürümeye başlamıştı. Cebindeki ruloyu çıkartıp salladıktan sonra "Sen de çağrıldın demek he? Neymiş şu önemli iş çok merak ediyorum." dedikten sonra ruloyu geri yerine koydu. Binanın giriş kapısına doğru ilerlerken, yaklaşmalarıyla birlikte giriş kapısının da açılması zaman kaybı yaşanmasının önüne geçildiğini kanıtlıyordu. Yükseliş Konağı'na girdiklerinde kapıda beliren iri bir asker Eletha'nın taht odasında kendilerini beklediğini söylüyordu, ancak böylesine acil bir durum çağrısına karşılık konağın içinde sıradışı bir hareketlilik bulunmuyordu. Sanki acil bir durum olmasına rağmen, gizlilik içinde bir şeyler dönüyor gibiydi.

"Bak sana ne anlatacağım."
Dedi iri askerin önünde dururken Diniel'le birlikte. "Bir gün bir iblis fırına gitmiş. Bir ekmek alabilir miyim demiş. Fırıncıda demiş ki ekmek yok. İbliste demiş ki ben zaten at arabasıyla geldim." Anlattığı fıkranın komikliği içinde konağı yerinden oynatacak şekilde kahkahalar atmaya başlıyordu Zen. Yavaş yavaş kahkahaları dinerken şarap matarasının kapağını açıp bir yudum aldı, ardından kapağı kapattı. "Neyse çok bekletmeyelim Hükümdarımızı." Dedikten sonra taht odasına doğru ilerlemeye başladı.

Re: Varoluşun Üç Kadim Ayağı (Diniel | Gadiel | Zenahpuryu)

Posted: 22 Aug 2023, 14:03
by Gadiel
Ela'nın söyledikleri kulaklarımda hala yankılanıyordu, ancak aniden dışarı adım attığımda karşılaştığım manzara karşısında şaşkınlıkla donup kalmam ile birlikte yitip gitmişti tüm yankılar. Üssün koridorlarından hızla inip aşağıya inerken, her adımı titizlikle takip eden bir karmaşa içindeydim. Ela'ya doğru hızla ilerlerken, selam veren kişilerin gözden kaybolduğunu bile fark edemedim. Gözlerim, göz alıcı tasarımlarla bezeli geniş holde, muhteşem avize ve parlak renkteki halıların birbirine muhteşem karışımına ve bu karışım ile birlikte bütün oluşuna takıldı.

Merdivenleri aşağıya inerken gördüğüm muazzam kapı ve olağanüstü detayları beni kendine çekti. Kapının işlenmiş desenleri, onun ardında ne tür bir dünya olduğunu düşündürtüyor gibiydi. Fakat normalde bu detaylara daha fazla kafa yorma isteğim bile Ela'nın bir hareketiyle kesildi. Ela'nın avuç içi büyüklüğündeki nesneyi kapının yanındaki boşluğa yerleştirmesi ve sessizce kapının açılması, beynimde şaşkınlık ve merak karışımı bir karmaşaya yol açtı. Heyecanla kapıyı incelediğim anlarda Ela'nın adım atmasıyla birlikte gerçek dünyaya döndüm. Üssün çıkış kapısından adım attığımda, etrafımdaki manzaraların büyüsüne kapıldım. İçerdeki ihtişam, dışarıda huzur ve doğanın zarafetiyle birleşiyordu. Yeşil alanlar ve sonsuz gibi görünen surlar, içimi bir nevi huzur dalgasıyla dolduruyordu. Ancak içsel karmaşa ve Ela'nın anlattıkları, bu huzurun üzerine bir gölge düşürüyordu. Etrafımdaki detaylara fazla odaklanamadan, surlardaki kapının açılmasıyla dışarı adım attık. Görevli tarafından açılan kapıdan dışarı çıktığımda, topraktan geniş bir yol ve karşımda uzanan ağaçlık bir alanın varlığına tanıklık ettim. Ancak bütün bu güzellik, beni saran karmaşayı hafifletmek bir yana daha da derinleştirdi. Gözlerim, beyaz brandayla kapatılmış at arabasının olduğu yöne kaydı. Görünüşe göre buradan ilerlememiz gerekiyordu. Ela'nın hareketleri ve yolculuğun doğasına odaklanmam gerektiğini fark ettiğimde, aniden gözlerim Ela'nın adım adım ilerlediği at arabasına daha fazla odaklandı.

Ela'nın at arabasına binme işaretiyle birlikte, içimdeki tüm karmaşa ve düşünceler bir anda bir kenara itildi. Orta yaşlı adamın gülümsemesi ve yardımseverliği, bir nebze olsun içimi rahatlattı. At arabasının içinde, Ela'nın anlattıklarını dinlerken zihnimin karmaşıklığı daha da arttı. Bir yandan yeni bir dünyanın kapıları aralanıyor gibi görünürken, diğer yandan içinde bulunduğum bu durumun ağırlığı beni sarmalıyordu. Ela'nın bu konuda bir şekilde aceleci olduğunu hissedebiliyordum, belki de sınırlı zamanımızın olması sebebiyle. Bu yüzden Ela'nın alel acele anlattığı her ayrıntı, iblislerin varlığı, Aludirlerin rolü ve bağ kurma süreci beni derin bir düşünce seline sürüklüyordu. Bu kavramlar arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışırken, bir yandan da içimde bir endişe filizleniyordu. Belki de ben, tüm bu yeni gerçeklerle nasıl başa çıkacağımı bilemiyordum. Görevimi yerine getirmek, iblisleri kontrol altına almak, Aludir unvanının yüklediği sorumluluğu taşımak... Her şey o kadar karmaşıktı ki, bu düşünceler içinde kaybolmamak için sıkı sıkıya kendimi toparlamam gerekiyordu.

Ela'nın anlattıklarını tekrar gözden geçirirken, içimde bir çatışma yaşandığını fark ettim. Özellikle Qen enerjisinin seçilmiş kişilerde mevcut olması, bir tür kader oluşu beni etkilemişti. Bu enerji, beni Aludir yapmıştı, ancak aynı zamanda benim üzerimde bir yük gibi duruyordu. Ela'nın anlattıkları, tüm bunların yalnızca benim için değil, insan diyarı için de büyük bir önem taşıdığını gösteriyordu.

Ela'nın anlattığına göre iblislerle kurulan bağ, bir enerjinin aktarılması ve bu enerjinin yönlendirilmesi ile gerçekleşiyordu. Bu düşünce beni daha da derin bir düşünceye sürüklerken, Ela'nın anlattığı konunun ciddiyeti ve karmaşıklığı iç dünyamda dalga dalga yayılıyordu. İblisinin hüküm sürmesi veya benim kontrolüm altında olması... İki taraf arasındaki dengeyi sağlamak için nasıl bir yol izlemem gerektiğini anlamak zorundaydım.

Ela'nın nefes nefese kaldığı anlarda, anlattıkları benim üzerimdeki etkisini daha da artırıyordu. Onun matarasından içtiği su, sanki tüm bu yeni bilgileri içime işler gibi hissettirdi. Anlattığı adımları takip etmeli, iblisimle iletişim kurmalıydım. Ancak içimde hala bir korku ve belirsizlik vardı. Eğer bu bağı tam anlamıyla kuramazsam ne olurdu? İblisimi kontrol edemezsem ne tür sonuçlar doğardı?

Ela'nın anlattıkları, beni bir yandan korkuturken diğer yandan içimdeki merakı daha da körüklemişti. Belki de bu süreç, benim kendimi tanıma yolculuğumun en önemli aşamasıydı. İçimdeki karanlıkla yüzleşmeli, iblisimle kurduğum bağı anlamalı ve kontrol etmeyi öğrenmeliydim. Bu düşünceler arasında gidip gelirken, at arabasının hareketi beni tekrar gerçek dünyaya döndürdü.

Ela'nın verdiği matarayı kabul ederken, içimdeki karışık duyguların yatıştığını hissedebiliyordum. Onun bu konuda olan güveni, beni bir nebze rahatlatıyordu. Anlatılanları tekrar gözden geçirerek, iblisimle kuracağım bağın önemi ve sorumluluğunu yavaş yavaş sindirmeye çalışıyordum.

At arabasının içinde ilerlerken, dışarıdaki manzaraları daha net gözlemlemeye başladım. Ela'nın anlattıkları, önümüzdeki günlerin ne kadar kritik olduğunu gözler önüne seriyordu.

Kendimi daha da derinlere, bu yenidünyanın karmaşıklığına bırakırken, Ela'nın anlattıklarıyla kendi iç dünyam arasında bir denge kurmaya çalışıyordum. Belki de bu yolculuk, hem kendimi hem de iblisimi anlamak için bir fırsattı. Sadece 2 günümüz olduğunu bilmek, her anı daha değerli kılıyordu. Artık önümüzde bir hedef vardı ve ben, bu hedefe doğru adım adım ilerlemeye hazırdım. Ya da sadece kendimi kandırıyordum.

Bir yudum matara suyunun serinliği dudaklarımdan damla damla akarken, sadece boğazımda değil, tüm varlığımda biriken karmaşık düşünceleri de bir arada sürükleyip götürdüğünü hissettim. O an, sanki içimdeki tüm sıkıntılar ve Ela'nın aktardıkları bir anda boşalıp gideceklerdi. Ancak ne yazık ki, bu karmaşıklığı ve kafa karışıklığını sadece bir yudum suyla dağıtmak imkansızdı.

Gözlerimi kapattım ve aniden kendimi derin bir karanlığın içinde buldum. Karanlık, sanki beni kendine çekiyor, içsel düşüncelerimle yüzleşmeye davet ediyordu. Kalbim ve ruhum sanki bu karanlığın ardında gizleniyor, yavaşça dinginliğe kavuşuyordu. Bu sessizlik, sadece dış dünyayı değil, iç dünyamdaki gürültüleri de dindiriyordu.

Karanlık, benim için iblis diyarında gözlerimi açtığım andan itibaren bir sığınak olmuştu. İçsel çatışmalarımı, karmaşıklıklarımı ve endişelerimi içine çeken bir kucak gibiydi. Onun içinde, her şeyi sorgulayarak, anlam çıkararak ve sakinleşerek çözüm aramak istiyordum. Şu anki belirsizlik ve Ela'nın anlattıklarının karmaşasını düşünürken, bu karanlığın yine kendimi ve Nuemsa’yı bulacağım yer olduğuna inanıyordum. Bu yüzden karanlık bir battaniye gibi her uzuvumu sardığında, "Nuemsa, sesime kulak ver. Konuşma vakti." Diyecektim kararlı bir tonda.

Re: Varoluşun Üç Kadim Ayağı (Diniel | Gadiel | Zenahpuryu)

Posted: 22 Aug 2023, 16:27
by Diniel
Siviller hayranlıkla bana bakıyordu. Öyle ki çocuklar beni yüzlerinde kocaman gülümsemeyle parmakla gösteriyordu. Böyle davranılması sanki dünyanın en normal olayıymış, bundan başka bir davranışa maruz kalmam imkânsızmış gibi hissediyordum. Attığım her adım, ilahi bir varlığın ilerleyişiymiş gibiydi. Ancak aklımın bir köşesinde de bu hislerin arkasında fark edemediğim bir şeyler olduğundan da şüpheleniyordum.

Nişanı kullanıp at arabasını istediğim gibi kullanabilmek gerçekten anlatıldığı gibi işe yaramıştı. Kapıya yerleştirince, insanlara gösterince çalışan bir anahtar gibi bir şeymiş bu nişan. Sürücünün itaatkar tutumuna karşı ise ekstra bir tepki vermeden araca biniyor ve yola koyuluyorduk. Yolculuk sırasında aklım hala neden Eletha’nın beni çağırdığı konusuna takılıydı. Azuldir bir şeyler karıştırmış olabilir miydi? Öyle sözleri vardı ki Eletha’yı sıkıştırabilecek güce sahip olduğunu kabul ediyordum. Madras konusunu Eletha ile işim bittikten sonra bakacaktım artık. Yapacak bir şey yok…

Konağın sınırlarına varmak üzereyken kapıda uzaktan tanıdık gelen bir siluet görüyordum. Araç yaklaştıkça siluetin Zen’e ait olduğunu görmüştüm. Bakışlarım ona kenetlenmişken içimde mutlulukla beraber şaşkınlık da vardı. Ne arıyordu burada? Bu soruyu sorduğumda kendimin de ne aradığı düşüncesi üst üste bindiğinde Eletha’nın onu da çağırmış olabileceğini düşünmüştüm. Ancak Zen ne zaman Valerin’e gelmişti? Üste değil miydi? Direk üsten gelmiş olsaydı mutlaka bir araçla gelmesi gerekirdi. Nereden gelmişti buraya?

Aracın kapıya varmak üzereyken bu sorular arka plana itilmiş, oraya doğru geliyor olduğumu gören Zen’in de beni doğal olarak fark etmesiyle bana seslenip el kaldırmıştı. Araç kapı önünde durduktan sonra inmiş, doğrudan Zen’e doğru iki adım attıktan sonra aracın sürücüsüne omuz üstünden bakıp keskin bakışlarla “İşbirliğini beğendim, iyi işti” demiştim. Ne tepki vereceğine dikkat etmeden başımı Zen’e döndürüp sakin adımlarımı üzerine doğru sürdürüyordum. Tüm bu geçen olaylar on saniyeyi belki de aşmamış olsa bile oldukça karışık şeyler yaşanmış gibi bir his vardı içimde. Genelde hep bire bir etkileşime girdiğim için böyle gelmişti belki de. Zen’in yanına vardığım sırada daha bir şey söyleyemeden kapının bize açılmasıyla beklendiğimiz gerçeği artık netlik kazanmıştı. Tanıdık bir yüz görmenin beni iyi hissettirdiğini biliyordum ancak Zen’in iri cüssesi ve yüzünü görmek için kafamı havaya kaldırıp bakmak zorunda olmak biraz komik bile geliyordu. Masada oturduğumuz sırada da büyük olduğunun farkındaydım ama böyle ayaküstü karşılaşınca cüssesi iyice aramızdaki boy farkını ortaya çıkarıyordu.

Benim de çağırıldığımı tahmin edip kâğıdı gösterdiğinde Eletha’nın Zen ile olacağı iş ile benimkinin pek de farklı olmayacağı, muhtemelen iblislerle ilgili bir şey olduğunu düşünüyor olsam da bu tahminin bir getirisi olmayacağı için böyle olmama ihtimalini daha yüksek tutuyordum. Yüzümde belli belirsiz bir tebessümle kafamı kaldırıp Zen’in yüzüne bakarken “Seninle burada karşılaşacağımı tahmin edemezdim. Bu iş nasıl bir şey ise yine bizi karşılaştırdı” dedikten sonra vakit kaybetmeden yürümeye başlamıştık.

Kapıya varana kadarki o pek de uzun sürmeyen yürüyüş sırasında adımlarımı Zen’e yetiştirmek dışında takıldığım bir sorun olmuyor bur sırada da ona ne söylesem diye düşünüyordum. Kapıya varana kadar bir şey diyememiş olmam konuşma becerilerimin ne düzeyde olduğunu gösteriyor olsa da o da bir şey söylememişti sonuçta. Kapıya vardığımızda Yükseliş Konağı kapıları bize açılmış ve içeri girmiştik. Kapıda beliren iriliği konusunda Zen ile kıyaslanabilecek bir asker Eletha’nın bizi taht odasında beklediğini gösteriyordu. Taht odasında Eletha’nın başka birine dönüştüğüne bildiğim için ister istemez yüzümde memnuniyetsiz belirtileri belirmeye başladığı sırada Zen’in bana dönüp bir şey anlatacağını söylemesiyle bu atmosferden sıyrılmamı sağlıyordu. Ne diyeceğine bakmak için kafamı yukarı kaldırdığımda bu kafa kaldırıp bakma meselesinin canımı sıkmaya başladığını hissediyordum. Şimdi durduk yere buna takılmayıp sözlerini dinlemeye başlamıştım.

İblis fırına gitmiş, ekmek alabilir miyim demiş. Fırıncı da demiş ki ekmek bulunmuyor. Buna karşı iblis de zaten at arabasıyla geldiğini söylemiş. Sözleri bittiğinde dumura uğramıştım. Cümleler arasında neden sonuç ilişkisi kurmaya çalışsam da başaramıyordum ve sözleri sanki herkesin anlayamayacağı şekilde şifrelenmiş gibiydi. Bir anda patlattığı kahkaha ile irkiliyor ve gözlerim istemsizce açılıyordu. Ne tür bir gizem içeriyordu sözleri? Bana bir tür şifreli bilgi mi vermeye çalışmıştı? Neden gülüyordu? Yüzüne dışarıya verdiği görüntüden bir şeyler öğrenebilir miyim diye bakmama rağmen bir bilgi elde edemememle başım önüme dönüyor ve bakışlarım bilinmezliğe kayıyordu. Yüzümde kaybolmuşluğun getirdiği ifade ile neler olup bittiğini anlamaya çalışırken Zen’in kahkahaları yavaşça diniyordu. Belki de bir tür yeteneği vardı Zen’in. Evet, bu oldukça güçlü bir ihtimaldi. Bakışlarım bir anda ciddileşiyor ve eline aldığı bir şeyi açıp bir şey içerken. Hala bir şeyler öğrenememiş olsam bile kapağı kapatıp hükümdarı bekletmeyelim demesinin ardından o anlığına bütün dünya umurumdan çıkıyor ve ona “Kelimeler ile karşındakini zihin dünyasında çıkmaza sürükleme yeteneğini ilk kez senden görüyorum Zen” dedikten sonra bir anda dönen parıltılı bakışlarla derin, koyu tonda “Bu muhteşem bir şeydi!” demiştim. Çağrılmamızın gereği taht odasına ilerlemeye başlarken yüzümde derin düşüncenin izleri bulunuyordu.

Re: Varoluşun Üç Kadim Ayağı (Diniel | Gadiel | Zenahpuryu)

Posted: 22 Aug 2023, 16:49
by Zenahpuryu
Esprisinden sonra ilerleme fikrini bir anlığına durdurdu Diniel'in kelimeleriyle. Bir şeyler konuşuyordu ama ne konuştuğunu Zen'de anlamamıştı. Gözlerini kıstı, ciddi bir şekilde Diniel'e bakıyordu. Sonrasında gülümsedi, "Fıkra anlattım fıkra. Hiç duydun mu öyle bir şey? Tontiş söyledi bana da, bir şeyler anlatıyorsun ve gülüyorsun. Karşındaki de gülüyor ama Tontiş bana hep 'Senin fıkraların götüm gibi, götüme daha çok gülerim. Üstüne bide sıçsam, gülmekten ölürüm.' diyordu. Harbiden doğruymuş herhalde." Dedikten sonra hafif bir kahkaha attı. Sonrasında belindeki matarayı çıkardı, Diniel'e uzattı. "Şarap var içen mi? Rahatlatır. Bitirme ama ha, çok para ödedim bak." Dedikten sonra çocuklara ödediği para aklına geldi. Onun yanında şaraba ve mataraya ödediği para daha azdı. Diniel içmeyi kabul ederse kendisi de bir yudum daha aldıktan sonra matarayı cebine koyacak ve Diniel'in cevaplarını bekledikten sonra ilerlemeye devam edecekti. Eğer içmezse, kendisi yine bir yudum aldıktan sonra cevaplarını bekledikten sonra taht odasına ilerlemeye devam edecekti.

Out: Diniel'e cevap vermek açısından bir tur daha atmanın çok problem olmayacağını düşündüm. Diniel'le konuşularak yapıldı, daha fazla konuşma turu olmayacaktır.

Re: Varoluşun Üç Kadim Ayağı (Diniel | Gadiel | Zenahpuryu)

Posted: 22 Aug 2023, 17:19
by Diniel
Zen sözleri ile beni derin düşüncelere sokmasının ardından bakışlarını üzerimde hissetmemle köşeye sıkışmış yavru kedi gibi ona bakıyordum. Gözlerini kısmış öylece birkaç saniye ciddiyetle süzdükten sonra bir anda gülümsemiş ve anlattığının fıkra olduğunu söylemişti. Sonrasında ise bu sürecin nasıl işlediğini anlatmıştı. İlginçti. Bunun ardından ise Tontiş ile arasında geçen diyaloğu anlatmış ve hafif bir kahkaha atmıştı. Kafamda taşları yerine oturtmaya çalışırken yaptığının bir tür özel güç olmadığını anlamamla bunu anlayamamış olmamın ne kadar gülünç olduğunu düşünüyordum. Yüzümde gülümsemeyle kısmen de neşeli tonda "Fıkra denen şeyi bilmiyordum ki. Tam da kadınına anlattın yani!" dedikten sonra hafifçe gülüyordum. "Bir dahakine böyle hazırlıksız yakalanmam" dedikten sonra hareketlendiğini görüp dikkatimi ona veriyordum.

Belinden az önce içtiği şeyi çıkartıp uzatmıştı. İçeceğin şarap olduğunu söylediğinde gözlerim parıldamıştı. Konuşmasını sürdürdüğü sırada hemen almış ve büyük bir yudum aldıktan sonra o leziz sıvının mideme doğru kaymasına odaklanmıştım. Ardından gerçek bir gülümsemeyle “Benim çok param var. Lazım olursa birazını kullanabilirsin aklında bulunsun. Ama birazını… Çünkü cimriyim” dedikten sonra şarabı ona geri uzatıyordum.
Off Topic
Bu turluk konuşma kısmı alınan aksiyonlarla geçen zaman içerisinde biraz yetersiz geldi gibi şey oldu ondan böyle şey oldu. Bir daha olmaz :(